• /
  • Kütüphane
  • /
  • Tebliğ ve İrşad Çalışmaları
  • /
  • 321 ilâ 340. sayfalar
301 ilâ 320. sayfalar

Bu dünya hayatı fanidir, hepimiz ahirete göçeceğiz, bu dünyada yaptığımızın ahirette hesabı olacak, ölçülmesi tartılması olacak. Ahirete hazırlanmak zorundayız. Amel-i salih işlemek zorundayız. Hayrat ve hasenat yapmak zorundayız. Biliyorsunuz Yâsîn Sûresi'nde ne buyuruyor Allah-u Teâlâ Hazretleri: "O gün kimseye haksızlık yapılmayacak, hiç bir nefs zulme maruz kalmayacak, hiç bir can haksız muamele görmeyecek! Dünyada ne işlediyseniz onun karşılığını göreceksiniz. Hayır işlediyseniz, hayrın karşılığını göreceksiniz mükafat cennet. Kötülük işlediyse bir insan, kötülüğünün cezasını çekecek azab itab, cehennem..." Onun için ahirete hazırlanmak zorundayız.

Kimin hedefi, gayesi ahiret olursa; Allah onun işlerini rast getirir. İki yakasını bir araya getirir. Gönlüne zenginlik verir, dünyalığını da eksiltmez. Peygamber Efendimiz yeminle söylüyor: "Vallahi zekât ve sadaka vermekle mal eksilmez!" İnsan ahirete çalışınca dünyası harab olmaz. Ama kimin hedefi dünya olursa Allah onun işini dağıtır, darmadağan perişanlaştırır; toparlayamaz işini... Fakirliği iki gözünün arasına yerleştirir. Fakirlikten korkar hayır yapamaz, dünyalıktan da eline Allah ne yazdıysa ondan fazlası geçmez.

321

Ben şimdi kendimden bir misal vereyim; başkasını söylesem belki niye söyledin der: Ben İlahiyat Fakültesi'nden emekli bir profesörüm. Emekli bir memurun mâlî imkânı ne olur yani?.. Allah öyle yardım ediyor ki insana... Gökten böyle, güm diye arsamın üstüne üç katlı köşk düştü. Yağmur yağar gibi iki tane köşk düştü. Hocam biraz açıkla ne demek istiyorsun desenize!..

Şimdi ben burda asistanken harçlıklarımdan artan parayla bir arsaya ortak oldum. Çok ucuz, tepede... Sonra o arsaya bir müteahhit gelip demiş ki verin bu arsayı bana işte yüzde elliye inşaat yapayım. Arsa benim, inşaatı o yaptı. Ben bir kuruş vermedim. Ne yaptığını da bilmiyorum, planına da bakmadım. İşler bittikten sonra beni aldılar götürdüler. Bizim arsanın üstüne iki tane üç katlı tripleks villa konmuş. Çok para da değildi yani aldığım zaman...

Ben kendi emekli maaşıyla iki tane villaya sahip olan bir profesör düşünemiyorum. Olur mu?.. Olmaz! Ama Allah nasip edince, olur.

Benim ağabeyim bir yerden arsa almış. Benim Mithat ağabeyim, --kendisinin yanında söylesem kızar-- bizim vakfımıza en çok milyarlık rakamlarla yardım eden insanlardan biridir bizim aileden... Belki bizim aileden yapılan yardımlara erişen yoktur vakıflarımıza yardım edenler içinden...

322

Şimdi arkadaşlarından birisi arsasını satmak istemiş. Almış adamları arsasının yanına götürmüş, işte burası demiş. Dört beş arkadaş gitmişler. Bir tanesi demiş ki:

"--Yâhu, sen kazıklamak isterken dostlarını mı kazıklarsın? Bu taşlık arsa para etmez ki, ne diye satmak için bizi buraya getirdin?" diye, bir ağır söz söylemiş.

