181 ilâ 200. sayfalar

Bu günkü profesörlerimizin bile, dince ma'lûmatları olmadığından, "Şeriat isteyenleri şöyle yaparız!" diye, küfre kadar kendilerini sürükledikleri görülegelmektedir. Halbuki, dünya işlerinde bile lâyık olduğumuz seviyeye, senelerden beri bir türlü ulaşamadığımız bir gerçektir. Her gelen idarecinin ilk vazifesi, iş başındaki eski sâkıt idareye mensup, senelerin tecrübesine sahip iş adamlarını hemen değiştirmek ve yerlerine kendi adamlarını oturtmak oluyor ki, çok yanlış bir zihniyet olsa gerektir.

Çünkü hiçbir memurun, hiçbir idarenin adamı olmaması ve yalnız milletin işlerini görmeye mâtuf, seçilmiş, tecrübeli ve ahlâkan temiz kimselerden olması gerekir. Ancak bulunduğu yerin ehli değil de, vazifesini hakkıyla yapamıyorsa, o zaman tabii daha lâyıklısı aranır. Fakat idarecilere alet olamazlar. Dünkü mağlup Japon ve mağlup Alman'a, hele komşumuz, dünkü yavrumuz Bulgar'a ne dersiniz?.. Hepsi de bizi fersah fersah geçmişlerdir. Dünya işlerinin bu durumu, aklın kemâline değil zaafına alâmettir.

201

Ve yine Muâviye RA'a birisi soruyor:

"--En cesur ve şecâatli insan kimdir?"

O da cevaben:

"--Hilmiyle câhilin cehlini reddedendir." diyor.

Tekrar:

"--En cömert kimdir?" diyor.

Cevâben:

"--Dinin salâhı için, dünyasını verendir." buyuruyor.

Enes RA, kendisine şetmeden bir adama şöyle demiş:

"--Eğer sözlerin yalan ve iftira ise, Allah seni mağfiret etsin... Eğer sözlerinde sàdık isen, yâni ben senin dediğin gibi kötü bir adam isem, Allah beni mağfiret etsin..."

Ne güzel cevap!

Muâviye RA, Gurabe isminde bir emire, kavminin halinden ve onları ne şekilde idare ettiğinden sormuş. O da cevâben şöyle demiş:

202

"--Câhillerini hilimle karşılar, isteyenlere istediklerini veririm ve onların hacetlerini görmeye ve bitirmeye çalışırım."

Bakınız reîsül-müfessirîn olan Hazret-i Abbas'ın oğluna biri sövmüş. O da mukàbeleten:

"--Bu adamın hacetlerini sorun da verelim!" demiş.

Bunun üzerine o zavallı başını önüne eğerek mahcûbiyet ve pişmanlıkla af dileyerek çekilip gitmiş.

Bakınız insanlık ne kadar güzel bir şey, eğer ona, söyledikleriyle mukàbele edilseydi, neticede kimbilir ne çirkin ve korkunç hadiseler çıkabilirdi.

Şu da bir başka canlı misâl:

Ümmetin efdali, Peygamber SAS Efendimizin kaynatası ve İslam milletinin ilk halifesi Hazret-i Ebû Bekir es-Sıddîk RA, Rasûlüllah SAS Hazretleriyle beraber oturdukları bir sırada bir adam gelip, Hazret-i Ebû Bekir RA'a karşı itâle-i lisanda bulundu. Bir müddet Hazret-i Ebû Bekir hiç sesini çıkarmadı. Fakat nihayet dayanamadı. Mukabeleye yeni başlamıştı ki, Hazret-i Fahr-i Kâinat SAS Efendimiz ayağa kalktı. Giderken, Hazret-i Ebû Bekir RA:

"--Ya Rasûlallah! O adam bana o çirkin sözleri söylerken oturup duruyordunuz. Şimdi ise ben mukabeleye başlayınca, neden kalkıp gidiyorsunuz?" demeleri üzerine, Efendimiz SAS Hazretleri:

203

"--Yâ Ebâ Bekir! O, size karşı sözlerini söylerken bir melek ona cevap veriyordu. Şimdi ise, siz hakkınızı müdafaaya kalkıp konuşunca; melek gitti, yerine şeytan geldi. Ben de meleğin olmadığı ve şeytanın bulunduğu yerde oturamam." buyurmuşlardır.

