O gece rüyalarında cömertliğiyle ma'ruf o zatı görmüşler. Onlara:
"--Bütün dediklerinizi duydum. O zaman cevaba izin olmadığından, şimdi bildiriyorum. Evlatlarıma gidin, söyleyin. Falan yeri kazsınlar, oradaki bir kavanoz içindeki beşyüz dinarı size versinler!" demiş.
Adam o zatın evlâtlarına gitmiş, söylemiş. Hakikaten parayı çıkararak adama vermişler. Adam demiş ki, bununla hüküm olunmaz. İçinden bir dinar almış, gerisini olduğu gibi derhal fukaraya dağıtmış. Bu da başka bir örnek.
Bu hali duyan Kays ibn-i Sa'd (Rh.A):
"--Bu adam bizden daha cömerttir." demiş.
Bu hadise ayrıca cömert insanların ölmediğine bir işarettir.
İmam-ı Şafii RA Mısır'da ölüm hastalığına tutulduğu vakitte:
"--Beni falan yıkasın!" diye vasiyyet etmiş.
Vefatında o zatı çağırmışlar. Vasiyyetnâmesini istemiş. Bakmış ki yetmişbin dirhem borcu var, hemen bu borcu kendi üzerine alıp ödemiş ve:
"--Kendini bana yıkatmaktan maksadı, borçlarını ödetmek içindi." demiş.
Bu zatın zürriyetleri de halen bu cömertlik sıfatlarıyla muttasıflarmış. Halbuki Şafii RA Hazretleri San'a'dan Mekke-i Mükerreme'ye gelirken on bin dinarı bulunuyormuş. Bunların hepsini, daha Mekke'ye girmeden evvel, sabahtan öğleye kadar bir müddet içinde tasadduk etmiştir.
Bir zât halife Me'mun'a gitmiş. Me'mun ona yüzbin dirhem ikramda bulunmuş. Fakat adam bunları derhal tasadduk etmiş. Me'mun'a bu durumu bildirmişler. Adam tekrar yanına gelince, Me'mun onu azarlamış. Adam cevaben:
"--Yâ emirel-mü'minin! Mevcud olanı vermemek Ma'buda su-i zandır".
Bu cevap üzerine Me'mun da ikiyüzbin dirhem daha ikramda bulunmuştur.
Yine bir adam Sa'd İbnil-As (Rh.A) Hazretleri'nden ihsanda bulunmalarını rica edince, yüzbin dirhem ikram etmişler. Bu büyük ikramı gören adam ağlamağa başlamış. Sebebi sorulunca:
"--Bu toprağın sizin gibilerini nasıl yiyeceğini düşünüyorum da, onun için ağlıyorum!" demiş.
Bu söze mukabeleten yüzbin dirhem daha ikramda bulunmuşlar.
Hazret-i Osman RA'ın, Talha RA'dan elli bin dirhem alacağı varmış. Bir gün, Hazret-i Talha RA:
"--Paranızı getirdim buyurun!" demiş.
Fakat Hazret-i Osman RA:
"--Onların hepsi senindir." diyerek almamışlar ve mürüvvetlerini izhar buyurmuşlardır.
Halbuki Hazret-i Talha RA'ın kendisinde bir gün çok hüzün görülmüş.
"--Bu hal nedir?' diye sorulunca, cevaben:
"--Elimdeki malların çokluğu beni hüzne sevk ediyor." demiş.
Buna cevaben de:
"--O halde kavmini çağır, mallarını dağıt!" demişler.
O da bu tavsiyeye uyarak mallarını kavmine dağıtmıştır. Ne kadar tasaddukta bulunduğunu hizmetçisine sormuşlar, cevaben:
"--Dörtyüz bin dirhem dağıttık." demiş.
Bir a'rabî, Hazret-i Talha'ya RA gelip bir yardım istemiş. Herhalde mevcud parası yokmuş ki, üçyüzbin dirhem kıymetindeki arazisini ona vermek istemiş ve demiş ki,
"--İstersen bu araziyi al, istersen satıp parasını vereyim!" demiş.
Adamın araziye ihtiyacı olmadığından parasını istemiş; o da satıp, parasını vermiş.
İşte yukarıdan beri sıralanan cömertlik örnekleri, bugünkü ölçülerle havsalamıza sığmayacak kadar büyük, büyük fedakârlıklardır. Bunlarla aramızdaki farkın mukayesesini okuyanlarımızın ferâsetine bırakmaktan başka çare görmedik. Çünkü, bunları dile getirip anlatabilmek ne kafamızın, ne de kalemimizin harcıdır.
İşte bir daha: Hazret-i Ali KV Efendimiz'i birgün ağlarken görmüşler.
"--Hayır ola, ağlamana sebep olan ne diye?" sormuşlar.
Cevaben:
"--Ben, yedi gündenberi evime misafir gelmediğinden, Cenâb-ı Hakk'ın kahrına uğradım korkusuyla ağlıyorum." buyurmuşlar.
Binâen aleyh, her evin bir misafirhane odası, hattâ, bir de mescid odasının bulunması şeair-i islamiyedendir. Hem de bunları eski tâbir ile, harem ve selâmlık olması gereklidir. Zîrâ, gelen misafirlerin istirahatlerine ev sahiplerinin mânî olmaması ve ev sahiplerinin de rahatsız olmamaları icab eder. Fakat bugün yapılan apartmanlarda bu hususlara, hiç de riayet edilmediği görülmektedir. Halbuki, evin zekâtı, onun misafirhanesidir. Misafirhanesi olmayan evler zekâtı verilmeyen paralara benzer.
ÎSAR
Sehà derecelerinin en yükseğine îsâr denir ki; kendisi muhtaç olduğu halde, malıyla, canıyla başkasına cömertlik etmek demektir. Sehà ise, muhtaç olana ve olmayana ihsan etmektir. Kendisinin ihtiyacı olduğu halde başkalarını tercih etmek, elbette daha a'lâ ve daha zordur. Bahil; ihtiyacı olduğu halde yemeyen, hasta olduğu zaman tedavi olmayan ve arzularını bahilliği sebebiyle yerine getirmeyen ve bedava bulduğu zaman da yemekte tereddüt etmeyendir. Buna mukabil, kendi ihtiyacı varken başkalarını nefsine tercih edip, onların hacetlerini görmek ve onları doyurmak, giydirmek ve sair ihtiyaçlarına bakmak, ne büyük bir fazilettir. İkisi arasındaki fark, apaçık meydandadır.
Cenâb-ı Vâcibül-Vücud Hazretleri, eshab-ı kiram RA hazretlerini, bu yüksek vasıflarından dolayı, Kur'an-ı Azimüşşan'da övmüştür. Efendimiz SAS Hazretleri de; her kim ki, arzularından herhangi birini reddeder de başkasını nefsine tercih ederse, mağfiret-i ilâhiyeye mazhar olacağını beyan buyurmuşlardır.
Hazret-i Aişe RA Validemiz, Rasûlüllah SAS Efendimiz Hazretleri'nin üç gün birbiri üzerine karınlarını doyurmadıklarını ve bunun dünyadan ayrılıncaya kadar böyle olduğunu bildirmiş ve "Eğer isteseydik, Cenâb-ı Hak her şeyi emirlerine amade kıldığı halde, biz yine başka ihtiyaç sahiplerini nefsimize tercih ederdik." buyurmuşlardır.
Bir gün Efendimiz SAS Hazretleri'ne bir misafir gelmişti. Aileleri yanında misafire ikram edilecek bir şey olmadığını öğrenince, ensardan bir zat (Talha RA olduğunu sanırım) evine götürmüş. Onun da evinde ancak kendilerie yetecek kadar yiyecekleri olduğundan, onu misafire ikram etmişler ve sofrada bir şey yemediklerini misafire göstermemek için ışık yakmamışlar, ellerini boş olarak yemeğe uzatıp çekmişlerdir. Sanki yiyorlarmış gibi yaparak misafiri doyurmuşlardır. Sabahleyin Rasûlüllah SAS Efendimiz, bu hareketlerinden Cenâb-ı Hakk'ın razı olduğunu kendilerine tebşir etmiştir. Şu ayet-i kerimenin de bu sebeple nazil olduğu bildirilmiştir:
"Muhacirlerden önce, Medine'yi yurt ve iman evi edinenler, kendilerine hicret edip gelenlere sevgi beslerler. Onlara verilen şeylerden dolayı nefislerinde bir kaygı duymazlar. Kendilerinde ihtiyaç bile olsa, onları nefisleri üzerine tercih ederler. Kim de nefsinin cimriliğinden korunursa, işte bunlar, felâha kavuşanların tâ kendileridir." (El-Haşr: 9)
Cömertlik ahlâk-ı ilâhiyeden bir ahlâktır. Îsâr ise, sehànın en yüksek derecesidir. Rasûlüllah SAS Efendimiz'in edeb ve usülleri de böyleydi. Onun için Cenâb-ı Hak:
"Muhakkak sen, pek büyük bir ahlâk üzeresin!" diye övmüşlerdir. (El-Kalem: 4)
Sehl ibn-i Abdullah KS Hazretleri buyururlar ki, Mûsû Aleyhisselâm, Peygamberimiz SAS Efendimiz'in ve ümmetinin bazı derecelerinin kendisine gösterilmesini istemiş de, Cenâb-ı Hak Celle ve A'lâ Hazretleri buyurmuşlar ki:
"--Yâ Mûsâ sen buna takat getiremezsin. Lâkin sana cennetteki menzillerinden bir menzili göstereyim de, senin ve bütün halkın üzerine onların faziletlerini anlayasın!"
Melekût-ü semâvat açılarak cennetteki menzilleri gösterilmiştir. Hazret-i Mûsâ, oradaki nurun ve Hakk'a yakınlıkların yüksekliğinden adeta hayran olarak demişler ki:
"--Yâ Rab, bu keramete bunlar ne sebeple ulaştılar?"
Cenâb-ı Hak da buyurmuşlar ki:
"--Sizlerin arasından ona vermiş olduğum hususî bir ahlâk iledir ki, o güzel ahlâk da îsar denilen, sehànın yüksek derecesidir. Yâ Mûsâ, bu güzel ahlâkla her kim huzuruma gelirse, onu hesaba çekmekten hayâ ederim ve cennetimi de onun arzusuna terk ederim."
Abdullah ibn-i Ca'fer RA'ın yukarıda zikr edilen hikayesi de îsarın canlı bir misalidir. Kendi günlük yiyeceği ekmekleri aç bir köpeğe vererek, ertesi güne kadar açlığa sabretmeyi göze alan kölenin hikâyesi.
Hazret-i Ömer RA, ashab-ı Rasûlüllah'tan bir muhtaca, pişmiş bir koyun başı ikram etmişler. Bu zat ise, "Falan kimse benden daha muhtaçtır." diyerek başı ona göndermiş. O da kendisinden daha muhtaç olan bir diğerine... Böylece baş, yedi ev dolaşmış, her biri "O benden daha muhtaçtır." diyerek diğerine göndermişler. Bu suretle de kerem ve kanaatlerini, àlem-i İslâm'a kıyamete kadar örnek vermişlerdir.
Efendimiz SAS Hazretleri, Mekke-i Mükerreme'den Medine-i Münevvere'ye hicretleri esnasında, düşmanların kurmuş oldukları tuzaktan, Cenâb-ı Hakk'ın vahyi ile haberdar olunca, Hazret-i Ali KV'yi kendi yataklarına yatırarak, düşmanlarla muhasarada olan evin içinden çıkıp, düşmanlarının üzerine bir avuç toprak serptiler. Onları gaflet uykusu bastığı sırada aralarından rahatça geçerek, Hazret-i Ebûbekir RA'ın evine gidip, oradan birlikte hicret yolculuğuna çıktılar.
Bunun üzerine Cenâb-ı Hak Teàlâ ve Tekaddes Hazretleri, Cebrâil ve Mikâil Aleyhisselâm'lara:
"--Ben sizi birbirinizle kardeş ettim ve birinizin ömrünü diğerinden fazla kıldım. İmdi hanginiz kardeşinin ömrünün daha uzun olmasını istemekte ise söylesin; sizleri muhayyer kıldım." buyurdu.
Fakat bunların ikisi de birbiri için tercih yapamayıp, her ikisi de uzun ömüre talip oldular. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak bunlara vahyetti ki:
"--Ebu Tàlib'in oğlu Ali KV kadar olamadınız. Onu ben, habîbim Muhammed SAS ile kardeş ettim de, o Habibimin hayatını kendi hayatına tercih etti ve nefsini fedâ ederek onun yatağına yattı. Şimdi siz yere inin ve onu düşmanlarından muhafaza edin!"
Cebrâil Aleyhisselâm, Hazret-i Ali KV başı ucunda, Mikâil Aleyhisselâm da ayak ucunda bekledikleri halde, Cebrâil Aleyhisselâm, Hazret-i Ali için:
"--Ne hoş, ne hoş yâ Ebâ Tàlib, (babasının adı ile zikredilmiştir.) Sana benzer kim olabilir ki, Cenâb-ı Hak bugün seninle meleklerine mübâhat etmektedir." buyurdu.
Bunun üzerine;
"İnsanlardan bir kısmı da vardır ki, Allah'ın rızasını isteyerek nefsini Allah'a ibadet yolunda sarfeder. Allah ise kullarına çok merhamet edicidir." ayet-i celilesi nâzil olmuştur. (El-Bakara: 207)
Ebül-Hasenil-Antâkî'den rivayet olunur ki: Otuz küsur kişi onun evinde toplanmışlar. Bunlar Rey'e yakın köylerdendiler. Yanlarında bir miktar ekmekleri varsa da hepsine kâfî gelmiyordu. Bu ekmekleri parçaladılar ve ışığı da söndürüp yemeğe oturdular. Vaktâki yemekten kalktılar ve ışığı yakınca gördüler ki, ekmekleri doğradıkları gibi duruyor. Herbiri arkadaşını kendine tercih edip, o yesin diyerek hiçbir şey yememişlerdir.
Onların bu halleri o günkü mü'minlerin, kardeşlerini kendilerine tercih hususundaki yüksek ahlâk ve sehà örneğini gösterir. Onların bu hallerini düşünürsek, kendi durumumuzun ne kadar düşünmeğe değer olduğu açıkça görülür.
Huzeyfetül-Adevî RA Yermük Muharebesi'nde, hasta ve yaralılara yardımda bulunmak üzere harb meydanına gitmişlerdi. Evvela amcasının oğlunu yaralı olarak bulmuş ve ona biraz su ikram etmek istediği sırada, yakınlarından duyulan bir iniltiye işaret eden amcasının oğlu, o sesin sahibinin yardımına koşmasını söylemişti.
Huzeyfe RA diyor ki: Gittim, gördüm Hişam ibn-i As yaralı yatıyor. Ona, "Sana su getirdim!" dediğim sırada, yanı başından bir "Ah!.." sesi geldi. Bunu işiten Hişam, onun yardımına koşmamı istedi.
Gittim, bir de ne göreyim: Zavallı rahmet-i Rahman'a kavuşmuştu. "Hiç olmazsa Hişam'ın imdadına yetişeyim!" diye geri döndüm ve gördüm ki, o da Mevlâsına kavuşmuştu. Hemen amcamın oğluna koştum. Ne yazık ki, o da rahmetlik olmuştu. Rahmetullàhi Teàlâ aleyhim ecmaîn...
Abbas ibn-i Dehkan (Rh.A) buyuruyor ki:
"--Dünyadan kimse geldiği gibi çıkmamıştır, yalnız Bişr ibn-i Hasr müstesnâ. Çünkü ona hastalığı halinde bir kişi gelmiş, ihtiyacından şikâyet etmişti. O mübarek hasta haliyle, sırtındaki gömleği çıkarıp ona vermiş ve kendisi ödünç bir esvab alarak onun içindeyken vefat etmiştir.
Bazı sofîlerden şöyle nakledilmiştir:
Biz Tarsusta bulunuyorduk, bir cemaat olarak cihad kapısından çıkmakta idik. Şehrin köpeklerinden biri arkamıza takıldı. Biraz sonra bir hayvan ölüsüne rast geldik. Onu görünce yüksek bir yere çıktık. Güzelce bir yer bularak oturduk. Arkamızdan gelen köpek, hayvan ölüsünü görünce derhal şehre doğru geriye döndü. Biraz sonra arkasına taktığı yirmi kadar köpekle leşin yanına geldi. Onları getiren köpek bir kenara durmuş, ötekilerin yeyişlerini seyr ediyordu.
Köpekler doyduktan sonra gittiler. O vakit kendisi de geride kalan kırıntıları yemek üzere leşe yaklaştı. İşte bu hal, hayvanlarda bile tercihin bulunabildiğini bize göstermektedir.
CÖMERTLİĞİN HUDUDU
Bahillik şer'an mühlikâttandır, yâni helak edicilerdendir. Tabii bunun bir hududu vardır. İnsan ne zaman hasis olur? Bunu bilmek herkese nasıl borçsa, sehànın da hududlarını bilmek ve insan ne zaman sahî olabilir, onu da bilmek şüphesiz her müslümana lâzımdır. Bazan insan kendini cömert görebilir, fakat onu başkaları da bahil görebilir. Onun için hudutlandırılması lâzımdır.
Meselâ, bir insan yemek yerken başkaları geliyorsa; hemen yemeği ortadan kaldırıvermek hasislik alametidir. Cömertlik hakkında çok sözler söylenmiştir. Onlardan bazılarını, bir fikir vermek için arzedelim. Cömertlik, sâili görünce sevinmek, verirken de ferahlık duymaktır. Çünkü, mal Allah-u Zülcelâl'indir. Kul da onundur. Allah'ın malını, Allah'ın kullarına, bahillikten korkmayarak bol bol vermektir.
Bir kısmını verip, bir kısmını alıkoymaya sehà; çoğunu verip azını kendine bırakmaya da cömertlik derler. Başkasını kendisine tercih etmeye de, hepsinden üstün olarak îsâr derler.
Mal, bir hikmete ve bir maksada mebnî yaratılmıştır. O hikmet de, hacet sahiplerinin ıslahı için sarf olunan kısımdır. İstenilen yere verilmemesi veya istenilmeyen yere verilmesi doğru olmayan bir şeydir. Onun için tasarrufa çok dikkat edilmek gerekir. Hıfz olunacak yerde hıfz etmek, verilecek yere vermek; işte tasarrufta adalet budur. Verilmesi vacib olan yerde vermemek nasıl bahillik ise, lüzumsuz ve gayr-i meşrû yerlere vermek de israftır. İşte bu ikinin ortası arzu edilen şeydir. Sehà ve cömertlik bundan ibarettir. Ve bunda kalbin hoşnud olması da şarttır. Hattâ, kalbin mal ile fazla alâkası olmaması lâzımdır.
İnsan üzerine vacib olan vergi ise iki kısımdır. Birisi zekât gibi hudutlandırılmış bir borçtur. Diğeri ise, mürüvvet ve âdât üzere hudutsuz borçtur. Eğer cömert, şer'an ve mürüvveten vacib olan şeyi yapabiliyorsa ne a'lâ. Eğer, bunlardan birini yapıyor da diğerini yapmıyorsa; ona o zaman cömert demek caiz olmaz. Belki, bahil dahi denebilir. Eğer, zekâtını da vermiyorsa, o zaman buna bahilin bahili, ebhal derler.
Mürüvvette vacib olan etrafındakilerin yardımına yetiştiği gibi, ev halkını da muzâyakaya sokmamaktır. Dinin muhafazası, malın muhafazasından daha mühimdir. Binâen aleyh, mallarını ve zekâtlarını saklayanlar dine karşı olan, sıyânet vazifesine ihanet etmiş olur. Bunlar mal sevgisi dolayısıyla, mürüvvet perdelerini yırtmağa cesaret göstermişlerdir.
Bazan da insan, zekâtını vermiş olabilir ve mürüvvet icaplarını da yapmış olabilir. Lâkin, malının çokluğu sebebiyle, eğer bunları tasadduk ve muhtaçlara lüzumu kadar vermiyorsa, bu haller de büyük zekâ ve akıl sahipleri indinde bahillikten addedilmişlerdir. Avam her ne kadar buna cömertlik dese de, kıymeti yoktur. Her kim, şer'an ve mürüvveten kendisine lâyık olan ikram ve ihsanları yapmış olduğu için, her ne kadar kendisine hasis denmezse de, sahî ve cömert de denemez; tâ ki, malının ziyadesini bezl etmedikçe. Bir de bunlara karşı hiç bir hizmet ve karşılık, şükür ve senâ beklememesi lâzımdır. Yoksa, hayırlarını medih mukabilinde satmış olur.
Cömertlik bir şeyi karşılıksız bezl etmektir ki, bu haslet de insanoğlunda pek az mümkün olan bir haldir. Verilen ihsanların karşılığında ahiret sevabı ve fazilet kazanmak için ve nefsini bahillik rezaletinden temizlemek kasdıyla verilirse, o zaman bu rızâ-yı Bârî'ye uygun bir cömertlik olmuş olur.
Bazı abide hanımlar demişler ki:
"--Sehà, hemen parada ve pulda mıdır?"
"--Ya nededir?" diye sormuşlar.
Cevâben:
"--Asıl sehà, bizim nazarımızda can fedâîliğidir" demişlerdir.
Nefislerde fedâîlik, dinde sehànın en yüksek mertebesidir ki, bizde buna şehidlik derler. Bundan beklenen, dünya ve ahiret sevablarını kendi ihtiyarına bırakıp, Mevlâ'sına tevekkül etmektir. Et-Tergîb vet-Terhîb adlı hadis-i şerif kitabında bu hususta yüzyetmişiki adet hadis zikredilerek, sadaka ve sehà hakkında geniş ve uzun izahta bulunulmuştur.
Allah-u Celle ve A'lâ Hazretleri cümlemizi tevfik, hidâyet, sehà ve kerem gibi nîmetlerle müzeyyen ve müşerref kılsın... Âmîn, bihürmeti seyyidil-mürselîn, sallallàhu teàlâ aleyhi ve sellem, ve alâ âlihî ve sahbihî ecmaîn.
NASÎHAT
(Ed-dînün-nasihah) Dinin nasihatle kàim olacağı, her akl-ı selim sahibi için ma'lûmdur. Efendimiz SAS Hazretleri, dinin nasihatle kàim olacağına işareten üç kere, "Din nasihattir." buyurmuşlardır. Yâni, dinin nasihatle kàim olduğunu bildirmiş olmaları bizim için kâfîdir. Nasihat hususunda bir çok büyüklerimiz, pek çok eserler yazarak bizlere yâdigâr bırakmışlardır. Bunların hepsini toplayıp yazmanın da kolay bir şey olamayacağı aşikardır. Biz şimdi, gayet kısa ve veciz olarak şöylece hülâsa etmek istiyoruz:
Nasihat, haddi zatında kitab-ı ilâhiyeye ve Rasûlüllah SAS Efendimiz Hazretleri'nin buyruklarına ve fiilerine uymaktır. Tabii bunları herkesin bilmesi ve yapması pek de kolay değildir. Onun içindir ki, büyüklerimizin yapmış oldukları nasihatlerden bazılarını siz kardeşlerimize duyurmağa çalışmayı bir borç biliriz.
Mezhebimizin sahibi, İmâm-ı A'zam Ebû Hanife (Rh.A) Hazretleri'nin evlâdı Hammad KS Hazretleri'ne yazdığı nasihatı, biz de sizlere bildirmek isteriz. Evvelce de Gümüşhaneli üstadımız Ahmed Ziyâeddin (Rh.A) Hazretleri'nin de vasiyyetlerini yazmıştık.
Hazret-i Ali KV Efendimiz Hazretleri'nin ve daha bir çok büyüklerin, zamanlarına göre yaptıkları vasiyyetler ve nasihatler ma'lûm olanlardandır.
İmâm-ı A'zam (Rh.A)'in Nasihatleri:
Ebû Hanife RA, evlâdına:
"--Ey benim oğlum, Allah-u Teàlâ seni irşad etsin ve sana yardım eylesin! Sana bir takım vasiyetler edeceğim ki, sen onları beller, muhafaza eder ve onlarla amel edersen, inşaallah-u teàlâ, dininde senin için saadetler umarım:
1. Takvâya riayet eyle! Takvâ demek, a'zâ-yı cevârihini, Allah korkusundan nâşi isyan ve günahlardan korumak, yâni yapmamak ve evâmîr-i ilâhiyeye ittibâ ile, ubûdiyette dâim olmaktır.
2. İlmine muhtaç olduğun hiç bir şeyde, cehl üzerinde kalma! Yâni, gerek dünya ve gerekse ahiretin için, bilinmesine muhtaç olduğun bütün ilimleri öğrenmeye sa'y ü gayret et!
(Bunların içine atom, füze ilimleri gibi bugünün, hattâ yarının bütün ilimleri de girer. Bunları öğrenip, yenilerini de keşif sadedinde çalışmak. Çünkü, hürriyet diye tepinip bağırdığımız davanın kökü ilme dayanmaktadır. Bu ilimlerle mücehhez olmayan insanlar, elbette bilenlerin mahkûmu olurlar.)
3. Yaşama hususunda, din ve dünyada muhtaç olduğun kimselerden ayrılma!
4. Nefsine ancak zaruret miktarı insaf göster! Nefsin için zaruret olmadıkça kimseden intikam almaya kalkma!
5. Gerek müslim, gerek gayri müslim, kimseye adavet besleme! Bilhassa din kardeşlerini sev!
6. Allah-u Teàlâ'nın, mal ve makamdan seni merzuk ettiğine kanaat et! Çünkü kanaat tükenmez bir hazinedir. Kanaatin zıddı hırstır. Hırs ise gayet tehlikeli ve mezmum bir huydur.
7. Allah-u a'lem, nastan müstağni olduğun zaman, sana fayda verecek işlerde çare ve tedbirini güzel eyle!
8. İnsanlardan kimseyi hor görme! Hiç kimsenin de seni hakir görmesine meydan verme!
9. Nefsini fuzlî sözlerle hor ve zelil etme; yâni, mâlâyâniden uzak ol! Çünkü her nefes bir ömürdür, onu boş yere harcama!
10. İnsanları evvelâ selâmla karşıla! Onlara güzel sözler söylemekle, hayır sahiplerini sevindirici ve şerirleri de idare eder şekilde sözlerini ayarla ve sözlerini güzelleştir!