Şaka mı söyledi, ciddi mi söyledi; gerçekten taşlıkmış arazi... Yani dost kazıklamayı mı seviyorsun sen deyince, adamcağızın başından kaynar sular dökülmüş gibi kıpkırmızı olmuş. Çok üzülmüş, perişan olmuş. Şaka desen şaka değil, ciddi ise yenilir yutulur bir şey değil... Mithat ağabeyim, "Tamam ben alıyorum!" demiş, münakaşayı bitirmiş. Neden?.. Çok üzülmüş. "Ne fiyata veriyorsan ben alıyorum!" demiş ve almış.

Bir kaç gün geçmiş bu taşlık arazinin yanından bilmem hangi bakanın bir yakını arazi almış, oranın fiyatı on misli veya elli misli fırlamış. Bu neden?.. Allah'tan... Merhamet etti diye birden böyle oldu.

Bizim Adapazarı'nda bir hacı kardeşimiz var. Anası, babası, kardeşi hepsi hayırsever insanlar. Bizim bir vakfımızın toplantısında çıkardı bir para vaad etti, "Ben de şu kadar hayır yapacağım!" diye... Yaptılar hayırları, arsalar verdiler oralarda da kolejler açılıyor. Oranın açılışına da gideceğim. Bunu babasının dostu birisi yolda yakalamış:

323

"--Bana bak! Sen daha tecrübesizsin, daha hayatı bilmiyorsun. Bir günde öyle beşyüz milyonluk bir hayır yapıvermişsin, müsrifçe çok para vermişsin!" diye, vakfa verdiği parayı tenkid etmiş.

O da karşısındaki yaşlı kimseye:

"--Amca, biliyorsun babam öldü." demiş.

Yâni demek istemiş ki; insan ölüyor, hayır yapmak lâzım!..

Kızmış öteki:

"--Beni ölümle tehdit etme!" demiş.

Yâni, "Sen de öleceksin hayır yap!" dedi diye mânâ çıkarıp kızmış. "Hocam, birkaç gün sonra şehrin göbeğinde çok kıymetli, paha biçilmez bir arsası vardı, belediye istimlak ediverdi." diyor. Ne kadar para verirse versin; belediyenin istimlak ettiği yere pasaj yapsaydı, dükkan yapsaydı ne kadar kazanacaktı?.. Gitti. Yâni Allah dilediğinden mülkü alıyor, dilediğine veriyor. Fakire veriyor, zenginden alıyor.

Benim sütçü yamaklığı yapan bir tanıdığım vardı. Sütçü yamaklığından aldığı paralarla, Keçiören'de yamuk bir arsa almış. Bir tepenin yamacında yamuk bir arsa almış. Ondan bir kaç sene sonra gördüm, "Nasılsın?" diye sordum.

"--Hocam, arsama bir müteahhit talip oldu, bana altı tane kaloriferli daire veriyor. Birisinde oturup, beşinin kirasını yiyeceğim!" dedi.

324

Bak fakire, garibana Allah nasıl yardım ediyor.

Zenginliği veren Allah, sıhhati veren Allah, ömrü veren Allah... Malı veren Allah, malı alan Allah... Kur'an-ı Kerim'de bu hususta ayetler var, kıssalar var... Demişler ki: "Aramıza hiç fakir sokmayalım, fakirlere hiç bir şey vermeyelim!" Geceleyin bir felaket gelmiş mahsulün hepsi gitmiş. Sabahleyin anlamışlar hatalarını, perişan olmuşlar.

Onun için, ahirette fayda verecek, bize yararı dokunacak işleri bu dünyada yapmağa çalışmak için bu faaliyetleri yapıyoruz. Sizin de katılmanızı dileriz. Şu bakımdan diliyoruz. Sizin de kendinize özel hayırlarınız vardır. Herkesin sadakası vardır, zekâtı vardır, düşüncesi vardır, planı vardır... Belki vakfı vardır... Bilmiyorum amma; biz câmia olarak, bu işleri planlı bir şekilde uzmanlara danışarak, profesörlerle istişâre ederek, zaman zaman gazetelere giren toplantılarla yapıyoruz. "Yeni gelişen şartlara karşı İslâm'ı korumak için ne tedbirler almamız lâzım?" diye devamlı araştırma içindeyiz.