Ne kadar şâyan-ı dikkat değil mi?.. Her ne kadar bu gibi insanlara mukabele etmek, cevap vermek mümkünse de, --ki buna ruhsat da vardır-- efdal olanı susmaktır. "Câhile en güzel cevap sükûttur." demişlerdir. Susmak zillet değildir, zelil ancak zàlimlerdir.

Halil ibn-i Ahmed diyor ki:

"--Sana kötülük edene karşı iyilik yapıp ihsanda bulunmak, onunla senin aranızda bir perdedir ki, onun fenalığı sana tesir etmez ve onun pişman olmasına sebep olur. "

İnsan her ne kadar bu hilim sıfatı ile muttasıf değilse bile, zorla kendini halim yapmağa çalışması lâzımdır ki, dünya ve ahiret saadetine nâil olsun. Çünkü hilim ile, bir müddet sonra o kimsenin sana köle olacağına şüphen olmasın.

Şu beş haslet kimde olursa bütün güzel huyları kendisinde toplamış olur: Bunlardan birincisi hilim... İkincisi, kimseye eziyet etmemek... Üçüncüsü, kişiyi Allah'tan uzak eden kötü hareketlerden, işlerden, halâs etmek, kurtarmak... Dördüncüsü, bir kişinin nedâmete ve tevbeye dönmesine sebeb olmak... Beşincisi, zemden sonra medhe vesile olmak... Bunların hepsinin, şu dünya metaının birazını vermekle mümkün olmadığı dâimâ görülegelen şeylerdendir.

204

Vehb diyor ki:

"Merhamet edene merhamet olunacağı gibi, sükut edenler de selâmete erişirler. Câhilin dünyada nasibi nedâmettir. Şerre haris olanlar hiçbir zaman rahatlık ve selâmet bulamazlar. Mücadeleyi terk etmeyenler, dâimâ şetm olunurlar. Şerlerden kaçmayanlar da günahlardan kurtulamazlar. Şerleri kerih görenler ise korunurlar.

Allah-u Teàlâ'nın vasiyyetine uyanlar hıfz olunurlar. Allah'ın gazabından korkanlar, emin olurlar. Allah-u Teàlâ'nın velîsi olduğu kimseler, her türlü fenâlıklardan men olunurlar. Allah'tan istemeyenler, dâimâ fakir kalırlar. Allah'ın mekrinden emin olanlar, rezil, rüsvay olurlar. Allahu Teàlâ'ya sığınanlar da her zaman her yerde ve her işte zafere ulaşırlar. Ves-selâm..."

Bir adam Malik İbni Dinar (Rh.A)'e:

"--Sen benim için şöyle böyle söylemişsin?" deyince; o da:

"--Ne mümkün? Sen bana bu takdirde nefsimde daha ekremsin demektir. Eğer ben sana böyle bir şey söylediysem ,bütün hasenatımı sana hediye etmiş ve bağışlamış olurum." demiştir.

Bazı ulema buyurmuşlardır ki:

205

"Hilim, aklın en yüksek derecede kemâline işarettir."

Hele İsâ Aleyhisselâm'a, yahudilerden bir cemaat fenâ ve şer sözler söyledilerse de, o bunlara mukàbeleten hep hayır söylemiştir. Demişler ki:

"--Onlar sana ne diyorlar; sen de onlara ne söylüyorsun?"

Buyurmuşlar ki:

"--Herkes kendi hazinesinde ne varsa, onu harcar."

Görülüyor ki, kötü ve fenâ sözler sahibinin fenâlığına; iyi ve hayırlı sözler de, sahibinin iyiliğine alâmettir. Fakat şurası unutulmamalıdır ki, bunlar hep imandan sonraki şeylerdir. Yoksa imansız olan bir kimsenin şöyle iyi ahlâkı, böyle iyi huyu var demek, cömertliğinden bahsetmek bizim sadedimizin dışındadır. Onlar ne kadar iyi olurlarsa olsunlar, nihayet yerleri cehennemdir. Zîrâ imansızların yeri cehennemdir, ves-selâm.

"Hilim, her eleme şifadır." da denilmiş; içe de şifa dışa da şifâ...

Aziz kardeş! Şimdi senden benim ricâm şu: Bunları okudun ya, bakalım kendini bu terazi ile bir tart, ona göre hal ve hareketlerini güzelce ayarla! Doktor insanın kendisi olmadıkça, dışardan gelen doktorun tavsiyesinin ne kıymeti olur? İlaçları vaktinde almazsan, perhizlere ve tavsiyelere riayet etmezsen, doktor sana ne yapsın?..

206

Bu konuda İmam Şafiî'nin şu sözleri şâyân-ı dikkattir. Buyurmuşlar ki:

"--Kızılması lâzım gelen bir yerde kızmayan hımardır, yâni merkebdir. Razı olması istenen bir yerde razı olmayan, şeytandır."

Pek güzel bir sözdür. Günah ve ma'siyetlere göz yummak ve bunları müsamaha ile karşılamak elbette akıl kârı değildir.

Barışılması istendiği halde barışmamak da affolunmaz bir kabahattir. Burada aklıma bir hikâye geldi.

Vaktiyle firavunlardan biri hamamda yıkanırken, şeytan aleyhilla'ne ona kendisinin kim olduğunu sormuş. Firavun, hiç görmediği bir kimse olduğu için, "Bilmiyorum!" diye cevap vermiş. Şeytan:

"--Öyle ise sen nasıl tanrılık davası yapıyorsun; daha karşısındakini bilmiyorsun?" demiş.

Sonra da kendini takdim ile:

"--Acaba senden ve benden daha kötü bir kimse var mıdır? Sen tanrılık davası yapan firavun ben de, rahmet-i ilâhîyyeden kovulmuş bir şeytanım."

Yine cevabını kendisi şöyle vermiş:

"--Evet, senden ve benden daha fenâ ve kötü adam odur ki, kendisinden özür dileyip af isteyenin özrünü kabul etmez.

207

Cenâb-ı Feyyâz-ı Mutlak cümlemizin kusur ve günahlarını affeyleyip, rıza-yı ilâhîsine muvafık amellere ve bu hilim sıfatıyla ahlâklanmak şerefine, sizleri de bizleri de muvaffak eylesin... Âmin...

Asıl hüner her şeyi yerli yerinde yapabilmektir. Bu da kuvvetli bir ilim ve mağlub olmaz nefislerle mümkündür. Azgın nefislerde her ne kadar ilim olsa da o kişi yine nefsinin esiri olmaktan kendini kurtaramaz. Onun için herkese ve bâhusus her ilim sahibine tasavvuf şarttır. Tasavvufsuz ilimler hebâen mensrdur. Zühd, takvâ, hilim, sabır ve sâir ahlâklar hep tasavvufun mahsûlüdür ves-selâm...

208

HİLİM VE SEKÎNET

Peygamber SAS Efendimiz'in nümûne olan güzel ahlâklarından hilim ve sekînet hakkında: (Ma'rifetnâme, s. 528)

Ey aziz! Ehl-i edeb demişler ki:

Allah-u Celle ve A'lâ Kelâm-ı Kadîminde Efendimiz SAS Hazretleri'ni en yüksek bir ahlâk ile övmüştür. Bu ahlâkların icabı rakîk, şefik, halim, selim, emin, miskinlerin hàmîsi ve buna benzer vasıfların sahibi olan Hazret-i Muhammed SAS'in; Cenâb-ı Hakk'ın kullarıyla ve bütün insanlarla hüsn-ü muamele ve ünsiyeti, ümmet ve ashabıyla sohbet ve muamelesi, ehil ve ıyâliyle ülfet ve mükâlemesi ve ona iktidâ edip izinde giden ashàb-ı kirâmın ve evliyâ-yı izâmın ve ulemâ-yı dînin ve selef-i sàlihînin dâimâ adetleri, meşrebleri, tabiatleri cümle mahlûkata hüsn-ü ahlâk ile muamele, lütuf ve yumuşaklıkla mükâleme idi.

