Tabii, bilimsel araştırmalar çok pahalı araştırmalardır. Fabrika icabında kazancının %70'ini, %80'ini araştırmaya harcıyor ama, ilim adamlarının söylediklerine göre, en kârlı yatırım da ilme yapılan yatırımdır. O kadar parayı harcıyorsunuz ama, ondan dolayı da en büyük kazancı kazanıyorsunuz ve sonunda yine siz kârlı çıkıyorsunuz. O halde biz, karınca kararınca, gerek teknik konularda, gerek sosyal ve kültürel konularda mutlaka araştırmalar yapmalıyız!..
Bir ayırım da beni rahatsız ediyor: Herkes aleti yalnız teknik alet, teknik cihaz sanıyor, silâh sanıyor... Tabanca, top, tüfek veya elektronik alet, düğmeleri çevrildiği zaman bir takım şaşırtıcı sonuçlar alınan şey sanıyor. Bu kısır bir görüştür. İlmî çalışmaların konusu sadece teknoloji değildir, sadece o çeşit aletler değildir. Sosyal alanda da onun uygulaması vardır. Sosyal aletler de vardır. Bir milleti yıkmak için, bir orduyu mağlub etmek için sadece silah kullanılmaz; psikolojik silahlar da vardır. Daha başka tarafları da vardır işin...
O bakımdan, ilmin her çeşidini İslâm çok muhterem saymış. Biz de tabii, müslüman olduğumuz için aynı kanaati size ifade etmek istiyoruz. Mühendis olursa insan kıymetlidir de, sosyolog olursa kıymetsizdir veya iktisatçı olurca şöyledir veya falanca olunca böyledir diye bir ayırım yanlıştır. Ben onun için, bana gelip de lütfen --Allah râzı olsun, çok memnun oluyorum-- "Hocam hangi sahayı seçeyim?.. Hocam üniversite bitiyor; mezun olunca ne yapayım?" diyen bütün arkadaşlara, ilim yolunu gösteriyorum: "Önce master yapın, sonra doktora yapın; mümkünse üniversitede kalın! Çünkü, ilmî kariyer, ilmî meslek insanın iyi yetişmesine sebep oluyor." diyorum.
O bakımdan hepinizden, her sahada, meselâ kültürel sahada çalışmalar yapmanızı istiyoruz. Meselâ; ben kendimden bir misâli size --izin verirseniz, hoş görürseniz-- ben vereyim: Doktora çalışmalarım sırasında, IV. Yüzyıl'da yaşamış bir şahsın hayatı üzerinde incelemeler yaparken, Hacı Bektâş-ı Velî'nin bir eserini buldum. Hacı Bektâşî Velî'nin bir eserini mecburen okuduğum için; çünkü, ne bektâşîliği seviyordum, ne de sâfî dînî olmayan bir yolu seviyordum. Hattâ edebiyatı, romanı bile sevmiyordum ben şahsen, vakit israfıdır diye... "İnsan eğer imkânı varsa, ayet okusun, hadis okusun!" diye düşünüyordum. Biraz katı idi kanaatlerim...
Hacı Bektâş-ı Velî'nin bir eserini belki okumazdım. Ama, doktora tezim dolayısıyla okuyunca gördüm ki, Hacı Bektâş-ı Velî içkinin müthiş aleyhinde... Bu çok önemli bir şey... İçkinin çok aleyhinde... "Bir damlası bir yere damlasa, orda bir ot bitse, o otu bir koyun yese, o koyunun eti yemem!" gibi ifadeler çok mühim...
Tabii, bu bir bilimsel bulgudur. İşte netice itibariyle insan, hani toprağı kazarken arkeolojik bir parça buluyor, çok kıymetli olabiliyor. Bunun üzerine ben doçentlik tezimi Hacı Bektâş-ı Velî'nin eserleri üzerine aldım, o konuda çalıştım. Şimdi ne zaman Hacı Bektâş-ı Velî'yi anma toplantısı olsa, televizyonda bir konuşma olsa, bir yerde bir festival olsa; bizim eser koltuk altında... Açılıyor sayfaları, "Hacı Bektâş-ı Velî şöyle dedi, böyle dedi." deniliyor. Elhamdü lillâh, günümüzde bir yaraya merhem oluyor. Bir yanlışlığın düzeltilmesine vesîle oluyor.
