101 ilâ 120. sayfalar

Bundan anlaşılıyor ki, her lezzet kesilir; insan öldükten sonra onun semeresi bâkîdir. O lezzetler bu mezmun olan dünyadan değildir. Vâkıa o lezzetler, yine bu alemde ve bu dünyada hasıl olmaktadır. Fakat bunların semerelerinin ahirette bulunmasından nâşi, bunlar da ahiretten sayılmıştır. Dünyada yapılmış, fakat ahiret için yapıldığından ötürü, ahiretten addedilmiştir. Zîrâ dünya ahiretin tarlasıdır.

Ahiret için olan şeylerin hepsi, ahiretten bilinmiştir; makbul ve memduh, medh ü sena kılınmıştır. Amma ol eşya ve ameller ki, öldükten sonra onların hiç bir faydası olmayacaktır; maâsi, günahlar ve emsâli, hacetten fazla mübahlar ile iştigal vs. bunların hepzi mezmum olan dünyadan ma'duddur.

Ahirete yardımı olan ve onlarsız yaşamak ve ibadet etmek mümkün olmayan, yeme, içme, uyuma, kazanma, ticaret, sanat ve zîrâat gibi şeyler de yine dünyadan sayılmayıp, ahiretten sayılmıştır. Şu kadar var ki, bunları yaparken günahları ve haramları irtikâb etmeyip, ibadetlere de noksanlık vermemek şarttır. Meselâ; yerken öyle aç gözler gibi karnını tıka basa doldurmak, envâ-i çeşit meşrubatı israf edercesine içmek ve sabahlara kadar uyumak, süslü, saltanatlı, zînetli evlerde oturmak; süslü, kıymetli, zînetli elbiselere iltifat etmek, doğrusu ahiret yolcusu bir müslümana hiç yakışmaz.

121

Daha iyisi, bunlardan yapılacak iktisatla muhtaçların yardımına koşmak ve onları sevindirmek, onların dualarını almak ve bunun için herhalde iktisada riayet etmek mecburiyetinde olduğumuza inanarak, Peygamberimiz SAS Hazretleri'nin ve ashabının yolunu yol edinmek en doğru ve en akıllıca bir iştir.

Hattâ bu hususta biraz da sözlerinde iktisad eder, fazla ve lüzumsuz şeyleri konuşmamağa dikkat ederse daha iyi olur. Ma'lûm ya insan, bir şeyle meşgul iken diğer işlerden gàfil olursa, bu sefer gönülde asıl maksad ve gaye olan huzurdan mahrum kalacağını düşünerek, sözleri muhakkak terk etmek gerektir.

Dünyada bizlere verilen her çeşit mal, mülk, hayvanat, bağ ve bahçelerin, tabiatiyle hiçbir kabahati yoktur. Kabahat, yalnız bunları kullananlarındır. Bu nimetleri, ahiretimizi kazanabilmek için kullanırsak, bunlar ahiretten sayılır. Hatta muharebelerde kullanmak için bu hayvanlara, atlara verilen yemler, sular ve hattâ bunların gübrelerinin bile kişinin terazisine konulacağı muhakkaktır.

Şu halde bunlar, dünya nimetlerinden olmakla beraber, ahiret saadetini kazanmaya vesile oldukları için, ahiretten sayılmışlardır. Bil'akis bunları kullanan zât, iman ve İslâm'dan uzak, sırf kendi menfaati iktizası iftihar ve gurura, diğer günahlara ve israflara vesile olarak kullanırsa, elbette o zaman bu mallar ve mülkler, servetler mezmum olan ve insanı huzur-u Hak'tan alıkoyan, dünyadan addolunmuştur.

122

Bu sebepten, mal ve mülk, iyi ve sàlih kimseler için ne kadar güzelse, sàlih olmayan kişiler için de o kadar kötüdür vesselâm. Binâen aleyh, yemek ve içmekte, Peygamber yoluna gidip, iktisada riayet ederek, boş sözleri de bırakarak, hayır ile konuşsa ve ilm-i halini de öğrenip bilse, muhakkak o kimse, dünya lezzetleri ile beraber Mevlâ'nın rızasını da bulmuş olur.

Bunlardan anlıyoruz ki, mezmum olan dünya öyle bir şeydir ki, seni ahiret amellerinden mahrum ve Hak'tan meşgul eder, alıkor. Her ne ki, Hak Teàlâ'ya teveccüh etmek, O'na dönmeye, tâat ve ibadetine yardımcıdır, o şeyin aynen ahiret ameli olduğu, ehli indinde sabittir. Hakikatte din umurundan sayılmıştır. Bir kâmilin dediği gibi, "Seni Mevlâ'dan uzaklaştıran her şey dünyaya aittir."