Müsamaha ile muàşeret, muvâfakatle mübâşeret, hilim ile nasihat, rıfk ile muhabbetti. Tevâz ile şefkat, beşâşetle ülfetti. Îsar ile hizmet, ihsân ile fütüvvetti. Kerem ile meveddet, hayâ ile mürüvvetti. Müdârât ile mürafakat, tahammül ile komşuluktu. Af ile şefaat, cûd ile sehàvetti. Teveddüd ile talâkat, telâttufla zerâfetti. Vakar ile sekînet, recâ edene re'fetti. Sıdk ile sıyanet, herkese iànetti. Cümleye hayır dua ve hüsn-ü zan ile, sena idi. Kendi nefsini küçültme, dostları ta'zim, ayıbları örtme, ezâlara tahammüldü.

209

İnsanların ihsan ve güzelliklerini ifşâ eder, kendi ihsanlarını saklarlar, küçüklere acırlardı. Büyüklere vefâlıydılar. Velhasıl bunlara benzer bütün güzel huylara sahiptiler. Halbuki, bizlere cümleden ehem ve elzem olan, Habib-i Ekrem SAS Efendimiz Hazretleri'ne ittibâ ve iktidâ etmektir. Ve onun âl ve ashabının âdât ve âdâbıyla mûtad ve müeddeb olmaktır ve rızâ-yı Mukallibül-Kulûb'u gönüllerde arayıp bulmaktır. Onun için de cümle mahlûkatına rıfk ve şefkat ile muamele etmektir.

Nazım:

Ma'den-i eltàf idi Peygamber, etmezdi gulû;
Hüsn-i ahlâk ile zâtı olmuş idi dopdolu.

Halka eylerdi tevâz, ger şerîf u ger vazi'
Nefsi toprak gibi alçak, gönlü su misli duru.

Sevse, ger buğz eylese, Allah için eylerdi ol,
Kendi nefsi için sevip, hem olmadı hergiz adû.

Gülmedi hiç kahkahayla, sövmedi hiç nesneye;
Lutf ile bessâm idi, yüzü güleç ol mah-rû.

Hürmet ü lutf u hayâ ve hilm ile mevsuf idi,
Kimseye "Lâ" demedi, kim gelse ona yalvaru.

Kendi ehl-i beyti hacetin görürdü kendisi,
Dâimâ miskinler ile otururdu ol ulu.

Na'l ü sevbine yamalıklar dikerdi giyinib,
Hasta görmek, ta'ziyet için yürürdü ey amû.

Geh binerdi deveye, at u katır, geh merkebe,
Ardına adam alırdı, olsa idi almalu.

Geh terebbu' eyler idi, geh dikerdi bu dizin;
Mecmaul-âdâb idi, mahfî, ayan, yüzü sulu.

Arpa ekmeğine yahud mercimek çorbasına,
Kılsalar dâvet varırdı, aramazdı reng ü bû.

Yerdi üç parmakla tatlı ve yalardı onları,
Besmeleyle üç nefeste su içerdi dinlenü.

İ'tizar etseydi kimse, özrün eylerdi kabul,
Yok idi indinde lutf ile keremden sevgilü.

Dursa zikrullah idi, otursa zikrullah idi,
Kimseye vermezdi can ü gönlünü, illâ ki Hû.

210

Ey aziz! Ehl-i edeb demişlerdir ki, Hak Teàlâ ibâdına inayetiyle kıldığı re'fet ve rahmeti ve birbirlerine lâzım olan şefkat ve ülfeti duyurmuş ve bu husuta Kelâm-ı Kadîminde bir çok âyât-ı beyyinatı zikretmiştir. Biz onları yazmayı bıraktık. Zirâ okumasını herkes lâyıkıyla becerememektedir. İsteyenler Ma'rifetnâme'nin 529'uncu sayfasına bakabilirler.

Rubâî:

Mahlûk-ı Hudâ'ya şefkat et, rahmet bul;
Eblehlere hilm ü hürmet et, rahat bul;
Sen herkese rıfk u rağbet et, rif'at bul;
Ger idemendinse, uzlet et, izzet bul!

Bundan sonra da yine hüsn-ü hulk hakkında bir çok ehadis-i şerifeyi beyan etmiştir ki, biz yine onları yazmaktan feragat eyledik. (Ma'rifetnâme, s. 530)

Beyit:

Cihan bağında ey àkıl, budur makbul-i ins ü cin;
Ne kimse senden incinsin, ne de sen bir kimseden incin!

Ey aziz! Ehl-i edeb demişlerdir ki: Habib-i Ekrem SAS Efendimiz Hazretleri, ümmet ve ashabına şefkat ve re'fetiyle, hüsn-ü muàşereti ta'lim ve tefhim edip, fezàil ve faydalarını duyurmuştur.

"Merhamet edenlere Allah CC merhamet eder. Siz yerde olanlara merhamet eyleyiniz ki, gökte olanların Hàlikı, Rahmân olan Allah-u Celle ve A'lâ da size merhamet etsin. Siz küçüklere merhamet ediniz ki, sizden büyükler de size merhamet etsinler."

211

Mü'minlere lâzımdır ki, birbirlerine hayır sanıp nush edeler. Birbirine merhamet edip iànesine gideler. Birbirlerinin elemiyle müteellim olup, meserret semtine gideler. Nitekim, bedenin bir uzvu müteellim oldukta, cemi-i a'zâ-yı beden onun elemin bulur. Tâ ol uzvun elemi zail oluncayadek, cümle beden rahatsız olur.

Ve buyurmuştur ki:

"Mü'minler birbirinin kardeşidir; alimler nefs-i vahide gibidir. Halkın hayırlısı, nasa menfaatlısıdır."

Onun için ashab-ı kiram ve onların tabileri ve ulema-yı din-i mübîn birbirilerine muîn olup menfaat ederlerdi. Belki ehl-i kitab zımmîye ve cemi-i mahlûkata bile merhamet edip yardımlarına giderlerdi.

Ve yine buyrulmuştur ki:

"Ümmetimin ebdali, kesret-i salat ve siyam ile cennete dahil olmazlar; belki, rahmet-i kulûb ve selâmet-i sudûr ve sehàvet-i nüfûs ile dahil olurlar."

Ol hazret kendi mübarek yediyle, yetim uşakların başlarını meshederlerdi. Ve onlara telâttuf edip tebessümle söylerlerdi.

Ve buyurmuştur ki:

"--Yâ Muaz! Yetim uşaklara merhametli peder gibi olasın. Ne ekersen onu biçeceğini yakînen bilesin. Kim ki, Müslüman kardeşini dünyada mesrur ederse, Hak Teàlâ Hazretleri de onu dünya ve ahirette mesrur eder. Her kim ki, mü'min kardeşini dünya gussalarından birisinden halâs eylese, Hak Teàlâ onu kıyamet gününde, gussalarından âzâd eyler."

212

Ve yine buyurmuştur ki:

"Allah-u Teàlânın kulu mâdem ki mü'min kardeşlerinin yardımındadır; Mevlâsı da onun yardımındadır. Peder ve vâlidesine ikram ve ihsan eden için, cennetin iki kapısı açıktır. Hak Teàlâ o kimseye rahmet etsin ki, kendi evlâdına yardım eyler; yâni ol emri ona teklif etmez ki, ol emri işlemekte kendüye asi olmasından korkula. Ve a'mâlin efdali, mü'minin gönlüne, içine sürur idhal etmektir."

Ve yine buyurmuştur ki:

"Bir kimse kendi iyâline bir dirhem infak eylese, benim indimde Hak yoluna bin dinâr infakından ahsendir.

Bir kimse peder ve validesine bir gün muti' olsa, benim indimde bin yıl nafile ibâdetinden hayırlıdır. Bir kimse ehl ü iyâli yanında bir saat eğlense, benim indimde, mescidimde i'tikâfından efdaldir. İmanı ekmel olan mü'min, kendi ehliyle hulku hasen olandır. Kadınlara hayır sanıp rıfk ve hilm ile muamele eyleyiniz ki, indinizde esir olup, emanetullah bulunmuşlardır.