O halde bilimsel araştırmanın faydası, sadece teknik bir takım aletler bulmakta değildir. Başka sahalarda da, edebiyat sahasında bile görülebiliyor. Ki, edebiyatı çoğumuz lüzumsuz bir şey olarak da görebiliyoruz.
Yükseliş Mimarlık-Mühendislik Okulu'nda hümaniter bilgiler dersi diye bir ders koymuşlar. Beni arkadaşlarım, oraya hoca olarak tayin etmek istediler. Bizim mahalleden çok sevdiğimiz ihvânımız, namazı beraber kıldığımız elektrik-elektronik mühendisi bir kardeşim dedi ki:
"--Vallà kardeşim, Esatçığım! Ben sana dobra dobra söyleyeyim: Mühendisler edebiyata önem vermezler, fasarya ve palavra olarak görürler." dedi. --Kusuruma bakmayın, kelimeleri aynen böyle kullandı.-- "Onun için, sen oraya gitme! Mühendisler seninle alay ederler." dedi. Ben çıkacağım, mühendis olacak kimselere Türkçe dersi anlatacağım. "Seni ciddîye almazlar, rezil olursun. Ben senin üzülmeni istemiyorum; sen o dersi kabul etme!.." dedi.
Fakat ben düşündüm, "Mühendise edebiyat gerekli mi, değil mi?" diye... O sorunun cevabını buldum ve iknâ edici döküman topladım, derslere öyle hazırlandım. Bizim derslerimiz elhamdü lillâh, Allah'ın lütfuyla talebelere faydalı oldu. Hâlen burda aranızda, oralarda okuttuğum talebeler vardır. Mühendis olmuşlardır, kıymetli hizmetler görmektedirler.
İlmin herhangi bir dalı dahi kıymetlidir, önemlidir. Önemsiz bilgi yoktur. Yeter ki, gerçekten ciddî bir ilmî çalışma olsun... Sizi böyle çalışmalara teşvik ediyorum. Bu yetmez. Çünkü, zamanı belli olmayan geniş bir şeydir bu... Uzun bir çalışmadır, ömür boyu sürer, asırlarca sürer.
Bizim de sizlerin yardımıyla bir ilmî araştırmalar merkezi kurmamız lâzımdır. İşte burda bir âciliyet vardır. Herkes cami yapmağa, Kur'an Kursu yapmağa para veriyor da; "İlmî araştırmalar merkezi kuracağız!" dediğiniz zaman, "Pöff, bu neyimiş?" diyebiliyor. Onun için size, ilmî araştırmanın ne kadar önemli olduğunu misalle anlatmak istedim.
Biz ilmî araştırmalar merkezi kurmak zorundayız. Niçin?.. İslâm için... Çünkü, İslâm sahipsiz kalmıştır. Dümen, dümencisiz kalmıştır. Neyin nasıl yapılması gerektiği bir curcuna, kaos, kargaşa içinde, her kafadan bir ses çıkar durumda, bir ormanda iyi tesbit edilememektedir. İlmî çalışmalara çok şiddetli ihtiyaç olduğu kanaatindeyim.
Bunun için, bu meselelerde full-time çalışacak elemanları besleyecek maddî kaynağa ihtiyaç vardır. Bu Kocatepe gibi bir cami yapmaktan daha önemlidir. Çünkü, dün bir arkadaşımız hatıralarını anlattı burda: "Üsküp'te üç tane selâtin cami gördüm ama, içinde namaz kılacak insan yoktu." diyordu. Cemaat camiyi yapar ama, caminin mevcut olması cemaati meydana getirmiyor.
