Bu toplantinin sonunda Server Holding'imize, sirketler grubumuza ortak olmanizi isteyecegiz. Gelin ortak olun, bizim kazandigimizi siz de kazanin; beraber kazanalim, daha buyuyelim!..
Bu sizden yardim istemek degil... Sizin paraniz sizin olacak. Sizin kazanciniz, sizin kendi imkanlarinizla yaptiginiz islerden, kazandiginiz kazanclardan Allah'in izniyle cok daha fazla olacak. Ekonomik yonden iyi edeceksiniz ama buyuk bir birlik meydana getirecegiz, buyuk isler yapacagiz. Bu buyuk hengamede, buyuk vartada, buyuk tehlikelerin karsisinda beraber dusunerek, ekonomik entegrasyonun arkasindan daha buyuk entegrasyonlarla, uyumlarla, bir araya gelmelerle, insaallah Malatya'yi Israil'e vermeyecegiz. Turkiye'yi Avrupa'ya kaptirmayacagiz. Balkanlar'i hristiyanlara yutturmayacagiz. Kafkasya'yi Rusya'ya ezdirmeyecegiz. Onlara Islam'i anlatacagiz. Roma'yi musluman edecegiz. Roma'yi Lailahe illallah'la musluman yapacagiz. Allah'in vaadi bu bize; bu olacak. Ama ne zaman olacak?.. Biz onun hazirligini yapmakla mukellefiz.
Onlar Balkanlar'da musluman birakmayip, Anadolu'da musluman birakmayip, Orta Asya'ya surmeyi dusunuyor. Bizim de emelimiz, Avrupa'yi, Amerika'yi musluman yapmak, dunyanin her yerine Allah'in dinini yaymak; zulme her yerde karsi cikmak, zulmu engellemek, zulmun karsisina adaleti dikmek; kufrun karsisina imani koymak ve Allah'in dinine hizmet etmek... Calismamiz budur.
Esselamu aleykum ve rahmetullahi ve berekatuh!..
22 Nisan 1995 - MALATYA
KÜFRÜN MERKEZİNİ SUSTURMAK
Elhamdü lillâhi hakka hamdihî... Nahmedühû bicemîi mehâmidih... Lehül hamdü kemâ yenbağî licelâli vechihi ve liazîmi sultânih... Hamden kesîran tayyiben mübâreken fîh... Alâ külli hâlin ve fî külli hîn... Hamden kesiran tayyiben lâ âhire likàilihî illâ ridallah...
Ves salâtü ves selâmü alâ seyyidinâ ve senedinâ rasûlüllahi ve habîbillâhi ve rahmetillâhi alel alemîne muhammedinil mustafâ ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebiahû biihsânin ecmaînet tayyibînet tâhirîn...
Çok aziz, çok kıymetli, çok sevgili kardeşlerim!..
Bugün baharın mayıs ayının sonu, 29 mayıs 1995... Bundan 542 sene önce yine böyle bir bahar gününde, yine böyle bir mayıs ayında bu mevsimde, güneşin bu grubda olduğu şemsî yılın bu zamanında, şu oturduğumuz yerlerde Bizans'ın ahalisi oturuyorken; surların öbür tarafında Allah Allah diyen mücahidler, mübarek ecdâdımız, mü'min-i kâmil evliyâullah, ricâlullah, erenler sabırla Allah yolunda cihad ediyorlardı. Birbuçuk aydan fazla, iki aya yakın zamandan beri buralarda Allah rızası için, fî sebîlillah cihad eden müslümanlar, nihayet bu taş duvarların üstüne "Lâ ilâhe illallah" bayrağını diktiler. İmanı bu şehrin surlarının içine soktular. İslâm'ın bayrağını buraya yerleştirdiler.