Kölesini eliyle dövenin kefareti onu azad etmektir. Lisânına malik olanın ayıpları örtülüdür. Kezm-ı gayz edenin günahları mağfurdur. Cariye ve kölelerinizle, lütuf ve yumuşaklıkla konuşun! Bir gün yetmiş kere kusur etseler dahi, af ile muamele ediniz ve onlara kendi yediklerinizden yediriniz. Kendi esvaplarınızdan giydiriniz ve evlâtlarınız gibi ikram ediniz. Onlara takatlerinden fazlasını teklif etmeyiniz ki, onların da bedenleri et ile kandan ibarettir. Onlar da sizler gibi benî Ademdirler. Onlara zulm edenlerin hasmı Allah-u Celle ve A'lâ'dır.

213

Her kim ki, ana ve babasına muti' olup da sıla-yı rahim eylese, ehline, evlâd ve hizmetkârlarına mülâyim söylerse, ihvanına ikram edip, kendi hanesine devam eylese, tahkik o kimse tekmil-i mürüvvet eylemiştir. İnsanlığın kemâline ermiştir.

Evliyâ ile mücâlese ve ulemâ ile mükâleme eyleyiniz! Hükemâ ile sohbet ve fukara ile ünsiyyet eyleyiniz. İki kişinin konuşmaları birbirine emanettir; pes, birine helâl olmaz ki, diğerinin gizli sözünü başka kimseye söyleye veya onun gizli işlerini halka izhar eyleye.

Mü'min, mü'mine ruh ile ceset gibidir. Mü'minin mü'mine merhamet ve şefkatle bakışı ibâdettir; yüzüne gülmesi kefarettir. Mü'minin kalbine sürur vermek mûcib-i rızâ-yı Rahmân'dır.

Her kim ki, Hak Teàlâ ve àlem-i ahirete inanmıştır, ol kimse komşusuna ikram ve misafirine hürmet eylesin. Her kim ki, bir şey söyleyecekse hayır söylesin veya sükut etsin.

Efendimiz buyurmuştur ki:

"--Ya Ebâ Hüreyre! Nefsine muhabbet eylediğin gibi, nasa da muhabbet eyle ki, mü'min olasın! Komşunla komşuluğu güzel eyle ki, müslüman olasın! Cibril-i emin bana, hüsn-i mücaveretle öyle çok emrederdi ki, komşunun, komşusuna vâris olacağını zannederdim.

214

Ol Hazrete gelib komşusundan şikayet eden birine buyurmuştur ki:

"-Kendini komşuna eziyetten men edip, komşunun eziyetine sabr edesin. Ta mevt ile ayrılıb gidinceye kadar."

Güzel komşuluk hemen yalnız komşuya eziyet etmemek değildir. Belki, güzel komşuluk, komşunun ezasına sabır ve tahammüldür. Muhakkak hüsn-ü hulk, güzel komşuluk ve sıla-yı rahim Mevlâ'nın rızasını celbe vesîledir ve hatâlarını gidericidir, arıtıcıdır.

Hüsn-ü hulk Allah-u Teàlânın rahmetinden sahibine bir yulardır ki, bir meleğin elindedir. O melek ise onu dâimâ hayra çeker, gider. Hayır da onu cennete götürür. Kötü ahlâk ise, Allah-u Teàlâ'nın azabından sahibinin burnunda bir yulardır ki, ucu bir şeytanın elindedir. Şeytan ise onu cehenneme çeker, gider; şer onu cehenneme idhal eder.

Her kimde ki üç huy olmaz, ol kimse imanın tadını bulmaz: Birinci hilimdir ki, onunla cahilin gazabını reddeyler. Biri de vera'dır ki, onunla haramlardan men eder. Biri de hüsn-ü hulktur ki, onunla halka müdârât eyler.

