Türkiye'de geçtiğimiz günlerde ciddî bir alevî-sünnî krizi çıkmıştı. Bu alevlenebilirdi, yayılabilirdi. Yayılmamıştır ama bu çok önemli bir olaydır. Bu olayın polisin veya gazetelerin ve televizyonların yorumlarında bırakılmaması lâzımdır. Deşilmesi lâzımdır, kökünün, mahiyetinin anlaşılması lâzımdır.
Benim âcizâne kanaatim, bu olayın arkasında büyük ölçüde Rusya vardır. Çeçenistan'a alternatif olarak, karşı olarak, "Siz Çeçenistan'ı desteklerseniz, biz de sizin iç işlerinizde böyle şeyler yaparız!" gibi bir tavır vardır. Çünkü, bütün sol dernekler sahnede görülmüşlerdir. Büyük ölçüde onların desteği vardır.
Ayrıca ilâve olarak, Türkiye'yi bölmek isteyen insanların da işine yaramıştır. Türkiye'de bir Ermenistan kurma, Türkiye'de Ortodoks Patrikliğine bağlı bir müstakil İstanbul, Konstantinopol tesis etmek isteyenlerin arzuları da paralel düşmüştür ve onlar da işin içinde kullanılmıştır. Ortodoksluk girmiştir işin içine, hristiyanlık girmiştir, Ermeniler girmiştir.
O bakımdan bunlar çok ciddî işaretlerdir. Olaylar devam edebilir, devam edecektir. Çünkü, bu niyetler sönmemiştir, sönmeyecektir. Bu niyetler devam edeceği için bizim de, bütün vatandaşlar olarak bunların karşısında neler yapmamız gerektiğini açık bir şekilde tesbit etmemiz lâzımdır.
Ayrıca, Türkiye'yi gerçekten en çok seven ve Türkiye'ye gerçekten en fedâkârca hizmet etmek isteyen insanlar olduğumuz için, --Bunu iddialı olarak söylüyorum. Herhalde Genelkurmay'ı yöneten, MİT'i yöneten, daha başka Türkiye'nin bekasıyla ilgili teşkilâtları yöneten kimselerle dahi iddialaşabiliriz. Türkiye'yi onlardan daha çok sevdiğimizi, daha dikkatli olduğumuzu iddia ediyorum.-- belki onların gözünden kaçan, dikkatlerinden sızıp, kaçıp da memleketimize zarar verecek birtakım ajanlar bazı yerlere yerleşmişler ama, bizim gözümüzden kaçmıyor. Biz onlardan, bu memleketi daha dikkatle korumağa gayret ediyoruz.
Bir zamanlar sokaklara dökülüp, memleketi çok kötü noktalara götürmek isteyen insanların hattâ meclise dahi girmesi, bizim kusurumuz değildir. Başka kimselerin kusurlarıdır. Müsamaha edilmiştir, göz yumulmuştur. Gizlice desteklenmiştir. Şimdi o sıkıntılar temizlenmek isteniyor ama, kolay kolay temizlenemiyor.
Memleketi çok seven insanlar olarak, insanları çok seven kimseler olarak, bu konuda gûya görevli olan insanlardan da daha ihlâslı, daha samîmî olduğumuzu düşünüyorum. Bizim bu meseleler üzerinde konuşmamız gerekir. Onun için, iç ve dış faktörleri en yetkili ağızlardan dinlememiz icab ediyor.
Biz bu çeşit toplantılarda --bu da bizim en çok feminist olduğumuzu da gösteriyor bir bakıma... Biz feminist de değiliz ama-- hanımların da, beylerin de, çocukların da bilgilenmesi ve eğitilmesi konusunda --çevreye bakıyorum da-- bizim kadar böyle dengeli tarzda bu meseleleri düşünen başka gruplar göremiyorum. Elhamdü lillâh... Biz senelerce önceden savaş ve ilkyardım kursları başlattık.