Onun için, gelin güçlerimizi birleştirelim!.. Bu müessesenin yarısı vakıf, yarısı özeldir. Biz zaman zaman müesseselerimizi de özel sektöre açıyoruz ki, iştirakler olsun, bizim yükümüz azalsın; "Biz de başka yerde, başka hizmetler yapalım!" diyoruz.

325

Ankara için daha yapacağımız çok şeyler var. Burada bir belediye başkanı kardeşimiz vardı biraz önce... "Bizim belediyemiz hudutları içinde bir arsa verelim, orada da böyle bir müessese kurun!" dedi. "Olur, inşaallah yaparız!" dedim. Benim amacım, inşaallah bir de üniversite kuracağız, bu işi tamamlayacağız. Onun için, bu planlı çalışmalarımıza gelin müştereken katılalım!.. Biz iştirak edenlerin de faydalanmasını düşünüyoruz. Verin bağışı demiyoruz; gelin ortak olun, siz de katılın diyoruz. İstiyoruz ki, kardeşlerimiz ekonomik yönden de kalkınsınlar.

Bunun için yaptığımız bazı teşebbüsler var... Meselâ; Haksağ... Hakyol Vakfı ile Sağlık Vakfı'nın ortaklaşa kurduğu sağlık tesislerimiz var. Gelirlerini özel sektöre açtık. Onlar döviz bazında güzel gelir getiriyorlar.

Bu müessesenin açılışı gecikti. Sizden öğrenci artırma isteği var. Bina çok güzel, sınıflar çok güzel, sıralar çizilmez, bozulmaz çok güzel malzemeden --laminant-- tertemiz, pırıl pırıl, ışıklı, güneşli güzel... Siz de ortak olun! Eğer ortaksanız borçlarınızı ödeyeceksiniz; ki, bizim hizmetlerimizin yürüyebilmesi için borçlarımızın ödenmesi lâzım.

326

Ferda Koleji için katılımlarınız olabilir. Ak Radyo'muz var, Enhar tekstil şirketimiz var... Katılabilecekler katılsın!.. Müsait değilseniz, yakınlarınıza, akrabalarınıza, dostlarınıza duyurun!.. Bu hizmetleri büyüterek götürelim. Türkiye'de ses getirici, müsbet sonuçlar hasıl edecek büyük müesseseler kuralım!.. Allah hayırlı muvaffakiyetler versin... Allah hepinizden razı olsun... Hepinize teşekkür ederim.

Esselâmü aleyküm!..

19. 9. 1995 - ANKARA

327

EĞİTİM VE DOSTLUK

Çok aziz çok muhterem misafirlerimiz!..

Çok değerli parti başkanları, çok değerli Büyük Millet Meclisi üyeleri milletvekillerimiz!.. Değerli profesör arkadaşlarımız, dostlarımız!.. Hepinize Allah'tan, en büyük mükâfatlarla lütfeylemesini niyaz ediyorum. Teşekkürlerin kâfi gelmediğini biliyorum.

Bu günümüz, bizim için bir büyük mutlu gün... Bu mutluluğu çok sevdiğimiz dostlarımızla paylaşmak istedik. Lütfettiniz, dâvetimize icâbet eylediniz. Tabii, bu da bizim mutluluğumuzu sayılamayacak, ölçülemeyecek miktarda arttırdı. Mutluluğumuza mutluluk kattınız. Allah razı olsun... İlginizin ve yardımlarınızın devamını diliyoruz.