Sadakaların en efdali halka müdârâttır. Edâ-yı farîza ile emrolunduğum gibi, müdârât-ı nas ile de me'murum. Rıfk ve müdârâttan nasibi olan, dünya ve ahiret hayırlarını bulmuştur. Rıfk ve müdârâttan mahrum olan, dünya ve ahiret hayırlarından bî-behre ve nasibsiz kalmıştır. İmandan sonra aklın başı müdârât-ı nastır. Ve halka meveddetle, hüsn-ü imtizâc ve ünsiyettir.

215

İstişare edenin işi rasttır, doğrudur; kendi reyine kanaat edenin iflâstır. Dünyayı terk eden, indallah merğb olur. Halkın elinde olanı terk eden, mahbûbül-kulûb olur. Emanet almayan rahat bulur. İnsanlardan bir şey istemeyen aziz olur. Mü'minlere nasihat ve şefkat, saadet alâmetidir.

Hak Teàlâ refîktir, rıfkı sevip, şiddeti almaz. Rıfk için eylediği lütfu, şiddet için kılmaz. Hak Teàlâ bir ev halkına hayır murad ederse, onları rıfk ile mu'tad edib, şiddetten âzâd eder. Zira, müslüman odur ki, onun elinden ve dilinden müslümanlar selâmette olalar ve cümlesi onun zarar ve ziyanından emin olalar.

Beyit:

Nefsi kabul kıl ey Hakkı, halkı incitme;
Kim incidirse seni, Hak'tan anla sen anı.

HALKA GÜZEL MUAMELE

Cümle halk ile hüsn-ü hulk ile muamelenin ve lütf u lâin ile mükâlemenin mahiyeti ve keyfiyeti hakkında:

Ey aziz! Ehl-i edeb demişlerdir ki; Hazret-i Habib-i Ekrem SAS Hazretleri ümmet ve ashabına, meveddet, muhabbet, ülfet ve sohbetin âdâb ve erkânını ta'lim buyurmuşlardır.

Nitekim, ehadis-i şerifesinde, lütf ile buyurmuşlardır ki:

216

"--Ey ümmet ve ashabım! Ahlâk-ı Hak ile mütehallık olunuz. Muhakkak biliniz ki, ilim ve hilim anın ahlâkındandır. İlim, ancak teallümle vücuda gelir. Hilim ise, tehallümle hasıl olur. Hayrı ihtiyar eden kimse hayır bulur. Şerden sakınan hıfz olunup selâmette kalır. Öyle ise ilmi taleb ediniz. İlim ile beraber hilim ve sekineti de taleb ediniz. İlim öğrettiğiniz kimselere mülayim söyleyiniz. Kendisinden ilim öğrendiğiniz kimselere de ta'zim eyleyiniz. Cebâbire-i ulemâdan olmayınız ki, cehliniz size gàlib olmasın.

Ey ümmetim! Sizden kat'-ı rahim edene, sıla-yı rahim eyleyiniz. Sizi mahrum edene, siz kerem kılınız. Size cehille muamele edene, siz hilim ile muamelede bulununuz. Bu huylarla indallah rif'at bulursunuz. Hak Teàlâ Hazretleri din-i İslâmı, mekârim-i ahlâk ile mahfuf (etrafı kuşatılıp çevrilmiş) ve mehàsin-i a'mâl ile müzeyyen kılmıştır ki, anlar hüsn-ü muaşeret ve kerem-i tabiattir; yumuşaklık, atâ ve ihsandır, it'am-ı taam ve bezl-i selâmdır. Hastaları ziyaret, ihtiyarlara ta'zimdir. Kötülükleri affedip, komşularla iyi ve güzel geçinmektir. Gayz ve kinini yutmak ve aralarını ıslah etmektir. Cömertlik, kerem ve semâhattir; iyiliklerini izhar, ayıplarını örtmektir.

217

Müslümanın müslüman üzerinde altı hakkı vardır:

1. Müslümanla karşılaşdıkta ona selâm veresin.

2. Seni dâvet ettikte, icabet edip gidesin.

3. Senden nasihat istedikte, ona nasihat edesin.

4. Aksırdığı vakitte, hamd edip "Elhamdü lillâh" deyince, ona "Yerhamükellàh" diyesin.

5. Hasta oldukda, ziyaretine gidesin.

6. Öldüğü vakitte cenazesine gidesin.

