221 ilâ 240. sayfalar

1

İFFET

İffet, lügatte, nefsi haramlardan ve menâhîden, yâni yapmamakla emrolunduğumuz bütün yasak şeylerden men etmeye derler. İffet, her insan için lâzım olan en güzel ahlâklardan birisidir. İffet, bizim lisânımızda, namusun muhafazasına da denir. Ahlâkan düşük, kötü huylu ve kötü yollarda bulunan kişilere de, "Ne iffetsiz adam!" dediğmiz ma'lûmdur. İffet aynı zamanda fakirlik ve zaruretini saklayıp, halini ve ihtiyacını muztar kalmadıkça kimseye açmayan kimselere de denir.

Zaruret sahibi oldukları halde, hallerini ketm edip, açlığa ve zaruretlere tahammül eden, Rasûlüllah SAS Efendimizin talebeleri ve aynı zamanda, fî sebilillah harbe hazır askerleri mesabesinde olan ashab-ı kiramdan, Ashab-ı Suffe denilen ve bazan sayıları 400'ü bulan ve ömürlerinin büyük bir kısmını oruçla ve Peygamber SAS Efendimiz'in hadislerini dinlemek ve ezberlemekle geçiren, bu muhterem zevat hakkında, husûsî ayet nâzil olmuş ve Sûre-i Bakara'nın 273. ayet-i celilesi ile medh ü senâ buyrulmuşlardır. [Yapacağınız hayırlar, kendilerini Allah yoluna adamış, bu sebeple yeryüzünde kazanç için dolaşamayan fakirler için olsun! Bilmeyen kimseler iffetlerinden dolayı onları onları zengin zanneder. Sen onları yüzlerinden tanırsın; çünkü onlar yüzsüzlük ederek insanlardan bir şey istemezler. Yaptığınız her hayrı muhakkak Allah bilir.]

241

Birgün Efendimiz SAS Hazretleri de onların hallerine bakarak, fukaralıklarını ve çekmekte oldukları zahmetleri gördü. Mübarek kalblerini tatyîb için:

"--Ey Ashab-ı Suffe! Müjdeler olsun ki, her kim sizin şu bulunduğunuz hal ve sıfattan ve bulunduğu halden razı olarak bana mülâkî olursa, o benim refîklerimdendir." buyurarak onları sevindirmişlerdir.

Yukarıdaki mezkûr ayet-i celilenin hükmü umûma da şâmildir. Binâen aleyh, Allah rızası için medreselerde dirsek çürüterek, veya düşmana karşı koyarak, veya Allah rızası için amme hizmetlerine kendini vakfederek nafakasını kazanmaya vakit bulamayan veya kudreti yetişmeyen fukara-yı müslimîn, hep bu hükme dahildir.

Binâen aleyh, bunlara verilecek sadaka ve yardımların en makbul ve yerinde olan birer hayır olduğu, merhum Mehmed Hamdi Elmalı'nın tefsirinin ikinci cild 939-941. sayfalarında pek güzel açıklanmıştır. Hattâ zenginler ve cahillerin bu gibi fukarâ-yı sàbirîni, hallerini açıklamadıklarından ötürü zengin sandıkları, yine mezkûr ayet-i celilede;

242

"İffetlerinden dolayı, tanımayanlar onları zengin zanneder." buyrularak bildirilmektedir.

İffetli bir insana --ister kadın, ister erkek olsun-- iffetsizlik isnat etmek de, en büyük günahlardan biridir. Zîrâ iffet, insanın en büyük şerefidir. Bunu ihlâl etmek kadar kötü bir şey olamaz. Kişinin nefsinin esiri olup da hevâ-yı hevesine uyarak yapacağı günahlar sebebiyle iffetinin zâil olması, ne kadar fenâ bir şeydir. Hele hanımefendilerin istikballerinin ne büyük tehlikeye düşeceği de unutulmamalıdır.