Halbuki, cemî insanlar, ibadet için halk olunmuşlardır. İbadetlerdeki esrarlar da, mâsivâdan fâriğ olan kalb-i selim ile, celâl ve cemâl-i Ma'bud'u zikir ve fikir edinmek bilinmiştir. Binâen aleyh, seni bundan alıkoyan her şey, mezmum olan dünyadan olup, işçi, amele ve hizmetkârlarla, mal ve mülkünün kesreti ile avunarak, iftihar ve gururlar, kibir ve ucübler, hırs ve hasedlerle ve şehvetleriyle meşgul olarak, Rabb'ine teveccüh edemeyen zavallı insana ne kadar yazıktır dersek azdır. Çünkü, asıl özü, cevheri bırakmıştır, posası ile meşgul olmaktadır. Bu, elbette akıllılar işi olmadığı cümlece ma'lûmdur.

123

Onun için, Peygamber Efendimiz SAS Hazretleri buyurmuşlar ki:

"--Benim indimde, gıbta olunacak, imrenilecek evliyâ, şol mü'mindir ki, yükü hafif, namaz ve orucundan fazlasıyla nasibini almış, gizli ve aşikâr, Rabbine gerçek ibadet kılan ve nas içinde kendisi meşhur olmayıp, gizli bulunan ve herkes tarafından bilinmeyen, miktar-ı kâfî rızıkla geçinen ve her haline sabredendir."

Sonra onun hüsn-ü halinden, malının azlığına, dünya ziynet ve saltanatlarına kıymet vermediğinden ve çok sevinç ve aynı zamanda korku ve hüznü olmadığına taaccüben; "Her arzusu hazır ve her safâsı tebrik olunmağa şayeste bir kimsedir, bir mü'mindir."diye medh ü sena buyurmuşlardır.

Nazım

Bu vücûdun mülkü elinden çıkmadan,
Devr-i eyyâm ol hisarı yıkmadan,

Sûret ü mânâ ikisi yar iken,
İki alem de elinde var iken,

Hubb-u dünyayı içinden gider;
Ta alasın àlem-i candan haber.

Nûr u zulmetten yoğurmuşlar seni.
Canını nûr anla, zulmet bu teni.

Ten, murad ı ekl ü şürb, mülk ü mal;
Can temennâsı, cemâl-i Zülcelâl.

Lâ cerem ednâ yeri ednâ sever.
Yâni, ten dünya ve can Mevlâ sever.

Àriyet gömlektir on günlük tenin;
Besle canı àriyet nendir senin?

Àlemin hem cânı hem sultanı sen;
Yazıktır kim olasın mağlûb-u ten.

Mecmaul-bahreyn sensin, aç gözün;
Câm-ı cemsin, hiçe sayma kendüzün.

124

Son beyit pek canlı bir şekilde insanın ne demek olduğunu ve onun kemâlini pek açıkça anlatmaktadır. (Mecmaul-bahreyn), iki derya yâni, sen dünya ve ahiretin en makbûlü bir mahlûksun. Aynı zaman yine sen (câm-ı cem) öyle bir aynasın ve öyle bir meta'sın ki, mahlûkat içinde emsâlin bulunmaz ve sende Hak Sübhànehû ve Teàlâ'nın celâl ve cemâli, kudret ve azameti, pek aşikâr bir surette görülür.

Binâen aleyh, kadr ü kıymetini bil de, kendini yok yere ve boşu boşuna zayi' edib, topraklar içinde çürüyüp gitme! Bu dünyada gelen sayısı belirsiz insandan hiç kimse kalmamış, vaktini dolduran, bu misafirhaneyi bırakıp gitmiştir. Sen de bunu unutma!

Ey aziz ve sevgili evlâd! İnaddan bir şey elde edilmez. Firavunluktan da bir şey hasıl olmaz. Gel, iyi düşün, Hakk'a yönel. Ölümden sonra başa gelecek cennet nimetlerini bırakıp, cehennemi satın alma!

c. Dünyanın Kandırması

Beşinci Kısım: Dünyanın insanları kandırmakta, aldatmaktaki hünerlerini ve saadet sahiplerinin de kanaatle, onun hilesinden emin olup, rahat ve selâmete erdiklerini bildirir.

125

Ey aziz! Ehlullah demişler ki: Dünya, bir sâhire sihirbazdır ki, kendisini dâimâ seninle sakin gibi gösterir. Sen öyle zannedersin ki, ol seninle ebedi kalır. Halbuki, gece ve gündüz o senden firar üzeredir. Dünyanın ömrü, bir gölgenin durmayıp gittiği, bir suyun aktığı gibi akıp gitmektedir. Öyle ise bunda nasıl ikàmet olunur.