Bu iş Hazret-i Adem AS zamanına kadar gider. Adem Atamız AS zamanından beri biz insanların en mühim meselesi: Allah-u Teâlâ Hazretleri'nin varlığını, birliğini bilmek, anlamak, bulmak, kabul etmek, gönül vermek, Allah'a kul olmak, Allah yolunda çalışmaktır. Bir hizbullah vardır; Allah'ın taraftarları, Allah yolunun yolcuları, mü'minler vardır dünya üzerinde... Bir de hizbüş şeytan vardır, şeytanın avanesi vardır. Şeytanın kandırdığı insanlar vardır, şeytana uymuş insanlar vardır. İmana erememiş insanlar vardır. Gözünü açamamış insanlar vardır. Hakkı kabul edememiş insanlar vardır. Hazret-i Adem zamanından beri böyle gelmiş. Evlâtlarının bazısı mü'min; bazısı gayr-i mü'min, gayr-i müslim, nasibsiz...
Peygamber-i zîşan SAS Efendimiz, o Sultânül Enbiyâ, o ekin bitmez Mekke kayalık dağları arasında dünyaya gelip peygamber olunca, o da "Lâ ilâhe illallah" bayrağını küfrün tepesine dikmek için, küfrü müzmahil kılmak için, küfrü yok etmek için, aldığı emir icabı çalıştı.
(Efdalü mâ kultü ene ven nebiyyûne min kablî) "Benim ve benden önceki bütün peygamberlerin söylediği sözlerin en faziletlisi, en güzeli, en yücesi, en yükseği, (Lâ ilâhe illallahu vahdehû lâ şerîke leh) sözüdür."
(Lâ ilâhe illallah) Allah'tan başka ilah yok, o var... (vahdehû) O tektir. (lâ şerîke lehû) Onun mülkünde şeriki, ortağı, misli, dengi, küfüvü, benzeri yoktur. Allah vardır, şeriki yoktur. Allah'tan sonrası mâsivallahın kıymeti de yoktur. (Lâ ilâhe illallahu vahdehû lâ şerîke leh) En mühim söz budur, en yüksek hakîkat budur. En kurtarıcı ip, en sağlam sarılacak kulp budur. Buna sarılan cennete gider, Allah'ın rızasına erer, iki cihan saadetine nâil olur.
Peygamber SAS Efendimiz, hayatı boyunca bu uğurda çalıştı. Cezîretül Arab'dan, Arap Yarımadası'ndan küfrü söktü. O zaman dünya üzerinde iki büyük merkez meşhur... Birisi, Sâsânî İmparatorluğu... Ateşe tapıyorlar. Yezdan ve Ehrimen, ateş/nur tanrısı ve zulmet tanrısı diye iki tanrı düşünüyorlar. Düalizm deniliyor.
(Velem yekün lehû küfüven ehad) Allah'ın karşısında durabilecek dengi bir başka taraf var mı, karşı taraf var mı?.. Mümkün mü?.. Allah-u Teâlâ Hazretleri'nin emrine, fermânına karşı çıkabilecek bir başka güç var mı?.. Öyle şey olur mu?..
--Efendim işte, hani şeytan var, kâfir var...
Allah dilese kahreder ama, serbest bırakmış imtihan olduğu için... Ondan yapıyorlar. Yoksa, Allah'ın karşısında bir kuvvet değil...
(İnnehû leyse lehû sultânün) Şu şeytan denilen mahlûkun saltanatı, gücü kuvveti yok; (alellezîne âmenû) iman edenlere... Bir diş geçirecek, söz geçirecek bir hali yok... (ve alâ rabbihim yetevekkelûn) Rabbine tevekkül edenlere bir tesiri yok... Sadece söylüyor. Ancak vesvese veriyor, "Şöyle yap, böyle yap!" diye kandırmaya çalışıyor. Kanma!.. Allah ona da müsaade etmese, onu da yapamazdı. Ama dedi ki:
(Feenzirnî) "Bana mühlet ver yâ Rabbi! (ilâ yevme yüb'asûn) Bu insanların ba'sü ba'del mevt olup da tekrar huzuruna geleceği zamana kadar serbestlik tanı bana, ben de onları aldatayım!" dedi. Allah fırsat verdiğinden şeytan o faaliyeti gösteriyor ama, gücü yok!.. Kabahat senin... Kabahat şeytana uyanın, şeytanın vesvesesine kananın... Şeytan sadece vesvese veriyor. Allah konuşturtuyor, "Bakalım, kulum şeytanın sözünü mü dinleyecek, Rahmân'ın yoluna mı gidecek?.. Rahmân'ın hizbine mi gelecek, Şeytânın hizbine mi gelecek?.." diye...