Bundan nâşidir ki, bir iffetli kadına iftira eden, fi'l-i şen'î isnad eden kimse, bunu dört şahitle isbat edemediği takdirde, kendisine şer'an seksen deynek vurulması ve şehadetinin (tevbe etmedikçe) kabul edilmemesi gibi ağır bir ceza verilmesi, şüphesiz pek yerindedir. Her kabahate iki şahit yettiği halde, buna dört şahit istenmesi de şâyân-ı dikkattir. Günah bahsinde, iftiranın nasıl büyük bir günah olduğu da ayrıca bildirilecektir.

İffetsizlik, hayâsızlığın ta kendisidir. Hayâ ise imandandır. Hayânın olmadığı yerde, imanın da olmayacağı bir çok mu'teber kitaplarda zikr olunmaktadır. Hayâ ile imanın bir karın kardeşi oldukları, imanın bulunduğu yerde behemehal hayânın da bulunacağı ve hayânın bulunmadığı yerde ise imanın da bulunmadığı, yâni o anda imanın, o kimsenin sırtından esvabının alındığı gibi alınacağı da bildirilmiştir.

243

Cenâb-ı Hak cümlemizi ve cümle ümmet-i Muhammed'i razı olmadığı bütün kötü ve yaramaz huylardan emin ve mahfuz eylesin ve razı olacağı bütün iyi ve güzel huyları ve ahlâkları nasib ü müyesser eylesin, âmîn...

İHSÂN

Bu hususta cömertlik bahsinde geniş tafsilat verilmiş olduğundan onunla iktifâ edilmiştir.

TESLİMİYET

Güzel ahlâklardan biri de teslimiyettir. Yâni, Hakk'a mutî ve emirlerine münkàd olup, hayır ve şer bütün hükümlerine razı olmak ve ondan gelen her şeyi hoş görmek; her başına geleni, Allah'tan bilmek, feryad ü figan etmeyip, hemen emrine teslim olmaktır.

Erbâb-ı tarîkat, teslimiyette pek ehemmiyet vermiş, üstadına tam mânâsıyla teslim olmayan müridleri, müridden saymamışlar ve bunun için kendilerini imtihan etmek üzere bazı ağır işleri kendilerine tahmil etmişler; yapamayanlar kapı dışında kalıp, kendi kendilerini aldatmışlardır. Bunun için Niyazi merhum bir şiirinde:

Yağma edersin varlığın,
Gider gönülden darlığın.
Mahveyle sen ağyarlığın,
Yar olısar mihmân sana!

Sermaye bu yolda heman,
Teslim olur, buna inan.
Sıdk ile Allah'a dayan,
Etmez mi gör ihsân sana!

244

Bütün sermayenin hemen teslimiyette olduğu pek güzel bir şekilde açıklanmıştır. Teslimiyet, hemen Allah'ı iyi bilmekten neş'et eder. Çünkü, bizi en güzel sûrette ve hiç kimsenin müdahalesi olmadığı halde, ana rahminde, şu güzel sûret ve sıfatla, akıl ve havassımızla en güzel ve en mükemmel bir kul olarak yaratan, Hak Sübhànehû ve Teàlâ'nın emirlerine teslim ve inkıyâdı, hiç şüphesiz, insan kendisine vacib hattâ farz bilir de, çok hem de çok rahat ederek hayatını geçirir ve öylece Mevlâsına rücû eder.

Erbâb-ı tarîkatta ise teslimiyetin pek büyük ehemmiyeti vardır. Teslimiyeti tam olmayan mürîdânın, bu yolda kat'-ı tarik edip, kemâle ulaşmaları mümkün olmamıştır. Teslimiyet, tevekkül ve tefevvüz, inşâallah tevekkül bahsinde zikrolunacaktır.

SÜKÛT VE AZ KONUŞMA

İrfan yolcularının altı esasından biri de az konuşma ve sükûttur.

a. Sükût Hakkında Ayet ve Hadisler

Birinci nevi': Az konuşma hakkında ayet-i kerimeler ve ehadis-i şerifelerdir.

Ben yalnız size bir tanesinden bahs edeceğim. Kaf Sûresi'nin ikinci sayfasında, 18. ayette:

245

"Siz hiç bir söz konuşmazsınız, ancak o sizin konuştuğunuzu zabt eden, hıfz eden, gözleyen, hazırlanmış gözcü melekler vardır." buyruluyor.