O halde camiden önemlidir insan ve yetişmiş eleman müslümanlığa, İslâm'a taş toprak yığınından daha faydalıdır. Onun için derler ki: Hacı Bayram-ı Velî, Yazıcıoğlu kendisine yazmış olduğu eseri getirince demiş ki, "Böyle boş şeylerle, şiirle ve sâireyle uğraşacağına, bir insan üzerine eğilip de onu kâmil bir insan olarak yetiştirseydin ya..." demiş. Eskiler kâmil insan yetiştirmeğe, tam eleman yetiştirmeğe büyük önem vermişlerdir.
Ben çok iddialı olarak söyleyebilirim: Osmanlı İmparatorluğu'nun kurucusu Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'dir. Ama tarih kitapları öyle yazmıyor. Çünkü, Osmanlı'nın bütün fertleri Mevlânâ'dan feyz almışlardır. Mesnevî onların ahlâk kitabı olmuştur. Osmanlı olup da, eli kalem tutup da --ister kadı olsun, ister asker olsun, ister şair olsun, ister esnaf olsun-- Mevlânâ'yı bilmeyen yoktur. Mevlânâ'dan feyiz almayan yoktur.
Onun gibi tabii daha başka meşâyih-i izâm, evliyâullah-ı kirâm (Kaddesallahu ervâhahüm), her birisi hizmetler yapmışlardır. Onun için müesseseler kurmak gerektiğini size, acil bir ihtiyaç olarak sunmak istiyorum. Yâni böyle bir yerde bir arkadaşımız dedi ki dün akşam, gönderdiği kâğıtla: "Biraz sıkışık oldu. Dört gün yetmiyor, bunu biraz daha geniş yapsanız." dedi. Ne kadar geniş olsa yetmez; üç ay da yetmez, bir sene de yetmez. Bu iş böyle toplulukların işi değildir, müesseselerin işidir. Müesseselerdeki yetişmiş elemanların işidir.
Onun için, yetişmiş elemanları destekleyin! Bir gàzinin geride kalan ailesine bakmak da, gazâ sevabı kazandırır insana... Onlar bu meseleleri bulurlar, size ne yapmanız gerektiğini söylerler ve çareyi de ortaya koyarlar. Hastalığı da tedâvi etmek mümkün olur Allah'ın izniyle... Onun için müesseseler kurmamız gerekmektedir.
Tabii, bakıyorum, umûmiyetle arkadaşlarımız, genç arkadaşlar... Millet olarak genç bir milletiz. Yaş ortalaması düşük... Genç arkadaşlar, mâlî imkânları mahdut arkadaşlar ama, bir hakîkati daha ortaya koymak istiyorum: Kör olasıca paranın çok muazzam bir gücü vardır. Bu güç, Peygamber Efendimiz'in zamanında da böyleydi. Peygamber SAS Efendimiz, Hazret-i Ebûbekir Sıddîk Efendimiz'in muazzam servetini İslâm'a tahsis etmesiyle çok büyük hizmetler ortaya konulduğunu ifade etmiştir hadis-i şeriflerinde... Ebûbekir Sıddîk Efendimiz'e dua etmiştir. Osman-ı Zinnûreyn Hazretleri'nin muazzam servetini orduların techizine vermesiyle, Osman-ı Zinnûreyn Hazretleri'ne (Radıyallahu anhüm ecmaîn) çok dualar etmiştir.
Yâni, Peygamber Efendimiz'in zamanında da mâlî meseleler, mâlî kaynak mühim bir mesele olmuştur. Mü'minler çok büyük fedâkârlıklarla, ellerinden gelen genişlikte mâlî destekler vererek, mücâhidlerin techizatına ve İslâm'ın gelişmesine yardımcı olmuşlardır.
Bugünkü devletlerin güçleri --rakamlarla konuşmacılardan dinlediniz-- mâlî durumlarıyla ölçülüyor. Millî gelirleriyle ölçülüyor, ithalât ihracatlarıyla ölçülüyor. Netice itibariyle parası çok olan, paranın gücüyle çok büyük atılımlar da yapabiliyor. Daha büyük adımlarla ileriye gidiyor. O bakımdan, bizim vakıflarımızın koordinasyon kurulu olarak, ne yaparız da mâlî meseleleri aşabiliriz diye çok düşünmüşüzdür. Müesseseler kuruyoruz ama, hep genç arkadaşlarımız olduğu için, sıfır sermayelik bir büyük şirket kuruyoruz. Sermaye yok... Ondan sonra Allah'a çok şükür, Allah yardım ediyor. Şöyle şöyle bir noktaya geliyor.