Bir Sâsâniler vardı, ateşe, nura, zulmete tapıyorlardı. Ahuramazda veya Hürmüz denilen tanrıları vardı. Ehrimen denilen cehennem tanrıları vardı. Bir de Bizans vardı, ehl-i kitab idi. Haret-i İsâ'ya tabi insanlar idi ama, imanlarını kaybetmişlerdi. İkono yapıyorlardı, put yapıyorlardı, heykel yapıyorlardı, ona tapıyorlardı. Teslis'e kaymışlardı. İznik Konsülü'nde oturmuşlar, kalkmışlar, konuşmuşlar, doğru akîdeyi bulamamışlar, yanlış inanca saplanmışlardı. İnançları bozuktu.
Müslümanlar Sâsânî İmparatorluğu'nu çatır çatır yıkıp geçtiler, ezip geçtiler. İran'ı geçtiler, Horasan'ı geçtiler, Mâverâünnehr'e girdiler, Mâverâünnehr'den öteye geçtiler. Hindistan'a gittiler, Çin'e ulaştılar... Kuzeylere, uçsuz bucaksız yerlere gittiler. Afrika'ya geçtiler. Afrika'da Atlas Okyanusu'na kadar uzanan bir İslâm imparatorluğu kurdular. Afrika'nın sahilleri Dârüs Selâm gibi güzel isimlerle isimlenen İslâm şehirleri oldu. Hindistan'dan Hind-i Çin'e kadar İslâm uzandı.
O zaman, Peygamber SAS hedef gösterdi müslümanlara... Bir bilgi verdi, bir müjde verdi:
(Letüftehannel konstantıniyyeh) "Şu Bizans'ın merkezi olan, çok uzaktaki Konstantıniyye şehri var ya, mutlaka ve mutlaka müslümanlar tarafından fetholunacak!" dedi. Le, te'kid edatıdır. Tüftehu, fetholunacak demek... Le gelince başına, mutlaka; te'kidli söylüyorum, gerçek söylüyorum, mutlaka fetholunacak demek... Sonra, sonuna nûn-u te'kid-i sakile gelmiş, iki tane nun gelmiş. Yâni bu ne demek?.. "İstanbul şeksiz, şüphesiz, mutlaka, muhakkak müslümanların eline geçecektir!" demek... "Mutlaka fetholunacak! Olacak bu!.." dedi Peygamber Efendimiz... Ne zaman söyledi?.. Müşriklerin müslümanlara zulmettiği zaman söyledi. Kesin söyledi. Doğru bir hadis-i şeriftir. Tahkik edilmiştir, doğrudur.
(Ve leni'mel emîru emîruhâ) "Ne iyi komutandır, o ordunun komutanı... (ve leni'mel ceyşü zâlikel ceyş) Ve o ordu ne güzel ordudur, ne mübarek ordudur." diye bu İstanbul'u fethedecek komutana sevgisini, medhini söyledi. "Ne iyi komutandır o komutan, ne iyi ordudur o ordu!.." dedi. Rasûlüllah bir iltifat etmiş, iltifatına canlar fedâ... Herkes o nimete ermek için, o devlete, o saadete ermek için çırpındı.