Bunlar sizin konuştuğunuz herşeyi gerek lehte ve gerek aleyhte, gerek sevap gerek günah, hiçbirini kaçırmadan güzelce zabt ve muhafaza ederler. Tıpkı sizin teyplerinizin, konuşulan sözleri alıp, zabt ettikleri gibi, bir misal olarak zikredilebilir.

Binâen aleyh, konuşurken çok dikkatli olmak ve lüzumsuz, faydasız sözleri söylememeye, hele gıybet dediğimiz, çekiştirmeyi kat'iyyen yapmamaya gayret etmelidir. Zîrâ hadis-i kudsîde beyan buyrulduğu vechile:

"--Ey Ademoğlu, eğer sen kalbinde kasavet, vücudunda hastalık, rahatsızlık, rızkında darlık ve zorluk görüyorsan; iyi bil ki, sen boş ve faydasız sözlerle vakitlerini zayi ediyorsun!"

Ki, onun cezası olarak kalbinin katılığı, vücudunun hastalığı, rızkının darlığı ile uyandırılmak istendiğini anlamak gerektir.

Bazan insan, ben bu kadar iyi bir kimseyim diye kendine hüsn-ü zan eder de, acaba bu musibetler bana neden ve nereden geliyor düşüncesine kapılır. İşte bunun yegane sebebi, hesaba katmak istemediğimiz veya bilemediğimiz bu sebep, vakitlerimizin de zayiatına yarayan boş laflardır.

246

Fakat bunu anlamak ve bundan dönmek kadar da zor bir şey olmadığını göregelmekteyiz. Bu bir alışkanlık eseri olarak, kimbilir ne zamandan beri devam edegelmektedir. Şimdi anladık amma, terki çok müşküldür. Büyük riyazetlere ve mücadelelere ve halvetlere, uzletlere devam neticesinde, belki de Cenâb-ı Hakk'ın inayetine mazhariyetin ve mücahededeki azmin sayesinde kurtulmak mümkün olabilir.

Bunlar yapılmadıkça öyle kuru kuruya okumakla, dinlemekle veya bilmekle bunları halledip, sükût sahibi, vakar sahibi olarak nefeslerini boşa geçirmeyip, zikrullah ile meşgul olabilmek, kolay bir şey değildir. Herhalde mücahedelere azim ve sebatla devam etmek gerektir.

Maazallah, bir memleketi işgal eden bir devlet ve ordusu, artık oradan kolayca, "Alın memleketinizi!" deyip bırakıp gider mi?.. Herhalde eğer onu oradan çıkarmak istiyorsak, her hâlükârda, neye mal olursa olsun, kanlı mücadelelerin neticesindeki zafere bağlı olduğunu hepimiz pek iyi biliriz. İşte Çanakkale, işte Anadolu, İşte Filistin ve Kudüs! Bak gürültüye pabuç bırakan var mı? Herhalde mücâhede ve zafer gerekir, yokla lafla hürriyet olmaz.

247

Aynı bunun gibi nefsin elinden kurtulup, insanlıkta matlub olan kemâli elde etmek için, nefsi ve şeytanı yenmedikçe ve bunları mağlup edip yere sermedikçe, insan ne dünyada ve ne de ahirette rahat ve huzur bulamaz. Bunlar ise diğer düşmanlar gibi, el ile tutulur, göz ile görülür cinsten olmadıklarından ötürü, bunlarla mücâhede, düşmanlarla yapılan mücâhededen daha zordur.

Bir de şu var ki, düşman bizi mağlup etse dahi, en nihayet onların idaresinde yine yaşar ve dünyalıklarımız temin ederiz. İşte bugün dahi olduğu gibi, bir çok hristiyan memleketlerinde müslüman tüccar, sanatkâr ve işçiler mevcuttur. Bunlar dünyalıklarını pek a'lâ temin ettikleri gibi, içlerinde dînî ve millî akidelerini muhafaza edenleri de çoktur.