Mü'min, gayet yumuşak olup, deve gibi nereye çekilirse gider. Eğer bir taş üzerine dahi çökertilirse, çöker.

Ol Hazretin, gazada mübarek dişlerinin kırılması ashab-ı kirama çok ağır gelip dediler ki:

"--Bu kavme lânet eyle ki, bu fiili sana işlediler."

Pes, ol Hazret ashabına cevap etmiştir ki:

"--Ben Allah'ın kullarına lânet için gönderilmiş değilim, ancak anları Hakka dâvet için ba's olunmuşumdur ve rahmeten lil-àlemin bulunmuşumdur. Yâ Rab! Kavmime hidayet eyle, zîrâ onlar bilmezler." buyurmuştur.

218

Bundan dolayı kim ki zalimîne beddua ederse, tahkîk ol kimse Muhammed-i Emin'i SAS mahzun edip, iblis-i lâini sevindirmiş olur. Kim ki zàlimi affederse, tahkik ol kimse Muhammed-i Emini SAS mesrur edip, iblis-i lâini mahzun etmiş olur.

Yetim çocuklar haksız olarak dövülse, anın ağlaması sebebiyle Arş-ı Rahman hareket eyler. Hak Teàlâ buyurur ki:

"--Ey benim meleklerim! Siz şâhid olunuz ki, ol yetimi razı edeni ben kendi indimde razı ederim."

Kim ki, pazardan evlâdına bir turfanda meyva getirse, sadaka etmiş olur. Evvelâ kıza versin ki, anlarda rikkat ağleb olduğundan dolayı, Hak Teàlâ Hazretleri onlara daha erhamdır.

Evlâdın peder ve validesi üzerinde üç hakkı vardır:

1. Doğdukta, ismini gökcek etmektir. Yâni güzel bir isim koymaktır.

2. Akil oldukta, kitabını öğretmektir.

3. Bâliğ oldukta, evlendirmektir.

Kocanın karısı üzerinde olan hakkı şudur ki: Eğer avret bir deve üzerinde bulunsa bile, kendi nefsini erkeğinden men etmesin... Ondan izinsiz, Ramazanın gayrısında oruç tutmasın... Kocasından habersiz evinden çıkıp başka yere gitmesin, sevab umarken günaha batmasın.

219

Eğer bir avret kocasının evinden kaçarsa, anın namazı kabul olunmaz. Tâ dönüp, elini eline verip, "Her ne işlersen işle!" demedikçe halâs olmaz.

Tahkîk bir avret beş vakit namazını kılsa, ve bir ay Ramazan orucunu tutsa, ve kendisini nâmahremlerden korusa, ve erkeğine itaatle hareket etse; ol hatun cennet-i a'lâya dahil olur.

DİĞER GÜZEL HUYLAR

a. Tevâz

Alçak gönüllülük etmek, huz ve huşû üzere olmak ve kendisini hakir tutmaktır. İnsan kendi varlık ve benliğini kırmadıkça tevâz sahibi olamaz. Ve ona terfi-i derecât da mümkün olmaz. Her mü'min ve muvahhide, hilim ile tevâzun lüzûmu pek âşikârdır.

b. Re'fet

Merhamettir. Esirgemek, şefkat etmek ve acımak re'fettendir. İnsanın şefkat ve merhameti ne kadar çok olursa, şüphesiz ki, kıymeti de o kadar fazla olur.

c. Lînet

Kelâmda ve sâir umûr ve hususlarda insanın yumuşak tabiatli olması, sertlik yapmamasıdır. Sertlik bazan fenâ neticeler doğurduğu gibi çok yumuşaklığın da bazan zararları olabilirse de, tahammül etmek ve sabırla karşılamak evlâdır. Hazret-i Osman RA'ın şehadeti de fazla yumuşaklığının ve merhametinin neticesidir.

220
221 ilâ 240. sayfalar