Bu toplantıyı, iki vesileyi bir araya getirmek suretiyle tertipledik. Konuşmacıların konuşmalarından anlaşıldığı üzere, birincisi: Hocamız Mehmed Zâhid Kotku (Rh.A) Hazretleri'nin vefatının sene-i devriyesine getirmeyi, bir uygun vesîle gördük. Sebebini biraz sonra arz edeceğim. Diğeri de bizim Akradyo'muzun, Akra FM'imizin uydudan yayın yapmak sûretiyle dinlenme sahasını genişletmesi, bizim için büyük bir mutluluk... Almanya'dan Kafkasya'ya, belki çanak antenler müsaitse Orta Asya'ya kadar yayın yapılabilen bir güzel alan elde etmiş olmanın mutluluğu içindeyiz.

328

Hasan Celâl Güzel Beyefendi'nin bir ifadesi var --her yerde söylüyorum, burda da ifade etmek isterim. Bizim Akradyo'muz için, "Görüntüsüz televizyon" diye ifade etmişler. Görüntüsüz televizyon gibi 24 saat yayın yapan, bir güzel yüksek gayretler mecmuası... Sadece çalışanların değil, elbette yorum yapanların, konuşma yapanların, ihtisas sahiplerinin katkılarıyla bu kadar değerli bir müessese haline geliyor. O bakımdan, Allah hepsinden razı olsun...

Bu vesile ile Hocamız hakkında birkaç söz söylemek istiyorum. Hocamız bir tarikat şeyhi idi, bir tasavvuf büyüğü idi. Bizim tarihimizde tasavvufun, tarikatın çok büyük önemi vardır. kısaca söylemek gerekirse, Osmanlı devleti bir tasavvuf devletidir. Osmanlılardan önce, Orta Asya'da da böyleydi durum...

Orta Asya'nın İslâmlaşmasında Ahmed-i Yesevî Efendimiz'in büyük rolü vardır. Bunu herkes biliyor ve ifade ediyorlar. O da bizim tarikat büyüğümüzdür. O gönderdiği alp erenlerin, mürşidlerin, tasavvuf erbâbının, dervişlerin Anadolu'daki hizmetleri; Yunus'ların ve diğer kültür büyüklerinin çalışmaları hepinizin mâlumudur. Onlara çok şeyler borçluyuz.

329

Hocamız da --Allah şefaatlerine nâil eylesin, makamlarını yüce eylesin-- böyle bir çok yüksek şahsiyettir. Tabii, herkes kendi hocasını medhetmek ister de... Bizim Hocamız'ın farklılığını Mehmed Doğan kardeşim biraz işaret eyledi.

Tasavvuf deyince, insanların hatırına gelen bir şeyler var... Bir köşede hırka giyinmiş bir insan, elinde tesbih, boynu bükük, soluk benizli, ibadet ehli bir zat hatıra gelir. Hocamız bize, bir başka türlü tasavvuf öğretti. O bakımdan bu nokta, son derece önemli bir noktadır. Biz de tasavvufu öyle düşünürken, İslâmî ibadeti sadece böyle tasavvur ederken, hem Hocamız'dan hem Hocamız'dan önceki Abdül'aziz Hocamız Hazretleri'nden, daha önceki büyüklerimizden, silsilemizden gelen an'anevî duygu ile, biz daha başka bir tasavvuf anlayışıyla yetiştik. Hizmeti nafile ibadetten önce gören, önde tutan bir anlayışla yetiştik.

Onun için, sosyal hizmeti Hakk'ın rızasını kazanmanın bir vesilesi olarak biliyoruz, o amaçla çalışıyoruz. Bu, Mehmed Doğan kardeşimizin ifade ettiği çok mühim bir farktır.