Fakat bu nefsi emmare ki, şehveti, gazabı, kin ve hırsı, hased ve riyakârlığı, kibir, gurur ve azametiyle şeytanın esiri olup, maazallah bir kere de Allah'ı, zikrini, ibadetini unutturdu mu; tamam, artık bir şey istemez. Bunun için gerek Cenâb-ı Hakk'ın ve gerekse Peygamber SAS Efendimiz'in ve büyüklerimizin sözlerine, nasihatlerine son derece ehemmiyet verip, daha küçük yaşdan itibaren nefsiyle mücadeleye alışmak ve ona hiç bir zaman teslim olmamak, hem İslâmî hem de insânî bir vazifedir.

248

Çok yeyip vücudu semizlendirmek ve çok uyuyup ömrü zayi etmek ve çok konuşup vakitleri boş yere harcamak, pis ve günah yerlerde geçirmek, elbette ne müslümana ne de insana yakışır bir şey değildir. Çünkü müslüman öldükten sonraki ahiret àlemînde, bu hayattan sorulacak;

"--Dünyada hayatını nasıl geçirdin? Paralarını nasıl kazandın, nerelerde ve nasıl harcadın? Ömrünü, gençliğini nasıl geçirdin?" gibi soruların cevabını vermek mecburiyetinde kalacaktır.

İnsan velev müslüman olmasa bile, hayvan olmadığı için, o da hayatından sorumludur. Çünkü dünyada ona düşen ilk vazife, kendini yaratan yüce Rabbini tanımasıdır. Bundan sonra da, ilâhi emir ve yasakların ışığı altında hayatını geçirmek mecburiyetindedir. Kul, insanlık sıfatını taşıdığından dolayı, mutlaka insana yakışan şekilde yaşaması ve insanlığa zararlı değil, faydalı olarak yaşaması icab ederken, bunu terk ve ihmal ederse, mes'uliyeti ağır olup, cezasının cehennem olacağını unutmamalıdır.

Evet, insan belki imansız olabilir ve istediği gibi yaşar. Amma, muhakkak ölümle biten bu hayatın arkasındaki ahireti unutmamak gerektir. Buna inanmamak, Allah'ın varlığına inanmamak demektir. Bundan da daha büyük cahillik ve gaflet olamaz. Allah razı olsun, bizleri uyandırmaya sa'y ü gayret gösteren bil-umum büyüklerimizden... Eğer onlar ve onların güzel eserleri olmasaydı, nefis ve şeytanın bizleri bir lokmada yutacaklarından hiç şüphemiz yoktur.

249

Şimdi Ma'rifetnâme sahibinin 318. sayfasından itibaren, çok konuşmak hususunda söylediklerini can kulağıyla bir dinleyelim:

Ey aziz kardeş! Bu vücud sağlığı ve rızık bolluğunun en güzeli, hayvanlarda var. Eyyûb Sultan'daki güvercinlerin yaşayışını sen görmüyor musun? Hele Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere'deki güvercinlerin sayesinde biz insanlar da yaşıyoruz. Sakın ve sakın sen böyle bir hayata özenme! Maddi rızıkların ne kıymeti olur? Onların kıymeti ancak çıkardıklarımız kadardır. Tenezzül edilecek bir şey değildir. Ona ancak hayvanlar özenir.

İnsanların gayesi, gönüllerinin arzusu olan mânevî rızıklardır ki, ancak bunlarla Hak Sübhànehû ve Teàlâ'nın rızasını ve ahiretin sonsuz nîmetlerini kazanabiliriz. Bu fânî ve sonu gelen nîmetlerin ne kıymeti vardır?

Öyle ise, sen bu ebedî nîmetlerden bizleri mahrum eden çok laftan sakın ve bahusus kardeşler arasını açan dedikodu ve mâsivâ dediğimiz gıybetler tamamen yasaktır ve haramdır. Zinhar bir müslüman kardeşinin aleyhinde, hiç amma hiç konuşma! Ona bir kırgınlığın dahi olsa, konuşanlara da müsaade ve müsamaha etme! Herkesin kusuru, günahı kendine aittir. Sen dâimâ ayıp örtücü ol!

250

Ayıp açmak, kusur, kabahat görmek kendini bilmemek ve görmemekten ileri gelir. Bir kere şöyle dikkatle kendimizi yoklayacak olursak, kimbilir ne kadar yüz kızartıcı hallerimiz olmuştur. Hiçbir şeyimiz olmasa bile gafletimiz yeter. Eğer kendimizi olgun bir insan sanıyorsak, bu da büyük bir hatâdır. Çünkü olgun bir efendi, kat'iyyen kimseyi gıybet etmez, kusur ve kabahatini açmaz.

İnsanların güneş gibi ammeye faydası olması, geceler gibi de ayıpları örtmesi, yaz gibi herkesi ısıtması, su gibi akıp herkese hayat bahşetmesi gerektir. Böyle olmayıp da ömürlerini boşuna geçirenlerin zararları hem kendilerine, hem de örnek oldukları diğer kimseleredir. Nitekim, Hadis-i şerifin arkası şöyledir:

"--Ey ademoğlu! Bu kadar çok lafla, sözle, hikmet denilen nîmeti nasıl umarsın?.. Hikmeti, kalbinin ve lisânının sükûnetinden iste! Yâni, hikmeti ancak o zaman bulabilirsin."

Hikmet bir nîmet ve devlettir ki, her kime verilse, o kimseye hayr-ı kesir verilmiş demektir. Onun için (İnnâ a'taynâ) suresindeki (kevser) kelimesini, hikmet ile tefsir edenler de olmuştur.

251

Lügat-i Remzî'de hikmet şöyle tarif edilmiştir: Adl, ilim, hilim, nübüvvet, Kur'an-ı Kerim, esas İncil-i Şerif'e denildiği gibi; Allah-u Teàlâ'nın emirlerindeki gayesini, şek ve şüpheden àrî olarak eşya ve mevcudatı bilmek, hayırlı işler işlemek sıfatı ve eşyanın hakîkatine muttali olmak ve mevcudatın ahval ve keyfiyat-ı hariciye ve batınıyesinden bahs eden ilme hikmet denir.

Ulûm-u sâire, yâni diğer ilimler onun ecza ve fürûudur. Esas olan ilim, hikmet ilmi olup, sâir ilimler onun fer'idir. Cenâb-ı Hakk'a tâat, fıkıh ilmi, din, dini ile amel, Allah-u Teàlâ'nın emirlerine ittibâ, havf, haşyet, zekâ, idrak, takvâ, akıl, işinde, sözünde ve hareketlerinde isabet ve tefekkür mânâlarını taşır ki, hemen her şey bunun içinde mevcuttur.

Kevser'in diğer mânâlarıyla beraber, bir de bu mânâda tefsiri yerinde olmuştur. Binâen aleyh, böyle bulunmaz bir nîmetin, çok konuşan kimselere verilmemesi, en büyük bir cezaya çarptırılması demektir.

Öyle ise ey muhterem kardeş! Sakın nefsine aldanıp da, àleme kendini beğendireceğim diye, ağzına geleni söylememeye alışmanı hem tavsiye, hem de rica ederim. Hem kendi ömrünü ve hem de başkalarının vakitlerini zayi' etmekten kork ve kaçın!

252

Hadis-i şerifin üçüncü bölümünde:

"--Ey ademoğlu, hiç bir kimseyi ebediyyen gıybet etme! Muhakkak her kim gıybeti terk ederse, içinin nuru ve esrarı dışına çıkar." buyurulmuştur.

Yâni herkes istifade eder demektir. Madenlerin yer altından çıkıp beşeriyetin faydalandığı gibi, esrar hazineleri kerametler zahir olur. Hak Sübhànehû ve Teàlâ'ya muhabbeti zàhir olur, artar ve dâim olur. Kadir ve kıymeti de o derece yüksek ve âlî olur.

Hadis-i şerifin dördüncü bölümünde de şöyle beyan buyrulur:

"--Ey ademoğlu, senin lisanın doğru olmadıkça, dinin doğru olmaz; kalbin doğru olmadıkça dilin doğru olmaz; benden hakkıyla utanmadıkça, kalbin de doğru olmaz."

Az konuşma, günahlardan kaçmak, muradlarına nâil olmak, insanlarla hüsn-ü muaşeret etmek ve esrarı muhafaza etmek gibi bir çok faziletleri hâvîdir. Zîrâ, insanın selâmeti, dilin muhafazasına bağlıdır. Buyrulmuş ki,

"--Söylersen hayır söyle veya sükût eyle!"

Dil, vücudun ufak bir parçasıdır; fakat kabahati, günahı hepsinden büyüktür. Alenî hatası çoktur. Cennet de onunla kazanılır, cehennem del. Kim ki sükût eder, her belâdan kurtulur. Kim ki yalan söyler, o kimse zarar ve ziyanda olur. Yalan söylemek, imandan uzaklaşmaktır. Yalanın en kötüsü, iftiradır. Rüyada çok söylemek Allah-u Teàlâ'ya iftiradır.

253

Gıybet sözlerin en kötüsüdür ve İslâm'daki zinadan daha eşed ve haramdır. Gıybet olunan mü'mine yardım etmek, yâni onu müdafaa etmek, kıyamette Hakk'ın affına mazhar olmaya sebeptir. Mü'min hiç bir zaman ta'n edici, lanet edici ve hayasız olmaz. İnsanları ayıplayan, kendisi o aybı işlemedikçe ölmez.

Kur'an'ı erkânına riayet ederek tertib üzere okuyunuz! Ehl-i fıskın okuduğu musikî ve teganni ile okumayınız. Kelime-i tayyibe, yâni güzel söz ve sohbetler sadakadır. Kardeşlerin yüzlerine gülümseyerek bakmak sevabdır. Yemek yedirmek ve gece nafile namazlara kalkmak ve kılmak, güzel, doğru ve edebe riayetle konuşmak, Hazret-i Allah'ın rızâ-yı şerifini celbeder.

Kalbin safası iki huyda tamam olur: Birisi malının fazlasını vermekte, biri de sözün fazlasını, lüzumsuzunu tutmaktadır. Çok gülmek insan kalbini öldürür. Çok şaka ve latîfe, kişiyi ateşe götürür. "Fâsık medh olunduğu zaman, yâni Allah-u Teàlâ ve Tebâreke Hazretleri'ne karşı isyan edip, tâat-ı ilâhiyeden huruc eden kimse medh olunduğu zaman, Cenâb-ı Hak gazab edip, Arş titrer." buyrulmuştur.

254

Mü'mini yüzüne karşı medh etmek, onu kesmektir. Kişi dilini muhafaza etmedikçe, imanın hakîkatini bulamaz. Allah hakkı için, zindanda hapis olmaya, lisandan daha elyak bir şey bulunmaz. Lisanın sükûtu öyle mümtaz bir hikmettir ki, onu işleyen pek azdır. Zikrullahtan gayri kelamı çok etme ki, kalbin katı olur. Halbuki kalbi katı olan Allah-u Teàlâ'dan uzak ve àsî olur.

Lisânına sahip olana müjdeler olsun ki, evine sığınıp nastan uzlet etmiştir. Her nîmet sahibinin hasetçileri bulunacağından, hacetlerinizin hasıl olması için onları saklayınız, ifşa etmeyiniz.

Biz cemaat-i enbiya, emrolunmuşuzdur ki, nas ile akılları miktarınca tekellüm edelim. Sen bir kavme akıllarının ermediği sözü söylersen, ol söz onların çoğuna fitne olur. Öyle ise sakın insanlara akıllarının ermediği şeyleri, esrarları söyleme! Çünkü fitne uyur, onu uyandırma! Onu uyandıran tard olunmuştur, kovulmuştur.

Sırları açmak, ifşa etmek haramdır. İfşa eden pişmandır. Kişi bir kimseye tenhada bir söz söylese, o söz onda emanettir. Onu kimseye söylemesin ki, hıyanetlik etmiş olur. Kâmillerin göğüsleri, gönülleri esrar hazinesidir.

255

Sıddık-ı Ekber RA Efendimiz mübarek ağızlarında taş saklarlar, bu suretle çok söz söylemekten korunurlardı. Ancak zaruret zamanı taşı çıkarıp konuşurdu. "Bu dildir ki insanı belâlara ve kabih cefalara salmıştır." diye ahbaplarını uyandırırdı.

İmam-ı Ali KV Hazretleri de buyurmuşlar ki:

"--Eğer Rasûl-ü Ekrem SAS Hazretleri'nin mübarek fem-i saadetlerinden işittiğim esrarı ben size söylesem, siz benim yanımdan çıkıp dersiniz ki, muhakkak Ali kezzabdır. Çünkü bunları benden başka kim işitmiştir? Kişi bilmediği şeyin düşmanıdır." buyurmuştur.

Zeynel-Àbidîn KS Hazretleri de bir şiirinde bunu açıklamıştır.

"--Susmak hikmettir. Fakat ona riayet eden çok azdır. Kimin ki mâlâyâni olarak kelâmı çok olursa, o kimsenin hatası da çok olur."

Ebüd-Derdâ RA Hazretleri'nin rivayet buyurdukları bu hadis-i şerifdeki hükümden murad, ilimden bir hikmet olduğunu beyan buyurmuşlardır. Sükût, her ne kadar mu'teber bir nesne ise de, bunun tefekkürle birlikte olması matlubdur. Tefekkürsüz sükûtlar, mühim bir mânâ ifade edemezler. Sükûtu işleyenlerin azlığı da bunu müeyyeddir.

256

Boş sözlerle vakitlerini geçirenlerin, hata ve günahlarının da o nisbette olacağı beyan buyrulmuştur. Sükûtun faydalarındandır ki, insanı ekseriyetle cehilden, sefihlikten men eder. Sükûta hikmet tesmiye olunmasının sebeblerinden biri de, hikmetlerin; sükût ile beraber olan düşünce ve tefekkürlerden neş'et etmesidir. Kalbde gayet nâfî mev'ızalar ve hükümler îras ettiğinden dolayı (hükmün) buyrulmuştur.

Başka bir hadis-i şerifte:

"Sükût ahlâkın başı ve esasıdır." buyrulmuştur.

Hazret-i Enes RA'ın rivayet ettiği bu hadis-i şerif, bizlere sükûtun ne demek olduğunu pek güzel bir şekilde anlatmaktadır. Sükût olmadıkça, diğer güzel ahlâkların da bulunması çok müşküldür. Zîrâ lisan insanın tercümanıdır ve insanın kemâli, kelâmının altındadır. Binâen aleyh, sükût hâlini muhafaza edenlerin halleri mestur kalır. Ne olduklarının bilinmesi müşküldür. Fakat konuşan kimselerin sözlerinden, kemâl ehli kimseler onların ne kıratta adam olduklarını derhal anlarlar.

Binâen aleyh sükût, câhilin cehlini örttüğü gibi, aynı zamanda ilim sahipleri için de güzel bir zînettir. Vakar ve sükûnet sahiplerinin konuşmaları da, gayet basîret üzerine olması gerektir. Konuşmalar ekseriyetle insanı, nefsini kontrol etmekten uzaklaştırır. Halbuki başlıca vazifelerimizden birisi de nefsimizi kontrol altında tutmaktır. Nefsini kontrola ve kendisiyle Rabbi arasındaki hallerin muhafazasına, ancak sükûtla imkân bulunabilir. Bu imkânı elden kaçırmamak için, her mü'min ve muvahhide yakışan sükûttur, vesselâm.

257

b. Sükût İnsanı Günahlardan Korur

İkinci nevi': Az konuşmanın günahlardan korunmayı, izzet ve ihtirâmı mûris olduğunu bildirir.

Ey aziz! Ehlullah demişler ki:

Bu zaman sükût zamanıdır, evlere mülâzemet zamanıdır. İnsan iki küçük parçanın idaresi altındadır; bunlardan birisi yürektir, birisi de dildir. Gerçi tekellüm, insanda keramettir; lâkin sükût, her belâdan selâmettir. Lisân, insanın mîzânıdır. O bir arslandır ki, onu bırakmak çok tehlikeli ziyandır.

Sükût, vakar elbisesidir, özür dilemene lüzum kalmaz. Söylemediğin söz, henüz kendi hükmün altındadır; söylediğin zaman, sen onun hükmü altına girersin.

Az konuşan, pişmanlıktan emin olur. Kimin ki sükûtu uzundur, onun kadri cemildir. Kim ki her zaman ayıp örtücüdür, onun da ayıpları örtülü kalır; her gönül sahibi tarafından sevilir. Kim ki halkı gıybet eder ve laf taşırsa; o kimse bütün insanların sevmediği, buğz ettiği bir kimse olur.

Çok kelâm çirkin ve ardır; sükût izzet ve vakardır. Sükût emn ü emândır. Kalbin sükûtu irfanı celb eder. Lisânın tehlikesi çoktur.

258

Bu kadar diş, taş gibidir; lisân çakmaktır. Söz ateştir ki, onu söyleyen ahmaktır. Dinleyen, işiten ya pamukçu dükkânı ya baruthànedir. Pamuk ve baruta çakmak çakan divânedir.

(Bu sözü çok dikkatli dinlemeni ve üzerinde durmanı tavsiye ederim. Çok konuşmayı bir meziyet sanıp da, her mecliste ileriye atılarak, bilgiçlik taslayan insanlara, ne güzel bir derstir. Allah-u Celle ve A'lâ Hazretleri cümlemizin muîni olsun...)

Alışkanlık çok kötü bir adettir; terki de o nisbette zordur. Onun için, daha küçük yaşta iken sükûta alışabilmek meziyeti elbette çok gereklidir

Üç nesne vardır ki, bütün âfetleri celb eder: Şaka, latîfe, boş ve mânâsız sözler... Gıybet edenlerin ve laf taşıyanların azabları şedîd olur; insanlardan ve Allah'tan uzak olurlar.

Çok söz dostluğa zarar verir. Çok söz ayıpların meydana çıkmasına sebep olur, kalblerde adâvet peydâ eder. Acı söz söyleyenlerden ahbapları ve dostları nefret ederler. Dostların gıybeti rezâlet ve her yönden utanç vericidir.

İnsanların akıllısı kat'iyyen mücadele yoluna gitmez. Ahmağı cezalandırmakta sükût kâfîdir. Kelime-i tayyibedeki fayda, sahibine aittir. Eğer kelâmda belâğat varsa, söylememekte de selâmet vardır. Latîfedeki âfet, korku ve tahkire uğramasına sebep olmasıdır. Söylersen doğru söyle; vaad edersen, îfa eyle!

259

Yumuşak konuşmak ve selâmı açıklamak sünnettir. Yumuşak kelâm ve çok selâm, insanların kendisini sevmesine sebep olur. Güzel konuşmayı îtiyad etmek, insanların muradlarının husûlüne sebeptir. Sözde doğruluk, insanın selâmetini mûcibdir. Çok sükût, vakarı mûcibdir. Çok kelâm kulakları rahatsız eder. Bir iş için zorlamak, usandırmak, o işin men'ini mûcibdir.

Çok gülmek, hafiflik ve utançtır. Çok şaka ve latîfe, töhmeti celb eder. Çok gülmek kalbi öldürür. Çok latîfe, cehil alâmetidir. Çok söz, noksan meânîden ileri gelir. Sükût, aklın zînetidir.

Güzel sözlü ol, güleryüzlü ol! Aslâ yalan söyleme, kendini rezil eyleme! Sözü tatlı olan, gönüllerde aziz olur. Gülmesi çok olanın heybeti az olur. Kimin ki sözü mülâyimdir, onun muhabbeti lâzımdır.

Sözleri doğru olanın, güzelliği fazla olur. Halktan şekvâ eden, Hak'tan şikâyet etmiş olur; hiçbir zaman şâkir olmaz. Gizli ayıpları sormak, kâmillere yakışmaz.

Kendini medheden, kendini kesmiş olur ve kendini zemmeden selâmet bulur. Sözünde sadâkat, işlerinde rıfk, yumuşaklık, hâlinde güzellik, kişinin ind-i ilâhîde kabûlüne sebep ve işarettir. Kişi diliyle, yâni sözüyle insandır. Halbuki lisanı kendine, kendi varlığına düşmandır. Bed cevap, kötü söz söyleyen pişmandır.

260
261 ilâ 280. sayfalar