11. Allah-u Teàlâ'nın zikrini ve Rasûlüllah SAS Efendimize salat ü selâmı çok eyle.
12. Seyyidül-İstiğfar ile çok meşgul ol! Seyyidül-İstiğfar ise şudur:
(Allàhümme ente rabbî, lâ ilâhe illâ ente halaktenî, ve ene abdük, ve ene alâ ahdike ve va'dike mesteta'tü, ezü bike min şerri mâ sana'tü ebûü leke binîmetike aleyye ve ebûü bizenbî, fağfirlî fe innehû lâ yağfiruz-zünûbe illâ ente.) [Allahım, sen benim Rabbimsin, senden başka ilâh yoktur. Sen beni yoktan yarattın. Ben senin kulunum, sana verdiğim sözde gücümün yettiği kadar duruyorum. Yaptığım günahların kötülüğünden sana sığınırım. Bana verdiğin nimetleri ikrar ederim, kusur ve günahlarımı da itiraf ederim. Benim suçlarımı ört, bağışla; senden başka günahları bağışlayacak yoktur, ancak sen varsın.] (Zübdetül-Buhàrî, 1377; Şeddâd ibn-i Evs RA'den.)
Her kim Seyyidül-İstiğfar'ı, akşam üzeri söyler de o gece emr-i hak vaki olup göçerse, cennete gireceği ve keza her kim bu istiğfarı sabah vaktinde yaparsa ve o gün emr-i hak vaki olur da ahirete göçerse, onun da cennete gireceği bildirilmiştir. Onun için gaflet edilmeyip, sabahta ve akşamda ve hattâ fırsat buldukça her zaman dilden bırakılmaması tavsiye edilir.
Ebüd-Derdâ RA bir yangın dolayısıyla evinin de yandığını bildirenlere:
"--Hayır benim evim yanmaz. Çünkü, benim Rasûlüllah SAS'den işittiğim bazı dualar vardır ki, her kim o duaları günün evvelinde okusa, ona hiçbir musibet etmeyeceğini bildirmiştir:
(Allàhümme ente rabbî, lâ ilâhe illâ ente, aleyke tevekkeltü, ve ente rabbül-arşil-azîm. Mâ şâallàhu kâne ve mâ lem yeşe' lem yekün, lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhil-aliyyil-azîm. İ'lem ennellàhe alâ külli şey'in kadîr, ve ennellàhe kad ehàta bikülli şey'in ilmâ. Allahümme innî ezü bike min şerri nefsî, ve min şerri külli dâbbetin, ente âhızün binâsıyetihâ, inne rabbî alâ sırâtın müstakîm.)
Bu duaların faydalarını yazmaya hiç lüzum görmeyiz. Bir müslümanın Cenâb-ı Hakk'a candan ilticaları sebebiyle umulmadık şeylerin meydana geldiği bir çok vakalarla sabittir. Hemen Cenâb-ı Hak cümlemizi kendisine boyun büküp candan yalvaran, hakîkî abid ve zahid ve muhlis kullarından eylesin, amin.
13. Her gün Kur'an-ı Azimüşşan'ın kıraatine devam eyle! Sevaplarını da Rasûlüllah SAS Efendimiz'e ve valideynine ve üstazlarına ve sâir müslümanlara hediye eyle ve bunu hiç bir zaman bırakma!
(Bu nasihatten bizlerin de hissemize düşeni alıp, Kur'an-ı azimüş-şanın kıraatine devam etmemizi, Cenâb-ı Hak cümlemize müyesser kılsın, âmîn.)
14. Düşmandan daha ziyade dostlarından sakın! Zîrâ, insanlarda fesad çoğaldı. Düşmanın, dostundan istifade edeceğini unutma! Şu sözleri de unutma:
"--Sırrını söyleme dostuna, o da söyler dostuna." (Câmiül-Usûl kitabından alındı.)
Bu nasihatler tabii pek çoktur. Hepsini yazmak belki insanı usandırır diye bu kadarla iktifa etmek münasib görülmüştür. Sırası geldikçe de başka nasihatler yazılır inşaallah.