Bu dünya bir gaddar, bir zalimdir ki, sana sadakatler arzeder, muhabbetler gösterir ve seni kendine meyil ve muhabbet ettirdiği zaman, derhal yüz çevirip katline kasd eder. Yine bu dünya öyle bir ihtiyar kadına benzer ki, kendini gayet zînetli altın, gümüş, yakut, inci gibi şeylerle süsleyip, seni kendisine rağbet ettirerek evine misafir edince, hemen senin canına kasd eder. Evinde soyunduğu vakit, kendisinin bütün ayıpları meydana çkar. Sen pişman ve nâdim olarak kaçacak yer ararsın amma, bir kere kafese tutulan kuş gibi çıkacak hiç bir yer bulamaz, onun elinde helâk olursun.

Nitekim, feyiz kaynağı olan İmam-ı Gazali KS Hazretleri de, şöyle izah eder:

"Bu dünya misafirhanesinde misafirliğini, kendini ve Rabbini unutan adamın misali şöyledir: Şol hacı kafilesine takılıp hacca giden gàfil kişi gibidir ki, bazı güzel gördüğü çöllerde, hayvanını besler ve onu tımar eder; bazan da hayretlere düşüren güzel manzaraları temaşa ederken, kafilesini unutup kaçırır ve o çöllerde yalnız başına kalır; yırtıcı canavarlar tarafından parçalanarak mahvolur."

126

İşte dünyanın nefis yemeklerine ve süslü, zînetli elbiselerine, muhteşem konak ve saraylarına aldanıp, ibadet ve tâati unutan, iman ve İslâm'dan mahrum kimselerin hali de tıpkı böyledir. O kafilesini kaçırıp yalnız başına kalarak, canavarlara yem olan gafil kişi gibi, Cenâb-ı Hak cümlemizi dünyaya aldanıp, bu acı akıbetlere düşmekten muhafaza buyursun, âmin...

Şüphesiz akıllı ve uyanık o kimsedir ki, kendi nefsî işlerinde ve dünyası hususunda bir gam ve keder çekmez. Emelini mümkün mertebe kısaltıp, yarını düşünmez. İbadette kuvvet bulacak ve àrifler yoluna sâlik olacak miktardan ziyade maişet düşüncesi yapmaz.

Bundan anlaşılıyor ki, saîd odur ki, niçin halk olunduğunu bilip, ona göre hazırlanır ve ondan başkasını terk edip, istemez. İşleriyle, ancak zaruri ihtiyaçları kadar meşgul olur. Şakî de o kimsedir ki, şehvet ve gafleti kendisine gàlip olur. Nefsi ve dünyası için çalışır, yiyip, içip şehvetiyle lezzetlenir. İbâdât ve tâati bırakıp ticarete gider.

Gider ama bu dünyadan gözlerini yumunca, ahirete de eli avucu boş olarak gider. Lâ havle ve la kuvvete illâ billâh... Yâ Rab, bizi ve kardeşlerimizi, senden ayıran her şeyden muhafaza eyle... Hak yolunda hidâyetler nasib eyle ve bizleri dàl ve mudıl olanlardan etme yâ Rab!.. Ve sallallàhu alen-nebiyyi muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn...

127

Ey gönül gafletten agah ol, hazer kıl zinhâr;
Mekr eder, bidâr-ı hasm olmuş sana bu rüzgâr.

Kısmet-i mîras-hordur, mülk ü mal sandığın;
Hubb-u mülk ve cem'-i mâlı koy, hiç etme îtibâr.

Bu cihan dârül-belâdır, ol cihan dârüs-sürûr.
Bu cihan bi'sel-karîn, ol cihan ni'mel-karâr.

Zahmet-i dünyâ kadardır, nîmet-i ukbâ sana.
İzzinin cevri kadar lezzet verir, dâr-ı diyâr.

d. Dünya Mü'minin Düşmanıdır

Yedinci Kısım: Dünya, ehl-i dünya ve nefs-i hevânın mü'mine düşman ve tâatlerine ve Hakk'ın huzuruna mani' olduğunu bildirir.

Ey aziz! Ehlullah demişler ki: Mü'min kulunu ibadet ve huzur-u Mevlâ'dan alıkoyan mânîlerden sakınmak, en mühim işlerden biridir. Halbuki, tâat ve huzur-u Hak'tan kesilenlerin, ya dünya ile, ya halk ile veya nefsiyle meşgul oldukları mücerreb ve meşhurdur. Amma dünya sana lâzımdır. Ancak andan zühd edip sakınca üzerine olasın.

Zîrâ, emir üçten hali değildir: Ya sen basiret ve fıtnat ehlindensin; bu sana kifayet eder ki, dünya senin dostun ve habibin olan Rabbinin düşmanıdır. Yahut sen, ibadete himmet ehlindensin; sana bu da kifayet eder. Veya, sen cehil ve gaflet ehlindensin, ne basiretin var ki, Hak ile olasın ve ne himmetin var ki, ona ibadet kılasın, tâ ki huzur-u ünsü bulasın; o da sana kifayet eder.

128

Muhakkak dünya bâkî kalmaz, ya sen dünyadan ayrılırsın veya o senden ayrılır. Eğer sen onunla kalsan, o seninle kalmaz. Dünya böyleyken, onu talep etmekte ve ömr-ü azizi telef etmekte ne fayda vardır?

Amma halk sana lâzımdır ki, bunlardan uzlet edesin. Eğer sen halk ile ihtilat edip, âdât ve hevâlarında onlara muvafakat edersen, kalbin halini ifsad ve ahiretin umûrunu berbad ederler. Eğer onlara muhalefet edersen ve doğruyu söylersen, cefalarıyla müteezzî olursun. Sonra şerlerinden emin olmayıp, düşmanlıkları, adâvetleri fikrinde kalırsın.

Eğer seni medh ve ta'zim etseler, senin için ucüb ve fitneden korkulur. Eğer seni zem ve tahkir etseler, o zaman sende ya hüzün ya gazab bulunur. Öyle ise gerek medh ve gerek zem, âfât-ı mühlikedendir. Böyle olunca, bu vefasız kalble ömrünü zayi edersin ve Mevlâ'ya dönüp ibadet eylemezsin ki, àkıbet ona rücû edip gidersin.

İnsan, şehvet halinde korkunç bir deli gibidir. Gazab halinde, yırtıcı bir canavar kesilir. Musibet halinde, çocuk gibi korkak olur. Nîmet halinde, Firavun misalidir. Aç kalırsa feryad ve figanı basar. Tok olduğu zaman, boş sözler söyler. Böyle bir dünyaya akıllıca bakan bir insan, elbette bundan kaçmaktan başka çare bulmaz. Hem bekàsı yok, hem de kalbi meşgul eder ve bedeni zahmetlere, zararlara sokar.

129

Binâen aleyh, sen dünyada zâhid olursan, ondan ancak ibadette kuvvet bulacak miktarını alırsın. Sâir nimetler ve zînetlerden kaçarsın. Böylece de selim bir kalb ile huzur-u Hakk'a gidersin.

İyi bil ki, halkın asla vefası yoktur. Sana olan zahmet ve sıkıntıları, yardımlarından daha çoktur. Sana yakışan, halktan kaçıp, hayırlarıyla intifâ, şerlerinden uzak kalmandır. Nâs ile ateşe olan ihtiyaç kadar muamele edersin. Ateşe yakın olursan, seni yakacağı muhakkakdır. Öyle ise, senin muinin olan ve senin halikın olan Allah'ınla ol. Halktan uzak olduğun kadar, Hakk'a yakın olursun, saadet bulursun.

Yine iyi bil ki, nefs-i emmâre, gayet şerli ve bir hilekârdır. Akl-ı külle àsî ve ehl-i ahirete büyük bir düşmandır. Öyle ise, az uyumak ve az konuşmakla beraber, gàfil insanlardan da uzak kalırsan, nefsini kendine mutî eder ve onun düşmanlığından ve şerrinden halâs olup huzur-u Mevlâ'ya gidersin.

Ebû Tàlib-i Mekki (Rh.A) demiştir ki:

"--Evliyalar evliyâ olmadılar; ancak açlık, uykusuzluk, sükût ve uzletle oldular."

130

Bu zat Mekke-i Mükerreme dağlarında, on veya daha ziyade seneler, otlarla gıdalanıp, uzletle yaşamıştır. Sonra şehre inip, Ktül-Kulûb ismindeki kitabını yazmıştır.

Bir kâmil der ki:

"--Sermaye-i saadetimiz açlıktır. Yâni, bizim için hasıl olan zevk ve mağfiret, şevk ve muhabbet, ilim ve hikmet, neler varsa, hepsi açlıkla bulunur."


Kevn ü fesad àlemînin şanıdır fenâ.
Bu şeş cihette gayre taallûk nedir ınâ.

Nûr-u Hudâ olur, çü gıdâ ruha dem bedem;
Bu nânı, âbı yüklem olmaz ona gıda.

Dil verme bu hayata, sakın kılma îtibar;
Kim sende àriyettir, onu hem alır Hudâ.