Bir cihaz alacağız; haydi lizing yoluyla filân yerden şu kadara cihazı alıyoruz. Üç sene beş sene onun ödemesi devam ediyor. Halbuki, doğrudan doğruya kardeşlerimiz mâlî desteklerini bize vermiş olsalar, biz lizingden zaman kaybetmeyecektik. Mâlî meselelerden dolayı ayağımızı yorganımıza göre uzatmak mecburiyetinde kalmayacaktık. Bir mâlî potansiyel meydana getirme, bir bütçe meydana getirme, bir yatırım birikimi meydana getirmek gerekiyor.
Çok faydalı ve önemli yatırımları görüyoruz. Onlara ilerlememiz gerektiğini düşünüyoruz. İlerlediğimiz zaman karşımıza aşılmaz dağlar çıkıyor. O aşılmaz dağlar, mâlî meselelerdir. O kadar büyük rakamlar çıkıyor ki, bakıyoruz, "Biz bu dağı tırmanıp öbür tarafa gidemeyiz!" diyoruz, geri çekiliyoruz. Eğer mâlî imkânımız olsa, bunları aşacağız ve hizmet ortaya konulacak, güzel çalışmalar yapılacak.
O bakımdan, şöyle bir şey düşündük. "Kardeşlerimizin tasarruflarını toplayabileceğimiz ve düşündüğümüz atılımlarda kullanacağımız müesseseler yapabilirmiyiz?" diye düşündük. Bunun çözümünü bulduk. Onun için atıl sermayelerin, boşa bağlanmış paraların hareketli hale gelmesini, paranın sahibine dönüp bir rant, kâr getirmesini de düşünüyoruz. Burada onların izahını kardeşlerimiz sizlere yapacaklar.
........
Bir kardeşimiz: "Aşağı-yukarı konuşmacıların hepsi, Gümrük Birliği'ne, Avrupa Birliği'ne üye olmak meseleleri bahis konusu olduğu zaman, bu birliği gerekli gibi gösterdiler. Bunun dinen cevâzı var mı?.." diye sordu. Konuşmacı da, "Bu benim saham değildir." diye bana havale eyledi soruyu...
Kur'an-ı Kerim'de Allah-u Teâlâ Hazretleri buyuruyor ki, bismillâhir rahmânir rahîm:
(Lâ yettahizil mü'minûnel kâfirîne evliyâe min dûnil mü'minîn) "Mü'minler, mü'min kardeşlerini bırakıp da kâfirleri kendilerine dost, müttefik ittihaz etmesinler!.." Mü'min mü'minle dost olur, müttefik olur; kâfirle dost, müttefik olmaz!.. Müslümanları bırakıp da, kâfiri kendilerine müttefik ve dost edinmesinler!..
(Femen yef'al zâlike feleyse minallâhi fî şey') Kim böyle yaparsa, Allah'dan bir yardım, bir hayır ummasın!.. Böyle bir şey Allah'ın hoşuna gitmediği için Allah onlara yardımcı olmaz!" buyruluyor.
Tabii, ana mesele, ana hareket tarzı mü'minin mü'minle ittifak etmesidir, mü'minle dost olmasıdır. Bu mânâdan bakıldığı zaman, Gümrük Birliği'ne girmek ve Avrupa Birliği'ne üye olmak; "Faydaları olabilir." diyor mütehassıslar, "Mahzurları da olabilir." deniliyor. Ben bir cümle daha ekleyeyim: "Alternatifleri de vardır." Yâni faydası vardır, mahzuru vardır, alternatifi de vardır. Bizim mü'min olarak vazifemiz, alternatifini geliştirmektir.
