Bak, İbrahim Edhem KS adlı bir veli vardır ki, bu zat Horasan ilinde bir padişah iken, izzetin padişahlıkta değil, belki tâatte olduğunu anlamış, o canım sarayını ve saltanatını terk edip, kendisini irşad edici birini, bir veliyi aramak üzere memleketini terk ederek Arabistan çöllerine düşmüştür. O terkine mukàbil adı dillere destan bir velî olmuştur. Öyle padişah olarak kalsaydı bugün çoktan unutulmuş gitmişti.
İster unutulsun; ister unutulmasın da ismi tarihlere altın yazıyla yazılsın, mezarı da altından yapılsın, ne çıkar, Allah-u Teàlâ'nın sevmediği bir kul olduktan sonra... İşte Mısır'da da, ne firavunlar yatmaktadır; fakat yerleri hiç şüphesiz cehennemin ta dibi... Öyleyse o muvakkat saltanat ve saadet artık neye yarar?
İzzet'e dair hükümleri hâvî olan hadis-i şerifin ikinci kısmında:
"--Ben hakîkî ilmi aç kimselere nasib kıldım, halbuki insanlar onu toklukta arıyorlar; bulmalarına imkân yoktur." buyuruluyor.
Aya gitmek, göklerde uçmak, füzeler yapmak ve çeşitli teknik icadlar da birer ilme vâbestedir. Fakat din ve ahiret için matlub olan ilim, bu ilim değildir. Bunlara dünya ilmi, ilm-i zàhir, ilm-i mâaş derler. Cenab-ı Hakk'ın yarattığı bütün mahlûklar, hatta o ufacık, gözle görünmeyen mikroplar bile hayatlarının idamesi için çalışırlar; vücutlarımızı hiç acımadan tahrib ederler, hatta ölümümüze bile sebep olurlar. Bunlar gibi, tok insanın da kafası, ancak dünya işlerine çalışır, bu alemin arkasında olan ahireti ve Hak rızasını düşünemez.
İşte bak bütün zenginler ekseriyetle faizden korkmaz ve kaçmazlar. Üstelik bir de, "Onsuz bugün ticaret olmaz, mümkün değildir." derler. Böylece belki İslâmiyet'ten bile çıkarlar da, haberleri bile olmaz. İşte bu, tokluğun verdiği bir afettir. Böyleleri açlığa tahammülü ve kanaate yüzü olmadığından, büyük günahların altında ibadet ve taatten de bir lezzet almadan bir gün Azrail Aleyhisselâm'ın pençesine düşer giderler vesselâm.
Hadis-i şerifin üçüncü kısmında ise, Cenab-ı Hak:
"--Ben kalbin cilâsını, parlaklığını, sabahın seherinde, gecenin uykusuzluğunda ve gece ibadetlerinde kıldığım halde; insanlar o gönül cilâsını, gönül uyanıklığını, Hak aşıklığını uykuda aramaktadırlar. O takdirde nasıl bulabilirler?" buyurmaktadır.
Heyhat ne mümkün! Aziz kardeş, mutlaka iyi bil ki, insanlık bu gönül uyanıklığına bağlıdır. Karnı tok, merhametten uzak, bir sürü emellerin peşinde dolaşan; yalan, hile ve faizlerle halka zararlı olan kimselerin gönülleri nasıl cilâlanır? Geceleri uyumasalar bile, işleri ya günah veya zevk u safâ ardında koşmaktır. Kâr, hesap-kitap peşinde, ne namaz, ne cemaat var; ezan seslerini işitir fakat, çok kere gururu onu camiye çıkarmaz. Bazan, camiyi beğenmez, pistir der. Bazan da imam veya müezzini beğenmez, çünkü onlar, ona nazaran seviyesiz kimselerdir. Allah bu gibilerin şerlerinden ümmet-i Muhammed'i kurtarsın...
Elbet bir gün canı ve malı elinden gidince, kimin seviyeli, kimin seviyesiz olduğu meydana çıkacaktır. Yine, teneşir tahtasında ve musallâ taşında, o beğenmediklerinin eline düşecektir. Fakat ne yazık ki, ibret alan yok, vesselâm.
