81 ilâ 100. sayfalar

EMÂNETE RİÂYET VE HIYÂNETİ TERK

[Gerçekten Allah size, emânetleri ehline vermenizi emreder.] (En-Nisâ: 58)

Emânete riayet şeâir-i İslâmiyedendir. Mukàbili hıyânettir. Emânet sahipleri, ind-i ilâhîde ve insanlar yanında makbul ve memduh kimselerdir. Ondan dolayı Cenâb-ı Peygamber de, emânete riâyet edenleri cennetle tebşir buyurdukları gibi, mukàbili olan hıyânetliği de o kadar mezmûm ve kötü olarak bildirmiştir.

Hattâ, muharebe meydanlarında şehid olanların bile, bütün günahları affolduğu halde, emânetsizlikten dolayı olan günahlar üzerinde kalır. Bunu ödemesi kendisine teklif olunur. Tabii o günde mal ve mülk bulunup da ödenmesi mümkün olmayacağından --Allah korusun-- cehenneme sürüklenir. Namaz, abdest, ölçü, tartı, ve buna benzer bir çok şeyler emânetten addedilmiştir. Bundan dolayı, abdesti olmayanın namazı sahih olmadığı gibi, emânete riâyeti olmayan kimselerin de imanı kâmil olamaz.

Hazret-i Ali KV'nin rivâyet ettiği bir hadis-i şerifte buyuruyorlar ki:

"Biz Rasûlüllahla beraber oturuyorduk. Ehl-i Âliyeden bir racül geldi:

101

'--Yâ Rasûlallah, bu dinin en şiddetlisinin ve en yumuşağının neler olduğunu haber verir misiniz?'

Buyurdular ki:

'--En kolayı kelime-i şehâdettir. (Eşhedü en lâ ilâhe illallàh ve eşhedü enne muhammeden abdühû ve rasûlühû) En şiddetlisi de ey Âliyenin kardeşi, emânettir."

Muhakkak emânete riâyet etmeyen kimsenin dini de yoktur. Yâni kâmil değildir. Onun namazı ve zekâtı da makbul değildir.

Bunun için devrin en iyisi, Efendimiz SAS'den sonra ashab-ı kirâmın, daha sonra tâbiîn ve tebe-i tâbiînin devridir. Ondan sonra gelen insanlarda şekàvet, hıyânet ve emânete riâyetsizlikle beraber, nezirlerini îfâ etmeyen bir takım insanlar gelecektir ki, onların bütün gàyeleri hayat-ı dünya olup, leziz taamlar ve içkilerle karınlarını doldurmaktan başka düşünceleri olmayacaktır.

Münafıkın alâmetlerinin de; konuştuğu zaman yalan söylemek, va'dinden hulf etmek, emânete hıyânet etmek olduğu, Buhârî ve Müslim hadislerinde belirtildiği gibi, bu husus herkesçe de ma'lûmdur.

Efendimiz SAS Hazretleri de, açlık ve hıyânetlikten Cenâb-ı Hakk'a ilticâ etmişlerdir.

102

Cenâb-ı Hak cümlemizi emânete riâyet eden sevgili kullar arasına ilhak buyursun... Âmîn, ve sallallàhü alâ sevyyidinâ muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ecmaîn.

KOMŞULUK HAKLARININ MUHÀFAZASI

Komşuluk hakkı, İslâm haklarından ayrı bir haktır. Hak üçe bölünürse, bir hak komşunundur. Bunda din ve millet farkı gözetilmez.

İkincisi, İslâm komşu hakkıdır. Bunda, hem müslümanlık hakkı, hem de komşuluk hakkı vardır.

Üçüncüsü de, komşu akrabadan olursa, onun da üç hakkı vardır. Biri komşuluk, biri müslümanlık, biri de akrabalık hakkıdır. Güzel komşuluk yapmak, olgun müslümanlık alâmetidir.

Cebrâil Aleyhisselâm, Efendimiz SAS Hazretlerine komşu hakkında o kadar çok vasiyette bulunmuşlar ki, Efendimiz SAS Hazretleri şöyle buyurmuşlardır:

"--Allah'a ve kıyamet gününe inanan, koşusuna ikram etsin!"