Allah şâhid olsun ki, biz Gümrük Birliği'ne aslâ râzı değiliz!.. Avrupa Birliği'ne aslâ râzı değiliz!.. Çünkü, hristiyanlarla ittifaka aslâ râzı değiliz!.. Çünkü:
(Ve lillâhil izzetü ve lirasûlihî ve lil mü'minîne velâkinnel münâfikîne lâ ya'lemûn) "İzzet ve itibar, kıymet ve değer Allah'ındır, Rasûlüllah'ındır ve mü'minlerindir. Amma, bunu münafıklar anlamazlar!" İzzet sahibi olması lâzım müslümanın!..
Bana bir kardeşim gelip soruyor, diyor ki:
--Hocam, elimde iki imkân var: Yedeksubay olarak da askerlik yapabilirim, er olarak da yapabilirim... Yedeksubay olarak askerlik yaparsam şu kadar ay, er olarak askerlik yaparsam şu kadar daha kısa...
Ben diyorum ki:
--Yedeksubay olarak askerlik yap!..
--Niçin?..
--Mü'mine izzet yakışır!.. Aziz olmak yakışır mü'mine...
Onun için, biz birisinin kuyruğunda olamayız. Birisi bizim arkamızdan eteğimizi tutsun, bizim arkamızdan gelsin. Ama, biz birisinin arkasına gidemeyiz!.. Onlardan da bize hayırlı ve İslâm'a faydalı bir fikir çıkmayacağı hareketlerinden bellidir. Arife tarif gerekmez amma, tariflik bir durum yok burda müşahhas olaylar var... Adamların bize bakışları ve bizimle muamelâtı ortada... Bütün muamelât düşmanca; biz hâlâ bağrı yanık bir aşık gibi, sevilmeyen bir aşık gibi boyna yalvarıyoruz:
--Aman ne olur, etme eyleme!..
--Yâ, istemiyorum dedim.
--Yâ etme eyleme!..
--Yâ istemiyorum.
Tekme tokat, böyle trajik birtakım filmler vardır. O yalvarır, öteki ağlar, berikisi istemez... İter, kakar, kapıyı yüzüne kapatır... Ne lüzumu var?..
--Efendim orada dörtyüz milyonluk bir pazar oluşuyor. Çok büyük bir ekonomik güç gelişiyor. Binâen aleyh, biz onun dışında kaldığımız zaman şöyle olabilir, böyle olabilir...
--Hiç bir şey olmaz!..
Hiç bir şey olmayacağımızı, araştırma enstitümüz inşallah size bir kitap halinde isbat edecektir. Konuşmacı kardeşlerimiz çok müeddeb kardeşlerimizdi, kendi sahalarının dışında konuşmuyorlardı; ama, ben de burda tabii mesleğimin dışında, biraz hislerimle konuşuyorum sanki... Fakat mutlaka bunun alternatifi vardır ve biz bu alternatifi bulmak zorundayız.
--Efendim, ne yapayım? Faiz yemeden olmuyor bu faizli düzende...
--Faizi yemeyeceksin, faize alternatif geliştireceksin!.. Haramlar senin yolunda yasaklardır, girilmemesi gereken yerlerdir, uçurumlardır. Uçuruma düşmeden arabanı götüreceksin. Orda direksiyonu kıracaksın. İlle burdan gideceğim dersen, uçuruma yuvarlanırsın. Allah'ın sevmediği bir kul olduktan sonra, Allah'ın rızâsı için dünyaya gelmiş bir insan, neye sahip olsa kıymeti yoktur.
Onun için, yönetimden şikâyetler vardır. Gümrük Birliği'ne girişte menfaatimiz dahi kollanamamıştır. Ben daha ağır kelimelerle söyleyebilirim: Yöneticilerin arasında hainler vardır, memleketimizin kötülüğünü isteyenler vardır. Gazetelerden bunları görüyoruz. Bazı şeyler söylenemiyor ama, meclise girmiş hainler vardır. Dedik biz, yazdık. Sonradan bir kısmı zâten takibata da uğradı. Hainler vardır, içten bizi parçalamak isteyen insanlar vardır. Onları üslûplarından tanıyabilirsiniz. Ağızlarında sözleri eveleyip gevelemesinden tanıyabilirsiniz.