Geçenlerde bir televizyon programının videoya alınmış bandında seyrettim. Bizim çevre kültür ve hanım derneklerimizin açmış olduğu savaş ve ilkyardım kursları, en çok kursiyer toplayan ve sene içinde en çok tekrar edilen kurslar oluyor. Çünkü biz reel, hayatî, gerçekten insana fayda sağlayacak birtakım ana noktaları vurguluyoruz. Onların göz önüne gelmesini istiyoruz, o konularda bilgilenilmesini istiyoruz. Hanımlarımız da bu konuda güzel çalışmalar yapıyorlar, beylerimiz de güzel çalışmalar yapıyorlar.
Burada şunu da söylemek istiyorum: Türkiye büyük bir devlettir. Bugün gazetelerde Reisicumhur'un da Arjantin'den bir mesajı vardı: "Biz neymişiz meğerse..." diye Arjantin'den farketmiş gibi bir takım sözler söylüyordu. Bizim çok büyük potansiyelimiz vardır. Bizim dışardaki insanlardan bir eksik yanımız yoktur. Allah'ın izniyle dünyanın meselelerinde de söyleyecek sözlerimiz vardır.
Onun için, meseleyi sadece Türkiye'nin içindeki bir mesele olarak da görmüyorum. Dünyanın meselesi olarak görüyorum ve meselenin böyle görüldüğü zaman doğru çözülebileceğini düşünüyorum.
Burada kaliteli konuşmalar olacaktır, kaliteli fikirler ortaya çıkacaktır. Hayırlı sonuçlara ulaşacağız diye temenni ediyorum. Bu çalışmaların yurt içi ve yurt dışı bütün insanlık için, müslümanlar için faydalı olacağına kuvvetle inanıyorum. Mühim toplantılar olacaktır. Buradaki eğitim çalışmalarımız çok önemlidir; Bu önemi vurguluyorum. Katıldığınız için hepinize teşekkür ediyorum.
Toplantılarımızın Allah-u Teâlâ'nın rızâsına uygun olmasını, bu vesîle ile ahiret sevabını da kazanmamızı diliyorum. Allah-u Teâlâ Hazretleri'nin bize hakkı hak olarak göstermesini, gerçekleri göstermesini, yanıltmamasını, şaşırtmamasını ve hakka ittibâyı nasib etmesini diliyorum. Heyecanlamadan, sükûnetli, vakarlı bir şekilde bâtılı, yanlışı doğru teşhis etmeyi ve ayet-i kerimede bildirilen, bismillâhir rahmânir rahîm:
(Küntüm hayra ümmetin uhricet lin nâs) sorumluluğu, şuuru içinde; insanlara yönelik birtakım güzel, çok önemli hizmetleri yapmak için çıkartılmış bir ümmet, yaratılmış bir ümmet olduğumuzun şuuru içinde; çalışmalarımızın bütün insanlık için, müslümanlar için, mazlumlar için, mağdurlar için faideli olmasını temenni ediyorum.
Allah-u Teâlâ Hazretleri cümlenizden râzı olsun... İki cihanın hayırlarına cümlenizi eriştirsin...
Esselâmü aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtühü!..
6 Nisan 1995 - Bursa
ISLAH ETME GÖREVİ
Esselâmü aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtüh!..
Bismillâhir rahmânir rahîm...
Alemlerin Rabbi Allah-u Teâlâ Hazretleri'ne sonsuz hamd ü senâlar olsun... Üzerimizde nimetleri, sayılamayacak kadar çoktur. Mevlâmız zikrinde, fikrinde, ona güzel ibadet etmekte bize yardım eylesin... Tevfikini refîk eylesin... Rehberimiz, efendimiz, peygamberimiz Muhammed Mustafâ Hazretleri'ne salât ü selâm, tahiyyât ve ihtiramlarımızı arz ederim. Hepinize ayrıca bu toplantımıza iştirak ettiğiniz için, dünya ve ahiretin büyük mükâfatlarını ihsan etmesini dilerim Allah-u Teâlâ Hazretleri'nden...
Hizmet edenlere, --gerçekten bu sefer başka yerlerden daha candan bir hizmet müşâhade ettim şahsen-- otelin ilgililerine, müdürlerinden kat sorumlulularına kadar hepsine teşekkür ederim.
