181 ilâ 200. sayfalar

"--Sizden hiç biriniz cennete amelleriyle giremez, cehennemden de kendini kurtaramaz!" diyen Efendimiz SAS Hazretleri'ne, ashab-ı kiram RA:

"--Sende mi yâ Rasûlallah?" dediler.

Cevaben:

"--Evet ben de..." buyurdular. "Ancak Allah-u Teàlâ beni rahmetiyle ihàta ve muhafaza buyurmuştur. Kının kılıcı sakladığı gibi, ben de şefaatimi ümmetimin büyük günahları için kıyamet gününe saklıyorum." buyurdular.

Bir gece şiddetli bir yağmurla havanın kararması sebebiyle tavaf mahalli boşalmıştı. İbrâhim ibn-i Edhem KS Hazretleri diyorlar ki: "Ben mültezem kapısı önünde durdum ve dedim ki:

'--Yâ Rab, sana ebediyyen isyan etmemek üzere beni ma'sûmînden kıl!"

Hatifden bir ses kulağıma geldi:

'--Yâ İbrâhim, sen benden ismet istiyorsun, bunu bütün kullarım da istiyor. Ben herkesi ma'sum edince, kime mağfiret edeceğim?..'"

Benî İsrail devrinde iki kişi ahiret kardeşi olmuşlar. Fakat bunlardan biri àbid, diğeri de günahkâr imiş. Àbid olan dâimâ günahkâr kardeşine nasihat edermiş. Bir gün günahkâr, abid olana demiş ki:

201

"--Allah seni bana gözcü mü gönderdi?"

Ve yapmakta olduğu büyük bir günahtan dolayı àbid ona kızarak:

"--Cenâb-ı Hak sana mağfiret etmez!" demiş.

Halbuki Cenâb-ı Hak'tan, "Kıyamet gününde benim rahmetimi kim önleyebilir?" diye fermân-ı ilâhi tecelli etmiş. Neticede günahkâr affedilmiş; àbidin ise, rahmet-i ilâhiyeyi esirger şekilde sözleriyle dünya ve ahireti mahv olmuştur.

Buna benzer bir kıssada şöyle denilmektedir:

Beni İsrail devrinde bir adam kırk sene yol kesicilik yapmış. Bir gün İsâ Aleyhisselâm havârîleriyle beraber oradan geçerken eşkiya, "Allah'ın nebisi havârîleriyle birlikte geçiyorlar, ben de onlara katılsam!" hevesiyle bulunduğu yerden inmiş, bir yandan onlara yaklaşmakta ve aynı zamanda da nefsini hakir görüp;

"--Benim gibi bir günahkârın bunların arasında yer alması doğru mudur?" diyerek nefsini küçültmekte imiş.

Onun bu halini hisseden bir havârî, "Böyle bir adamın bizim aramızda ne işi var?" gibi düşünmüş ve İsâ Aleyhisselâm'ın yanına sokularak şakîyi geride bırakmıştır. Bu hal Cenâb-ı Hakk'ın hoşuna gitmediğinden, İsâ Aleyhisselâma bildirmiş ki:

202

"--Ben onların amellerini mahvettim, yeniden başlasınlar! Havârînin hasenatını, kendini beğendiği için; ötekinin de seyyiatını nefsini hakir gördüğü için mahvettim." buyurmuştur.

Bu vak'alar delalet ediyor ki, recâ üzerine ibadet efdaldir. Zîrâ, recâda muhabbet vardır.

Bir mecûsî İbrâhim Aleyhisselâm'a misafir olmak istemiş. İbrâhim Aleyhisselâm da:

"--Müslüman olursan, misafir ederim!" demiş.

Bunun üzerine mecûsi ayrılıp gitmiş. Bu sebeple Cenâb-ı Hak, İbrâhim Aleyhisselâm'a:

"--Bu kulumu dinini değiştirmeyince it'am etmedin. Ben ise onu yetmiş seneden beri it'am etmekteydim. Bir gece de sen misafir etsen ne olurdu?"

Bu hitab-ı ilâhî üzerine İbrâhim Aleyhisselâm koşa koşa mecûsîyi bulup geri çevirmiş ve misafir etmiş. Bunun üzerine mecûsî:

"--Ne sebeple fikrinden döndün?" diye sormuş.