Hayber'in karşısında durdukları zaman da, Peygamber Efendimiz buyurdu ki:
"--Ben yarın sabah İslam'ın sancağını içinizden bir şahsın eline vereceğim. Öyle bir şahsa vereceğim ki, Allah onu sever, o Allah'ı sever!"
Gece herkes kıvrandı, uykusu kaçtı herkesin... Allah'ın sevdiği, Allah'ı seven bir insan şerefine ermiş olmayı herkes istedi.
Hazret-i Ömer diyor ki: "Ömrümde hiç bir şeyi o kadar arzu etmedim. 'Yarın sabah şu bayrağı Rasûlüllah bana verse de, o iltifata ben ermiş olsam!' diye canım çok istedi." diyor.
Gece heyecandan kıvrandı herkes... Ertesi gün şöyle bakındığı zaman, herkes "Beni Rasûlüllah kalabalıktan görsün, sen al bayrağı desin!" diye parmaklarının ucuna kalkmış. Herkes'e baktı da Rasûlüllah SAS:
"--Ali nerde?.." dedi.
Dediler ki:
"--Yâ Rasûllah! Gözlerinde muazzam ağrı var, çok ağrıyor gözleri... Çadırda..."
"--Çağırın onu!.." dedi.
Hazret-i Ali RA ve Kerramallahu Veche'nin eline bayrağı verdi. Hayber'i o fethetti. Allah'ın sevdiği. kendisi de Allah'ın aşıkı olan Hazret-i Ali Hayber kalesini fethetti.
"İstanbul mutlaka fetholunacaktır. Ne iyi komutandır o komutan, ne iyi ordudur o ordu!.." buyurmuştu Peygamber Efendimiz... Bu iltifata ermek için nice mücahidler canlarını verdiler. Rasûlüllah'ın o iltifatına biz erelim diye 28 defa kuşatılmış şu İstanbul... Emevîler zamanında kaç tane ordu geldi. Gemilerle, denizden, karadan, çarpışarak, uğraşarak, didinerek İstanbul'a geldiler. Çarpıştılar olmadı. Karşı tarafta, Galata'da cami kurdular Arap Camii diye... Koloni kurdular, uğraştılar, didindiler.
--Kime nasib oldu?..
--Fatih Sultan Muhammed Cennetmekân Hazretleri'ne nasib oldu, İstanbul'u fethetmek...
--Nasıl bir insan?..
--Rasûlüllah'ın medhettiği, ne güzel komutan dediği insan... Asırlar önceden iltifat ettiği kişi Fatih Sultan Muhammed... Yirmiiki-yirmiüç yaşında bir genç...
Siz kendi yaşınızı düşünün, kaç yaşında olduğunuzu düşünün; ondan sonra Fatih'i öyle düşünün...
Sahabeden nice insanlar buraya geldi, fethetmek için... En meşhurları Hâlid ibn-i Zeyd Ebû Eyyûb el-Ensârî Hazretleri... İşte Eyüb semtine adını veren, camisi olan, Peygamber Efendimiz'in mihmandârı, ev sahibliği yapmış, misafir etmiş; kurrâ hafız, Medine'nin camiinin imamlığını yapmış, Medine'nin valiliğini yapmış, büyük mücâhid, vahiy kâtibi, Rasûlüllah'a vahiy gediği zaman vahiy yazmış insan... Bu Ebû Eyyûb el-Ensârî... Bu bizim başımızın tâcı, bu bulunmaz insan... O da bir efsâne... O da böyle ciltlere sığmayan meziyetleri olan muazzam bir insan...
Fatih Sultan Muhammed Han'a nasib oldu. Neden?.. Çünkü, buraya bizim dedelerimiz zâten, Allah'ın dinine hizmet için gelmişlerdi. Yerleri yurtları vardı. Senin yerin yurdun varken başka yer yurt arar mısın?.. Horasan vardı, Buhara vardı, Semerkand vardı, İran vardı... Bütün oraları onların yerleriyken, buraya kefeni başına sarık diye dolayıp, "Ölürsem beni buna sarsınlar!" diye, "Hani savaş olmadan emr-i Hak vâkî olur, ölürüm, kefen lâzım olur." diye, kefenini başına sarık diye sarıp, eşle dostla helâlleşip buraya cihada geliyorlardı.