Ve yine:

"--Bir kulun kâmil bir mü'min olmsına imkân yoktur; ancak komşusu, onun şerrinden emîn olmadıkça. Hattâ komşunun köpeğini bile taşlamak ona ezâdır." buyurmuşlardır.

Efendimiz SAS Hazretleri'ne demişler ki:

103

"--Filân kadın oruç tutar, gece namazı kılar; bununla beraber komuşlarına ezâ eder."

Efendimiz SAS bu kadının cehennem ehli olduğunu beyan buyurmuşlardır. Komşuluğun, her evin dört tarafından kırkar eve şâmil olduğu da ayrıca bildirilmiştir. Komşu hakkı yalnız ezâ etmemek değil, belki aynı zamanda ezâlara da tahammüldür. Hattâ bu da kâfi değildir; komşuya rıfk ile muamele etmekle beraber, ona hayırlarını ulaştırmakla da memurdur.

Onu, her gördükçe, ondan önce selâm vermek de komşu hakkından sayılmıştır. Hâl hatır sorarken sözü çok uzatmamak, hâlinden çokça soru sormamak, hastalığında ziyaretine gitmek, musîbet zamanında tâziye etmek, sevinç halinde tebrik etmek, sevincine ve musîbetine iştirak etmek, hatalarını affetmek; pencerelerden veya damdan evine bakmamak, evinin duvarları üstüne bir şey koymamak, evinin içerisine su akıtmamak, evine getirdiği şeylere dikkatle bakmamak, gördüğü veya duyduğu ayıplarını örtmek, yokluğunda evini muhafaza etmek; aleyhinde konuşulanları dinlememek, kadınlarına, genç kızlarına, hatta hizmetçilerine dahi bakmamak; çocuklarını güzel sözlerle okşamak, din ve dünyadan bilmediklerini öğretmek; yardım isterse yardımda bulunmak, borç isterse vermek, borcunu ödemekte zorluk çekerse müddeti uzatmak; vefatında cenazesinde bulunmak, ondan izin almadan evini onun evinden yüksek yapmamak; hiçbir hususta ona eziyet etmemek, bahçeden topladığın veya çarşıdan aldığın meyvalardan onlara hediye etmek; kendi çocuklarını ellerine mevya ve sâir yiyecek şeylerle sokağa çıkarmamak, komşu haklarındandır.

104

Abdullah ibn-i Ömer RA bir gün bir koyun kesmişler ve kölesine, koyunu yüzdükten sonra evvelâ yahudi komşudan dağıtmaya başlamasını emretmişler ve unutmasın diye ısrarla tekrarlamışlardır. Dinimizde, kurban etlerinden yahudi ve hristiyan komşulara da vermek, komşu hakkı olarak sayılmıştır.

Hazret-i Âişe RA, mekârim-i ahlâkı şöyle sıralamış: Sözlerinde doğruluk, insanlara sû-i zan etmemek, sıla-i rahim yapmak, emâneti muhafaza etmek, komşu ve dostlarının haklarını müdâfaa etmek, misafiri barındırmak... Bütün bu iyi huyların başı da hayâdır. Komşuların senin için iyi derse iyisin; kötü derse bu senin kötülüğünün alâmetidir.

Allah-u Teàlâ Hazretleri hayır murad ettiği kimseleri komşularına sevdirir. Bizleri de komşu hakkına riâyet edenlerden etsin, âmîn.

Komşu Hakları Üzerine İbrâhim Hakkı Hazretleri'nin Beyânları

Komşunun komşu üzerine olan hakları sekizdir:

1. Eğer senden bir nesne istese, veresin.

2. Eğer seni dâvet ederse, dâvetine gidesin.

3. Eğer senden yardım isterse, yardım edesin.

4. Eğer bir hayra ulaşırsa, tehniye edesin.

105

5. Bir musîbet erişirse, tâziye edesin.

6. Hasta olursa, ziyaret edesin.

7. Eğer ölüm erişirse, cenâzesine gidesin.

8. Eğer gàib olursa, onu ve ehl-i ıyâlini muhâfaza edesin.

Komşu üç kısımdır. Bazısının üç kat hakkı vardır. Bazısının da bir hakkı vardır. Üç hakkı olan komşun akraban ve müslüman olan olan komşudur. Bunun birisi akrabalığı için, birisi müslümanlığı için, birisi de komşuluk hakkı içindir. İki kat olan komşu hakkının birisi müslümanlığından, birisi de komşuluk hakkıdır. Bir kat olan hak ise, hristiyan zimmînin komşuluk hakkıdır.

Cennetteki köşkler, saraylar o mü'minler içindir ki; onlar it'âm-ı taâm, ifşâ-i selâm ederler ve gündüzleri sàim, geceleri kàimdirler.

Nitekim, İbrâhim Aleyhisselâm, taam yemek istedikleri vakitte, kendisiyle beraber yiyecek bir misafir olmazsa, iki mil kadar yol gidip misafir arardı. Evinin dört kapısı vardı. Herbirinde misafir, arzusuyla beklerdi. Onun için İbrâhim Aleyhisselâm'a Misafirler Babası diye isim verilmiştir.

Bu bir dindir ki, size lâyık görmüşümdür. Halbuki, kim bunu ıslah eylemez, illâ iki haslet eyler; birisi hüsn-ü hulkdür, birisi de sehâdır. Bunlarla bu dine ikram eylemek lâzımdır.

106

Mü'mine helâl olmaz ki, üç geceden ziyade küs (dargın) olup hicret eyleye. Birbirlerine mülâkî oldukta, yülerini döndürüp îrâz ederler. İkisinin hayırlısı, evvelâ selâm verip konuşandır. Az bir sadakada çok fazilet vardır. Kim ki iki mü'minin arasını ıslâh eyler, Hak Teàlâ Hazretleri ona her bir kelime için bir köle âzâd etmiş kadar savap bahşeyler.

Bir mil mesafe gidip, bir hastayı ziyaret eyle! İki mil mesafe yürüyüp, bir mü'min kardeşini ziyaret eyle! Üç mil mesafe yürüyüp, iki mü'minin arasını ıslâh eyle!

Sultana yakın olan, rahmetten uzak olur. Etbâı çok olanın şeytanı da çok olur. Malı çok olanan kaygı ve kederi hesapsız ve şiddetli olur. Hükümdarlar ve ümerâ, ilim ve hikmeti size terketmişlerdir. Siz de onların mülkünü onlara bırakın!

Kim ki kadı nasb olunur, ol bıçaksız zebh olunur. Zenginlerle komşuluktan, umerâ ile muâşeretten ve ulemâ-i dünyadan sakınınız. Mütevâzîleri görürseniz, onlara tevâz eyleyiniz. Mütekebbirleri görünce, onlara tekebbür eyleyiniz. Bu onlara mezellettir, sizlere tasadduk ve izzettir.

107

Kim ki papucunu dikip, elbisesini yamarsa ve Mevlâ'ya sücûd yüzünü tozlarsa, muhakkak o kimse kibirden berîdir. Kim ki ıyâliyle arpa ekmeği yiyip, sofu elbisesiyle na'lini giyip, koyunu sağarsa; miskinlerle oturup, merkebine binip, yoluna giderse; o kimsenin kalbinden kibir mahvolmuştur.

Dört şey orucu ve abdesti bozup iyi amelleri yıkar ki, bunlar; yalan, gıybet, nemîme ve mahremi olmayana bakmaktır. Bu dört şey her kötülüğün aslıdır, su her ağacın sulanmasında asıl olduğu gibi.

Hazret-i İsâ Aleyhisselâm ashâbına demiştir ki:

"--Bana haber veriniz ki, eğer siz bir uyur kimsenin üzerine gelseniz de, rüzgâr onun avret yerlerini açmış bulsanız, siz onu örter misiniz?" deyince;

"--Evet örteriz" demişler.

O Hazret bunlara:

"--Hayır, belki kalan yerlerini de açarsınız!" deyince;

"--Sübhânallah, biz o açılmayan yerleri nasıl açarız?" demişler.

Ol Hazret bu söze cevaben demiştir ki:

"--Bir kimse sizin yanınızda kötülüğüyle zikrolunduğu zaman, siz onu müdafaa edecek yerde onun kötü hallerini söylemez misiniz?" diye onları îkaz buyurmuştur.

108

YEDİRMEK, İÇİRMEK VE SELÂM VERMEK

İslâm'ın güzel huylarından biri de, yemek yedirmek, susuzları sulamaktır. Bu hususta gerek Cenâb-ı Hakk'ın ve gerekse Cenâb-ı Peygamber'in bir çok emirleri ve teşvikleri vardır:

[Onlar içleri çektiği halde, yiyeceği yoksula, öksüze ve esire yedirirler.] (El-İnsân: 8)

Bu konuda Hazret-i Hasaneyn RA Efendilerimizin şu hareketleri güzel bir misâl teşkil eder:

Bu iki muhteremden biri hasta olmuşlar. Peder ve vâlideleri de, çocukları sıhhatine kavuştuğu takdirde üç gün oruç tutmağı nezretmişler. Hazret-i Ali KV Efendimiz'in mâli durumları pek müsâid olmadığından, iftar ve sahur için biraz ödünç yiyecek almışlar. Akşam iftar edecekleri sırıda kapıya bir miskin gelip, Allah rızası için bir yiyecek istemiş. Bu durum karşısında o akşamki nafakalarını ona vermişler. Kendileri su ile iktifâ etmişler.

Ertesi akşam tam iftar vakti oluca, bir yetim gelmiş. O akşam da iftarlıklarını ona vermişler ve kendileri yine su ile iktifâ edip, ertesi günün orucuna niyetlenmişler.

Üçüncü gün de bir esir gelerek, "Allah rızası için açım..." demiş. Bu akşam da yiyeceklerini o esire vererek iman-ı kâmilin en yüksek derecesini fi'len göstremşilredir. Bu yüzden Cenâb-ı Hak onları Kur'an-ı Azîmüşşân'ında, kıyamete kadar gelecek Muhammed ümmetine örnek olarak bildirmektedir.

109

Allah-u Zülcelâl vel-Kemâl Hazretleri, bizlere de bu güzel hallerden birer parçacık ihsan buyursun, âmin...

Aç bir mü'mine doyuncaya kadar ikram eden bir mü'mini, Cenâb-ı Hak cennet kapılarından hangisini isterse, oradan onu cennetine koyar ve o kapıdan da ancak onun gibileri girer.

Allah-u Celle ve A'lâ Hazretleri, kullarını doyuran (it'am eden) kimseler ile meleklerine mübâhât eder.

Yemek yedirmenin faziletleri sayılamayacak kadar çoktur. Bu yemekler sebebiyle insanların birbirlerine karşı sevgi ve saygıları, bağlılıkları artar. Kuvvet ise müslümanların birbirine sıkı bağlılıklarıyla olacağından Cenâb-ı Vâcibül-Vücûd Hazretleri, miskîn, yetim ve esirlere sevgi ile yemek yedirenleri medh ü senâ buyurmuştur.

Cenâb-ı Peygamber'e İslâm'daki hayırlardan sorulunca; yemek yedirmek, tanıyıp tanımadığına selâm vermek olduğunu bildirdiğini, Buhârî ile Müslim beyan etmişlerdir.

Ebu Hüreyre RA'in bir rivayetinde, Efendimiz SAS Hazretleri'ne bir adam:

"--Bana bir şey bildir ki, onu işlediğim vakit cennete gireyim." demiş.

110

Efendimiz SAS cevâben:

"--Yemek yedir, selâmı açıkla, akrabana sıla yap, gece herkes uyurken sen namaz kıl! Bunları yaparsan cennete girersin." buyurmuş.

Diğer bir rivayette de:

"--Sıla-i rahme devam edin, taam yedirin, selâmı açıklayın; selâmetle cennete girersiniz." buyrulmuştur.