Bizim isteğimize rağmen bazı şeyler oluyor. Çünkü Türkiye'de gerçek bir demokrasi yoktur. Gerçek bir demokrasi uzun zamandır olmamış. Cumhuriyet, demokrasi var dedikleri zaman bile olmamış. Bir zaman dikta ile yönetilmiş, bir zaman tek parti ile yönetilmiş, bir zaman çok partili bir devreye girilmiş, ihtilâlle kapatılmış vs. Hâlâ halkın kahir ekseriyetinin arzusu bir tarafa, birtakım insanların halka rağmen halka karşı kararları vardır. Bu bir acı bir gerçektir.
Onun için çok haklı olarak, yüzde beş milyar, sonsuz defa tasdik ederek katılırım, aynen katılıyorum: Bir kere yönetimin değişmesi lâzımdır Türkiyede, işlerin düzelmesi için... Aklı başında, dürüst, namuslu, bilgili insanların gelmesi lâzımdır. Hiç bir şeyden anlamayan bir insan, imzasını doğru atmasını bilmeyen, hattâ okuma yazması olmayan insan bakan olmamalı!..
Olmuştur. Biz de ziyaret etmişizdir kendisini... Okuma yazma bilmeyen bir bakan ziyaret etmiş bir kardeşinizim... Çünkü, o zamanlar bizim imam-hatip okullarında çocukların başörtüsüyle ilgili bir problemimiz vardı. O münâsebetle gitmiş, görmüştüm.
Türkiye'de çok büyük gariplikler vardır. Tabii bunlar da hemen çözülmesi gereken problemlerdir. Biz bu memlekette kendimizi sığıntı olarak görmüyoruz. Biz şehid çocukları olarak, bu memleketin sahipleriyiz. Sahipleri olduğumuz için de, kendi mülkümüzün ıslahı bizim için önemlidir.
Bir yerde, Kuzey Irak'tan gelmiş bir kardeşimizle, salih kullar olmamızı konuşuyorduk. "Hocam!" dedi. "Salih kul olmak, iyi kul olmak güzel... İnsanın iyi olması gayet güzel bir şey... Ama biz, salihten öteye muslih kullarız. Yâni, başkasını da islah eden kullarız. Bir de o tarafımızın olması lâzım!.." Bizim sadece salih kul olmamız kâfi değil... Dervişiz, güzel ahlâklıyız, tatlı dilliyiz, güleçyüzlüyüz. Ağzından lokmasını al, ses çıkartmaz, tahammüllü... vs. Güzel ahlâk tamam... Ama biz sadece salih değiliz; muslih kullarız. Bir ülkenin mü'minlerinin salih olması yetmez; muslih olmadıkça, Allah o beldeyi kurtarmaz! İnsanların muslih olması lâzım, islâh edici olması lâzım!..
Onun için, bizim görevimiz sadece salih olmak değildir; aynı zamanda islâh etmektir. Onları islahın çarelerini arayıp bulmaktır. Her türlü tedbiri ortaya koymaktır.
Türkiye'nin --çok net ve açık olarak söylüyorum; zâten bir arkadaşımız söyledi, yüzde yüz olarak katılıyorum-- salih ve muslih idarecilere ihtiyacı vardır. Problemler orada düğümlendiği için, tek çare olarak, ilk ve acil çare olarak da onu söyleyebiliriz. Salih ve muslih, mü'min ve müttakî, haram yemeyen, rüşvet almayan, başka hesaplar yapmayan, dış ülkelerin rüşvetlerine kapılmayan, memleketine kötülük yapmaktansa ölümü tercih eden zihniyette olması lâzım!..
Milliyet gazetesinde Metin Toker yazmıştı. Ben şu anda isimleri unuttum. Doğu Almanya ayrı iken, utanç duvarı yıkılıp da Batı Almanya ile birleşmeden önce, Doğu Almanya'nın komünist bir yönetimi var tabii, o zaman... Rus yöneticiler geliyorlar, bakanlara tazyikte bulunuyorlar. Meselelerin düzeltilmesiyle ilgili bir bakanı da baskı altına alıyorlar. "Şunları şunları imzalayacaksın, şöyle şöyle olacak!.." diyorlar. Onları imzaladığı ve iş öyle olduğu zaman, Almanya kaybedecek. Yâni, Almanya'nın aleyhine, Rusların lehine bir şeyi zorla imzalattırmak istiyorlar.