Şimdi bazı arkadaşlarla karşılaşıyorum, diyor ki: "Hocam, canım istiyor ki, helâlleşeyim, anamın babamın elini öpeyim, gideyim Çeçenistan'a... Şu kâfirlerle çarpışayım, çarpışayım, şehid olayım!"
Öyle geldiler buraya... Ahmed-i Yesevî Hazretleri gönderdi. "Gidin Anadolu'ya, oraları fethedin!" dedi. Dervişleri gönderdi, halifeleri gönderdi, şeyhleri gönderdi. Onların müridleri geldiler, bayraklarıyla geldiler. Muazzam yıllar geçti, muazzam zamanlar geçti. Buranın ahalisi de hemen teslim etmedi buraları... Ama müslümanlar cihad ede ede, anlata anlata, çalışa çalışa, kale kale, şehir şehir, belde belde fethettiler.
Rumeli'ye geçtiler, Rumeli'yi fethettiler. Ta ileriye kadar gittiler, burası kaldı. Çünkü, kalın duvarları var... Duvarların önünde hendekler var... Hendeklerin içinde su var... İç duvarlar var... Öteki ordular fethedememiş. Bunların enterasan ziftli bir ateşleri vardı. Yaklaşanların üstüne kazanla döküyorlardı, sönmüyordu suda... Suda sönmeyen Rum Ateşi denilen ateşleri vardı. Yanıyorlardı, kaleye tırmanamıyorlardı.
Fatih Sultan Mehmed Han kaç tane yabancı lisan biliyordu: Türkçe, Arapça, Rumca, Bulgarca, Latince vs. vs. Çalıştı, düşündü, plan yaptı, proje yaptı. "Ben bunların tepesinden topları nasıl aşırtırım?" diye usta buldu, uzun toplar döktürdü. Ne kadar uzağa, ne kadar ağırlıktaki gülleleri atacak muazzam toplar döktürdü. İşte gidin, Ayasofya Camii'nin arkasında meydandaki toplarını görün!
O topları yaptı. Onlar için barutlar biriktirdi. İçine kürek kürek barut atıyorlar. Bu taraftan tutuşturuyorlar, öbür taraftan muazzam bir gümbürtüyle, çatlamadan patlamadan koca gülle gidiyor; surlara güm diye vurduğu zaman, duvarlar çatır çatır çatlıyordu. Koca surlar sallanıyordu, çatlıyordu. "Evet müslümanlar kahramandır, mücahiddir, çarpıştılar yendiler..." O kadar kolay değil... Bu iş o kadar kolay değil...
"Çanakkale harbi nasıl oldu?" diye ordaki bir köylüye sorduk da... Savaşa katılmış, "Ben de katıldım." dedi. "Tariflere sığmaz Hocam!" dedi Hocamız'a anlatırken... "Düşmanla gırtlak gırtlağa geliyorsun, sarılıyorsun birbirine mücadele için... Ya sen onu öldüreceksin, ya o seni öldürecek!.. Ölüm kalım mücadelesi... Korkunç bir şey, tariflere sığmaz!" dedi.
Bir savaşın kazanılması kolay olmuyor. Varna'da II. Murad 1444 tarihinde zafer kazanmış. Bindörtyüz bilmem kaçta I. Kosova, II. Kosova zaferleri... Bu heriflere karşı zafer kolay kazanılmıyor. Bak, şimdi de öyle... Uğraşıyorsun, kolay değil... Ama mühim olan, hedef: "Küfrün merkezini ele geçireceğim, küfrü destekleyecek merkez kalmayacak!" diyeceğiz. Ana merkez ele geçecek!