İbrâhim Aleyhisselâm da hadiseyi anlatınca, mecusi:

"--Cenâb-ı Hak benim için böyle mi dedi? İslâmiyet'i öğret bana!" diyerek, İslâm'la müşerref olmuştur.

Bir zat uşağına dört dirhem para vererek meyva almasını emretmiş. Uşak giderken Ammar ismindeki bir zâtın va'zını dinlemek için bulunduğu yere gitmiş. Vaiz de vazında:

203

"--Bir fakirin dört dirheme ihtiyacı var, bu miktarı kim verirse ben de dört duada bulunacağım!" deyince, uşak hemen elindeki dört dirhemi uzatarak:

"--Buyurun!" demiş.

Vaiz:

"--Ne duası istiyorsun?" diye sormuş.

Uşak da:

"--Evvelâ ben köleyim, azadımı istiyorum! İkincisi, verdiğim paranın karşılığını Allah'tan istiyorum! Üçüncüsü, Allah-u Teàlâ'nın efendime tevbe nasip etmesini istiyorum!"

"--Daha ne istiyorsun?" deyince;

"--Allah-u Teàlâ'nın beni, efendimi, seni ve kavmimi mağfiret etmesini istiyorum!" demiş.

Vaiz de bunları Cenâb-ı Hakk'a dua ile arz etmiş.

Köle efendisinin yanına döndüğünde, efendisi neye geç kaldığını sormuş. O da hadiseyi anlatmış.

"--Evvela nefsimin azadını istedim." deyince, efendisi, "Hemen seni azad ettim!" demiş. İkincisini sormuş.

"--Verdiğim paraların mukabilini Allah'tan istedim." deyince, hemen çıkarıp dört dirhem yerine dörtbin dirhem vermiş. Üçüncüsünü sormuş.

204

"--Sana Allah'ın tevbe nasib etmesini istedim." deyince, hemen tevbekâr olmuş. Dördüncüyü sormuş. O da:

"--Allah-u Teàlâ'nın, beni, seni, vaizi, cemaati mağfiretini istedim." demiş. O zaman efendisi:

"--Ben bana düşeni verdim. Buna benim gücüm yetmez!" diyerek ayrılmışlar.

O gece efendiye rüyasında hitab edilmiş.

"--Ey kulum sen yapabileceklerini yaptın; ben de bana düşeni yapayım mı?" denilmiş ve hepsinin mağfireti müjdelenmiştir.

Korku ve recâ bahsinde yukarıdan beri zikredilen müteaddid vak'alar, hadiseler, haberler, ayet-i kerimeler gösteriyor ki, Allah'tan korkan ve ümidlerini kesenlere recânın ruhu celb edici olduğu gösterilmiş; ahmak ve mağrur kimseler ise bunlardan lâzım gelen ders-i ibreti almaktan mahrum olup, bu gibilere recâdan ziyade havfi mûcib vakaları ve sebepleri zikretmek daha yerinde olurdu. Çünkü insanların çoğu, recâdan ziyade korkudan ıslah olurlar. Kötü hayvan, kötü kul ve yaramaz çocukların recâ ile değil ancak sopa ile ve şiddet ile yola geldikleri bilinen hakîkatlerdendir. (İhyâül-Ulûm, c. 4, Recâ bahsi; Risâle-i Kuşeyrî, Korku ve Recâ bahsi.)

205

SEHÀ

Cûd ve Sehà, lügatte aynı mânâya gelir; yâni, cömertlik demektir. Sahî diye, malının bir kısmını fî sebillilâh verip, bir kısmını da kendisine alıkoyan kimseye denir. Cûd ise, çoğunu verip, azını kendine alıkoyandır. Îsâr ise, meşakkat ve zaruretlere tahammül ile bil-kuvve cömertlik edendir. Bunun için îsar, mertebelerin en yükseğidir. Cenâb-ı Hak bir ayet-i kerimesinde bunları övmüş ve medh ü sena etmiş, müflihûndan olduklarını beyan etmiştir.

Sahî Allah'a yakın, kullara da yakın, aynı zamanda cehennemden uzak olandır. Bahil ise, bunun zıddıdır. Yâni, Allah'tan da kullardan da uzak, cehenneme yakın olandır.

Îsar hakkında tarihte canlı bir misal: Cüneyd KS müridleriyle beraber idama mahkum olunup, infaza sıra gelince, Nûri isminde bir gencin celladın önüne fedâi olarak müteaddid defalar atılması sonunda, durum tekrar mahkemeye aksettirilerek, tedkik neticesinden günahsız oldukları meydana çıkmış, hepsinin kurtulmasına sebep olmuştur. Nûri'nin bu fedâkâr hareketinin, kendini arkadaşları uğruna fedâ etmesinin mükâfatı kurtuluş olmuştur ki, işte îsârın delâlet ettiği mânâ budur.

206

Cömertliğiyle meşhur Abdullah ibn-i Ca'fer RA bir hurma bahçesine girmişler. Siyahi bir köleninin orada çalışmakta olduğunu görmüşler. O sırada bahçenin sahibi de gelmiş, köleye üç parça ekmek verip gitmişti. Bu üç parça ekmek kölenin günlük ücreti idi. Neredense oraya bir köpek geldi, köleye yaklaştı. Köle ekmeğinin birini ona verdi. Hayvan onu yedi, fakat doymadı. Bir parçasını daha verdi. Onu da yediği halde, yine bekliyordu. Köle son parçayı da verdi. Hayvan onu da yiyince gitti.

Bu hali merak eden Abdullah bin Ca'fer RA köleye sordu:

"--Günlük ücretin nedir?"

Cevâben:

"--Hergün şu gördüğün üç parça ekmektir." dedi.

"--O halde niçin bütün gıdanı köpeğe verdin?" dedi.

Köle de dedi ki:

"--Bizim buralarda köpek bulunmaz. Anladım ki, bu hayvan uzaklardan gelmiştir ve açtır. Onu kovmak hoşuma gitmedi."

Bunun üzerine:

"--Peki sen ne yiyeceksin?" dedim.

"--Yarına kadar karnımı sıkar ve sabrederim" dedi.

O zaman anladı ki, bu köle kendisinden de cömerttir. Bunun üzerine Abdullah ibn-i Ca'fer RA o bahçeyi bütün âlât ve edevâtıyla beraber satın alıp, köleyi azad ederek, bahçeyi de ona hediye etti.

207

Bir üçüncüsü de, bir adam bir dostundan dört yüz dirhem borç istemiş. Dostu ağlayarak parayı getirip vermiş. Karısı da parayı verdiğine üzülüp ağladığını sanarak:

"--Madem ki üzülecektin, bir özür dileyip vermeyeydin!" deyince, cevaben demiş ki:

"--Ben dostumun halini daha evvel araştırmadığımdan dolayı ağlıyorum ki, muhtaç olup da benim kapıma gelinceye kadar gelip halini beyan etmesine meydan verdim." demiştir.

Bir diğeri de, Mutraf isminde bir zat, ihtiyaç sahiplerine:

"--Hacetlerinizi bana yazılarınızla bildirin! Çünkü ben, hacet sahibinin yüzündeki zelilliği görmekle üzülürüm." dermiş.

Ebu Mürşid isminde bir zata bir şair gelerek onu medh etmiş. O da:

"--Sana verilecek bir şeyim yok. Git beni kadıya dava et, benden on bin akça alacağın olduğunu bildir! Kadı beni mahkemeye celb eder, ben de borcu kabul ederim. Fakat parayı vermeyince, beni hapse koyarlar. O zaman benim ehl ü ıyâlim bu parayı sana vererek kurtarırlar." demiş.

İmâm-ı Şafii RA Hazretleri, San'a ile Mekke arasında giderken, Mekke'ye yakın bir yerde çadır kurub, yanındaki onbin dinarının hepsini öğleye kadar dağıtmış. Halbuki, bunu kendisine bir bahçe alması için vermişlerdi.

208

İhtiyacı olduğu halde, tok gözlülük ederek insanların ellerindekine göz dikmemek, mevcut parasını dağıtmaktan daha efdal olduğu bildirilmiştir. Çünkü, cömertlik yalnız varlıkta vermek değil, yoklukta iken de vermektir ve bunun daha efdal olduğu bilinen bir hakîkattır. (Câmiül-Usûl, s. 126)

Fakirlik halinde insana lâyık olan kanaattir. Varlık halinde de lâyık olan cömertlik ve hayırlar işlemek ve daha yüksek olarak, kendi muhtaç olduğu halde kardeşlerinin ihtiyaçları için fedâ-yı can ve mal etmek ve hasislikten, cimrilikten son derece uzak kalmaktır. Zîrâ cömertlik, enbiyâların ahlâkı olmakla beraber, kurtuluş esaslarından biridisidir. Cömertlik cennette bir ağaç olup dalları dünyaya yayılmıştır. Her kim dallardan birisine yapışırsa onu cennete götürür.

Bu din, Allah-u Teàlâ'nın razı olduğu bir dindir. Buna yakışan ise cömertlik ve güzel ahlâktır. Gücünüz yettiği kadar bu iki şeyle dininize ikram ediniz ve zînetlendiriniz. Cenâb-ı Hak bütün velîlerini ancak cömertlik ve güzel ahlâklarla cibilliyetlendirmiştir.

209

Amellerin en efdalının sabır ile cömertlik olduğu da ayrıca beyan edilmiştir. Cenâb-ı Hakk'ın iki huyu sevdiği, iki huya da buğz ettiği bildirilmiştir. Sevdikleri huylar, güzel ahlâkla cömertlik; buğz ettikleri ise, kötü ahlâkla hasisliktir.

Allah-u Teàlâ bir kuluna hayır murad ederse onu, insanların ihtiyaçlarını görmeye memur eder. Cennete girmeye sebep olacak amellere delâletini isteyenlere, Efendimiz SAS Hazretleri:

"--Bol bol selâmı açıklayın, güler yüzle konuşun ve yemek yedirin!" diye buyurmuşlardır.

Cömertlerin kusur ve hatalarıyla ilgilenmeyiniz. Çünkü onlar kusur yaptıkça Allah-u Teàlâ onların ellerinden tutar. Yâni affedilmelerine vesileler kılar. Yemek yedirenlerin rızıkları ve kısmetleri, deve hörgücüne vurulan bıçaktan daha çabuk gelir, ulaşır.

Allah-u Teàlâ, yemek yedirenlerle, melâikelerine iftihar eder. Kendisi cömert olduğundan, cömertleri ve güzel ahlâkları sever. Sözlerin âdîsini hoş görmez.

Rasûl-ü Ekrem SAS Efendimiz, İslâm üzerine kendisinden ne istenirse onu muhakkak verirdi. Hattâ bir kere bir adama, iki dağ arasındaki bütün koyunları vermiştir. Adam kavmine varmış:

210

"--Ey kavmim hemen müslüman olun! Muhammed SAS Hazretleri, fakirlikten korkmayan insanlar gibi ihsan etmektedir." demiştir.

Allah-u Teàlâ Hazretleri, kullarının faydalanması için bazı kullarını memur etmiştir. "Menfaatlere hasislik eden kimselerden memuriyetlerini alıp başkasına verin!" buyrulmuştur. Yâni, "Kulların menfaatine yaramayan hasislerin elinden servetini alıp, başkasına verin!" demektir. Cömertlerin yemeği derdlere deva, bahillerin yemeği de dertlere sebep olur.

İsâ Aleyhisselâm:

"--Ateşin yiyemeyeceği şeyleri çoğaltınız!" buyurmuştur.

"--O nedir?" diye sormuşlar.

"--Ma'ruftur; yâni, hayırlar, ikramlar, ihsanlardır." demiştir.

Cennet cömertlerin yeridir. Cahilin cömerdi bile, hasis olan alimden iyidir. Efendimiz SAS Hazretleri:

"--Ümmetimin evliyâları, cennete fazla oruçlarıyla ve fazla namazlarıyla değil; belki nefislerindeki cömertlik, içlerinin temizliği ve müslümanlara nasihatlariyle girerler."

İkram ve ihsanlarını kullardan esirgemeyen insanlara, Allah'ın rahmeti öyle erişir ki, çorak yerlere düşen yağmurlarla nasıl oralar hayat bulursa, bunlar da öyle bir hayata kavuşurlar. Her ma'ruf bir sadakadır. İnsanının nefsine ve ehline olan infakı da sadakadır. Irz, namus ve şerefin muhafaza ve müdafaası için verilen şeyler de sadakadır.

211

Kişinin infak ettiği sadakaların mukàbilinde Allah-u Celle ve A'lâ tarafından kendine karşılığının verileceği bedîhîdir. Bütün hayırlar sadaka olduğu gibi, hayırlara delalet eden de sadakayı veren gibidir.

Mûsâ Aleyhisselâm'a Allah-u Celle ve A'lâ Hazretleri, Samiri'yi cömertliğinden dolayı katl etmemesini emretmiştir.

Hazret-i Ali KV buyurmuşlar ki:

"--Dünya sana ikbal edince, ondan dâimâ infak et ki, tükenmesin. Dünya senden yüz çevirince, yine infak et ki, bu hal devam etmesin!"

Hazret-i Ali'nin oğlu, Hazret-i Hasan RA'e keremden sormuşlar:

"--İstemeden önce hayırları ve iyilikleri işlemek ve mahallinde yemek yedirmek ve isteyince vermekle beraber ona acımaktır."

Yine Hazret-i Hasan'dan bir kimse mektup yazarak bir hacet istemiş. Mübarek, mektubu okumadan uşağına, "İsteklerini verin!" diye emr etmiş.

"--Mektubu okusaydınız da sonra verseydiniz!" diyenlere;

"--Mektubu okuyuncaya kadar onu zillet makamında tutmak istemedim." buyurmuştur.

Yine buyurmuşlar ki:

"--Bir malı isteyene vermek sehàvetten sayılmaz. Asıl sehà, hukuk-u ilâhiyeye riayetle beraber, tâat ehline şükrünü beklemeksizin vermektir."

212

Hasan Basri KS Hazretleri de, sehàdan yâni cömertlikden sorulduğunda:

"--Malını Allah yolunda vermekten ibarettir." demiştir.

Yine israftan sormuşlar:

"--Riyaset sevgisiyle vermektir." demiş.

Ca'fer-i Sadık RA Hazretleri de:

"--Akıldan iyi yardımcı bir mal olmaz; cehilden de, büyük musibet olmaz." buyurmuştur.

Allah-u Celle ve A'lâ Hazretleri:

"--Ben cömerdim, kerimim, bana leîm olanlar yaklaşamazlar!" buyurmuştur.

Leîm, hasis ve soyu bozuk mânâsınadır. Bu hal de küfürdendir. Küfrün yeri ise cehennemdir. Cömertlik ve kerem, imandandır. Ehl-i imanın yeri de cennettir.

Hazret-i Huzeyfe RA; dininde Hak'tan uzaklaşan, maişetinde bilgisi olmayan, akılsız olup bir işe veya sanata muktedir olmayan kimselerin bile cömertlikleri sebebiyle cennete gireceklerini bildirmiştir.

Kays'ın oğlu Ahnef, bir adamın elinde para görmüş:

"--Bu para kimindir?" diye sormuş.

213

Adam:

"--Benimdir." deyince;

Cevaben:

"--Hayır, o senin elinde oldukça senin değildir. Ne zaman infak edersen o zaman senin olur!" demiştir.

Hazret-i Hasan RA, kardeşi Hazret-i Hüseyin RA'a yazdığı bir mektupta, şairlere verdiği paralardan dolayı onu tenkid etmiştir. Kardeşinden aldığı cevapta;

"--Malın hayırlısı, ırz, namus ve şerefin muhafazası için harcanan paradır." denilmektedir.

Uteybe'nin oğlu Süfyan'a:

"--Cömertlik nedir?" diye sormuşlar.

Cevaben:

"--Din kardeşlerine yapılan iyilikler ve mallarıyla yapılan cömertliktir." demiştir.

Ubey Hazretleri, ellibin dirhem mirasa erişmiş. Bunları keselere koyup ihvanlara dağıtmıştı.

"--Niçin böyle yapıyorsun?" diyenlere;

214

"--Ben kardeşlerime baha biçilmeyen cenneti, namazda iken istiyorum da, mal cihetinden onlara hiç bahillik edebilir miyim?" demiştir.

Bazı Sahîlerin Halleri:

Hazret-i Muaviye, Hazret-i Aişe RA Validemiz'e, yüzseksenbin dirhem para hediye göndermiş. Hazret-i Aişe RA validemiz ise, cariyesini çağırıp, bunların hepsini fukara ve muhtaçlara dağıttırmıştır. O gün oruçlu oldukları için, akşam iftarda ekmek ve zeytinden başka bir şey olmayınca cariyesi:

"--O paranın bir dirhemiyle et alsaydık da, iftar etseydik olmaz mıydı?" deyince, buyurmuşlar ki:

"--Önceden söyleseydin öyle yapardık." demiş ve hareketiyle kendisinin aza kanaat ederek, gelen hediyenin hepsini muhtaçlara dağıtmakla örnek bir sehà göstermiştir.

Enes RA'den: Efendimiz SAS Hazretleri'nin, Zübeyr ibn-i Avvam Hazretleri için buyurdukları şu hadis-i şerif şâyân-ı dikkattir. Meali:

"--Yâ Zübeyr! Sen bil ki, muhakkak kulların rızıklarının anahtarı, Arş'ın hizasındadır. Cenâb-ı Hak, her kula infakı nisbetinde rızık verir. Çok verene çok, az verene az ihsan eder. Sen de bunları bilirsin." buyurmuşlardır.

215

Basra alimleri, İbn-i Abbas RA'a gelerek, çok oruç tutan ve gece ibadeti yapan komşularından bir zâtı medh ü senâ etmişler. Bu zat kızını kardeşinin oğluna tezvic etmiş, fakat fakirliğinden dolayı ona verecek bir şeyi olmadığı için üzülüyormuş. Bu sözleri dinleyen İbn-i Abbas RA Hazretleri, bunlara çok para vermek istediği halde demiş ki:

"--Bizim bu àbidi böyle paralarla meşgul etmektense, onun kızının cihazını biz tekeffül ediyoruz. Onun Rabbine olan ibadetine mâni olmak keremden değildir. Biz Allah'ın evliyâlarına hizmet etmekle iftihar ederiz." buyurmuşlardır.

Hazret-i Hasan ve Hüseyin RA ile, Abdullah İbn-i Ca'fer RA birlikte hac dönüşlerinde aç ve susuz kalmışlar. Kendilerine ikramda bulunan bir ihtiyar kadından gördükleri ikrama karşı, yurtlarına vardıklarında, Hazret-i Hasan ve Hüseyin RA biner koyunla, biner de dinar; Hazret-i Abdullah RA da ikibin koyun ve ikibin dinar göndermek sûretiyle ikram ederek, bir öğün yemek ve bir parça suya mukabil, mürüvvetlerinin derecesini göstermişlerdir. Cenâb-ı Hak cümlemizi bunların şefaatlerine nâil eylesin, âmîn.

216

Abdullah ibn-i Amir RA camiden yalnız başına evine dönerken, bir genç yanına sokulmuş. Abdullah RA:

"--Bir hacetin mi var?" diye sormuş.

Genç:

"--Hayır, yalnız sizin iyiliğinizi isterim. Sizi yalnız gördüm de bir zarara düçar olmanızdan korkarak, sizi korumak üzere geldim." demiş.

Abdullah RA gencin elinden tutarak evine götürmüş, kendisine bin dinar ikramda bulunmuş ve bu terbiyesinden dolayı da onu takdir etmiştir.

Arabdan bir kavim, bazı cömertlerin kabirlerini ziyaret etmişler ve orada yatmışlar. Çünkü çok uzaklardan gelmişlerdi. İçlerinden biri, rüyasında kabrin sahibini görmüş ve kendisinin güzel bir devesiyle, gelen misafirin devesini değişmek üzere anlaşmışlar. Bunun üzerine kabir sahibi değiştiği deveyi kesmiş. Tam bu sırada uyanan adam kendi devesinden kanlar aktığını görünce, hemen kesimi tamamlayıp etini taksim etmiş ve pişirip yemişler.

Ertesi gün memleketlerine giderlerken yolda bir adamla karşılaşmışlar. O adam:

"--Sizin içinizde falan adam var mı?" diye sormuş.

Devesi kesilen adam:

217

"--Benim..." diye cevap vermiş.

"--Senin deveni biri kesti mi?" deyince, adam:

"--Evet" demiş.

"--O halde ben onun oğluyum. Bu gece rüyamda babamı gördüm, bana dedi ki: 'Eğer sen benim oğlumsan, benim güzel devemi götür, falan oğlu falana ver!" diye bana tenbih etti. Buyurun devenizi!" demiş.

Buhikayeler garib görülmemelidir. Gönül gözü açık olanlar, bunlardan çok dersler alabilirler.

Zayıf bünyeli bir adam, kendisine verilen paraların çokluğundan dolayı ağırlığını kaldıramayınca ağlamaya başlamış.

"--Niye ağlıyorsun? Yoksa verdiğimizi az mı buldun?" diyenlere cevaben:

"--Hayır, ancak sizin gibi hayır sahiplerini bu toprağın nasıl yiyeceğini düşündüm de, onun için ağlıyorum." demiştir.

Abdullah ibn-i Amir (Rh.A) Ukbe'nin oğlu Hàlid RA'den, doksanbin dirheme evini satın almış. Akşam olunca, komşusu olan Halid'in evinden çoluk çocuklarının, evlerinin satılmasından dolayı ağladıklarını duyunca, derhal hizmetçisini yollamış ve demiş ki:

"--Git onlara bildir ki, verdiğim parayı da, evlerini de tamamıyla onlara bağışladım!" diyerek şerfat ve merhametinin derecesini cihana duyurmuşlardır.

218

Harünür-Reşid (Rh.A) Hazretleri Mâlik ibn-i Enes (Rh.A) Hazretlrine beşyüz dinar vermelerini hazinedarına emretmiş. Hazinedar ise bin dinar vermiş. Harun buna kızmış:

"--Beşyüz dediğim halde, sen niye bin veriyorsun? Halbuki, sen benim memurumsun!" deyince, o zat:

"--Yâ emirel-mü'minîn, benim her günkü kazancım bin dinardır. Ondan daha az vermeğe hayâ ettim de, o sebeple bin dinar verdim." demiş.

Hakîkaten bu zatın hergün bin dinar geliri olduğu halde, kendisine zekât vacib olmayan, tarihin pek az kaydettiği müstesna simalardan bir zât imiş.

Bir kadın bu zattan (El-Leys ibn-i Sa'd Rh.A.) biraz bal istemiş. O da bir tulum bal vermiş.

"--Neden böyle yapıyorsun? Bir miktar versen kâfiydi." diyenlere cevaben:

"--O ihtiyacı kadar istedi. Bize lâyık olan da kerem ehli olmaktır." demiş.

Bu zat hergün üçyüzaltmış miskine tasadduk etmedikçe konuşmazmış. (İhyâül-Ulûm, c. 3, s. 217)

Kays ibn-i Sa'd RA hasta olmuş, fakat ziyaretçileri gelmediğinden üzülmüş. Üzüntüsünün sebebini bilenler onu teselli için:

"--Sana borçlarından dolayı utandıkları için gelmiyorlar" demişler.

219

Cevaben:

"--Allah-u Teàlâ, ihvanlarımın ziyaretime gelmesine mâni olan malı yok etsin!" demiş ve hemen bir dellal çıkararak:

"--Kays İbn-i Sa'd, kimde alacağı varsa helâl etmiştir. Alâkalılar bilsinler!" diye ilan etmiştir.

İşte bu devir, cömertlik sahasında örnek teşkil edecek bir çok misallerle doludur.

Ebû İshak (Rh.A) diyor ki: Ben Kûfe'de, Eşas'ın mescidinde sabah namazını kıldım. Bir zat benim önüme bir kumaş kaftanla, bir çift papuç bıraktı. Ben adama buralı olmadığımı söyledim. Fakat o adam bana:

"--Caminin sahibi akşam Mekke'den geldi. Camisinde sabah namazı kılanlara, kim olursa olsun, bu hediyelerin verilmesini emretti." dedi.

İşte bu da cömertliğin bir başka örneği.

Mekke'de mücavir olan İmam-ı Şafii RA Hazretleri'nden işitilmiştir ki: Mısır'da fukaranının hizmetine amade, ma'ruf bir zat varmış. Fakir bir adamın bir çocuğu dünyaya gelmiş. Fakat hiçbir şeyleri olmadığından ve kimseden de yardım görmediklerinden bu zata gitmişler. Halbuki o da o tarihte rahmet-i Rahman'a kavuştuğundan mezarına gitmişler. Hallerini arz etmişler.

220
221 ilâ 240. sayfalar