Hadis-i şerifin dördüncü kısmı da şöyledir:
"--Ben hikmeti sükûta koydum, halbuki insanlar onu çok konuşmada arıyorlar. Çok konuşma ile beraber hikmet nasıl bulunur?"
Hikmet, öyle bir devlettir ki, işlerinde, hallerinde, sözlerinde isabetli hareket edip, eşyanın hakikatlerine muttalî olmaktır. Hikmet, ilim, zekâ, fehim, idrak gibi, bütün hasletlerin aslı olup, diğer ilimler fer'idir. İşte bu ilim, çok konuşan kimselerden umulmaz. Hak ile ünsiyet yerine, onun mahlûku olan insanlarla ünsiyet eden kimselerde bulunmaz. Allah-u Teàlâ'nın sevgisi, dünya sevgisiyle bir arada bulunmaz.
Öyle ise sen, ilim ile ameli açlıkta, kalbin cilâsını gece uykusuzluğunda, hikmeti sükûtta, Allah'la (CC) ünsiyeti ve ona mülâkî olmayı halvette ve uzlette, onun sevgisini ve rızasını da, terk-i dünyada bulabilirsin. Dünyayı ancak ahiretin bir geçidi olarak görür ve bilirsen, onun sevgi ve rızasını kazanabilirsin.
Terk-i dünya demek, dünyayı bırakıp gitmek demek olmadığını herkes bilir. Bu dünyada bulundukça, yeme, içme, giyinme ve barınma ihtiyaçlarımız zaruridir. Bunların tedariki de, elbette çalışmaya bağlıdır. Yalnız bütün bunlara rağmen, insan Mevlâsını unutmasın ve onun emirlerinden dışarı çıkmasın. O zaman dünya o kimseye hiç bir zarar vermez. Kul, ahiretini burada kazanacağına göre, dünya onun için bir nîmet olmuş olur.
İki cihan serveri, başlarımızın tâcı, Allah'ın sevgilisi, dostu, Peygamber SAS Efendimiz, yemek hususunda bizleri irşad ederek buyururlar ki:
"--Ademoğlu, karnından daha şerli bir kab doldurmamıştır."
Bu irşada göre, ona bir kaç lokma yeter ki, vücuduna kuvvet ve kıvam ola. İmdi herkim şehvetle yemeğe müptelâ olup karnını doldurmak isterse, bari midesinin üçtebirini yemeğe, üçtebirini içmeye, yani suyuna ayırsın. Geri kalan üçtebiri de nefesi için kalsın.
Tok iken yemek hem marazdır (derttir), hem de mezmumdur. Hırs ile yiyenin kalbi katıdır, hikmet ve ilimden de mahrumdur. Hak Teàlâ'nın velîsi olanlar, açlık ve susuzluğa tahammül ve sabredenlerdir. Bunları inciten şakî olur, yerleri de ateştir. Kim onlara hor bakıp incitirse, Azizün züntikàm olan Allah-u Teàlâ Hazretleri onlara çeşitli hastalıklar verip, bütün aleme rüsvay eder ve hayatını, yaşayışını haram eder.
Kimin ki kalbi yumuşak, karnı aç, gönlü Hakk'ı gözetici ve dili zikredicidir, onun, Allah'ın sevgili ve yakın kullarından olduğunda şüphe yoktur. Muhakkak ki şeytan, ademoğlunun damarlarında kan gibi akmaktadır. Bunun önüne geçmek için, yolların açlık ve susuzlukla daraltılması gerekmektedir. Bu da ancak Allah dostlarının işidir.
Açlıkları uzun olan kimseler, ind-i ilâhîde, dereceleri en yüksek olanınızdır. Muhakkak sizin en gazaba uğrayanınız, çok yiyenlerle, çok uyuyanlar ve tenbellerinizdir. Kimin karnı aç olur, kalbinde nur-u ma'rifet parlar. Açlığa tahammül edenlerin, içlerinden hikmet kaynar, bedenleri sıhhat ve afiyet üzere olur.
Hak Teàlâ'ya halkın en yakını, ahlâkı en güzel olanıdır; iman ve İslâm üzere olmak şartıyla... Karnı aç, yüreği susuz olanların kalbleri mahzun olur. Hak Teàlâ kullarını doyurur, lâkin evliyasını aç ve susuz eyler. Nefsinizi aç ediniz, tâ ki kalbiniz nur-u irfan dolsun. Böylece kalbiniz hikmet menbaı ola ki, yer ve gök ehli sizinle ferah bula...