Ve yine Efendimiz SAS Hazretleri:

"--Cennette bir köşk vardır ki, içinden dışı, dışından da içi görülür."

Ebû Mûsâ el-Eş'arî RA Hazretleri:

"--Bu kimin içindir?" diye sormuş.

Buyurmuşlar ki:

"--Edeble konuşan, taam yediren ve herkes uyurken gece namazı kılan kimsenindir." buyurmuşlardır.

Sizin hayırlınız yemek yedirendir. Mağfiret-i ilâhîyeyi mucib olan şeylerden biri de, aç müslümanı doyurmaktır ve bunun cennete girmeyi mucib olduğu da bildirilmiştir. Sizin birinizin bir aç kimseye verdiği bir hurma veya bir lokma öyle büyütülür ki, sizin tay ve danalarınızı ve deve yavrularını büyüttüğünüz gibi... O bir lokmanız da Uhud dağı gibi olur. Bundan dolayı şu üç kişinin cennete gireceği bildirilmiştir: Biri, kazanan ve emreden; ikincisi, yapıp meydana getiren; üçüncüsü de, onu miskin veya fakire götürendir.

111

Bir Arabi gelmiş:

"--Yâ Rasûlallah, bana bir amel bildir ki, benim cennete girmeme vesile olsun!" demiş.

Cevaben:

"--Bir canlıyı azad et, bir köleyi kurtar; bunlara gücün yetmezse, açı doyur, susuzu sula!" buyurmuşlar.

Bir kimse müslim kardeşine doyuruncaya kadar yemeğini, kanıncaya kadar suyunu verirse, Cenâb-ı Hak onu cehennemden yedi hendek boyu uzak kılar. Her hendeğin arası beşyüz senedir. Yâni cehennemden uzak edip, cennetinde karar ettirir. Bunun için en efdal sadaka, aç bir canlıyı doyurmaktır.

Herhangi bir mü'min, bir mü'mini açlığından kurtarırsa, Cenâb-ı Hak da onu kıyamet gününde cennet meyvalarıyla it'am edecektir. Herhangi bir mü'min, susamış bir mü'mini sularsa, Cenâb-ı Hak da kıyamet gününde onu ağzı mühürlü cennet şaraplarıyla sulayacaktır. Yine hangi bir mü'min, çıplak bir mü'mini giydirirse, Cenâb-ı Hak da kıyamet gününde ona cennet elbiseleri giydirecektir. Kıyamet gününde bütün insanlar çıplak, aç, susuz oldukları halde haşr olunacaklar; ancak kim Allah için yedirdi, giydirdi veya suladı ise, Cenâb-ı Hak da onları yedirip, içirip, giydirecektir.

112

Bir gün Rasûlüllah SAS Efendimiz sormuşlar:

"--Sizlerden bu gün oruçlu olanınız kimdir?"

Ebûbekir RA:

"--Benim yâ Rasûlallah!" demiş.

Tekrar sormuş:

"--Bugün sizden kim bir miskine yemek yedirdi?" demiş.

Yine Ebûbekir RA:

"--Ben..." diye cevap vermiş.

Efendimiz SAS sormuş:

"--Bugün sizden hanginiz bir cenazeye gitti?" demişler.

Yine Ebûbekir RA:

"--Ben..." demiş.

113

Tekrar sormuşlar:

"--Bugün hanginiz bir hasta ziyaretine gitti?" demişler.

Yine Ebûbekir RA:

"--Ben..." diye cevap vermiş.

"--Bugün hanginiz sadaka verdi?" diye sormuşlar.

Yine Ebûbekir RA:

"--Ben yâ Rasûllülah!" demiş.

Efendimiz SAS buyurmuşlar ki:

"--Bu huylar kimde toplanırsa, o ancak cennete girer." buyurmuşlardır.

Üç şey kimde varsa, Allah-u Teàlâ onu himayesi altına alır ve cennetine idhal eder. Bunlar; zaife rıfk, valideyne şefkat, kölelerine ihsandır.

Yine üç şey vardır ki kimde bulunursa, Cenâb-ı Hak onu himayesi altına alır; rahmetini eriştirip azabından uzak eder. Bunlar da; soğuk havalarda abdesti tam almak, karanlıkta mescide gitmek ve açları doyurmaktır.

Fukaralara ve miskinlere yardım edenlere ve iyi davrananlara vaad olunan bu mükafatlar karşısında, din kardeşlerine yapılan ziyafetler de köle azadından sevgili olduğu gibi; bir din kardeşine bir lokma ile bile yaptığı ikramın bir miskine verilen bir dirhemden ve yine bir kardeşine verdiği bir dirhemin, miskine yapılan yüz dirhemden daha sevgili olduğu bildirilmiştir. Bu tasaddukların mükâfatı olarak yarınki kıyamet gününde, vermiş oldukları zuafa, fukara ve abidlerin de ayrıca şefaatlerine nâil olacaklarına dair bir çok rivayetler mevcuttur.

114

Bir kişi hararetin şiddetli olduğu bir zamanda yolda bir kuyuya rastladı. Kuyuya indi, su içerek çıktı. Tam o sırada kuyunun ağzında bir köpeğin susuzluktan, ıslak toprakları yalayıp durduğunu gördü. Kendi kendine, "Benim gibi bu zavallı da çok susamış." dedi. Tekrar kuyuya indi, mestini su ile doldurdu, dişleriyle tutarak çıkıp köpeği suladı. Bunun bu hareketini beğenen Cenâb-ı Hak, onun bütün günahlarını mağfiret etti. Her canlı için bu mükâfatın cârî olduğu ve bir rivayette cennete idhal olunacağı beyan buyrulmuştur.

İbn-i Mübarek'in rivayetinde; bir adamın dizlerinde çıkan bir çıban, yedi sene devam etmiş. Yapılan ilaçlar fayda etmediği gibi, doktorlar da aciz kalmış. Ebû Abdurrahman diyor ki:

"--Git, halkın suya muhtaç olduğu falan yerde bir kuyu kazdır! Umarım ki, oradan çıkacak su sebebiyle senin yaran şifa bulur."

Adam bunu yaptı. Cenâb-ı Hak da ona şifasını verdi. Bunlar bize insanların hemcinslerine faydalı olmalarının, Cenâb-ı Hak tarafından mükâfatsız bırakılmayacağına dair kuvvetli delilerdir.

115

Şimdi bizim bir Ramazanımız vardır. Bu mübarek ayda yapılan her ibadet ve hayırlar, yetmiş mislini yapmış gibi oluyor. Ramazan sabır ayıdır. Sabrın mükafatı da cennettir. Ramazan ihsan ayıdır. Mü'minin rızkı arttırılır. Her kim bir oruçluyu iftar ettirirse, onun günahlarına keffaret ve mağfirete sebeb olduğu gibi, cehennemden de azad olur ve oruçlunun ecri kadar da ecir verilir. Oruçlunun ecrindense bir şey eksilmez.

Her kim Ramazan ayında helâl kazancından bir oruçluya iftar ettirirse, ona bütün Ramazan geceleri, rahmet melekleri mağfiret dilerler ve Cebrâil Aleyhisselâm da, Kadir gecesinde onunla musafaha eder. Her kimle ki, Cebrâil Aleyhisselâm musafaha ettiyse, onun kalbi rakik olur, imanı artar, Allah'tan korkusu çoğalır. Amel-i salihini arttırır. Bunun için herkesin elinden geldiği kadar, bir lokma, bir yudum su ile de olsa, bu büyük nimetlere ve ihsanlara kavuşabilmesi için çok gayret göstermesi ne kadar gereklidir. (Et-Tergîb, c. 2, s. 65)

AHİRET SEVGİSİ VE DÜNYAYA BUĞZ

Ahiret sevgisi her mü'min ve muvahhid için en önemli bir vazifedir. Zîrâ ahiret bâkî, dünya ise fânîdir. Binâen aleyh, bâkî olan ve her türlü arızalardan àrî, nimetleri tükenmez, her zaman istediğine nâil olmak, hastalık, fakirlik ve ölüm gibi hallerin de olmayacağı ve en a'lâsı ise, varlıkların sahibi, bütün nimetleri bize bahş eden Allah-u Zülcelâl Hazretleri'nin cemâlini de müşahede etmek, nîmet-i uzmâsına mazhariyet de ahirette olacağına göre, fânî olan dünyaya, ahiret sevgisini tercih etmek elbette en akıllıca bir iştir.

116

Dünyaya buğza gelince; ahiret yolu olan bu dünyada, imana ve ahiret sevgisine zarar verecek, kötü ve yasak olan fenâlıklardan uzak kalma demektir. Dünya sevgisiyle ahiret sevgisi bir arada imtizac edemeyeceğinden, bunlar terazinin iki kefesine benzetilmiştir. Dünya tercih edilince, ahiret kefesi boş kalır. Ahiret tarafı tercih olunsa, dünya kefesi boş kalır. Binâen aleyh, îtidal ile kullanabilmek ve yaşayabilmek en akıllıca bir iştir. Çünkü, dünya sevgisinin bütün günahların başı olduğu herkesin ma'lûmudur.

Cenâb-ı Hak cümlemizi dünya fitnelerinden muhafaza buyursun ve ahiretin, gözlerin görmediği, kulakların da işitmediği, hatırlara bile gelmeyen güzel nîmetlerine de nâil eylesin... Âmîn, ve sallallàhu alâ seyyidinâ muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ecmaîn.

DÜNYANIN KEYFİYETİ

(Erzurumlu İbrâhim Hakkı Hazretleri'nin Ma'rifetnâme'sinden)

a. Dünya Nedir?

Üçüncü kısım: Dünyanın keyfiyyeti, mihnet ve meşakkati, ona meyl edenlerin şekàvetini, terk edenlerin de saadetini bildirir.

Ey aziz, ehlullah demişler ki: "Dünyanın misali, uyku ve gölgeler gibidir. Dünya dar-ı fenâ, yorgunluk ve meşakkat yeridir. Şimdiye kadar kimsenin elinde kalmamıştır. Dünya, meşakkat, mihnet yeri ve günahlara vesile olan bir yerdir. Aynı zamanda intikal yeridir. Akıllı ve zeki insanlar dünyayı boşamışlar, yâni, ona iltifat etmemişlerdir.

117

Dünyanın terki büyük bir saadet ve devlettir. Dünyaya rağbet ise, Halik-ı Zülcelâl'in gazabını mucibdir. Dünya tıpkı bir bulut gölgesi gibidir. Uykuda görülen rüyalar ve aldanmalar gibidir. Dünya, bir zıll-i zâil ve uykuda olanın halidir. Ona meyleden gàfil, elbette pişman olacaktır. Dünya, dâimâ değişen ve bir hal üzere olmayan bir yerdir. O seninle kalsa da, sen onunla kalmazsın, kalamazsın.

Dünya, mü'minin zindanıdır. Ölüm, onun emniyet yolculuğunun ve yerinin başlangıcıdır. Cennet, onun mekanıdır. Kim ki dünyayı terk eder, onun ayıplarını anlamıştır. Dünyadan cesedin çıkmazdan önce, sen onu kalbinden çıkar. Zîrâ, dünyanın Allah-u Teàlâ yanında hiçbir kıymeti yoktur. Ona muhabbet, her belânın esasıdır. Dünya lezzetlerini terk eden, cennet nimetlerini bulur; iki alemde aziz ve muhterem olur.

Dünya harabdır, şarapları seraptır, nimetleri azabdır, safâsı kederdir. Dünya, bedenleri yok eder, emelleri tazeler. Kendini sevenlerden yüz çevirir, sevmeyenlere de ikbal eder. Dünya kuşları ve balıkları tutan bir ağdır. Ona meyleden àkil değildir. Dünya, zehirli bir helvaya benzer. Ona aldanıp yiyenin hali ma'lûmdur. Dünya nimetleri elden ele dolaşır. Ahvali daim değişiktir. Sen ona aldanmadan dünyadan çıkarsan, selâmete erişirsin.

118

Dünya ve ehline îtimad ve îtibar olunmaz. Zîrâ, dünyada ve ehlinde vefâ ve safâ bulunmaz. Allah'ı isteyenler, buradan geçer gider. Ahirete râgıb olanlar, onu sevenler ve isteyenler, buradan kaçarlar. İmdi, fânîyi terk edip bâkî olan ahireti alasın!

Dünya sevgisi, bütün fitnelerin başı, mihnetlerin aslıdır. Dünyayı terk ise, bütün necatların başı ve felâha sebeptir. Fânîyi terk, bâkîyi almak hünerdir. Ne taaccüb olunacak şeydir ki, kendini ve nefsini bilen kişi bu dünya ile nasıl ünsiyet edebilir? Dünyanın sonu fenâdır. Dinin gayesi ise, rızaullahtır. Eşkiyaların rağbeti dünyayadır. Saidlerin, mes'ud olanların rağbeti de ahiretedir. Dünyanın çokluğu, ahiret için zarardır. İzzeti de, nihayet zillettir (yâni ahirette, belki dünyada da.) Dünyaya aldananlar cahillerdir. Akıllılar ise, onu kabul etmekten kaçmışlardır.

Eğer cihânı gönlünden cüdâ edersen sen;
Huzur-u zevkle zikr-i Hudâ edersin sen!

Dünya işlerinde cahil ve lâin, din işlerinde àkil ol. Bedeninle dünyada ol, kalbinle ahireti bul. İlm-i yakîni sahih olan, bâkîyi bırakıp fânîyi almaz. Şehvetleri terk eden pak olur. Afetlerden selâmet bulur. Dünyayı anlayan zühd eder. Daima Hak'la beraber olmak isteyen yalnızlık arar. Kıble-i hâcât, Hazret-i Hak'tır. Hakk'ı bırakıp, halktan isteyenler zarardadır.

119

Allah-u Teàlâ'yı çok zikr edenler, dünyaya aldanmazlar. Kim ki Allah için bir nesneyi terk eder, Hak Teàlâ ona, ondan daha hayırlısını ihsan eder. Rahat ve selâmet isteyen, dünya ile kalmaz ve meşgul olmaz. Kim ol Mevlâsını bulmuştur. Mevlâsını bilene dünya hizmet eder. Her doğurduğunuz, netice itibariyle toprağa girer. Her yaptığınız da, nihayet harab olur, yıkılır gider. Dünyada kanaat tükenmez bir hazinedir.

Bu dünya, ibadet edenler için bulunmaz bir ganimettir. İbretle bakanlar için bin hikmet yeridir. Mânâsını anlayanlar için selâmet evidir. Dünya dar bir yer ve meşakkatle doludur. Ahiret ise, hem bâkî hem de çok geniş, sonsuz saadet ve selâmet yeridir. Cenâb-ı Hak'la ünsiyet ve huzur yeridir. Artık hangisini istersen, beğenirsen, onu almak senin elindedir buna ihtiyar-ı cüz'î derler. Mükâfat ve mücâzatlar da buna göre olacaktır.

b. Dünya ve Ahiret

Dördüncü Kısım: Nelerin dünyadan ve nelerin ahiretten olduğunu bildirir.

Ey aziz, Ehlullah demişler ki, her nesne ki insan için ölümden evveldir, (hayır olsun, şer olsun) dünya cümlesinden ma'duddur. Habîb-i Ekrem SAS Hazretleri, dünyayı bize anlatırken, hayırlı şeyleri ayırıp, ibâdât, tâat, Kur'an-ı Kerim okumak, dini sözler, ameller ve hallerin, mezmum olan dünyadan olmayıp, ahiret amellerinden sayıldığını bildirmiştir. Halbuki, bunlar da yine bu dünyada kazanılmaktadır. Zîrâ, kul öldükten sonra, bu hayırlı işlerini yanı başında bulacaktır.

120
121 ilâ 140. sayfalar