330

Ben aynı minval üzere bu yaz Londra'da bir konferans verdim. Benden Pakistanlı bir cemiyet konuşma yapmamı istedi. Mutasavvıf olarak, Yirmibirinci Yüzyıl'da müslümanların neler yapması gerektiğine dair konferans istediler benden... Ben de kendi bilgi ve görgüme göre bir konferans verdim. İngilizceye çevrildi. Pakistan'lı gazeteciler, o cemiyetin mensupları, davetliler hop oturup hop kalktılar:

"--Biz tasavvufu böyle bilmiyorduk. Bu kadar cemiyetin içinde, bu kadar cemiyetin meseleleriyle candan ilgili olarak bilmiyorduk." dediler. "Aman, ne olur bu konuşmalarınızı yazın!.. Aman ne olur önümüzdeki aylarda tekrar gelin! Biz Londra'dakileri toplayalım, bizim Pakistanlıları toplayalım, Asyalı dindar kardeşlerimizi toplayalım; hattâ hocaları şeyhleri toplayalım da, onlar da meselelere nasıl bakılması gerektiğini görsünler!" dediler.

Bu bizim Hocamız'dan aldığımız bir anlayıştır. Onun için, ikisinin bir arada olmasının; Akra FM'in uyduya geçmesiyle Hocamız'ın bir arada olmasının ciddî bir mânâsı vardır.

331

Abdül'aziz Hocamız, bütün dervişlerini üniversiteye yöneltmiş bir hocaefendidir. Hepsini, üniversitede hoca olsunlar diye sevketmiştir. Onlar da büyük profesörler oldular ve büyük hizmetler yaptılar, yapmaktalar. Allah hepsinden râzı olsun...

Hocamız bizden bir vakıf kurmamızı istemişti. Biz de bir çalışma yapıp, kendisine vakfımızın gayelerini, amaçlarını, çalışma maddelerini okumuştuk sağlığında... Duasını ve tasdikini almıştık. Üç hedef var bizim çalışmalarımızda:

1. Eğitim

2. Dostluk

3. Yardımlaşma

Eğitimin her türlüsüne hevesliyiz, arzuluyuz ve çalışmaktayız bu konuda... eğitim çalışmalarımızın bir sonucu olarak Akra FM çalışmalarına geçmiş bulunuyoruz.

Bunun dışında kolejlerimiz var, yuvalarımız var, ana okullarımız var... Allah nasib ederse, üniversite kurma arzumuz var... Mevzûat müsaade ederse; potansiyelimiz var, mevzûatı aştığımız zaman üniversite kurma arzumuz var... Yaygın ve örgün eğitimin her çeşidiyle ilgiliyiz.

Akra FM'i de bir eğitim vasıtası olarak görüyoruz. Ben eskiden, televizyon çıktığı zamanlarda, radyonun pabucu dama atılmıştır diye düşünüyordum. Fakat şunu gördüm ki, radyonun ayrı bir dinlenme ve hayat sahası var... Televizyonun giremediği, bulunamadığı yerlerde radyo bir vazife görüyor.

332

Meselâ, bir şoförün arabasını sürdüğü anda, radyo dinlemesi mümkün... Bir hanımın, mutfakta yemek yaparken radyo dinlemesi mümkün... Bir sanatkârın, eliyle bir iş yaparken radyo dinlemesi mümkün oluyor. Böylece camiye gelemeyen, okula gelemeyen insanlara dinî, millî ve kültürel meseleleri radyo ile götürmek mümkün oluyor. Bunu çok önemli bir çalışma dalı olarak görüyoruz.

İkinci amacımız, dostluk idi. Hocamız bizi bu dostluk kelimesinin çatısı altında da bu akşam toplamış oldu. Benimle vedalaşan bir gazeteci kardeşimiz bana soru soruyor:

"--Filân beyle yakınlığınız son günlerde niye arttı?" diyor.