Hazret-i Ömer RA, günde bir kere taam yerdi ve onbir lokma ile iktifâ ederlerdi.
Oburluğa düşmeyin ve aç gözlü olmayın ki, deveyi yardan aşağı uçuran bir tutam ottur.
Nazım:
Habîbullah mübarek karnına taş bağladı yâni,
Taam isterse batnın ver ana taş, verme sen nânı!
Şikomperver ki, pür-hâk eylemiş divâr-i a'zâsın,
O kalmış hàne-i muzlimde görmez şems-i tâbâni.
Şikâyet eyleyen üç günlük açlıktan, değil àrif,
O nâdân kâr ü kesb etsin ki, yoktur Hakk'a tüklânı.
Desen açlıkta var za'f, ol keseldir mâni-i tâat,
Deriz açlıktadır üns-ü Hak, oldur kt-ı rûhânî.
Taàm-ı Hak'tır, açlık onu mahsûs-u havâs etmiş,
Bulur cû' ehli vecd ü hâl ü zevk u cezb-i Hakkànî.
Bulan açlıkta bulumuştur, fenâdan devlet-i fakrı;
Duyan açlıkta duymuştur, rumûz-u sırr-ı Sübhàn'ı.
Gören açlıkta görmüştür, eğer aşkı eğer ravhı;
Alan açlıktan almıştır, künûz-u nefs-i insânı.
Eren açlıktan ermiştir, huzur-u Hazret-i Hakk'a;
Bilen açlıkta bilmiştir, ulûm-u bahr-i irfânı.
Kamu açlıktadır devlet, saadet, izzet ü lezzet;
Bulur cû' ehli ilm ü hilm, olur ahlhak,ı Rabbânî.
Zaif et nefsi, tâ kim kuvvet-i kudsî bula rûhun;
Hayât-ı candır açlık, hem memât-ı nefs-i şehvânî.
Gel ey Hakkı bu ehl ü nevmi koy, fakr u fenâ iste!
Ki, viran olsa ten köşkü, bulursun genc-i pinhânı.
TOKLUĞUN AFETLERİ VE AÇLIĞIN KERAMETLERİ
Ey azîz! Ehlullah demişler ki:
"Her kim yemek ve içmekten başka nîmet bilmiyorsa, onun ilmi az, aynı zamanda azabı çoktur."
Tokluk zekâyı mahveder. Midenin doluluğu hikmeti ifsad eder. Tokluk bütün dertlerin başıdır. Açlık da şifaların en iyisi ve en menfaatlisidir.
Tokluğa devam, çeşitli ağrı ve sızılara sebeptir. Az yemekte az hastalık vardır. Çok yemek hastalıkları mucibdir. Korkulu rüyalar görmeye ve ihtilâm olmaya sebep ou. Tokluğa devam, yâni çok eme hastalıkları tahrik eder, hikmetleri söndürür. Çok yemek kalbe kasâvet ve cesede illet getirir.
Hak Teàlâ bir kuluna inâyet ve ikram eylese, onun karnını taamdan, fercini (namusunu) de haramdan pâk eder. Hak Teàlâ kime ki ikram eder, ona az yemek, az uyumak ve az konuşmak ilham eder. Kim ki açlığın kıymet ve hikmetini bilmez (gerek oruçla, gerek riyazetle), safâ-yı fikri bulamaz.
Çok yemek insana hem maddî hem de mânevî zarardır. Çok uyku da insana keder verir Her kimin ki taamı az olur, onun elemi az olur, sıhhati de uzun olur. Mide olgunluğu ile sıhhat bir arada cem olmaz. İnsanın canı birçok çeşitli yemekleri ister ve hazırlar. Halbuki bunlar hastalıkları celb eder, sıhhati bozar.
Açlık enbiyâların yolu ve velîler makamıdır Açlık deniz gibidir ve zekâ kaynağıdır. Açlık ruhların da, bedenin de rahatıdır ve vücudu teşrihtir, yâni iyi anlamaktır.