Ver Hakk'a bu emâneti, sen zinde ol ebed;
Âb-ı bekà ile doludur kâse-i fenâ.

Birdir iki cihan ve bir aynadır hemen;
Zahri bu àlem oldu, yüzü àlem-i bekà.

Hakkı, cihân-ı fânîye dil verme, fânî ol.
Tâ àlem-i bekàda bula cân ve dil bekà.

e. Dünyadan Uzak Olmak

Sekizinci Kısım: Dünyadan ve ehlinden uzak olmayı ve nefsini koyup, gönülden içeri Mevlâ'ya rücû edip gitmeyi bildirir.

Ey aziz! Ehlullah demişler ki: "Kim ki dünyadan zühd ve i'raz edip Mevlâsına teveccüh ve rağbet eder; Hak Teàlâ ona inayet edip, ma'rifet ve muhabbetini i'tâ ve ihsân eder. Bu hak ile ünsiyette şad edip ondan razı olur ve ahiretteki yerini rıdvan bahçeleri eder. Kim ki, Mevlâsını unutup, zikir ve fikirden, ibadet ve tâatten i'raz ile dünyaya ve ehl-i dünyaya meyil ve muhabbet eder ve nefsine uyup, heva ve arzusunca giderse, Hak Teàlâ ondan i'raz edip, ona olan lütuflarını alır ve onu kendi hevasına bırakıp, ahirette cehennem'e odun olur.

131

Nitekim, Hazreti Musa Aleyhisselâm zamanında Erzurum'un cenup tarafında büyük ve meşhur bir alim, oradaki dağın tepesinde inziva halinde bulunmaktaydı. Büyük velîlerden Bel'am ibn-i Bağur ismiyle şöhret bulan bu zat evliyâ makamlarının en üstününe ulaşmıştı. Buna rağmen hatası, dünyaya ve ehl-i dünyaya meyledip, Hazreti Mûsa Aleyhisselâm'a isyan ile muhalefete düşmüştü. Hak Teàlâ onu kahredip, ma'rifetini almış ve huzurundan tard edip bir kelb misâli kılmıştır. Bu zatın ilk devirlerinde, vaaz meclislerinde, onikibin kişi divit ve kalem ile bunun sözlerini dinler ve yazarlarken, son zamanda bu dünya sevgisi sebebiyle helâk olup gitmişti.

Artık sen bu dünyayı kıyas eyle ki, ona meyil ve rağbet eden ulemâ ve sulehàyı ne belâlara düşürüyor. Hemen Rabb'ine ibadet kıl ki, Ol sana Hadi ve nasırdır. Dünyayı ve ehlini terk et ki, afatları pek çoktur.

Öyle ise ey kardeş, Kerîm olan Allah CC için hulûs ile àmil ve rızasına mâil ol ki, amelin makbul ve sa'yin meşkûr ola ve senden razı olup, sana muhabbet kıla ve seni cümleden müstağni kılıb, sana avn ü inayetiyle kifayet ede ve seni herhalde hıfzı ile sıyânet ede... Eğer irade ve sa'yini Allah için etmeyip, kulların rızasını murad edersen, o Allah kalbleri senden i'raz ettirir, kullar da senden nefret ederler. O zaman çok pişman olursun. Gel bu vefasız insanları unutup, ol Rabbine ibadet kıl ki, seni yok iken var eden odur. Sonra seni güzelce yetiştirip, sana hesapsız nimetleriyle berhudâr etmiştir. Zîrâ dünyayı ve halkı terk edip hevâ-yı nefsinden geçen, kalbinden Mevlâsına gitmiştir.

132

Li külli şey'in izâ faraktehû ivezun,
Ve leyse lillâhi in farakte min ivezin.

Mânâsı: "Allah için terk ettiğin şeyin bir karşılığı bir mükafatı, Allah'ın cenneti, cemâli vardır. Lâkin Allah'ı bıraktığın vakit sana hiçbir şey yoktur; belki, azab ve ıkàbı vardır." Bunu iyi bilmek lâzım!

Sana ey dil, felekler gerçi zâhir sâyebân olmuş.
Velî sen, sende seyr et kim makamın arş-ı can olmuş.

Bir ayak cisme bas, ol bir kademde can zuhur eyler.
Anınla dilde sâkin ol ki, cism ehl-i revân olmuş.

Tevaz eyle mahlûk-u Hudâ'yı senden a'lâ bil.
Ki zül ve ihtikar evc-i a'laya nerbüdan olmuş.

Namaz olmuş anınçün mü'minin mi'râcı her sâat.
Ki re'si arza vaz' etmek urûc-u âsumân olmuş.

Namaz ve ravza-i arif ki, hıfz-ı Hak'tır ol sanma.
Salâtı hırz-ı can olmuş, sıyamı hıfz-ı nân olmuş.

Rızâ-yı Hak içindir dâimâ ef'al ve akvâli.
İbâdullàha ikrâmı, kamu bi imtinân olmuş.

Kitab ve sünneti hıfz et, amel tohmun zîrâat kıl.
Ki mahsûl-ü cihan, cânı mezra' bu cihân olmuş.

Çü buldun nûr-u Kur'an'ı, ne hàcet ilm-i yunânî.
Ki ol aşkı ıyân etmiş, bu eşyâyı beyân olmuş.

Ölüm aşk ile yek zinde olmaktan bu akl ile.
Ki aşkın şânı irfandır, bu akl andan zemân olmuş.

Eğer irfan ve burhânın dilersen farkın, andan bil.
Ki àrif dostunu bulmuş, o àkil nâm ü hân olmuş.

Gözün bend eyle, tâ her kıl dibinden bir göz açılsın;
Lisânın bağla bak kim, her sırrın bir lisan olmuş.

Tealluk kes kamu hâheşten, âzâd ol cehennemden!
Gözün yum kendine bak kim, cânânın çok cinân olmuş.

Ko, sûret-i zînetin, kalbin güzel huylarla tezyîn et!
Ki sûret-i zînetin, mânâda mâr-i cânsitân olmuş.
(Ma'rifetnâme, s: 281, 282; İst. 1330)

133

İNSANIN KALBİ

Üçüncü fasıl; nev'-i evvel: Mevzi-i füyûz u irfan, derûn-u kalb-i insan olduğunu, âyât ü beyyinât ile bildirir.

Ey aziz! Ehlullah demişler ki:

Hak Teàlâ kendi merhametiyle, kullarını kendisinden uzağa atmamıştır. Kemâl-i re'fetiyle, devlet-i ma'rifet ve muhabbeti, saadet, huzur ve kurbiyyeti onlardan esirgememiştir. Mahall-i irfanın gönlün içi ve insanın canı olduğunu ve kendisinin de kalblere rakib olduğunu bildirmiştir.

Beyit

İste sen de bu dostunu, sen ha;
Mâsivâyı koy, anı bul tenhâ!

İste sen de anı ki, ol ma'nâ,
Eylemiş cümle àlemi ra'nâ.

İste sen de anı ki, Rabbindir;
Hem odur nur-u cümle arz u semâ.

İste Hakkı anı, bir bâkîdir
Hàlik u fânîdir kamu eşyâ.

İkinci nev'i: Mahall-i irfan, kalb-i insan olduğunu ve kalbinden içeri teveccüh eden huzur-u üns bulduğunu bildirir.

Ey aziz! Ehlullah demişler ki, Hak Teàlâ kullarına mü'min kulunun kalbinin genişliğini duyurmak üzere bir hadis-i kudsîde:

"--O, bana arz ve semavattan daha geniştir." buyurmuştur.

Beyit

Ben matlûbum, kim beni taleb ederse bulur.
Başkasını arayan kimse beni bulamaz.

Ancak ben maksûdum; benden başkasını kasdetme!
Hayrı çok olanlar, beni ararlar ve bulurlar.

Ben, azabından korkulan, bütün àlemlerin Rabbiyim.
Ey bütün mahlûkat; beni arayınız, bulursunuz!

Ben, kendisinden başkasına ibadet edilmeyen tek ma'budum.
Ben Cebbâr'ım; beni arayınız, bulursunuz!

Ben, kadri çok yüce olan Melik ve Müheymin'im.
Mülküm sınırsızdır; beni arayınız, bulursunuz!

134

HASENÂTTAN KAÇMAMAK VE ETRAFINI MUHAFAZA ETMEK

Hasenât bütün iyilikleri ve iyi amelleri içine alan bir kelimedir. Kötülüğün zıddıdır. Bunu bir zaman devam ettirip de sonra terk etmek çok kabihdir. Binâen aleyh, iyilikleri mümkün oldukça, iyi amelleri de ömür boyunca devam ettirmek gerekir.

İnsanın kendini fenâlıklardan koruyup muhafaza etmesi nasıl lâzımsa, efrâd-ı ailesinin, akraba ve taallukatının, konu ve komşusunun, din ve milletinin de her fenâ cereyandan korunmasına gayret göstermesi de evâmir-i ilâhîler içerisinde ve ahlâk-ı hasenelerdendir.