Son günlerde olan bir şey değil; artan bir şey değil, eksilen bir şey değil, eskiden beri mevcud olan bir şey ama, bizim çevremize bir bakın, çevremizdeki insanlara bir bakın!.. Bizim herkesle kardeş olma arzumuz var; kardeş olduğumuzun şuuru, bilinci var... Bütün kardeşlerimize kucağımızı açıyoruz. Bütün mü'minler, hattâ bütün insanlar kardeşimizdir diye düşünüyoruz da, yalnız gayrimüslim olanları biraz ayırıyoruz müsaadenizle... Onlar da inşaallah çalışırsak müslüman olurlar da, has kardeşlerimiz olurlar diye düşünüyoruz. Ötekiler candan kardeşimizdir. Bütün mü'minler kardeştir, Allah bizi kardeş etmiştir; ayırım yapmıyoruz.

333

Hattâ, aramızda bazı fikir ayrılıkları olsa dahi, hepsi kardeşimizdir. Salonda bu zenginliği görmenin de mutluluğunu taşıyorum. O bakımdan davetlilere ayrıca teşekkür ederim. Bu gecenin değerlendirilmesinde, bu noktanın da göz önüne getirilmesini özellikle rica ediyorum değerlendirmecilerden...

Allah hepinizden razı olsun... Bizim birbirimize karşı güzel duygularımız var. Amacımız Allah-u Teâlâ Hazretleri'nin rızasını kazanmaktır. Ama bu rızâyı kazanmanın, insanların gönüllerini yapmaktan geçtiğini biliyoruz. Gönüller yapmağa geldik; Allah-u Teâlâ Hazretleri bizi gönül yapmağa muvaffak eylesin... Ümmet-i Muhammed'e faideli eylesin... Rızâsına vâsıl eylesin... Allah hepinizden razı olsun...

Esselâmü aleyküm ve rahmetullah!..

12. 11. 1995 Sheraton - ANKARA

334

GRUBUMUZ VE BİLİMSEL ÇALIŞMALAR

Bismillâhir rahmânir rahîm.

Elhamdü lillâhi rabbil àlemîn... Ves salâtü ves selâmü alâ rasûlinâ muhammedin ve âlihî ve sahbihi ve men tebiahû biihsanin ilâ yevmid dîn...

Allah cümlenizden razı olsun... Dinlenmeyle beraber birçok yeni bilgiler öğrendiğimiz beraberliğimizin son gününe gelmiş bulunuyoruz.

...................

Eskiden beri grubumuzun ilim erbabıyla yakınlığı, içinden çıkardığı ilim adamları ve ilmi müesseselerle ilişkisi meşhurdur. Bununla da iftihar ediyoruz. Çağımızın Türkiye'sindeki insanlara göstermiş olduk ki, bir insan hem çağın bütün bilgilerini alabilir, hem de dindar olabilir; bunlar birbirine zıt, aykırı şeyler değildir. Birisi olursa ötekisi zayıflar, diye düşünmek dinimiz için vârid değildir.

Elhamdü lilllâh, İslâm ilim ile iç içedir. İlmi teşvik etmiştir, en hayırlı en sevaplı faaliyet olarak olarak göstermiştir. İlmin her dalında çalışmayı da farz-ı kifâye saymıştır. Yâni, bunun mânâsı şudur ki; müslümanlar yeni çıkan bir dalda hiç faaliyette bulunmazlarsa, o daldaki eksiklikten bütün müslümanlar sorumludur. Vebal altındadır. Ama birkaç müslüman o dalda faaliyette bulunursa, diğer müslümanlardan o vebal gider.

335

Elhamdü lillâh kültürümüzle ve tarihimizle iftihar ediyoruz. Kültürümüzü tarihimizi seviyoruz, ecdadımızı çok derin bir hürmetle sayıyoruz. Onların ne kadar değerli insanlar olduklarını, meziyetlerini reklam etmek zorunda olmadıklarından, saklamak temayülünde olduklarından, haklarında çok haksızlıklar yapıldığını biliyoruz. Kültürümüzü bütün insanlara, özellikle kendi insanımıza tanıtmak için, kültürümüze yabancı yetişmemeleri için müesseseler kurduk. İlim, Kültür ve Sanat Vakfı'mız gibi, kolejlerimiz, yayınlarımız, radyo proğramlarımız gibi. Hasan Celal Güzel Bey'in bir sözünü çok beğeniyorum. Bizim radyomuz için görüntüsüz televizyon demiştir. Öyledir gerçekten... Kardeşlerimiz ve katılımcılar yardımıyla, radyomuz bir radyo olmaktan çok daha yüksek bir seviyeye çıkmıştır.

Kültürümüzün bizi kurtaracak çok kuvvetli güç kaynakları ihtiva ettiğini biliyoruz. Kültürümüze sımsıkı sarıldığımız zaman dünyada söz sahibi olacağımızı düşünüyoruz.

Dünyanın bütün bölgelerine ve bütün insanlara karşı görevimiz olduğu inancındayız. Bir müslüman olarak dünyanın her yerindeki insanlara İslâm'ı götürmek zorundayız, anlatmak zorundayız. Güney Amerika'ya, Eskimoların arasına, Alaska'ya, Afrika'ya, Avustralya'ya, Yeni Zelanda'ya, kutuplara, dünyanın her yerine İslâm'ı anlatmakla kendimizi sorumlu hissediyoruz. Sorumludur bütün müslümanlar... Kim yaparsa sevabı o kazanmış olur. Onun için bütün dünya ile ilgileniyoruz.

336

Bu arada çok kuvvetli bir şekilde Osmanlıların torunları olduğumuzun bilincindeyiz, kendimizi Osmanlı hissediyoruz. Bugünkü hudutları, sunî hudut olduğundan gönlümüz kabul etmiyor. İmam-ı Şafiî Hazretleri gibi, "Bir zamanlar İslâm diyarı olan bütün yerler dâr-ı İslâmdır." diye düşünüyoruz. Onun için Balkanlar, Avusturya, Romanya, Ukrayna, Kırım, Orta Asya, Afrika'nın ekvatordan yukarısı, İspanya... dâr-ı İslâmdır.

..........

Geçen yıl Amerika'ya ziyaretimde edindiğim bilgilere göre, Kristof Kolomb'dan çok önce müslümanlar Amerika'yı bulmuşlar ve yerleşmişler. Kristof Kolomp ve adamları Amerika'ya vardıklarında kendilerini karşılayan, Arapça konuşan insanları görmüşler. Yâni demek ki, coğrafi keşifler de kitapların bize yazdığından çok farklı... Onlardan çok daha önce, özellikle Orta Amerikaya ulaşmış oluyor dindaşlarımız...

Gezdikçe şunu görüyoruz ki, dünyanın her yerinde sandığımızdan daha çok hakkımız ve ilişkimiz var... Çok daha fazla kardeşlerimiz var... Elhamdü lillâh, öyle bir dine mensubuz ki, dünyanın her yerinde her anında Allahu ekber sedâları göklerde yayılıyor ve zerreler onu dinliyor.

337

Şimdi bu geniş gönül yapısı ile, hem bütün insanlarla ilgili olduğumuz için, hem de İslâm'ın yayılmasıyla sorumlu, korunmasıyla sorumlu kimseler olarak kendimizi gördüğümüz için; bütün yeni gelişmeleri çok yakından takip etmek istiyoruz. O arzu ve şevk içindeyiz. Bizi bu noktaya yayınlarımızın getirdiği kanaatindeyim. Bu yayın mesleği --gazetecilik, dergicilik, radyoculuk, televizyon yayınları-- bizi bu noktaya çekiyor. Yani bizi itici, çekici, yükseltici vazifesi var... Bunun için bu konuda çalışan kardeşlerime huzurunuzda teşekkür ederim. Böylece en yeni meselelere, en yeni zamanda sahip olmanın terbiyesini görmüş oluyoruz.