Adam, "Bir dakika!.." diyor, kalkıyor, öbür odaya geçiyor. Biraz sonra, bir tabanca sesi geliyor "Gümmm..." diye... Gidiyorlar bakıyorlar ki, adam şakağından bir kurşun sıkmış, intihar etmiş. Yâni, "Doğu Almanya'ya hıyânet etmektense, onun aleyhine olan bir anlaşmayı imzalamaktansa, canıma kıyarım!" diyor.
Bir Alman böyle yaparsa, bizim yöneticilerimizin çok daha ileri seviyede olması lâzım!.. Ama bundan emin değiliz, "Türkiye'yi satabilirler mi?.." diye düşüneceğimiz insanların başta olması doğru değildir. En mühim meselelerden birisi de budur. Onun için çalışmak da, çok önemlidir.
Dün Hasan Celâl Bey'i bazı kardeşlerimiz sıkıştırdılar bunun için... Kâğıt gönderdiler. "Birlik ve beraberlik olmazsa, bütün siyasiler vebal altında kalır. Ne yapıp yapıp birleşmelidirler." diye yazmışım ben dergilerimizin eski sayılarının birisinde... Onu yazmış. "Niye birleşmediniz?" diye Hasan Celâl Bey'e söyleyince, o da güzel bir jest yaptı: "Hatamız varsa düzeltelim. Siz buyurun, siz aracı olun, birleşelim!" filân dedi.
Bakın, sol birleşiyor. 1995 ve 1996 yılı çok önemli... Bu yıllarda iktidarda olmadıktan sonra, meselelerin çözümlenmesi çok zor... Ama biz, bir sene iki sene önceden "Birleşin!" demişiz. Etmeyin, eylemeyin!.." demişiz. Kaç tane siyâsî ile konuşmalar yapıldı Ankara'da ve sâirede... Ama bu yapılmamıştır. Onun için hepsinin büyük vebali vardır. Bugünkü fecî gelişmelerden hepsinin vebali vardır. Çünkü, kuzular kurda emanet edilmemeliydi.
O bakımdan cesaretle söylüyorum, çekinmeden söylüyorum, gazetelerdeki dayanarak söylüyorum; isim de verebilirim, misal de verebilirim. Bizim memleketimizin her yönden güzelleştirilmesine; Ümmet-i Muhammed'e her yönden hizmet edilmesine dair görevlerimiz vardır. Sadece salih insan olmak, iyi insan olmak görevimiz yoktur; aynı zamanda ortalığı islah etmek görevimiz vardır. Onun için Çevre Dernekleri bile kurmuşuzdur. Ortalığı yeşertmek, güzelleştirmek, gül gülistan haline getirmek için... Ama tabii, ağaçtan önce insan vardır. İnsanın islahı önemlidir, insanların islahı önemlidir, müesseselerin islahı önemlidir. Müsseselerin faydalı bir şekilde çalıştırılması önemlidir. Bu hususta hepimize görevler düşüyor.
Tabii, bu görevleri sizler tek başınıza düşündüğünüz zaman, belki en uygun sonucu bulamayabilirsiniz. Bunlar bilimsel meselelerdir. İstişare de herkesle yapılmaz. İstişare, en yetkili şahıslarla yapılır. Gidip de, nâehil bir insanla istişare yaparsanız, beş tane nâehil insanla istişare yaparsanız; ondan sonra da istişare yaptım derseniz, kendinizi aldatmış olursunuz. İstişare, o konuyu bilen ehil insanlarla yapılır. Onun için istişarelerle bulunan sonuçları da desteklemenizi sizlerden istirham ediyoruz.