"Adana'yı fethedeceksiniz." demedi Peygamber Efendimiz... "Antakya'yı Fethedeceksiniz." demedi, "Halebi fethedeceksiniz." demedi. Ne dedi?.. "İstanbul fetholunacaktır!" dedi. Niçin?.. İstanbul küfrün merkezi idi.
Kur'an-ı Kerim'de buyruluyor ki:
(Fekàtilû eimmetel küfri) "Küfrün önderleri ile çarpışın!" Ayak takımı yola gelir. Sen tepesindeki herifi tepelersen, ayak takımı islah olur. Kandırılmıştır, sürükleniyordur onun peşinden... Küfrün önderini, küfrün merkezini, küfrün ana kaynağını ele geçirmek müslümanların idealiydi. Küfrün merkezi olan İstanbul'u ele geçirdiler.
Fatih Sultan Mehmed'in yapamadığı ikinci bir gayesi vardı. İkinci gayesi, küfrün öteki merkezi olan Roma'yı fethetmekti. Roma'yı fethedecekti, onun hazırlığını yapıyordu. Çünkü, İtalya'nın güneyinde Otranto kalesini almıştı. Asker göndermişti, donanma göndermişti. İtalya'nın çizmesinin topuk kısmı Osmanlıların eline geçmişti. Toranto --veya Otranto-- kalesi müslümanların eline geçmişti, hazırlık yapıyorlardı. Neden?.. Küfrün merkezine yumruğu patlatırsın, yüzü darmadağın olur, beyni parçalanır; küfrün kuvveti kalmaz!
Neresi küfür?.. Meryemin oğlu Mesih tanrıdır diyenler kâfir oldular. Neden?.. Allah'ın peygamberine, kuluna tanrılık izafe ettikleri için onlar da kâfir... Onun merkezine vurmak istedi. Burada vurdu, Bizans'ı yıktı, İslâm'ı buraya soktu. Hayatının son emeli, yapmak istediği ikinci iş, Roma'yı fethetmekti. Roma'yı fethetmek için hazırlanırken zehirlendi, şehid oldu, vefat etti. O nasib olmadı.
Ondan sonra gelenlerin hayatları da ibretli... Oğlu Sultan Bayezid, öteki oğlu Cem Sultan... İhtilâfa düştüler vs.
Burada küfrü yenmek için, Allah rızâsı için cihad ettiler. Korkuyorlardı, kolay değildi. Avrupa ondan önce kaç sefer haçlı ordusu tertib etmişti. Selçuklular zamanında, kaç defa Anadolu'yu çiğneyip, Adana'dan, Antakya'dan geçip Kudüs'ü almıştı, Urfa'yı almıştı. Antakya'da krallık kurmuşlardı. Kudüs'te krallık kurmuşlardı. Urfa'da hristiyan krallığı kurmuşlardı.
Kolay değil... Koca Avrupa, kalabalık nüfus, toplanıp geliyorlardı. Yine gelebilir diye korkuyorlardı. Ama müslüman mücahiddir, ölümden korkmaz!.. Korkmaz ama, tedbir var... Çanakkale Boğazı'nda tedbir aldı. Çanakkale Boğazı'na giderseniz, Çanakkale şehrinin orda, Anadolu tarafında Fatih Sultan Mehmed Han'ın yaptırdığı bir kale var... Karşısında da Kilitbahir var... Kilid-i Bahir; yâni denizi kilitleyen kale... Bu tarafta bir kale, öbür tarafta bir kale...
--Kim yaptırmış?..
--Fatih Sultan Muhammed Han yaptırmış.
--Niye yaptırmış?..
--Çanakkale Boğazı'ndan düşman gemisi geçemesin; geçerse bombalansın, bu tarafa yardım getiremesin diye...
Sonra, Anadolu Hisarı'nın karşısında, üç ayda üç paşaya taksimat yapıp, "Burada kale yapacaksınız!" dedi, Rumeli Hisarı'nı yaptırdı. Üç ayda yaptılar orayı... Birbiriyle yarıştılar, üç ayda o koca kaleyi yaptılar. Boğazın iki tarafından, geçen gemilere dur dedikleri zaman, duruyordu. Bir tanesi durmak istemedi, denemek istedi, bir şey yapamayacaklarını sandı, geçmeye kalktı. Bir top attılar, batırdılar. Haa, anlaşıldı ki, bu kalelerin önünden düşman askeri geçemez!
O tedbirleri aldı, topları döktü, çalışmaları yaptı, uğraştı, didindi. Gaye ne?.. Rasûlüllah'ın iltifatına ermek... Rasûlüllah'ın emrini bilen, İslâm'ın hedefini bilen ulemâ teşvik ettiler. Kaç sefer "Olmuyor, bak aylardır muhasara ediyoruz, fethedemiyoruz!" diye bu muhasarayı kaldırmak istedikçe, Akşemseddin diretti: "Kaldırmayacaksın, devam edeceksin! Fetih olacak, korkma, müjde var, sana nasib olacak!.." diye söyledi.
Ve 29 Mayıs 1453 senesinde, 857 hicrî yılında İstanbul'u Allahu ekber sesleriyle, tekbirlerle, Lâ ilâhe illallah'larla Allah'ın mü'min, muvahhid, mücâhid, mübârek, cennetlik kulları fethettiler.
Vur pençe-i Ali'deki şemşîr aşkına!
Gülbankı âsumânı tutan pîr aşkına!..
Son savletinle vur ki, açılsın bu surlar,
Feth-i mübîni zâmin o tebşîr aşkına!..
Bak, İslâm'ın ruhunu bilen şair, nasıl ifade ediyor. Yeniçeriye gazel yazmış. Şair ama, kalbi çalışıyor. Müslümanın hedefini biliyor, halkın nerden gelip nereye gittiğini biliyor. Orta Asya'dan gelmişiz, mü'miniz, ehl-i tevhidiz. Küfrü yeryüzünden silmeğe gelmişiz, küfrün merkezini yıkmışız. "Olmaz böyle şey!" demişiz, "Allah'a doğru inanın!" demişiz. "Böyle yanlış inanç, böyle kâfirlik olmaz!" demişiz, yıkmışız. Buraya İslâm'ı hakim kılmışız. Tâ Arnavutluğa kadar gitti. Fatih Sultan Mehmed zamanında Belgrad'a kadar Balkanlar fetholdu.
Aziz ve muhterem kardeşlerim! Bütün bunlardan bizim çok ibret almamız lâzım!.. ve bu olayları, hadiseleri unutmamamız lâzım!.. Gayeyi şaşırmamamız lâzım!.. Peygamber-i zîşânımız SAS, çok vefalı bir insandı. Çok hatır-nüvaz, hatır kollayan ve kendisine yapılan iyilikleri dâimâ iyilikle karşılayan, devam ettiren bir insandı. Medine'ye geldiği zaman Kuba köyünde gecelemiş, ondan sonra Medine'ye gelmiş. Her cumartesi Kuba'ya ziyarete giderdi. Mekâna bile vefası var...
Hazret-i Hatice'nin dostlarını dâimâ kollardı. kendisinin süt annesini dâimâ arardı. Akrabalarını arardı, sorardı. Böyle iyi şeylerin hâtırasını canlı tutardı. Bizim de mâzimizi unutmamamız lâzım!.. Biz kimlerin evlâtlarıyız, biz neyiz, Allah'ın nasıl bir kuluyuz?.. Müslümanız, müslümanlığın hedefi ne?.. Biz buraya niye gelmişiz, burda nasıl yaşıyoruz?.. Bu topraklarda biz doğduk ama, bu topraklar eskiden bizim değildi; nasıl bizim oldu?.. Fatih Sultan Mehmed Han'ın gidin kabrine bakın! Fatih Camisi'nin önünde, bakın görün, başka şeylerle mukayese edin!.. Başka yerlerle mukayese edin!..