EZÂLARDAN UZAK KALMAK VE BElÂLARA TAHAMMÜL

İnsanın kendisine başkası tarafından eziyyet yapılmasına nasıl içi razı olmazsa, kendisinin de başkalarına karşı, hattâ hayvanlara bile ezâ etmesi ve hattâ yapılan ezâları bile sabır ve tahammül ile karşılayıp mukabele etmemesi, ve hattâ o gibilerin ezâlarına mukabil ikram ve ihsânda bulunması, en büyük ve en güzel huylardan sayılmaktadır. Gayzlarını yutma, kabahat sahiblerini affetme ve üstelik onlara ihsan etmek de Kur'an'ın emirlerindendir. (Âl-i İmrân: 68)

135

Belâlara sabır da ayrı bir meziyettir. Hem Hakk'ın kaza ve kaderine teslimiyettir. Hem de ahireti için çok büyük mükafatlar alacağına göre, belâlara sabretmek, onlardan şikayet etmemek de gerekir. Bu hususta yazılacak çok şeyler varsa da, bu kadarla iktifa ediyoruz.

HAKKI GÖZLEMEK,
HAK'TAN GAYRİDEN KESİLMEK VE
KALBİN SÜKóNETİ

Hakk'ı gözlemek, yâni Hakk'ın rızasını gözlemektir. Hak'tan gayrısından i'raz ise, Hakk'ın rızasını gözlemenin alâmetidir. Yâni açıkça emirlerine itâat ve nehyettiklerinden kaçmaktır. Hakk'ın razı olmadığı işleri yapanların kalblerinde sükûnet bulunmaz. Dâimî bir ızdırap içindedirler. Halbuki kalbin sükûneti, Cenâb-ı Hakk'ın zikriyle mümkündür. Cenâb-ı Hakk'ın zikri ise, emirlerine imtisâl ile, nehiylerinden kaçan kimselere müyesserdir.

Erzurumlu İbrâhim Hakkı Hazretleri'nin Ma'rifetnâme adlı eserinden:

Üçüncü Nevi': Ey aziz! Ehlullah demişler ki, Hazret-i Habib-i Ekrem SAS Efendimiz, ümmetine şefat ve merhametiyle Hak Teàlâ'nın, kullarının kalblerine yakın ve rakip, nazır ve gözleyici olduğunu beşaretle buyurmuştur. Nitekim, ehad-i şerifesiyle işaret buyurmuştur ki:

136

"--Rabbimi nûr-u mutlak bulmuşum ve muhakkak ben onu müşahede kılmışım. Gözlerim uyur, kalbim hiç uyumaz. Hazret-i Allah ile dâimâ huzurda bulunurum. Hak Teàlâ ile benim öyle bir vaktim olur ki, anda ne bir mukarreb meleğe itibar edebilirim ne de bir nebiy-yi mürsele iltifat edebilirim. Ancak onunla meşgul olurum. Rabbimin indinde beytûtet eylerim. Yâni, gece onun huzurunda, onunla ünsiyet eylerim; kendisi bana yedirip içirir.

Kim ki beni görmüştür, hakîkaten o kimse Hakk'ı görmüştür. Kim ki benimle musafaha etmiştir, tahkîka ol kimse Hak ile musafaha etmiştir. Bu yedullahdır ki, onların elleri fevkındadır. Mü'minin kalbi, arz ve semadan geniştir. Mü'min, mü'minin aynası ve gözcüsüdür. Muhakkak Allah-u Teàlâ, mü'min kulunun kalbinde vaaz ve nasihat eyler. Allah-u Teàlâ , mü'minlerin kalblerine muhakkak hayır ilham eder.

Ey benim ümmetim! Sizden biriniz yoktur, illâ ki, Rabbi onunla tercümansız tekellüm eder. Bir emri işlemek murad eylediğinde, kalbinden fetva iste! Eğer sana nas onunla fetva verirlerse de, onu işleme! Hak Teàlâ her emirde rıfk ve mülâyemeti sever. Hazîn ve rahîm olan kalbe, sohbetiyle nazar eder. Kulların kalbleri, yer üzerinde Hak Teàlâ için kaplardır. Onun indinde, onların en sevgilisi, refîk ve şefîk olandır. Şüphesiz Allah-u Teàlâ , sizin sûretinize ve güzelliğine bakmaz; lâkin kalblerinize ve niyetlerinize bakar.

137

Şefkatli bir valide, evlâdının terbiyesinde her ne ise, muhakkak Rabbül-àlemîn andan daha erhamdır. Hiç bir mü'min yoktur ki, onun kalbinde gayb hazineleri olmaya. Hak Teàlâ bir kuluna hayır murad eyledikte, onun için kalbinden bir kapı açıp, acâib nîmetlerini ve garâib-i kibriyâsını ona gösterir.