Kendimizi mütevâzi insanlar olduğumuz için, âciz ve nâçiz kimseler olarak görüyoruz. Öyleyiz, hiç şüphe yok... Amma, kıyaslandığı zaman --bütün insanlar âciz ve nâçiz olduğundan-- kâfirlerin, münafıkların ve fasıkların yanında çok daha güçlüyüz, kuvvetliyiz ve işlerin ehliyiz. Bu çok net ortadadır. Biraz daha gayret edersek, kâfirlerden de daha iyi duruma gelebiliriz. Bunun mücadelesini vermek şanlı bir mücadeledir. Allah hepimize gayret kuvvet ihsân eylesin...
(Vel akıbetü lil müttakîn) "Muhakkak ki, zafer, güzel sonuç müttakîlerin olacaktır!" Allah hepinize dünya ve ahiretin hayırlarını ihsân eylesin...
Esselâmü aleyküm ve rahmetullah!..
9 Nisan 1995 - Bursa
TEBLİĞ VE RADYO
Bismillâhir rahmânir rahîm.
Elhamdü lillâhi rabbil àlemîn... Hamden kemâ yenbağî licelâhi vechihî ve liazîmi sultànih... Ves salâtü ves selâmü alâ hayra halkıhî seyyidinâ muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebiahû biihsânin ecmaîn...
Çok değerli misafirlerimiz! Açılışımıza şeref verdiniz. Allah da sizi dünyada ahirette rahmetine mazhar eylesin... İki cihanda müşerref eylesin... İki cihanda aziz ve bahtiyar eylesin...
Dünya hayatı imtihandır. Hepimiz burada bir imtihan geçiriyoruz. Allah'ın rızâsına uygun bir şekilde ömrünü sürüp bu imtihanı başaranlar ahirette taltif olunacak; imtihanı kaybedenler de Allah'ın emrini dinlemediklerinin pişmanlığı içinde, Allah'ın azabına mâruz olacaklar. Allah-u Teâlâ Hazretleri bizi rahmetine erenlerden, azabından mahfuz ve baîd ve berî olanlardan eylesin... Cennetiyle cemâliyle cümlemizi müşerref eylesin...
Hiç şüphesiz ki, Allah-u Teâlâ Hazretleri'nin rızâsını kazanmak için bir müslümanın yapacağı hayırlar çok çeşitlidir. Hayır yolları sayılamayacak kadar çoktur. Fakat hayırların içinde en kıymetlileri, sevabı en çok olanları, te'siri en geniş olan, faydası en fazla olanıdır. Bu bakımdan, Allah'ın rızâsını kazanmak için yapılan çalışmaların en şereflisi, en sevaplısı, en kıymetlisi irşad, ta'lim ve tebliğ hizmetidir. İlim yolu cennet yoludur. İlim, alim ve müteallim cennettedir.
Peygamber SAS Efendimiz'in risâletinin asıl ağırlık noktası tebliğdir.
(İn aleyke illel belağ) "Ey rasûlüm, senin vazifen tebliğ etmektir!" buyrulmuştur Kur'an-ı Kerim'de... Onun için Allah'ın (CC) emirlerini, Peygamberimiz Muhammed-i Mustafâ SAS Efendimiz'in sünnet-i seniyesini --ki, o da Allah'ın vahy-i gayrimetlüvvüdür-- insanlara duyurmak vazifesi, sevapların en büyüğüdür.
Bu sevaplar, bu sevaplı çalışmalar mürşid-i kâmillerle, hocaefendilerle, vâiz efendilerle, müderris efendilerle camilerde, medreselerde, ilim ve irfan meclislerinde yapılmaktadır. Amma, bir ilim meclisi ne kadar geniş olursa olsun, sahası mahduttur, alanı hudutludur. Allah'a hamd ü senâlar olsun ki, medeniyetin imkânlarını Allah bizlere İslâm yolunda kullanmayı nasib ediyor.
Bir radyo ile tebliğ yaptığınız zaman, Allah'ın ayetlerini, Peygamber Efendimiz'in hadis-i şeriflerini, İslâm'ın hakîkatlerini söylediğiniz zaman, sohsuz fezâya açılıyor tebliğiniz... Melekler duyuyor, dağların ötesindeki insanlar duyuyor. Camiye gelemeyen insanlar duyuyor ki, camiye gelemeyen insanlar bizim için çok önemlidir.