Bütün ilim erbabı bilir, ilimle meşgul olan herkes bilir ki; bu gün bilgi çeşitleri fevkalâde çoğalmıştır. Bunları takib etmek bile bir mesele haline gelmiştir. Eskiden bir zat-ı muhterem büyük bir aşk ve şevk ile çalışırmış, allâme olurmuş, allâme-i cihan olurmuş. Yâni her şeyi bilen, bütün ilimlerde bilgisi olan bir kimse olurmuş. Bugün artık değil böyle bir allâme-i küll olmak; şöyle belirli bir dalda bile gerçekten alim olmak istediğiniz zaman çok büyük zahmetler çekmek, çok büyük gayretler göstermek, yayınlar yapmak gerekiyor, yayınları takip etmek gerekiyor.

338

Bugün bilim adamları olarak, kendi sahamızdaki yayınları takip etmekte bile zorlandığımızı; hem satın almakta, hem de yayınları takip edip okumakta, hem depolamakta, hem de gerektiği zaman kullanma konusunda problemleri biliyoruz. Bu problemler çağın problemleridir.

İnsanoğlu bulduğu çeşitli aletlerle bilgi sahasını genişletmiştir. Mikroskoplarla, sualtı araştırmalarıyla, uzay araştırmalarıyla kendi duyularının çok daha ötesindeki bilgileri yakalama imkanı bulmuştur. İlim erbabının sayısının artması, ilme yapılan yatırımların en verimli yatırım olması dolayısıyla, o sahalarda çalışan insanlar arttıkça; o sahanın her mensubu kendi dalında bir araştırma yaptığı için, bilgi gerçekten çok çeşitlenmiştir. Ve bunları ihata etmek, kavramak, tamamıyla bunlara aşina olmak, bir mesele haline gelmiştir. Bunu konuşmacılarımızın, konuşmalarında kendi dallarıyla ilgili bazı konuları anlatırken de misaller vererek ortaya koyduklarını gördünüz.

O zaman, en yeni bilgileri takip etmek bir mesele olarak karşımıza çıkıyor. Hem de bu bilgileri değerlendirmek ve süratle uygulamaya intikal ettirmek meselesi çıkıyor. Tabii bu da bir yönüyle aşk ve şevk işi... Bir yönden de maddî bir takım imkanlara sahip olma işi... Paramız olması lâzım, büyük müesseselerimiz olması lâzım!.. Tek başımıza başarılmayacak kadar büyük ve zor bir iş...

339

Durum böyle olunca; dün akşamki konuşmalardan hatırlayınız, başka ülkelerin araştırma ve geliştirmelere harcadıkları yatırım miktarlarını düşününüz. Ne kadar büyük miktarlar araştırma ve geliştirmeye sarfediyorlar. Biz bunun çok azını sarfedebiliyoruz. Tabii bu da bir dezavantaj...

Biz İslâm'ın savunucuları olarak; kendimizle ilgili araştırmaları dahi büyük zorluklarla yapabiliyoruz. Bulduğumuz sonuçları uygulamakta da karşımıza yine finans zorlukları çıkıyor. Onları uygulamak için yine kredi aramak zorunda kalıyoruz. Parayı nereden bulacağımızı düşünmek zorunda kalıyoruz.

Ama bizimle ilgili çalışmaları dahi, gelişmiş ülkeler, zengin ülkeler bizden daha geniş kadrolarla daha derinlemesine yaptıkları zaman; bizimle onların arasındaki mesafe açılmış oluyor.

Durum negatif gibi ama; burada bilim adamları var... Bizim bu eğitim toplantımızın en renkli konuşmacılarından biri olan Prof. Oktay Sinanoğlu Bey'in çok moral verici konuşmaları var. Kendisi hem büyük bir ilim adamı, hem de uzun zaman Amerika'da kalmış, Amerika'yı içinden tanımış bir kimse olarak, bizim bu işleri başarmamızın zor olmadığı mesajını bize veriyor. "Korkmayın, biz Allah'ın izniyle bir takım müşkülleri aşabiliriz!" mesajını veriyor. Ben onu alıyorum ve bundan dolayı çok memnun oluyorum.

340
341 ilâ 360. sayfalar