Açlık dertlerin devasıdır ve akılların cilâsıdır. Açlık ruhun istediği bir gıdadır ve yaralı kalblere devâdır. Sıhhat açlık ağacının meyvasıdır; zîneti safvet ve iffettir. Açlık asil bir ihsandır ve vuslat-ı ilâhiyeye bir binektir. Açlık dertleri nefy eder, giderir, şifaların en kuvvetlisidir.
Açlık evliyâ-i kirâmın zînetidir ve düşmanlara azabdır. Açlık tasfiye-i ruhtur, ruhu pâk ve sàfî kılmaktır, gayb mütâlâasına sebeptir. Açlık vücuttaki kötü fikirleri kahreder ve nefsin hevâ ve hevesini, fenâ ve kötü arzularını öldürür; gönle hayat ve safha verir, ilmin inceliklerine ve dirinliklerine nüfûza sebeptir.
Açlık dünya talipleri için duraklamadır. Zâhid için açlık pür-hikmettir. Àrifler için açlık safvettir. Allah dostları için kurbettir. Açlık hakka vuslat için taharettir, temizliktir. Açlık nefislere zillet, kalblere rikkat verir. Semâvî ilimlerin ıttılâına dikkat verir.
Àrifin nûr-u hikmeti, açlık acılarını ve ızdırabını birçok günler söndürür ve bir şey yiyeceği vakit beş on lokma ile ve hazır olanla iktifâ eder.
Vesveseler şeytanın tohumudur. Ektiği yer ise tok ve dolu midelerdir. Kim ki Allah için bir gün aç kalır veya oruç tutar; onun kalbinde hikmetten başka bir kapı açılır. Açlık ilim ve zekâyı îras eder; tokluk ise cehil ve zulmet getirir. En güzel taam açlıktır; nefis sahipleri ise bundan çok korkar ve feryâd ederler.
Açlık Hazret-i Allah'ın ziyafetidir. Tokluk ise, akıl ve zekânın yokluğuna alâmettir. Kim ki nefs-i hayvânîsini açlıkla keserse, buna mukàbil nûr-u ma'rifetle hayât-ı kalbi satın alır ve kâr eder, kazanır.
Bend eden dehânı,
Seyr eder cihânı.
Yâni her kim ağzını kaparsa, cihanı seyr etmeğe istîdat kazanır.
O lokma ki, lezzetinden buldun zevki,
Keşki bulsa onu düşman halkı.
Yâni lezzetli yemeklere iltifat, Hak yolcusuna yakışır bir şey değildir. Onun için bu söz, bu gibi dünyaya meyli olanların zevk aldığı lezzetli yemekleri, dünyaperest düşmanlara lâyık görmektedir.
Kim ki karnını dolduruncaya kadar yer, o ancak hayvana benzer. Yâni hayvan doyduğunu bilmez, mütemâdiyen yer; böyle doyuncaya kadar yemek ehlullaha yakışmaz. Yukarıda dediği gibi açlığını giderecek kadar bir şeyle iktifâ eder.
Açlık yeryüzünde Hazret-i Hakk'ın kullarına lütfudur. Zîrâ onunla hem sıhhatlerini korurlar, hem de ibadete bol vakit bulurlar. Velîlerin karınları bu açlıkla doyar, yâni az yemekle doyar. Çünkü karınlar insanın bayşlıca düşmanıdır. İnsan onun keyfi için ne kadar yorulur ve zahmetlere katlanır.
Àriflerin yemesi, hemen ihtiyaçlmarı kadardır. Uykuları da öyle; ancak uyku galebe ettiği zaman biraz uyurlar, o kadar. Zîrâ ömürlerini uyku ve yemekle geçirmek akıl işi değildir. O gàfil kişi ise, ne kadar yerse yine hep inkârdadır. Hemen hersaat durmadan yemek ister.
İlim ve hikmet ancak açlıkla bulunur; cehil ve ma'sıyet de tokluktadır. Açlıkta olan zevki eğer yeryüzünün hükümdarları bilseler, muhakkak saltanatlarını terkederlerdi. Açlık ancak havâss-ı evliyâya mahsus bir ziyâfet-i ilâhîdir vesselâm.
Nazım
Geldi Ramazan ayı, ey yâr-i kamer-simâ,
Ol sàim ü az uyu, tâ kalbin ola binâ.