Bu eğitim toplantısını, çok mühim günlerde yaşadığımız için tertiplemiş bulunuyoruz. Karşınızda geçtiğimiz günlerde çok değerli konuşmacılar konuştular. Bunlar, Türkiye'nin en önde gelen isimleriydi. Kimisi bakanlık yapmış, kimisi de konuştuğu sahada en başta gelen uzmanlardan idi. Konuşmaları dinlediniz. Gerçekten çok mühim günlerde yaşıyoruz. Bu, konuşmalardan da ortaya çıktı.
Hızla değişen bir dünyadayız. Çevremizde, uzağımızda, yakınımızda, dostluğu bize ferahlık verecek kuvvetli yakınları, yardımcıları arıyor gözlerimiz... Cümle cihan halkının, büyük devletlerin, kendilerine dostluk ellerimizi uzattığımız müttefiklerin dahi bize karşı tavırlarını hayretle müşahâde ve ibretle takib ediyoruz. Saf, sâfî, temiz bir millet olduğumuz için, dostluklara inanıyoruz, dostluk istiyoruz, dost olmak istiyoruz, iyi niyet besliyoruz ama; dünyada da bu hedef beynelmilel arenada milletler arasında olan bir şey değil galiba... Biz de o safîliğimizden dolayı; yâni iki dervişin, iki müslümanın birbiriyle hasbeten lillâh samîmî dostluğu gibi dostluklar bekliyoruz. Halbuki böyle şeyler yok!..
Yunanistan'dan başlayarak Balkanlar'da Sırplar, kuzeyde Sovyetler Birliği'nden parçalanmış devletler, ortaya çıkmış yeni devletler, doğumuzda Ermenistan; güneyimizde de biz müslüman diye bakıyoruz ama --ben şahsen daha önceki konuşmalarımda da söylemişimdir-- Suriye'yi bir müslüman devlet olarak görmek çok zor; yöneticileri itibariyle ve yönetime hakim olan insanları itibariyle...
Hac dolayısıyla oralardan geçtik, misafir kaldık, gördük. Sanki bir, yarıyarıya Ermenistan gibi... Oradaki piyasaya hakim olanlar, ticarete hakim olanlar, otellerin sahipleri, önde gelen isimler Ermeni... Lübnan'ın yapısını biliyorsunuz, bizim için çok önemli değil ama, Suriye bu hale gidiyor yapı itibariyle... Çok iyi müslümanlar var; fakat onlar mazlum ve mağdur... Baskı altında...
Müttefiklerimiz; işte en tabii hakkımız olan terörle mücadelede hem yurt içinde yaptığımız hareketlere karşı çıkıyorlar, hem yurtdışındaki tedbirlerimize şiddetle karşı çıkıyorlar ve teröristleri destekliyorlar. Çok hayret edilecek bir tarzda... Biz de sanıyorum reaksiyonumuzu çok hafif tutuyoruz, onların bu tavırlarına karşı...
Çok net olarak konuşuldu ve ben de açılış konuşmasında temas etmiştim: Bugün eskiden alışmış olduğumuz Doğu Bloku - Batı Bloku, Komünist Blok - Kapitalist Blok ikilisi kalkmış; yerine, cihanın emperyalist devletleri arasında düşman olarak İslâm ülkeleri konulmuş görünüyor. Bu tabii, bir çok konuşmacılar tarafından ifade edildiği gibi, gazetelerde, dergilerde yazılıyor, kitaplarda ifade ediliyor.
Burada tabii bir şeyi gözden kaçırmamak lâzım, dikkat etmek lâzım, Batı'nın veya Rusya'nın veya daha başka ülkelerin, bu işleri sadece dînî duygularla yaptıklarını kabul etmek, tek bir sebebe bağlamak doğru olmaz. İşin altı karıştırıldığı zaman --ki, biz onu anlamak içi bu toplantıları yapıyoruz; uzmanların fikirlerini dinliyoruz toplantılarda-- başka şeyler çıkıyor. Hepsinden önce, büyük menfaatler bunların hareketlerine kaynak teşkil ediyor. Ortada çok büyük bir menfaat varsa, adamlar her şeylerini inkâr edip, bütün fazîlet prensiplerini bir tarafa koyup; o menfaati elde etmek için, her türlü ters, yanlış, kötü, anti demokratik ve gayr-i insânî her türlü işi yapabiliyorlar. Çünkü menfaat var...
Tabii, bir kısmı dînî duygularla da bu işi yapıyor; o da bir gerçek... Bugün Papalık son derece kuvvetlenmiştir. Ekonomik yönden de kuvvetlidir. Çok büyük uluslarası şirketlerin sahibidir. Sayılamayacak servetlerin, hazinelerin sahibidir. Tabii bu hazineler, menfaatler, İslâm geldiği zaman bunları kullanan insanların elinden gideceği için, orada da bir maddî hesap vardır.
Hristiyanlık sessiz, sedâsız, derinden misyonerleri ile, teşkilatları ile çok kuvvetli bir şekilde müslümanlarla uğraşmaktadır. Bu, papazlar için menfaat; ama, papazların sözünü dinleyen halklar için dinî duygudur, dinî düşmanlıktır. İslâm karşısında onların su altından, saman altından yaptıkları faaliyetler, gerçekten bize muhtelif yerlerde, başka şekillerde tezahür ediyor ve çok büyük sekteler veriyor faaliyetlerimize... Ve ülkelerimizi karıştırıyor.
Ayrıca, tarihî, nostaljik sebepler vardır. Meselâ: "Canım işte dünya geniş!.. Sen git Güney Amerika'da bir devlet kur!" denildiği halde, Yahudiler Arz-ı Mev'ûd diye Filistin'de devlet kurmayı istemişlerdir. Orada devlet kurulmuştur. Bu devletin kurulmasına tekaddüm eden zamanlardaki teklifler arasında, "Dünyada size rahatsızlık vermeyecek başka yerler var; gidin orda devlet kurun!.." denildiği halde, özellikle Arz-ı Mev'ûd olsun diye Kudüs'ü istemişlerdir. Anadolu da böyle nostaljik, tarihî sebeplerle bazı kimselerin gönlündedir, gözünün önündedir, göz diktiği bir ülkedir. Onun için, düşmanlıkların bir sebebi de bunlardır diye, onu da bir tarafa koymak lâzım!..
Bu dînî, tarihî ve nostaljik sebepleri bilen ve kullanan, ama ne dinle, ne imanla ilgisi olmayan büyük merkezler vardır. Onlar da bunları kullanarak, müslümanların aleyhinde çok büyük tehlike oluşturacak çalışmalar yapmaktadırlar. Onun için, meselenin derinlemesine tahlilini yapacak teşkilatlara, araştırmalara, sebepleri çok iyi tesbit edecek çalışmalara ihtiyacımız vardır. Çünkü, sebepler iyi tesbit edilmeden, hastalık teşhis edilmeden çaresini bulmak kolay olmaz, tedâvi kolay yapılamaz. Yanlış sonuç verir. Verdiğimiz ilâç ters tesir yapabilir. Her şeyin aslını bilmek lâzım!..
Şimdi şu Kuzey Irak operasyonunda --herhalde sizin de dikkatinizi çekmiştir-- Sayın Doç. Dr. Ümit Özdağ Bey, İsrail'in orda özellikle bir Kürt devletinin kurulmasını istediğini söylemişti. Halbuki, gazetelerde belki hiç telaffuz edilmeyen bir şey bu... Herkes başka sebepler arıyor zihninden... Biz başından beri söylüyoruz, Kürt kardeşlerimiz uyansınlar diye: "Oraları size bırakmazlar! Siz sadece piyonsunuz. Böylece kullanılıp sonunda ölen sizsiniz. Ama, nimeti yiyecek olan siz olmayacaksınız!" diyoruz. "Bunun arkasından, bir Büyük Ermenistan hayali çıkabilir." diyoruz ama, Ermenilere de bu kadar büyük menfaatleri vermezler. Çok büyük bir menfaat var ortada...
Tabii İsrail'in de, "Bana va'dedilmiş topraklar" diye, böyle bir istekle buraya göz diktiğini de düşünüyorum ben... Onun da tahlili yapıldığı zaman, işin içinde daha büyük meseleler olduğunu düşünüyorum.
Kardeşlerimiz ifade ettiler dünkü konuşmalarında... Bugün için sadece --klasik olarak kitaplarda, gazetelerde yazılan-- petrol çok önemli bir madde olarak zikrediliyor, önemli görülüyor ama, çok ma'kul izahlar yaptılar kardeşlerimiz... Petrol Amerika'da beş altı sene sonra bitecek gibi görülüyor rezervlerden... Kafkaslar'ın rezervleri hakkında da çeşitli tarihler almıştım ben, bakanlık yapmış çok yetkili bazı dostlardan... Ortadoğu rezervleri daha zengin ama, dünyanın tarihine göre kısa zamanda onlar da bitecek... Ama bitmeyecek olan bir ihtiyaç, su!.. Hayatî önemi haiz olan bir şey...
Suyun büyük bir kavga mevzuu olduğu muhakkak... İsrail eğer Fırat'ın yanına kadar ulaşmak istiyorsa, herhalde bu biraz da su içmek istemesindendir ve suyu kullanmak istemesindendir.
Ayrıca bizim bu günlerde derivasyon tünellerini yaparak Harran Ovası'nı da ziraate açmamız, çok büyük bir olaydır. İnsanoğlu tabii, yaşadığı müddetçe hem su içecek, hem yemek yiyecek... Gıdaya da ihtiyacı var... Buğdayın da, gıda maddelerinin de çok büyük önemi olduğunu biliyoruz. Onlar da, bu bölgeleri bizim elimizden koparmak isteyenlerin iştahını kabartan sebepler diye düşünüyorum.
Bunun için, sadece Yunanistan'ın Büyük İdeal'i, sadece Ermenistan'ın bizim topraklarımızdan bazı yerleri kapmak istemesi değil; çok büyük paralar, menfaatler bahis konusu olduğu için, paranın peşinde koşan çok büyük kurtların, çok büyük canavarların da buralarda gözleri olduğu muhakkak...
Tabii, bunları konuşmacılar söylediler de, ben de kendi dinleyici üslûbumla size tekrar özetlemiş gibi oluyorum. Belki araya bir iki şey de ben katmış oluyorum.
Bütün bunlar, topun ağzında olduğumuzu gösteriyor. Yâni, müslümanlar topun ağzında; çünkü, çok kıymetli kaynakların sahipleri... Bu kırk elli yıldan beri bildiğimiz bir husustur. Almanya'da bu konuda toplantılar yapıldığını, medeniyet için gerekli hammadde kaynaklarının, müslüman ülkelerin elinde olması dolayısıyla, "Ne yaparız da ilerde müşkül duruma düşmeyiz?" diye, o zamanlardan kara kara düşündüklerini ben biliyorum. Yaptıkları toplantılara katılmış kardeşlerimizin bize ifadelerinden, nakillerinden biliyorum.
Hammadde meselesi, medeniyet için gerekli ana maddelerin temini meselesi, büyük devletleri bir takım hesaplar yapmağa sevkediyor. Allah'ın bir lütfu eseri, kıymetli malzemelerin hepsi de büyük ölçüde İslâm ülkelerinde olduğu için; şimdi, menfaat ortaklıkları yapmağa çok âşinâ olan, çok alışkın olan ülkeler... Hani kavga ederken de müttefik, kavga etmezken de müttefik... Amerika ile Rusya pazarlık ediyor: "Şurası senin olsun, burası benim olsun; menfaatlerimizi yürütelim!" diyebiliyorlar.
Bu sebeple İslâm ülkeleri düşman olarak gösteriliyor. Bu onların halkları kışkırtmak için sebepleri... Onların asıl iştihasını kabartan sebepler başka; ama, halka bunu anlatış şekilleri başka...
Ben hatırlıyorum, bir kaç sene önce, böyle kocaman birer karış harflerle: "İsa yere indi!.. İsa geldi!.." diye gazeteler manşetler atmışlardı. Ondan sonra, "Biz Hazret-i İsa ile kâfirlerin üzerine saldıracağız ve onlarla büyük savaşlar yapıp, onları yeneceğiz!" diye mutaassıp hristiyanları kışkırtmalarını, dergilerimizde biz birkaç sene önceden yazdık, halkımıza duyurduk. Bunlar halkları psikolojik olarak, yapacakları hareketlere alıştırma çalışmalarıdır. Meselâ, "Hazret-i İsa geldi." dediler ve bizim ülkemizde de bazı kardeşlerimiz bundan etkilendi, yürekleri küt küt atmağa başladı. Halbuki, işin iç yüzü başka...
Meseleleri ben böyle görüyorum ve "Böyle bilinmesinde fayda var!" diye düşünüyorum.
Şimdi, bizim ülkelerimizin, bizim sahip olduğumuz zenginliklerin paylaşılması için, bizim yok edilmemiz lâzım geliyor. İslâm ülkeleri içinde de, en ele avuca sığmaz; kırk defa kılıç darbesi vurdukları halde, hâlâ yine ayakta olan bir ülke var, o da Türkiye... Elhamdü lillâh, Allah-u Teâlâ Hazretleri'nin lütfuyla, keremiyle, iman kuvvetiyle, İslâm ülkeleri içinde en iyi durumda... Bunu konuşmacılar da ifade ettiler. Allah'a hamd ü senâlar olsun...
Allah'ın büyük bir lütfudur. Tabii, büyük bir devlet olmamızın sonucudur. Ecdâdımızın temizliğinin mânevî sonucudur. Onun için, dünyanın en kuvvetli devleti biziz. Çünkü, hem dışardan düşmanlar çarpışıyor; hem de içerden bir sürü münafık, ajan aleyhimize çalışıyor. Yine de böyle ayakta durabiliyoruz, yine de sağa sola böyle harekâtlar yapabiliyoruz. Kıbrıs'a asker çıkartabiliyoruz. "Kıbrıs'ı verin!" diyen Batılılara diretebiliyoruz.
Şimdi tabii, büyük bir hedef teşkil ediyoruz. Bunlar olacak, bunlardan korkmuyoruz. Çünkü, hayat bir imtihandır. Zâten dümdüz, huzurlu bir hayat bahis konusu bile değildir. Mücadele olacaktır.
Peygamber Efendimiz SAS'in zamanında da mücadele olmuştur. Karşılıklı kutuplar vardı. Osmanlılar zamanında da olmuştur, Selçuklular zamanında da olmuştur. Her devrede de olacaktır. Bu bir imtihan gereği olarak görülüyor. Tabii, biz de çeşitli şekillerde imtihan oluyoruz. Asker olan da şehid oluyor, Kızılay memuru olan da şehid oluyor. Zamanı gelince gidiyor.
İran'daki karışıklıklardan canını kurtarmak için gelen İranlı bir şahıs, Antalya'da boğulabiliyor veya İstanbul'da eli kolu bağlanmış ölü olarak bulunabiliyor. Yâni, ecel geldiği zaman, ondan kaçılmayacağı ortada...
Ben rahmetli Necib Fâzıl'ın sözünü söylüyorum her zaman; öyle düşünüyorum:
Ey düşmanım sen benim, ifadem ve hızımsın!
Düşmanımızın büyük olması bizim için bir şereftir. Biz düşmanlarımızı salıveririz; "Tekrar hazırlansın, ordu toplasın, karşımıza gelsin... Bir daha yenelim de, bir zafer daha kazanalım!" diye düşünmüştür bizim ecdadımız... Düşmanımızın büyüklüğü bizim şerefimizdir ve bize bir hızdır.
Binâen aleyh, tehlikenin büyüklüğü de bize bir hız kazandıracağı için, bu da bir çeşit nimettir. Bizi gafletten uyandıracağı için, Allah'ın bir ikazıdır. Allah'ın dinine hizmete sevkedeceği için, Allah'ın bir lütfudur. Eğer çarpışırsak, şehid olacağımız için çok büyük ikramdır. Eğer galip gelir de gazi olursak, çok büyük bir başarıdır. Yâni bir müslümanı, zavallı kâfirciklerin, süperciklerin alt etmesi mümkün değildir. Müslümanı kimse alt edemez; çünkü, mü'mindir. Allah-u Teâlâ Hazretleri'nin aziz kıldığını kimse zelil edemez.
Onun için, bu hususta kalbinizin çok sağlam olmasını, çelik gibi olmasını diliyorum. Bu bir...
Ama dünya bir imtihan olduğundan ve insanın da ne zaman öleceği bilinmediğinden, her an her şey olabileceğinden;
Bir bitmeyecek zevk verirken beste,
Bir tel kopar, ahenk ebediyyen kesilir.
diye, böyle tel birden kopup da ahengin kesilip gidebileceği gibi, söylüyor Yahya Kemal de ölümü... Böyle bir tel kopması olabileceğinden, daimâ Allah'ın istediği hal üzere olmak da bizim vazifemizdir. Her çeşit tehlikeye karşı ilk tedbirimizdir. İlk tedbirimiz, ön tedbirimiz mânevî tedbirimizdir, mânen hazırlanmadır. Hepimizin mânen hazır olmamız lâzım!..
"--Yarın savaş var!.."
"--Pekâlâ!.. Eûzü billâhi mineş şeytânir racîm, bismillâhir rahmânir rahîm..." deriz, gusül abdestimizi alırız, savaşa gideriz. Biraz sonra ölüm var... Eh, "Eşhedü enlâ ilâhe illallah ve eşhedü enne muhammeden abdühû ve rasûlüh" deriz, bir gül bahçesine girercesine öbür aleme geçeriz. Çünkü, öbür alem cennet olduktan sonra, bu dünyanın yüzüne kimse bakmaz.
Bizim için, ölüme hazırlıklı olmak esastır. Allah'ın rızâsı üzere olmak esastır. Onun için, iyi bir mutasavvıf olmak gerekir. Dili zikirli, kalbi ihlâslı, niyeti hâlis, işi altın gibi sâfî, som iyi bir müslüman olmak zorundayız. Tevbemizi hemen yapıp, tevbe üzere olup, Allah yolu üzere çalışmamız lâzımdır. Bu ilk mânevî tedbirimizdir.
Sonra, düşmanımız çok güçlü düşman olduğu için ve cümle cihan halkından şöyle baktığımız zaman, doğru düzgün bir dost gözümüze görünmediğinden, bizim de cümle cihan halkı ile çarpışmamız söz konusu olduğu için, çok iyi organize olmamız lâzım!.. Yedi düvel derlerdi eskiden... Dedelerimiz yedi düvelle çarpışmışlar; bizim düvellerin sayısı daha da artmıştır. Onun için, bizim çok iyi organize olmamız lâzım!.. Bizim sizleri böyle güzel yerlerde toplama sebeplerimizden bir tanesi budur. Organize olmamız gerekmektedir.
Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez!
diyoruz.
Toplu, beraber, muhabbetli ve organize, disiplinli bir topluluk olmamız gerektiğine inanıyorum. Derbederliğin olmaması gerektiğine inanıyorum. İslâm'ın disiplin olduğuna inanıyorum. Onun için, imamlık bile yaparken dönüyoruz arkamıza: "Ayaklarınızın ucuna bakın! Sağdan soldan hizayı alın, muntazam saf tutun!" diyoruz. Safın intizamı dahi İslâm'da bir disipline işarettir. Günde beş vakit namazın; saniyesiyle, dakikasıyla namaz vakitlerinin, bizde bir zamana hürmet duygusu meydana getirmesi lâzımdır. Zamanın kıymetini bilme şuuru, bizde en yüksek derecede olmalıdır. Hasılı, çok disiplinli olmak zorundayız.
Biz bu disiplinli olmayı, sadece beyler olarak güzel sonuçlar alınamayacağımızı bildiğimiz için, hanımlar için de düşünüyoruz. Onun için, bu toplantılarımıza daimâ hanımlara ait bir program ekliyoruz. Hanımlar için de bir pay ayırıyoruz. Onların da, çok iyi yetişmesi gerektiğini düşünüyoruz. Onların da, İslâm'a çok güzel hizmetler verebileceği kanaatindeyiz ve verdiklerini görmekteyiz. Türkiye üzerinde kurduğumuz yüzlerce kadın dernekleri ile, onların yaptıkları güzel faaliyetlerle müftehiriz, Allah'a hamd ediyoruz. Kendilerine dualar ediyoruz, Allah razı olsun... Bu da bir başarı için en önemli şarttır.
Söz dinleyeceğiz, muntazam olacağız, disiplinli çalışacağız ve birbirimizle ilgimiz, irtibatımız olacak! Planlı bir hizmet içinde el ele, omuz omuza, vakitlerimizi verimli bir şekilde geçirmeğe çalışacağız.
Tabii, çok büyük, önemli müesseseler kurmamız gerektiği de ortadadır. Bir büyük işin halledilmesi için ilk atılacak adım, o işin en kolay, en kestirme nasıl yapılacağını düşünmektir. İlk iş odur. Yâni, bir büyük işi başaracaksanız, ilkönce metodu düşünmek esastır. Onun için ben de diyorum ki --zâten konuşmacılar da ifade ettiler akşam, Allah râzı olsun, hislerimize tercüman oldular-- bir araştırma enstitüsü kurmamız lâzım!.. Camiamızın bir araştırma enstitüsü kurması lâzım!..
Dünya üzerinde her şeyin sahibi var da, güzel dinimizin, İslâm'ın sahibi yok... Sahipsizlik içindedir. İslâm gemisinin kaptanı yoktur. Dümeni dümencisizdir. Herkes günlük palyatif çalışmalarla İslâm'a bir şeyler yapmak istiyor, faydalı olmağa çalışıyor. Böyle çalışmalarla da bu disiplinli, düzenli, azgın düşmanları yenmek mümkün değildir. Onları yenmek için, Fatih Sultan Mehmed Han'ın hazırlandığı gibi hazırlanmamız lâzım!..
Fatih Sultan Mehmed Han cennetmekân, İstanbul'u alırken, bize tarihte başarının çok güzel bir örneğini vermiştir. Asrın ve ilmin ve fennin gerektirdiği her türlü hazırlığı yapmıştır. Boğaz'da üç ay içinde hisar dikmiştir, Boğaz'ın yolunu kesmiştir. Çanakkale Boğazı'nda da --belki herkes Çanakkaleli olmadığı için, oraya gitmediği için bilmez-- İstanbul'daki Anadolu ve Rumeli hisarları gibi hisarlar yaptırmıştır. Orayı da kesmek gerektiğini bilmiştir, düşünmüştür, tedbirini almıştır. Dur diye işaret edildiği halde durmayan, söz dinlemeyen gemiler de batırılmıştır, batırılacak tedbirler alınmıştır. Kesilmiştir boğazlar, boğaz kesen hisarlarıyla...
Sonra, çok büyük toplar dökülmüştür. Fatih Sultan Mehmed kendisi havan topunu icad etmiştir. Bu surların üzerinden, bu topları öbür tarafa da aşırmak lâzım diye havan topunu da icad etmiştir.
Ben onun için bütün kardeşlerimize ciddî olarak, "Oturun, icadlar yapın!" diyorum. Bana icad yapmak da zor gelmiyor. "Kendim de otursam bir kaç tane şey yapabilirim." diye düşünüyorum. Bazı fikirlerimi de arkadaşlara söylüyorum: "Kapı şöyle olmalı, pencere böyle olmalı!.. Şurda şu yeniliği yapmalı!.." filân diye... Bilgide üretici olmadığımız zaman, kendimiz zihnimizi çalıştırarak yeni bir şeyler bulacak bir yapıya sahip olmadığımız zaman, taşıma suyla değirmen dönmez.
Kaddafi --biliyorsunuz-- "Şu paralelden daha aşağıya geçen uçağı vururum!" demişti büyük bir tehditle.... Çünkü, elindeki Rus silâhlarına güveniyordu. Bayağı iyi silâhlandığı kanaatine sahipti. Ama, Amerikalılar bir şeyi daha öğrenmişlerdi: "Onun silâhının menzili şudur, silâhı kullanırsa bile ancak şuraya kadar ulaşabilir. Ben ondan daha uzun menzilli bir silaha sahip olursam, onun ulaşabildiği yükseklikten daha yüksekte uçarsam, bana zarar veremez." demiştir. Hakîkaten, onun söylediği hududu geçmiştir ve onun sarayını bombalayarak çocuğunu şehid etmiştir. Bu bir teknolojik mücadeledir. Onun için mutlaka bilimsel araştırmalar yapmamız lâzım!..