Bizim vefa göstermemiz lâzım!.. Ahmed-i Yesevî Hazretleri'ni su gibi bilmemiz lâzım!.. Hikmetlerini herkesin okuması lâzım!.. Ahmed-i Yesevî Hazretleri göndermiş, bizim dedelerimizi buraya... Hedefi Peygamber SAS göstermiş; onlar da, "Cihad edin!" diye halkı, müridlerini, kendisinin sözünü dinleyen insanları bu tarafa yöneltmişler. Evliyâullah, ulemâ devletin ricâlini, askerin başındaki komutanları, "Şunu yapacaksınız! Şu tarafa gideceksiniz! Bunu yapmanız lâzım!" diye öğretmişler, sevketmişler, yöneltmişler, hedef göstermişler. Allah'ın dinine hizmet etmeyi gaye bilmişler. Şimdi biz onların o sözlerini hiç unutmamalıyız.
I. Murad Kosova'ya kadar gitmiş. Murad-ı Hüdâvendigâr, yâni Fatih'in dedesinin dedesi... Kosova'ya kadar gelmiş. Bakmış ki Sırplar, Avrupalılar büyük bir ordu toplamışlar, gelmişler karşısına... Kendisinin mücahidlerinin sayısı az, karşı taraf çok kalabalık... Yabancı bir diyarda... Elini açmış, demiş ki:
"--Yâ Rabbi! Beni bu diyarda, bu kâfirlerin karşısında mağlub düşürme!.. Eğer benim askerim bu düşmanın karşısında mağlub olursa, bir daha buralarda sana ibadet edilmez. Lâ ilâhe illallah denmez. Bu adamlar haça taparlar, puta taparlar; sana ibadet edilmez. Benim ordum galib olsun, --ben can derdinde değilim, şan derdinde değilim, ganimet derdinde değilim-- canım fedâ olsun!" demiş.
Böyle dua etmiş. Bu duayı unutmamamız lâzım!.. Dünya saltanatı peşinde olan insan, bu sözü söylemez. Bu sözün üstüne bastırmamız lâzım, bu sözü çerçeveletmemiz lâzım!.. "Benim canım fedâ olsun, yeter ki müslümanlar galib olsun!.. Burada Allah denilsin, Lâ ilâhe illallah denilsin!.."
Bu ezanlar ki, şehadetleri dinin temeli,
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli!..
dediği gibi, "Bu Lâ ilâhe illallah burada söylensin, sönmesin!" diye dua etti. "Canım fedâ olsun!' dedi, Allah duasını kabul etti. Savaşı kazandıktan sonra, savaş bittikten sonra, otağında, birisi ustalıkla, hainlikle, bir şey söyleyeceğim diyerek yanına yanaşıp ani hareketle yaraladı, şehid etti, öldürdü.
Adamların gayesi saray değildi. O mübarek insanların, Allah ehli insanların gayesi arazi kazanmak değildi. Arazileri vardı yeter de artardı. İnsanın beş-on dönüm yeri oldu mu, bakamıyor bile... Arazi derdinde değillerdi, hazine derdinde değillerdi, para derdinde değillerdi. "Canım fedâ olsun, yeter ki ben Allah'ın dinine hizmet edeyim!" düşüncesi içindeydiler.
Bu sultanların unvanlarını söylemiyorlar. Sultanül guzâti vel mücâhidîn; bunların unvanı bu... Gàzilerin, mücâhidlerin sultanı bunlar... Buraya gelmişler, burada Allah yolunda gazâ ediyorlar, cihad ediyorlar. Onların başkanı bunlar... Osman-ı Gàzi, Orhan-ı Gàzi diyorlar. Gàzi ne demek, gazâ edip Allah yolunda cihad etmiş insan demek... Unvanları buydu. Bunlar bununla iftihar ediyorlardı.