Hàlî ol u hàlî ol, nây ol leb-i nâyı bul,
Ney misli deminden dol, nûş et şeker ü helvâ.
Bu nehr-i şikemden gil, nezh olmalıdır her yıl,
Tâ ayn-ı hayât-ı dil, ten arzı ede ihyâ.
Savm ile ten ü cânı, pâk eyle yeme nânı,
Dolsun mey-i rûhânî, tâ mest ola her eczâ.
Bu demleri gûş eyle, meydir bunu nûş eyle,
Seller gibi cûş eyle, tâ kalbin ola deryâ.
Cû' oldu taâmullah, kt-ı dil-i hir âgâh,
Vermiş o kuluna şâh, kim aşk iledir şeydâ.
Hakkı dün ü gün dâim, ol kàim ü hem sàim,
Dol aşk ile ol hâim, koy sûreti bul ma'nâ.
TOKLUĞUN ZARARI, AÇLIĞIN FAYDALARI
Ey azîz! Ehlullah demişler ki:
Üç şey vardır ki, kalbe kasvet verir: Çok yemek, çok uyku ve çok söz.
Karınlar tok olunca, insâniyetteki rûhâniyet ölür. Ne zaman ki karınlar acıkır, o zaman rûhâniyet bedene rücû eder. Bedenin sıhhati az yemektir; ruhun sıhhati de az uykudur. Kim ki tok olur, midesini doldurursa, ondan akıl gider, bir daha dönmez. Az yemek uykunun azlığına, az uyku da az konuşmaya sebep olur.
Tokluk hastalıkları celbeder. Bâhusus rûhî hastalıklar ekseriyetle çok yemekten ileri gelir. Tokluk bütün hastalıkların başıdır. Açlık da bütün şifâların başıdır. Bütün vesvese ve evhamlar, belki de bütün nefsânî ateşler açlıkla söner. Nefsi aç olanın, vesvesesi yok olur. Hattâ deliler bile aç bırakıldığı zaman, delilikleri gidip akıllı olurlar.
Açlık ibret tarlasıdır ve hikmet kaynağıdır; ruhların kemâli, muhabbetin de anahtarıdır. Aynı zamanda ma'rifet kandilidir, hakîkat yoludur. Nefis feryâd ü figan eden bir marîza benzer; onun şifası açlıktır Tokluk ile gönülden hikmet gider. Açlık ile her ilim hasıl olur. Açlık gönüllerin safâsı, müttakîlerin yoludur.
Beyit
Acıkmak kim vücûduna safâdır,
Şiâr-ı evliyâ ve asfiyâdır.
Takàzâ-yı taâm olmaz velîde,
Velînin ktu çün zikr-i Hudâdır.
Açlık bütün ahlâk-ı hamîdelerin başıdır, kaynağıdır. tokluk ise, bil'akis bütün ahlâk-ı zemîmelerin menbaıdır. Karın aç olunca, bütün a'zâlar tok; karın tok olsa bütün a'zâlar aç olurlar. Açlık nefse zindendir, kalbe ise gülistandır. Toklarda vesveseler yetip yetişir ve sabit olur. Açlıkta olan vesveseler ise hem âtıl ve hem de bâtıl olur.
Kimin ki karnı aç olur; onun kalbi iki alemden geçip Mevlâ'ya huzur bulur. Açlı kabi hikmetle doldurur, tokluk da kalbi sağır ve dilsiz yapar. Açlık bedende hiffet (hafiflik) ve iffet, gözde ibret, gönülde hikmettir. Kalbin cilâsı iki şeye vâbestedir: Biri açlık, biri de gece uykusuzluğunda yapılan ibâdet, tâat ve dualardır.
Ekmek, yemek bedenin gıdasıdır; açlık da gönlün gıdasıdır. Bir şeyhin müridi birkaç gün aç kalıp şeyhinden ekmek istemiş. Şeyh efendi ona Allah zikrini tavsiye etmiş. Üç gün sonra derviş yine dayanamamış, tekrar ekmek istemiş. Şeyh efendi de bu defa ona, "Hayyü lâ yemût" zikrini tavsiye etmiş. Dördüncü gün derviş, zâkir ve sàim bir cezbe-i Hak ile iftar edip, berhudâr olmuştur; can ve gönül gıdasını almıştır. Devlet ve ma'rifet-i ilâhîye erişmiştir. Eczâ-yı vücûdu, şarâb-ı aşk-ı ilâhî ile dolup, meczûb-u ilâhî olmuştur.