Hiçbir mü'min yoktur ki, ancak onun dört gözü vardır. İki gözü başındadır, onlarla zahirî işlerini görür. İki gözü de kalbindedir ki, onlarla gayb işlerini müşahede eder. Hak Teàlâ bir kuluna hayır murad eylese, onun kalbinde olan basiret gözünü açar. Kulların kalbleri, Rahman'ın iki parmağı arasındadır. Yâni, celâl ve cemâl sıfatları arasındadır demektir. Bütün kalbler bir kalb gibidir. Her ne semte murad ederse, o tarafa çevirir. Kalb-i selim, onu taklîb edeni görür."

Ve dua etmiştir ki:

(Allàhümme yâ mukallibel-kulûb! Sebbit kulûbenâ alâ dînike ve tâatik, birahmetike yâ erhamer-râhimîn!) [Ey kalbleri değiştiren Allah'ım! Ey rahmet edenlerin rahmet edicisi, rahmetinle bizim kalbimizi dinin ve tâatin üzere sâbit kıl!]

138

Beyit

Şu kalbe nâzil olur pertev-i cemâl-i Habîb
Görüne can gözüne bedr-i ba-kemâl-i Habîb.

Ne iltifatı kalır kâinat lezzetine,
Anın ki canda olur lezzet-i visâl-i Habîb.

İki cihanı getirmez hayaline aslâ,
Ol gönül ki, anda olur dembedem hayâl-i Habîb.

İki cihanda bulunmaz Habîbe misl-i bedel,
Eğerçi her dü cihandır bize zılâl-i Habîb.

Tulu' edince gönül meşrikından ey Hakkı,
Nücûmu mahv eder ol şems-i bî-zevâl-i Habîb.

a. Kalbin Künhü ve Mâhiyeti

Dördüncü Nev'i: Ma'rifetullah'ın mahalli olan insan kalbinin künhünü ve mâhiyetini bildirir.

Ey aziz! Ehlullah demişler ki:

"Çünkü kulların kalbleri nazargah-ı ilâhîdir. Öyle ise, o kalbi mâsivâdan pâk etmek, her tâatten evlâdır. Kalbinden fetva isteyen kişi pişmanlıktan uzaktır. Fetvalara muhalefet edenin işi hatâdır."

İnsanın kalbi Rahmân'ın kapısıdır ki, kulun, Mevlâsı huzurunda duracağı mekândır. Gönül, bedenin emiridir, minnetlerin de esiridir. Gönül, levh-ı kudrettir, nükş-u akıl ve ma'rifettir. Gönül surette bir nokta-i süveydâdır. Mânâda, menba-ı ruh ve nazargâh-ı Hudâ'dır. Gönül bir latîfe-i rabbâniyedir ve madeni, bu nokta-i cismaniyedir. Gönül, zâhir akl-i maadidir. Ruh-u insânî onun bir adıdır.

139

Gönül, bir şey'-i acîbdir. Onu anlamakta bu akıl garibdir. Kalb ıslah olsa, cesed ıslah olur. Zîrâ, emirin salâhıyle maiyyeti felâh bulur. Emirin bozukluğuyla da, maiyyeti bozuk olur. Gönül hilkatin aslıdır. Onun şanı muhabbettir. Çünkü muamele kalbe müntekil olur. A'zâ ve cevârih rahat bulur. Sanma ki üstünlük söz ve amellerledir; belki üstünlük, kalb ve ahvâlledir.

Bir kâmil demiştir ki:

"--İki sene kalbimin muhafazasında oldum. Sonra mahfuz olub rahat buldum."

Kalb, mâden-i imandır. Gönül nur şehridir. Beden bir deridir ki, tabaklanmaya muhtaçtır. Nefis bir hayvandır ki, riyâzete muhtaçdır. Gönül bir camidir ki, tâmire muhtaçtır. Gönül sermaye-i kabuldür, lâkin zanlar ile meşguldür. Kim ki gönlünün hatıralarına gözcüdür, ol harekât-ı a'zâ-yı cevârihinde ma'sumdur. Ehl-i vahdetin kalbleri, ma'rifet ve muhabbet-i ilâhiye kaplarıdır. Görmek gözlerin, müşahede kalblerin, mükâşefe de sırlarındır.

Beyit

Hàb-ı gaflet bağlamış halkın basîret gözünü;
Yoksa ol hurşîd-i dâim dilde doğmuş bî-sehâb.

Gönül huzûr-ı ilâhide hazır olsa, hisler ma'mur ve mesrur olur. Dünya yollarını yürüyüp geçmek binekledir. Mânâ àlemlerini geçmek de kalblerledir. Kalb-i selîmin kıblesi Hudâ'dır, adeti kazaya rızâdır.

140
141 ilâ 160. sayfalar