İbrâhim Hakkı Hazretleri'nin, tokluğun zararları ve açlığın faydaları hakkında uzun uzadıya söyledikleri sözler, şüphesiz hep ma'kul ve memduhtur. İnsan başına musîbetler gelip de, doktorların eline düşünce, bu sözlerin ve nasihatlerin ne kadar doğru olduğunu anlar. Fakat iş işten çoktan geçmiştir. En iyisi büyüklerin nasihatlerine kulak verip, îtidal üzere harekete etmektir. Bu sûretle hem sıhhatini korumuş olur ve hem de asıl mühim ve lâzım olan ruhunu ve gönlünü öldürmemiş olur. Zâten gönül öldükten sonra, cismin ve hayatın hiçbir kıymeti kalmaz.
Onun için, merhum kitabında az yemenin faydalarını yazarken, İsâ Aleyhisselâm'ın bir buyruğunu da yazmıştır. Şöyle ki:
"--Sizler karnınızı aç tutunuz, ola ki kalbinizle Rabbinizi göresiniz!" buyurmuştur.
Hadis-i şerifte de:
"--İnsan karnından daha zararlı ve şerli bir kap doldurmamıştır." buyrulmuştur.
Zîrâ buradan alınan gıdalarla, vücut her cihetten kesb-i kuvvet eder. Kendisi şişmanlar, kilosu artar, vücudun muvâzenesi bozulur. Bununla da kalmaz, kendisine bir azamet ve büyüklük gelir; kendisinden zayıflara, belki de emsallerine kafa tutmaya başlar. Çalımı değişir, döğüşten, kavgadan çekinmez, etrafındakilere zararlı olmağa başlar.
Tabii, bu kadarla da kalmaz, bu sefer şehvetinin de esiri olur. Artık hakkından gelinmez, tam bir haylaz olur. Şimdi insanlık nerede kaldı?.. Halbuki bu yemeklere ve zevklere iptilâ, insanın mertebe-i nebâtiyesidir. Şehvetlere iptilâsı da mertebe-i hayvâniyesidir. İnsan bu iki mertebeyi geçmedikçe insan olamaz.
Bu iki kuvvetin elinde esir olan kimsenin, hayvanlar mertebesinde ve belki de daha aşağı olduğu bir ayet-i celîlede beyan buyrulmuştur. (El-A'râf: 179)
Elbette hiçbir akıllıya yakışmaz ki, insana lâyık olan melekiyet sıfatını böyle âdî bir duruma düşürsün... Onun için o nefis denen zalimin elinden kurtulup, matlûb ve maksud olan kemâlât-ı insâniyeyi elde etmek için, muhakkak àrifler yoluna sülûk edip, tasfiye-i kalb ile ruhunu cilâlandırıp, kâmil bir ahlâka sahib olarak kemâlât-ı ihsâniyeyi elde etmek ve bu vesîle ile hem dünyasını hem de ahiretini ma'mur ettiği gibi, beşeriyete de faydalı bir insan olmak lâzımdır.
Nebâtî ve hayvânî mertebeleri aşarak kâmil ve olgun bir insan olabilmek için az yemenin şart-ı a'zam bir rükün olduğunu unutmamak gerekir. Yemek, içmek ve zevk ü safâ ile geçirilen ömürlerde ise, ne insanlık ve ne de matlûb olan kemâl elde edilebilir.
Bunun için İbrâhim Hakkı Hazretleri:
"--Bir insan ki kâmil, àrif ve gönül sahibi olmak ister; ona günde 150 gramdan 300 grama kadar gıda gerekir. Ekmeği, suyu, meyvası vs. hepsi bunun içinde olmalıdır. Evvelâ 300 gramda başlayıp, tedricen günde birkaç gram eksilterek 150 grama indirmelidir." der.
Belki ilk bakışta, bu bize biraz garip gelirse de, herhalde uzun tecrübelere dayanan bu hesap, pek yerinde olsa gerektir.
Bir vakitler Şam-ı Şerif'i ziyaret esnasında, beldenin şeyhülislâmı olan müftî-yi âm dedikleri zât bizi yemeğe davet etmişti. Sohbet esnâsında, kendisinin çok müşkül bir hastalığa tutulduğunu, bir türlü tedavi olamadığını, nihayet bir Rus doktorunun eserini okuyup, onun tavsiyesine uyarak kırk gün ılık maden suyuyla, biraz da meyva suyundan başka bir şey yeyip içmediği bir rejimi tatbike kalktığını anlattı. Neticede tam 27 gün sonra hastalıktan eser kalmadığını söyledi. Sofrada hizmet eden 20 yaşlarındaki torununun da bu perhize on gündür devam ettiğini anlatmıştı.
Buna benzer birçok misaller hepinizin ma'lûmudur. Açlıkta hem vücuda, hem de ruha şifa vardır Cesedi besleyip ruhu öldürmek, şüphesiz akıllı insanların kârı değildir. Bu sözler hem ilme ve hem de tecrübelere dayanmaktadır. "Tecrübe edilmiş şeyleri tekrar tecrübeye kalkmak, ahmaklıktır." derler.
Bu açlık devresi, tâ ölünceye kadar devam edecek demek değildir Muvakkat bir zaman nefsin ıslah ve terbiyesi içindir. Nefis kemhale eriştikten sonra, bu açlığa lüzum yoksa da, yine ipin ucunu bırakmağa gelmez. Zîrâ nefse pek emniyet edilemez. Perşembe, pazartesi oruçlarını, Arabî ayların 13, 14, 15. eyyâm-ı biyz denilen günlerini ve üçaylare tutmak suretiyle nefsin dizginlerini dâimâ elde bulundurmak lâzımdır. Azgın bir atın gemini bırakıvermek ne kadar tehlikeli ise, nefsi de kendi haline bırakmak o kadar, hattâ daha fazla tehlikelidir. Açlığa sabır, sabr-ı cemîldir.
Nazım
Her lâhza ol vahy-i a'lâ, ervâha eyler hoş nidâ,
Derd olma hâki etme câ, pâk ol, gel et azm-i semâ.
Her cân ki ol tenbel olur, çün derd-i hum ka'rın bulur,
A'lâ-yı humâ hoş gelir, ger bulsa kedretten safâ.
Olmazsa tende hâk-i nân, sàfî olur bu âb-ı cân,
Esrâr olur kalbe ayân, bulur kamu derdin devâ.
Cânın çü, şûledir hemân, nûrundan ekserdir duhân,
Dûd içre nûr olmuş nihân, dil hànesi bulmaz ziyâ.
Az olsa ger bu dûd-ı nân, kalbin bulur nûru ayân,
Rûşen olur hoş bîgümân, hem bu serâ hem ol serâ.
Seyr et mükedder olsa mâ, ne su görünür ne semâ,
Pinhân olur şems-i duhâ, gaym u duman olsa havâ.
Şu beyitler ne kadar canlıdır Cenâb-ı Hak hemen bizim gönüllerimizi uyandırsın da, şu dünya ile ahireti iyi bilmeyi bizlere nasîb eylesin... Zîrâ bu insanoğlu öyle bir ekmel tarzda yaratılmış iken, her an Cenâb-ı Hak'tan gelecek ilhamları almaya kabiliyetli ve müsteid olduğu halde, bunu zâyî etmesi kadar acı bir şey yoktur.
Hakk'ın kuluna verdiği o gönül aynasıyla her iki alemi de görmesi ve seyri mümkün iken, insanoğlunun onu çamura atması ve paslandırması hiç revâ mıdır?.. Onu her gün beş vakit ibadet ve tâatle cilâlandırmak yerine tenbellik edip, ibadet ve tâatten geri kalınca elbette bu ayna kararıp bozulacaktır. İşte buna meydan vermemek için hem ibadete devam edilir, hem de riyâzetlere; tâ ki bu ayna eski haline gelip parlasın.
Herkes bilir ki, su bulanık olduğu zaman ne dibi görülür, ne de semâ, gök görülür. Yine ma'lûmdur ki, hava bulutlu olunca ne güneş, ne ay ve ne de yıldızlar görünür. Bizim günahlarımız tıpkı bunun gibi; ya su çok bulanık veya hava çok bulutlu ki, güneşi görmek mümkün olamıyor. Ya o bulutlar çekilmezse, vay halimize!..
Onun için, açık, temiz ve güneşli bir hava, temiz ve berrak bir su istiyorsak, muhakkak tevbe edip Hakk'a dönmek, onun hem emirlerine hürmet ve riayet, hem de ekmek ve yemeği bir müddet azaltarak riyazetle o pislenen suyu temizlemek; hem de üzerimize çöken mânevî zulmet bulutlarını gidermeye çalışmak, elbette ilk vazifelerimizden birisidir.
Bak, zengin çocuklarının içinde yüksek tahsil yapanlar pek azdır. Ekseriyetle muvaffakıyet kazananlar fakir çocuklarıdır. Bir de at koşuları vardır burada koşacak hayvanları bile, önce riyâzete çekip yemlerini ve sularını keserler. Zîrâ işkembesi dolu ve tok olan hayvanın koşuda muvaffak olamayacağını erbâbı iyi bilir. Cahil olan bir kimse, onu koşuyu kazansın diye çok yedirir, içirirse, herkese gülünç olur. Atının kıymeti hemen düşer.
Öyle ise ey aziz ve sevgili kardeşim! Bu dünyaya bu kadar bel bağlayıp dünya ve ahiretini zâyî etme! Yine bak, insanın bir tahsil devresi var; tam gençliğin en kıymetli zamanı, lâkin istikbâlimi temin edeceğim diye nice seneler ne ızdırablar çekilir. Gece gündüz mütemâdiyen çalışmak; sabah git, akşam gel... Evde de rahat yok, hemen kütüphanenin başına geçip çalışmak lâzımdır. Eğer çalışmazsa, imtihanlarda muvaffak olması ne mümkün?..
İşte ahiret de böyle kardeşim! Bu dünya evinde dinine hizmet etmeyenler, ahiret selâmetini bulamazlar. Öyleyse sen gel, söz dinle; inatlıktan bir şey çıkmaz, tenbellik de bir fayda vermez. Yemeni, içmeni biraz kıs ve ibadete devam et! Peygamberimiz SAS Hazretleri'nin yolundan da ayrılma!..
Bugün bizim camimizde saçlı sakallı bir genç gördüm Namazdan sonra biraz konuştuk. kendisi Hollandalı bir hristiyanmış, müslüman olarak Yusuf ismini almış. Sekiz lisan biliyor. Müslümanlığı nasıl seçtiğini sordum. Şöyle dedi:
"--Okudum ve düşündüm. En doğru ve güzel yolu müslümanlıkta bulduğumuz için, evvelâ ben, sonra da babam müslüman olduk."
Aynı zamanda, Paris'te bulunan bir şeyh efendiden tarikat dersleri alarak, günde yedibin defa "Lâ ilâhe illallah" diyerek Allah'ı zikrediyormuş.
Allah-u Celle ve A'lâ, cümle mü'minleri sàlih ve kâmiller zümresine ilhak buyursun... Âmîn, bihürmeti seyyidil-mürselîn ve âlihî ve sahbihî ecmaîn...
ÇOK YEMENİN ZARARLARI
İbrâhim Hakkı Hazretleri, çok yemenin on mazarratı olduğunu da kitabının 309. sayfasında şöyle zikretmektedir:
Ey azîz! Ehlullah demişlerdir ki, tâlib-i irfân olup, nebat ve hayvan mertebelerinden insan mertebesine yetmek ve tezkiye-i nefis ve tasfiye-i kalb ve tahliye-i rûh etmek murâd eden kimseye lâzımdır ki, evvelâ karnını haramdan hıfz ve ıslah ede, sonra da yemeğini azaltarak, helâlin bile fazlasından sakınarak, ondan muhabbet ve ma'rifet yoluna doğru gide. Zîrâ insan karnının ıslâhı, cemii a'zâların ıslâhından daha çok zor ve meşakkatlidir. Zararı ise cümleden daha büyüktür. Zîrâ o bir madendir ki, cümle a'zâlara kuvvet ve zaaf ondan gelir. Afâtları pek çoksa da, biz on tanesini saymakla iktifâ edeceğiz: