Yâ Muàz! Allah-u Teàlâ'yı her taş ve ağacın bulunduğu yerde zikr eyle! (Yâni dünya taş ve ağaçtan hali olamayacağından, dâimâ zikr eyle demektir.) Günah işleyince hemen akabinde tevbe eyle! Gizli günahlarına gizlice, âşikâr günahlarına da açıkça tevbe eyle! (Yâni tevbekâr olduğunu aleme beyan eyle!) (Et-Tergîb, 4/107)
Bu nasihatler ne kadar kıymetlidir. Hemen Cenâb-ı Hak cümlemize tevfîkını refik eyleye... Ve sallallàhu alâ seyyidinâ muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn.
Aynı kitabın tevbe bahsinin 18. hadisinde de şöyle denilmektedir:
Efendimiz SAS Hazretleri buyurmuşlar ki:
"Günahlarına tevbe edip nedâmet eden kişi, Allah-u Teàlâ'nın rahmetine mazhar olmakta; kendi amellerini beğenen mütekebbir ve iftiharcı kişi ise, gazab-ı ilâhîyeye intizardadır. Çünkü, mürâi ve kezzabdır.
Ey Allah'ın kulları! Biliniz ki, her amel sahibi yaptığı amelle karşılaşacaktır. Kimse dünyadan çıkmaz, işlediği iyi ve kötü amelini görmedikçe... Yâni hâl-i ihtizarda iyiler yapmış oldukları iyiliklerin mükâfâtını, kötü iş işleyenler de cezalarını görmedikçe ruhları kabzolunmaz. Bütün amellerde itibar sonlarınadır.
Gece ile gündüz, insanları Hak'ka götüren binekler ve vasıtalardır. Binâen aleyh, bu gece ile gündüzde ahirete ve Allah-u Teàlâ'ya gidişi güzel ediniz! Yâni hayırlı amelleri çoğaltıp kötü hareketlerden uzak durunuz!
Tevbeyi te'hirden sakınınız! Belki tevbeyi ve iyi amelleri çoğaltınız. Çünkü ölüm size ansızın gelir. Sizden birinizi, yâni sizleri, Allah-u Teàlâ'nın hilmi aldatmasın. Muhakkak cennet ve cehennem, sizlere ayakkabınızın tasmasından daha yakındır."
Bu teşbih, nîmet ve azabın bize sür'atle erişmesini anlatmak içindir. Ruhun çıkışından sonra mutî olan mü'minler itaatlerinin sevabını, asiler de isyanlarının cezasını görürler. Àkil olan, Allah-u Teàlâ'ya tevbe edip, ibadet ve taate devam eder. Zîrâ ömrün ne zaman biteceğini Allah-u Teàlâ'dan başkası bilemez.
Sonra Efendimiz SAS Hazretleri: "Artık kim zerre ağırlığınca hayır yapmışsa onu görür. Kim de zerre ağırlığınca şer yapmışsa onu görür." meâlindeki ayet-i kerimeyi okudu. (Et-Tergîb, 4/90)
ERZURUMLU İBRÂHİM HAKKI HAZRETLERİ'NİN ÎTİKAD HAKKINDA BİR NAZMI
Nev'i râbi: Îtikad-ı kalbi tashih ve ehl-i sünnet vel-cemaat mezhebine tatbiki bildirir.
Ey aziz! Ma'lûm olsun ki, sahabe-i güzin hazeratı ve onlardan sonra gelen tabiîn ve eimme-i din-i mübîn ve selef-i sàlihîn (Radıyallàhu teàlâ anhüm ecmaîn) cümlesinin îtikadı bu manzumenin mezâmininde nizam bulmuştur.
Hudâ Rabbim, nebîm hakkà Muhammed'dir Rasûlüllah.
Hem İslâm dînidir dînim, kitâbımdır kelâmullah.
Akàid içre ehl-i sünnet oldu mezhebim cem'an,
Amelde Ebû Hanife mezhebimdir mezhebim vallah.
Dahi zürriyyetiyim Hazret-i Adem nebînin, hem
Halîl'in milletiyim, dahi kıblem Kâbe beytullah.
Bulunmaz Rabbimiz'in zıddı ve ne emsâli àlemde,
Ve sûretten münezzehtir, mukaddestir teàlâllah.
Şerîki yok, berîdir doğmadan, doğurmadan ancak;
Ehaddır, küfvü yok, İhlâs içinde zikreder Allah.
Ne cism ü ne arazdır, ne mütehayyiz ne cevherdir.
Yemez, içmez, zaman geçmez, berîdir cümleden Allah.
Tebeddülden, tegayyürden dahi elvân ü eşkâlden,
Muhakkak ol müberrâdır budur selbî sıfatullah.
Ne göklerde, ne yerlerde, ne sağ ve sol ve ön ardda;
Cihetlerden münezzehtir ki, hiç olmaz mekânullah.
Hudâ vardır, velî varlığına yok evvel ü âhir;
Yine ol varlığıdır kendinden, gayrı değil vallah.
Bu alem yoğ iken ol var idi, ferd ü tek ü tenhâ;
Değildir kimseye muhtac o, hep muhtac gayrullah.
Ana hadis hulûl etmez ve bir şey vacib olmaz kim;
Her işte hikmeti vardır, abes fi'l işlemez Allah.
Hulûl etmez o zât abde, ve hiç bir ferde zulmetmez.
İbâdın aslâhı lâzım değil kim, halk ede Allah.
Ana bir kimse cebr ile bir iş işletemez aslâ;
Ne kim kendi murad eyler, vücûda ol gelür billâh.
Anın herbir kemâli bî-tegayyür hàsıl olmuştur;
Ki, yoktur muntazır olunacak hiç bir kemâlullah.
Sıfât-ı bâ-kemâliyle o dâim muttasıftır kim;
Kamu noksan sıfatlardan beridir zül-celâl Allah.
Sekizdir çün sıfat-ı zâti, ilim ile irâdettir;
Hayat u kudret u halk u basar, sem' u kelâmullah.
Alîm oldur ki, ilmine erişmez kimsenin aklı;
İhàta eylemiştir cümle bu eşyayı ilmullah.
Mürîd oldur, dileyici ve her şey üzre kàdirdir;
Ne kim diler, olur peydâ alâ vefk-ı murâdillâh.
Cemî-i hayr ü şerri ol diler, takdîr ü halk eyler;
Velî hayrı sever, ancak ki sevmez şerleri Allah.
Basîr oldur hakîkatte, ki hep eşyâya nâzırdır;
Velî gözden münezzehtir, basardır min sıfatillah.
Semi' oldur, her âvâzı işitir sır ile cehri;
Münezzehtir kulaktan ol, sıfattır anda sem'ullah.
Mütekellimdir ol ammâ berîdir dilden, ağızdan;
Hurûf ü lafz u savt ile değil vasf-ı kelâmullah.
Sübutiyye sıfatı kim ne aynıdır ne gayridir.
Kadîm u dâim u zâtiyle kàimdir sıfâtullah.
Hakk'ın mükrem ibâdıdır melekler yerde göklerde;
Avâmından avâm-ı nâsı efdal eylemiş Allah.
Yemek, içmek, hem erkeklik, dişilik yoktur onlarda;
Hakk'a hiç àsî olmazlar, mutîdirler li-emrillâh.
Ve Cebrâil ü Mikâil ü İsrâfil ü Azrâil;
Mukarrebdir, peygamberdir bu dördü hep emînullah.
Hakk'ın yüzdört kitabı kim, nebîler üzre inmiştir;
Kütübdür anların dördü, suhuf yüzü kelâmullah.
Zebûr'u verdi Dâvûd'a, dahi Tevrât'ı Mûsâ'ya;
Ve hem İncîl'i İsâ'ya, getirmiş Cebrâil vallah.
Habîbullah'a Kur'an'ı getirdi hàcet oldukça;
Yigirmiüç yıl itmam eyleyib, kat' oldu vahyullah.
Dahi ben enbiyâ hakkında bildim, ismet ü fıtnat,
Nezâfet hem emânet, sıdk ile tebliğ-i hükmüllah.
Gadirle kizb ü humk u kitmân ü hıyânetten
Münezzehtir, müberrâdır cemî-i enbiyâullah.
Nebîler ismini bilmek dediler ba'zılar vâcib,
Yigirmisekizin bildirdi Kur'an'da bize Allah:
Biri Âdem, biri İdrîs ü Nûh ü Hûd ile Sàlih,
Hem İbrâhim ü İshàk ile İsmâil zebîhullah.
Dahi Ya'kb ile Yûsuf, Şuayb ü Lût ile Yahyâ;
Zekeriyyâ ile Hârûn, ah-i Mûsâ kelîmullah.
Ve Dâvud u Süleymân, ve dahi İlyâs u Eyyûb'dur,
Birisi Elyesa'dır, dahi İsâ'dır o rûhullah.
Birisinin ismi Zül-kifl, ve biri Yûnus nebîdir hem,
Hitâmı ol habîb-i Hak Muhammed'dir Rasûlüllah.
Uzeyr ü, Lokmân u Zül-karneyn'de ihtilâf olmuş,
Ki, ba'zı enbiyâdır der, ve ba'zı der veliyyullah.
Cemî-i enbiyânın evvelidir Hazret-i Adem;
Kamudan efdal u âhir Muhammed'dir Habibullah.
İkisinin arasında katı çok enbiya gelmiş.
Hisâbın kimseler bilmez, bilir anı hemân Allah.
Risalât-ı rüsûl, mevt ile bâtıl olmaz ol kat'à,
Ve efdaldir melekler cümlesinden enbiyâullah.
Bizim Peygamberin ahkâm-ı şer'i öyle bâkîdir,
Ki ehl-i mahşeri bu şer' ile fasl edecek Allah.
Ve Mir'ac-ı Nebî haktır, ana şahsıyla muhtastır;
Çıkıp fevkal-ûlâya Hakk'ı görmüştür Habîbullah.
Cihan cümle cihâtıyla ve eczâ ve sıfâtıyla,
Hem ef'al-i ibâdın hayr ü şerri, cümle halkullah.
Anın ilm ü murad u halk u takdiriyle hâdistir;
Ki yoktur Hàlik u bâri iki àlemde gayrullah
İbâdın ihtiyârı vardır ef'àlinde cüz'îce
O ef'àl üzre bulmuşlar sevâb u hem ikàbullah
Ol ef'àlin cemîlidir, Hakk'ın hubb u rızàsıyla;
Kabîhinde bulunmaz ne muhabbet, ne rızàullah.
Sevâb ifdàlıdır Hakk'ın, ve adlidir ikàb anın;
Vücûb îcâbsız Hakk'a, be-istihkàk-ı abdullah.
Mukàrindir bu fi'le istitâat kim, o kudrettir;
Bulunsa istitâat olunur teklîf-i şer'ullah.
Ki abdin kendi vüs'unda ne kim olmaz, anı aslâ,
Ana din içre teklif etmemiştir ol rahîm Allah.
Haram erzaktır, herkes yer içer kendi rızkın hep;
Ve kimse kimsenin rızkın alıp ekl edemez vallah.
Ecel vaktinde meyyittir o maktûl, ve ecel birdir
Ve hâl-i ye'sin imânı değil makbûl indallah.
Heyulâ yoktur, ezhân içre bir cüz olduğu haktır;
Ki ol vasf-ı tecezzîden müberrâdır der ehlullah.
Kabirde meyyite Münker-Nekir dört şey suàl eyler;
Ki Rabbin kim, nebin kimdir, nedir dinin ve kıblen gâh?
Cevabın verenin, canıyla cismi zevk eder anda;
Şaşıp küffar u àsîler çeker anda azâbullah.
Bu dünyaya gelen gider, ki kalmaz canlı hiç kimse;
Dahi yevm-i kıyâmette eder emvâtı ba's Allah.
Verirler defter-i a'mâlini her âdemin anda;
Kiminin sağ eline, kimine soldan maàzallah.
Kitâbıyla hisâbı var, Hudâ'nın rûz-ı mahşerde;
Sorarlar herkesin ef'àl ü akvâlin bi-emrillâh.
Kebâirle segàir ehline ol gün, şefâatler
Ederler enbiyâ ve ehl-i ilm ü evliyâullah.
Ameller vezn olundukta sıratı geçmemiz haktır;
Ve kevserle sekiz cennet, verir mü'minlere Allah.
Giricek cennete mü'minler, anda çok bulup ni'met;
Görürler şüphesiz anda niteliksiz cemâlullah.
Ve cennetle cehennem şimdi var, ehliyle bâkîdir.
Cehennem yedidir, ehlin yakar dâim o nârullah.
Kazà ile gelir her hayr u şer, Tanrı cenâbından;
Bulur hayr, ehlini dâim; olur şer, ehline hemrâh.
Ve Peygamber ne kim eşrât-ı saatten haber vermiş;
İnandım cümlesin izhâr eder vaktında hem Allah.
Çıkar yer dabbesi, Deccâl ü Ye'cûc ile Me'cûcu;
Doğar gün mağribinden, çün iner gökten o Rûhullah.
Kebîre mü'mini îmândan ihrac eylemez dahi,
Ne küfre dâhil u ne tâatin habt ede indallah.
O isyan, eylemez anı muhalled hem cehenemde;
Meğer kim îtikad eyler helâl anı, maàzallah.
Hudâ afv eylemez şirki ve illâ andan ednâyı;
Dilediği kulundan her günahı afv eder Allah.
Kebâirsiz kaçan câiz, ikàb olmak sagàirle
Ve bî-tevbe giden câiz, kebâirden geçe Allah
Kabul eyler duàyı Hak Teàlâ, kendi fazlıyla;
Ve hàcât-ı ibâdı hem kaza eyler Raûf Allah
Dahi İslâm ile îman, ikisi şey'-i vâhiddir.
Cenâb-ı Hak'tan ol, her ne getirdiyse Rasûlüllah.
Kamusun dil ile ikrâr u tasdîk eyledim bil-kalb;
Birine yoktur inkârım, inandım şüphesiz vallah.
Çü din a'mâli îmandan muhakkak başka, hàricdir.
Pes, îman izdiyâd u nâkıs olmaz, hıfz ede Allah.
Dimem kim inşaallah mü'minim, bil mü'minim hakkà;
Bu mânâ ile iman, kisbî ve mahlûktur lillâh.
Ve amma Tanrı'nın kendi kuluna ma'rifet gencin,
Hidâyet kıldığı mânâ ile vehbîdir ol billâh.
Ve iman-ı mukallid hem sahîh olmuştur, amma kim
Ol istidlâl-i aklı terk ile, âsim olur billâh.
Kerâmât-ı velî haktır, nebîsi mu'cizâtıdır;
Keser az müddet içre çok mesafe evliyâullah
Bulurlar vakt-ı hàcette, taàm u hem libâs anlar.
Behâim hem cemâd, anlarla söylerler biiznillah.
Gehî su üzerinde meşy ederler vecd ü hàletle
Havada gâh uçarlar, hark eder âdâtını Allah
Erişmez bir velî, hiçbir nebînin rütbesine hem;
Ana ermez ki, andan sâkıt ola emr ü nehyullah.
Ve efdal evliyâ Sıddîk-ı Ekber, ba'dehû Fâruk;
Ve Zin-nûreyn'den sonra Ali'dir ol veliyyullah.
Bu dördü hem hilâfette, bu tertib üzre kàimdir.
Bu çar-yârdan sonra hem efdal evliyâullah
Kalan ashabıdır ki, cümlesinin zikri hayr olsun;
Cemi-i âl ü ashàb-ı kirâmı sevmişem fillâh.
Aşere-i Mübeşşere ve Fâtıma, Hasan, Hüseyin
Bu ümmetten bunlara, cennet ile neşhedü billâh.
Ve gayri kimseye aynıyla cennetlik denilmez kim;
O gayba hükm olur, gaybı ne bilsin kimse gayrullah.
Ve ashàb-ı kirâmın cümlesinden sonra ümmetten,
Cemî-i tâbiîn olmuştur efdal evliyâullah.
İmamül-müslimîn, sultân-ı müslim hür mükellef hem,
Kureyşî, tàhir olmalı, edip tenfîz-i hükmüllah.
Velî Hàşimli ma'sûm, efdal olmak şart değildir kim;
O fısk u cevr için hiç mün'azil olmaz bi-şer'illâh.
Ve berr ü fâcire uyup, namazım kılarım bile
Hem anların cenazesi namazın kılarım Allah
Ve huf üzre hazarda, hem seferde mesh câizdir;
Ve müskir olmayan temr ü ineb suyu mübâhullah.
Tasaddukla duamızdan bulur emvâtımız ni'met;
Ve fazl-ı emkine, eşhàs u ezmân haktır eyvallah.
Bilinmez müşrikin etfâli, cennette mi, nârda mı?
Ve küffara Kirâmen Kâtibîn vermiş kerîm Allah.
Ne kim ma'dumdur, ol şey'-i mer'î addolunmaz hem
Mükevven kâinata benzemez şeydir Teàlellah.
İsâbet-i nazar câiz ve sihr insana vâkîdir.
Beşer aklından efdaldir ulûm-u enbiyâullah.
Delile müctehid evvel bakıb eyler isabet, hak;
Ve sonra hükme bakdıkta, hatâsın afveder Allah
Ki hak birdir, muayyendir ve Kur'an u hadis ancak,
Ne mikdar olsa mümkün zàhirine hamlolur hergâh.
Bu zàhirden ol ehl-i bâtının da'vası mânâya,
Udûl u hem nusûsu redd ü istihfâf-ı şer'ullah.
Hem istihlâl-ı zenb u rahmet-i Hak'tan yeis, hem de
Azabından emin olmak, bu cümle küfrdür billâh.
Ve lafz-ı küfrü tav' ile ve kâhin sözlerin tasdik
Küfürdür, lâkin inkârı yeniden tevbedir lillâh.
Huda otuziki farzı ibâdına buyurmuştur.
Kamusun farz bildim, boynuma aldım, bi-tav'illah.
Şürutu beştir İslam'ın ki, tevhid ü salat u savm
Zekât u hac ganiler hakkında farz eylemiş Allah.
Namazın şartı, hariçte olanlar altı farz olmuş
Ve erkânı içinde oldular hem altı farzullah.
Dışındaki tahâret, setr-i avret, vakti bilmektir;
Ve abdest almak u niyyet, hem istikbâl-i Beytullah.
Namaz içinde tekbir ü kıyam ile kırâettir.
Rükû u ka'de-i uhrâ, ikişer secdedir lillâh.
Vüdun farzı yüz yumak, yedini mirfâkıyla hem.
Başa mesheyleyip, ayakları guslet dedi Allah.
Ve guslün farzı üçtür, kim temazmuzdur hem istinşâk;
Üçüncü cümle a'zâsın yumaktır tevbeten lillâh.
Teyemmüm eylemek vacibdir abdest ile gusl için.
Su bulunmazsa, ya kudret yok isedir bu şer'ullah.
Anın rüknü iki vurmak, şürûtu beş: Biri niyyet.
Saîd ü tàhir u mesh, biri acz-i ibàdillah.
Ve savmın farzı üç: Niyyetle ekl ü şürbü terk etmek.
Fecir doğdukta, gün batınca imsak oldu emrullah.
Dahi haccın furûzu üç: Biri ihrâma girmektir.
Biri vakfe cebel üzre, ziyâret oldu Beytullah.
Haramı îtikad etmek haram, andan sakınmaktır.
Helâli hem helâl etmek, budur cümle furûzullah
Hem ashàb-ı güzîn ü tabiîn ü müctehidînin
Ne kim var, ehl-i sünnet vel-cemaat cümle ehlullah
Kamunun îtikadın bu yüzon beyt içre bil Hakkı,
Budur hak mezheb ancak, bunda sâbit eylesin Allah.
Eğer benden küfür, amd u hatàen sàdır olduysa;
Ben o küfrün cemîinden berî oldum li-vechillâh.
Dahi şer'a muhàlifse, eğer ef'âl ü akvâlim,
Ben anlardan rücu' ettim ve tübtü kurbeten lillâh.
Ne kim kılmış Habîbullah bize tebliğ-i ahkâmı,
Kabul ettim anı, âmentü billâhi ve hükmillâh.
Dilim ikrârını kalbimle tasdîk eyledim candan,
Senin hıfzında îmânım, emânet olsun ey Allah!
GÜZEL AHLÂKLAR
Şimdi sizlere az da olsa güzel ahlâklardan bahsedeceğim. Ma'lûmunuzdur ki bu hususta söylenen hadis-i şerifler pek çoktur. Mü'minlerin en mükemmeli, ahlâkan en güzel olanıdır. En evvel lâzım olan şey ehl-i sünnet akaidi üzerine iman ve îtikaddır. Tabii bunlar olmayınca, diğer güzel huyların hiç kıymeti kalmaz. Bu hususun izahı ayrı bir bahiste bildirilecektir. Güzel ahlâkların başlıcaları, meşâyih-ı kiramdan Muhammed el Müfti el-Hàdimî KS'nun kitabında şöylece sıralanmıştır:
İhlâs, ihsân, tevâz, zikr-i minnet, nasihat, tasfiye, gayret, gıbta, sehà, îsar, mürüvvet, fütüvvet, hikmet, şükür, rızà, sabır, havf ve recâ, el-buğzu fillâh, el-hubbu fillâh, tevekkül, humûl, nazarında zem ve medhin müsâvîliği, mücâhede, hayırlı amellere sa'y, ölümü anma (hatırlama), işlerini Hakk'a teslim, ilim talebi, gönül selâmetliği, şecâat, hilim, rıfk, tevbe, ahde vefâ, va'dini yerine getirme, zühd, kanaat, hayırlara çalışmak, rikkat-ı kalb, şevk, hayâ, Allah'ın emirlerine ta'zim, el-ünsü billah, Allah'a kavuşma arzusu, vakar, zekâvet, istikàmet, edeb, ferâset, sadâkat, murâkabe, murâbata, muhasebe, muàtebe, kinini yenmek, ibadet için çok yaşamayı istemek, huşû, yakîn, ubûdiyyet, mükâfât.
KÖTÜ AHLÂKLAR
Salik için gerekli olan, muhakkak bütün işlerin azimet tarafını tercih edip, ruhsatlardan sakınması, uzaklaşması, ve bütün işlerinde Allah-u Teàlâ'nın rızasını istemesi ve Rasûlüllah SAS Efendimiz'in sünen-i seniyyesine ittibâ etmesidir. Öyle ki, azimetlerle amel, kendisinin tab'ına uyması ve adet kabilinden olmaması, dünya adamlarının yollarına gitmemesi de gerekir. Çünkü onlar bütün işlerinde Allah'tan gàfildirler. Onların gidişleri de dünya ve ahiret bakımından sonu iyi olan bir yol değildir.
Binâen aleyh ahiret yolcusu olan erbab-ı kemâlin, nefsani sıfatlardan, şeriatte mezmum, hakikatte habis olan mezmum sıfatlardan uzaklaşması lâzımdır. Bu kötü sıfat ve ahlâklar şunlardır:
Fâsid akîdeler, günahları irtikâb, tevbeyi terk, farz, vacib ve sünnetleri bilmemek, ibadete tenbellik, kibir, ucüb, kin, hased, adâvet, riyâset sevgisi, riyâ, öğünmek, hîle, hıyânet, müdâhene, hasislik, hırs, tama', harama ve mübaha meyil, şehvete meyil, çalgı dinlemek, günah yerlerinde bulunmak, hırsızlık, iftira, sövme, dövme, gıybet, kovuculuk, yalancılık, başkalarıyla istihzâ, hakaret etmek, gazab, incitme, gönül kırma, buğz, gayz, dargınlık, mücadele, imtihan, feryad ü figan, oburluk, tufeylîlik, tenbellik, sihirbazlık, sertlik, zulüm, dünya sevgisi, israf, aşırı sevinme, ahde vefasızlık, şakalaşma, tezeyyün (aşırı süsleme), rüşvetçilik fitne sevgisi seviye birliği istemek, kötü arzuları temennî, tl-i emel, arka dönme, hayâ azlığı, korkaklık, efrâd-ı ailesini kıskanmamak, ganîmet malından çalmak... vs.
Bu gibi mezmum sıfatların hepsi mânevî necislerdir. Bu necisleri hàmil olarak Hakk'a takarrüb hiç bir sûretle mümkün olmaz; zàhiri necasetlerle ibadete yaklaşmanın mümkün olmadığı gibi. Bunun için her sâlike nefsini bu kötü ahlâklardan temizlemesi ve sakınması lâzımdır ki, ind-i ilâhîde olan fevz ü felâha nâil olsun.
İYİ AHLÂKLARDAN HİLİM
İyi insan olabilmek için insanların yanında ve ind-i ilâhîde ve meleklerin katında razı olunan ahlâk-ı hamidelerle ahlâklanmak lâzımdır.
Efendimiz SAS buyurmuşlardır ki:
"Ahlâklar hazine-i ilâhîde mahfuzdur. Cenâb-ı Hak kuluna hayır murad ederse, onlardan bir ahlâkı ona ihsân eder."
Allah'ın razı olduğu ahlâkların başında hilim ile tevâz gelir. Bu iki ahlâk bütün iyi huyların menşei ve eşrefidir.
Hilim; vakar ve sekinet sahibi olmak ve yavaşlıkla beraber, ukbet etmek istedikde acele etmemek, teenni ile hareket etmektir. Bu hareketlerden netice olarak afv ve ihsan gibi büyüklükler doğar. Elbette bu, herkes indinde makbul ve memduhdur.
Hilmin seyyidül-ahlâk olduğu cümlenin ma'lûmudur. Hilim, ahlâk-ı hamidelerin en iyisidir; ve hilm, gayzını, kinini yenmekten efdaldır. Zîrâ, gayzın yenilmesi tekellüfle, zorlanarak hasıl olur. Hilim ise, hiç zorlanmaya ve tekellüfe lüzum kalmadan tabii haliyle meydana gelendir. Gayzını yutmak ve onu yenmek, bir çok zaman şiddetli mücadelelere vâbestedir ve nihayet kendine hilim sıfatı gelerek i'tiyat halini alır; bir daha hiç bunalmadan, yorulmadan, hadiseleri hilm-i tabiisiyle karşılar. Bu ise aklın kemâline delâlettir. Aklın diğer huylar üzerindeki istilasıdır. Bu sebeble gayzın kuvveti tabii olarak kırılır ve akla teslim olmaktan başka çare bulamaz.
Lâkin önceden bu hali kazanabilmek için tehallüm edinilen vasfı, ancak çalışmak, zorlanmak ve hilim sahiplerine hizmet etmekle elde etmek mümkündür. Zîrâ ilim, nasıl ki bir çok seneler erbâbına hizmet etmekle kazanılırsa; hilim de böylece erbabına hizmet etmedikçe lâyıkı vechile yapılmayacağı, herkesin meşhudu ve ma'lûmudur. Meselâ; bir merkebi bile nallayabilmek için, bir nalbanta hizmet etmeden yapmağa kalksanız, hayvanı mutlaka ya topal veya sakat edersiniz. Bu kadar basit görülen şeyler bile bir hizmete muhtaç oluyorsa, hilim denilen bu güzel huyu iktisab edebilmek için de, muhakkak hilim sahiplerine hizmet etmek lâzımdır.
Bir zât ilme merak etmiş. Evini barkını ihmal edip bir çok seneler gurbet illerinde ilim elde etmeğe çalışmış ve nihayet memlekine dönerken yolu üstünde bulunan kâmil bir zâta uğramış, Halini ona arz etmiş. O zât:
"--Evlâdım kazandığın bu ilimle etrafına lâyıkı vechile faydalı olman mümkün olmaz. Her halde benim nasihatlerimi ehemmiyetle dinlemen gerekir." deyince;
"--Buyurun efendim, sizi dinliyorum!" diyerek önünde diz çökmüş.
Fakat üstâz-ı kâmil ona:
"--Yok, öyle hemen bir şeyler söylemekle olacak şey değildir bu!.. Sen bakalım burada bize de biraz hizmet et de, biz sana lâyık olduğun zamanda müsaade ederiz." diyerek onu alıkoymuş.
İki sene hizmetinde devam ettikten sonra, hilmin ve sâir güzel ahlâkların ne demek olduğunu anlamış ve kendine hâl edinmiş olunca, evine dönmesine müsaade etmiştir. Evine vardığında ilk karşılaştığı çok mühim bir vaziyetten, ancak o kâmil zâta olan hizmetleri neticesinde elde ettiği hilim ve sabır sayesinde kendisini kolayca kurtarmıştır.
İlim teallümle olduğu gibi, hilim de tehallümledir Hayır temenni edenlere hayır verilir. Şerlerden korunmak isteyenler de korunur. Binâen aleyh, hilmin iktisâbı evvelâ tekellüfle, şiddetle mukàbele ve zorlanmakla; zoru zoruna dedikleri gibi, uzun zamanlar mücâhede ve mücadelelerle mümkündür. Yoksa hemen kolayca elde edilebilmesi mümkün değildir.
Maamâfî bazı zevât-ı muhtereme bu huylar, hilkaten, cibillî olarak, andan doğma verilmiştir. Fakat bunlar müstesnâ kimselerdir. Velîlikleri ezelde tahakkuk eden bahtiyarlardır. Bizlerse hiç de öyle değiliz; her iyi huyu kazanabilmek için mutlaka erbâbı olan ahlâk-ı kâmile sahiplerine lâyıkı vechile hizmette bulunmalıyız. Bu sebeptendir ki:
"--İlmi taleb ediniz; fakat ilimle beraber sekine, vakar ve hilmi de taleb ediniz! İlim öğrendiğiniz üstadlarınıza ve ilim öğrettiğiniz talebelerinize karşı yumuşak olunuz; sakın cebâbire, zàlim, gaddar, kimselerden olmayınız!" diye ne güzel tavsiyelerde bulunulmuştur.
Sonra cehliniz ilminize gàlipolur da hiç bir fayda temin edemezsiniz. Zîrâ tekebbür ve cebbarlık, gazab sıfatını kamçılar da hilimden ve yumuşaklıktan sizleri alıkoyar.
Bakınız şu dua ne kadar güzeldir:
"--Yâ Rab! Beni ilim, gınâ ve hilimle zînetlendir. Takvâ ikrâm eyle, afiyetle de cemallendir."
Hem dâimâ Cenâb-ı Hak'tan yükseklik isteyiniz. O yükseklik ise; sana darılıp ayrılanlara, senin gidip ziyaret etmekliğin ve seni hayırlardan men edene, senin vermekliğindir. Sana câhillik edene karşı da, zorla, nefsini, gazabını, kinini yenerek, yumuşak davranmaklığındır.
Beş şey bizlere peygamberlerin sünneti olarak verilmiştir. Bunlar: 1. Hayâ, 2. Hilim, 3. Cemaat, 4. Misvak, 5. Güzel kokudur.
Hazreti Ali KV Efendimiz der ki:
"--Müslim kişi hilmi sayesinde sàim ve kàim olanların derecesine ulaştırılır. Müslüman kardeşlerine karşı olan haklarını, onlara bağışlayan kimseler de, hiç şüphesiz mağfiret-i ilâhiyyeye mazhar olurlar."
Gazablarını yenerek hilim ile muamele eden kimselerden, Cenâb-ı Hakk'ın azabını men edeceği; Rabbine karşı özür dileyenlerin özrünü Cenâb-ı Hakk'ın kabul edeceği; kardeşlerinin aybını saklamakla, onların da ayıblarını Cenâb-ı Hakk'ın örteceği bildirilmiştir.
Sizlerin en kuvvetliniz, en hilimle, yumuşaklıkla, afv ile muamele edeninizdir. Gücü, kuvveti yettiği halde yine afv ile muamele eden de, hilim sahibidir.
"--Her kim gücü yettiği halde, yâni hasmına lâyık olduğu cezayı verebilecek kudrette olduğu halde affedip ona hilimle muamele ederse, Cenâb-ı Hak da kıyamet gününde, onun kalbini rıza-yı ilâhîsiyle dolduracaktır." Bir rivayette de, "Allah-u Teàlâ onların kalblerini emn ü iman ile dolduracaktır." diye buyrulmuştur ki, ne büyük bir devlettir.
İnsanın gazabını, Allah-u Teàlâ'nın rızasını taleb ederek yenmesi, büyük ecre sebep olur. Her kim kàdir olduğu halde gazabını yenerse, hem kalbi iman ile doldurulur, hem de yarın kıyamet gününde bütün halkın arasında kendisine yüksek bir imtiyaz verilerek, cennet hurilerinden istediği kadarı emrine verilir.
Lokman Hekim oğluna nasihatinde demiş ki:
"--Oğlum! Sakın bir kimseden yüzsuyu dökerek bir şey isteme! Kinini, gayzını, gazabını yen ki, senin de gizli, mahcub olacağın esrarların, kabahatlerin meydana çıkmasın... Ve yine kendi kadr ü kıymetini bil ki, hayatın ve yaşayışın sana fayda versin."
Bu sebepten buyrulmuş ki:
"--Bir an bile olsa hilimle muamele etmek, bir çok şerleri def eder."
Bütün ilim ehli ittifak edip demişler ki:
"--Gazab halinde hilimle hareket, amellerin efdalidir."
Bütün büyükler bu hususlarda hep bizlere örnek olmuşlar ve kendilerine karşı yapılan haksız ve yanlış hareketleri, müsamaha ile karşılayıp affettiklerini ve onlara güç ve kuvvetleri yeter olduğu halde dahi ceza yapmadıklarını bizzât göstermişlerdir.
Hilim bahsi, İmâm-ı Gazâli KS Hazretleri'nin İhyâ-yı Ulûm'unda bir çok örneklerle doludur. Bâhusus, Hazret-i Ömer RA gibi bir zâta karşı söylenen sözler hiç affolunmaz cinsten olduğu halde, o büyük insan hep nefsini yenerek, gazabını yutarak afv ve müsamaha ile muamele buyurmuştur. Hatta bazılarına da çok büyük hediyelerle karşılık vererek taltif buyurmuşlardır. Bunlardan birisi kendi torunlarıdır ki, aleyhinde konuşmasına muttali olunca, ona gayet güzel bir elbiselik kumaş ile bin dirhem verilmesini emir buyurmuşlardır.
Bu konuda Hazret-i Ömer RA'in bir sarhoşa verdiği ders dikkate şayandır. Bir gün huzurlarına bir sarhoşu getirmişler. Adam Hazret-i Ömer'e RA karşı münasebetsiz ve tahrik dolu sözler söylemiş. Böyle iken Hazret, sarhoşu affetmiş ve salıvermiş. Bu hareketine şaşıranlar, neden böyle yaptığını sormuşlar. Cevaben:
"--Eğer o sırada ben ona ceza verecek olsaydım, sırf nefsime uyarak, ona kızdığım için cezalandıracaktım. Ben ise hiç bir kimseyi nefsim için cezalandırmayı uygun görmem." buyurmuşlardır.
Hiç şüphe yok ki, bu hadiseler bizler için pek büyük birer ders-i ibrettir. Hemen öyle kızdığı vakitte ağzından çıkanı kulağı duymayacak derecede mukàbelede bulunmanın; sonra gücüne, kuvvet ve kudretine güvenerek o zavallıyı perişan etmenin, elbette muvâfık bir hatt-ı hareket olmadığını her akl-ı selim sahibi teslim eder.
Yine ma'lûmdur ki, bu gibi hareketler aklın zayıf, nefis ve şehvetin gàlipolmasından ileri gelir ki, bunlar insan sıfatı değildir. Bu gibi hareketler ancak hayvanlara yakışır. Çünkü insan mümtaz bir mahlûktur. Allah-u Teàlâ onlara, hiç bir mahlûka vermediği akıl, zekâ, vicdan, ruh yüksekliği, merhamet, şefkat, acıma ve yardım etme, hürmet, saygı ve sâire gibi üstün vasıflar vermiştir. Halbuki diğer mahlûkların hiç birisinde böyle bir şey göremezsiniz. Onlar ancak şehvetlerinin esiri olduklarından, canları nasıl isterlerse öyle hareket ederler. Kuvvetleri nisbetinde de birbirlerine musallat olurlar. Acımak, merhamet etmek, günah, ayıb diye bir şey bilmezler.
Onun için insanın kıymeti çok büyüktür. Hele ince ruhlu, kâmil ve olgun bir Müslümanın hali... Sana biri sövsün, çirkin sözler söylesin; sen de ona karşı çeşitli hediyeler vermekle mukabele et... Bak zalimi, kötü ahlâk sahibini nasıl yola getiriyorlar? Halbuki ağır cezalar yapabilirlerdi ve haksız da değillerdi.
Kötü huy ve kötü ahlâk sahibi böyle sert cezalarla hemen ıslah-ı nefs etsin; bu olmaz. Fakat onun kapalı olan insanlık damarlarını okşamak sûretiyle, --ne de olsa bir insandır-- bakarsınız ki hem mahcup olur, hem de bir daha böyle adîliklere teşebbüs etmeğe çekinir. Binâen aleyh, ona iki türlü ikram edilmiş oluyor: Birisi cezadan kurtuluyor, diğeri ise kendisi intibaha davet edilmiş oluyor. Bu da çok büyük bir nasihat ve ders-i ibrettir.
Üç şey, üç huy, üç haslet kimde bulunursa o kimsenin Allah'a imanı kemâl derecesindedir: Birincisi: Razı olduğu zaman, rızası onu bâtıla götürmüyor. İkincisi: Kızdığı zaman, gazabı onu Hak'tan çıkarmıyor. Üçüncüsü: Gücü yettiği vakitte bile, kendisinin hakkı olmayan bir şeyi almıyorsa, o en bahtiyar kimse demektir.
Selman-ı Farisi RA nasihat isteyen bir kişiye buyurmuşlar ki:
"--Kızma!"
Adam her halde gazub bir kimse olsa gerek ki:
"--Kızmadan yapamam!" demiş.
"--Öyleyse, kızdığın vakit eline ve diline hakim ol!" buyurmuş.
Yâni nefsini yenmesini bil, gazabına esir olma, insan gibi hareket et! Çünkü insanlar hayvanlar gibi değildirler, öldükten sonra hayvanlar gibi helâk olup gitmeyecekler. Belki cennet ve cemâlullah ile müşerref olacaklarından, her halde ve mutlaka nefislerine hakim olmaları iktizâ eder. Zîrâ o ahiret saadeti, cennet ve cemâlullah, öyle para ve pul ile alınır bir şey değildir. Belki insanlığın ve müslümanlığın îcâbına göre hareketlere vâbestedir.
İnsan şöyle biraz düşünecek olsa kâfîdir. Bizim yaratılışımızın esası, kökü şu kara topraktır. Halbuki bu toprak biraz evvel güneşten kopan bir ateş parçasıydı. Hayatı sönmüş, boşluğa atılmıştı. Bak Cenâb-ı Hak ona nasıl tekrar hayat verdi. Bizim hayatımıza sebep olan bütün gıdalarımız da orada yetişiyor. Sonra biz de onları yiyoruz. Kan olup şu vücudumuzun hayatiyetini devam ettiriyor. Bir de bakıyoruz ki, her bir a'zâmız ayrı ayrı görevde... Hikmetine aklımız bir türlü eremez.
Kimi göz olmuş kâinâtı seyreder. Kimi kulak olmuş hadiseleri dinler. Kimi burun olmuş envâi çeşit kokulardan koku alır. Hele o akıl; ona ne akıl erer, ne de fikir! Olmuşu, olacağı anlar ve sezer, insana istikamet verir. Ne acaib bir nîmet!..
O topraktan yine kimi et, kimi deri, kimi yağ, kimi barsak, kimi mide, ciğer, kalb, el, ayak; neticede şu eşine rast gelinmez, kâinatı içine almış zübde-i mahlûkat oluyor. Biraz hastalansa, ya donacakmış gibi üşür veya sıtmalı hastalarda olduğu gibi ateşler içinde yanar. İşte iki kuvveti de mutedil olarak insanda cem eden Allah-u Celle ve A'lâ Hazretleri, cennet ve cehennemi de onun için halk etmiştir.
Sakın inkârcılar gibi inkâra kalkma! Kendini düşün, hem pek iyi düşün! Senin gibi çok üstün bir mahlûku şu topraktan yaratan, madde ile mâneviyatı sende toplayan, hiç görülmedik esrar ile seni dolduran Allah-u Teàlâ Hazretleri'nin bu kuvvet ve kudreti karşısında insana lâyık olan şey; ona teslim olup, sözlerini kabul edip emirlerine imtisal etmek ve yasaklarından kaçmaktır. Çünkü her söylediği binlerce ve belki de yüzbinlerce hikmetlerle doludur. İşte sen bu gün meydandasın. Bak sana bu gün gökleri bile fethetmiş, yer ve gök hepsini senin emrine vermiştir.
Ey insan daha ne istiyorsun?.. İşte, sen sözünü dinlediğin takdirde, o hazırlamış olduğu cenneti ile beraber, gözlerin görmediği, kulakların duymadığı, hatır ve hayale bile gelmeyen envai çeşit nîmetleri ile seni taltif edecektir. Buna mukàbil, münkirler için de o azab evi olan cehennemi yaratmıştır ki, bu kadar envâi çeşit sayısız, hesapsız nîmetlerle kendisini özemiş bezemiş olduğu halde, nankörlük edip onu tanımayanlar ve yolunda gitmeyenler için, böyle cezaya elbette ki lüzum vardır.
Cenâb-ı Hak bizleri lütf u keremiyle, Hakk'ı tanıyan ve Hak yolunda ömrünü ifnâ edip, Hakk'ın rızasına nail olduğu halde cennet ve cemâliyle müşerref olan kullarından eylesin... Âmîn, bihürmeti seyyidil-mürselîn, vel-hamdü lillâhi rabbil-àlemîn.
Biz yine mevzuumuza dönelim:
Kur'an-ı Kerim'in içinde Hak kelâmındaki "Rabbâniyyîne, selâmen, hevnen, kehlen, kirâmen..." gibi kelâmlar hep hilim sıfatıyla tefsir edilmiştir. Sonra bir duada:
"--Ya Rab! Bana o zaman erişmesin, ben de o zamana erişmeyeyim ki, o zamanda ilim sahiplerine uyulmaz ve hilim sıfatıyla muttasıf muhterem kişilerden utanılmaz." buyrulmuştur.
O zamanda insanların kalbleri, insanlık ve İslâmlıkdan uzak, tıpkı Acemlerin kalbleri gibi olacak ki, bu her ne kadar lisanları Arab lisanı üzerine ise de, kalblerinin İslâmlıktan uzak oluşu dolayısıyla sözlerinin kıymeti yoktur demektir.
Eşca' isminde bir zât, Rasûl-ü Ekrem SAS Efendimiz Hazretleri'ne kabilesi namına elçi olarak gelmişti. Efendimiz SAS Hazretleri ona hitàben buyurdu ki:
"--Yâ Eşca'! Sende Allah ve Rasûlünün sevdiği iki huy vardır."
"--Anam babam sana fedâ olsun, onlar nedir?" diye sorduklarında:
"--Onlar hilim ve teennîdir." buyurdular.
Bunların cibillî olup olmadığını tekrar sorduğunda:
"--Allah-u Teàlâ Hazretleri, seni o iki cibilliyette halk buyurmuştur." dediler.
Bunun üzerine Eşca', Rasûlünün sevdiği bu iki huy ve ahlâkı kendisine ihsân ettiği için, Allah-u Teàlâ ve Tekaddes Hazretleri'ne hamd ü senâda bulunmuştur.
Bu demektir ki, hilim ve teennî ile hareket her halde ve herkes için pek lüzumlu ve ehemmiyetle üzerinde durulmağa lâyık ve şâyestedir. Onun için, her müslümanlık davasında bulunan kimselerin, bu huyları iktisab edip kazanmaları lâzımdır.
Her kimde şu üç şeyden birisi bulunmazsa onun amellerini bir şeyden saymayınız ve kıymet vermeyiniz:
Birincisi: Kendisinde Allah-u Azze ve Celle Hazretleri'ne karşı meàsî (isyan) işlemesine mânî olan bir takvâ yoksa.
İkincisi: Akılsız ve sefih kişilerden kendisini men edecek bir hilmi yoksa.
Üçüncüsü: Halk ile güzelce geçinebilecek iyi bir ahlâka sahip değilse.
Bu sûretle bizlere takvânın, hilmin ve güzel ahlâkın lüzumu ne güzel duyurulmuş olmaktadır. Bize düşen hemen kuşaklarımızı sıkarak, mücadele ve mücâhede-i nefs ile bu huyları kendimize tabii olarak mal etmeğe çalışmaktır.
Yarınki kıyamet gününde, --ki bunda hiç şüphemiz yoktur-- bütün mahlûkatın toplandığı o ahiret günüde, bir münadi nida edip ehl-i fazlı sorar. Onlar da derhal toplanıp cennete doğru sür'atle giderlerken, melekler kendilerini karşılayıp, böyle sür'atle cennete doğru gidişlerinin sebebini sorar. Onlar da cevaben:
"--Bizler ehl-i fazlız." derler.
Melekler de:
"--Sizin o fazlınız nedir?" derler.
Onlar cevâben:
"--Bize zulm olunduğu vakit sabr eder, bir kötülük yapıldığı zaman da afv ü mağfiret ederdik; bizlere câhilâne muamele olunduğu zaman da, hilim ile mukàbele ederdik." derler.
O zaman melekler de:
"--Buyurun cennete giriniz. Orası böyle iyi işler ve ameller işleyenlerin ne güzel yeridir." diye onları taltif buyururlar.
Hazret-i Ömer RA buyururlar ki:
"--İlmi öğreniniz ve ilimle beraber sekîne, vakar ve hilmi de teallüm ediniz!"
Ne güzel bir tavsiye! Zîrâ sekîne, vakar ve hilmden àrî olan ilimden, matlub olan fayda hasıl olmayacağı açıkça beyan buyrulmuş oluyor.
Hazret-i Ali KV'nin şu sözleri ne kadar kıymetlidir:
"--Hayır, malın ve çocukların çokluğunda değildir. Belki hayır, sizin ilminizi çoğaltmakla beraber, hilminizi de artırmanızdadır." buyurmuşlardır.
Bununla beraber Allah-u Teàlâ'ya karşı yaptığını ibadetle sakın insanlara karşı övünme! Yâni, "Ben geceleri bu kadar ibadet eder, gündüzleri de şöyle oruç tutarım!" deme!
Bir iyilik veya iyi bir amel işlediğin vakit, Allah-u Teàlâ'ya hamd ü senâ eyle! Bir seyyie, bir günah veya hoş görülmeyecek bir fenalık işlediğin zaman da, hemen arkasından Allah-u Teàlâ'dan mağfiret dile.
Hasan-ı Basrî KS Hazretleri de:
"--İlmi taleb ediniz ve onu vakar ve hilimle ziynetlendiriniz!" tavsiyesinde bulunmuştur.
"--Hilmin ilk mükâfâtı câhillere karşı bütün insanların, hilim sahibinin yardımcısı olmasıdır." diye Hazret-i Ali KV Efendimiz söylemişlerdir.
Muâviye RA de:
"--Bir kişi rey sahibi olamaz, tâ hilmi cehline gàlip olmadıkça..." diyor.
Demek ki, hakîkat-i reyin yaşın onsekiz olmasıyla değil, aklın kemâle gelmesiyle gerçekleşmiş olacağını bildiriyorlar ki, pek mühimdir ve üzerinde durulmağa değer. Daha sonra da şunları ilâve ediyor:
"--Sabrı da şehvetine gàlip gelmesi gerektir."
Tabii, bu da pek kolay değildir, ancak ilmindeki kuvvet ve kemâle vâbestedir. Şu halde rey sahibi demek, hilmi cehline, sabrı da şehvetine gàlip olan demektir ki, o da ancak ulemâ-yı zevil-ihtirâma mahsustur. Bunun ne kadar doğru olduğunu, zamanlar bize pekâlâ göstermektedir.
Bu günün reyi, ma'lûm olduğu vechile, onsekiz veya yirmi yaşını dolduran kadın erkek her insana; gerek câhil, gerek alim, gerek hasta, gerek ihtiyar, gerek sakat herkese şâmildir. Halbuki bu zavallıların çoğu, evinin idaresinden bile àciz, aklı hiçbir şeye ermeyen kimselerdir. Kim nereye çekse o tarafa gitmeğe meyyal, hani akan suyun içindeki ufak taş, kumların suyun önünde yuvarlandığı gibi, idarecilerin önünde yuvarlanıp giderler ki, böylelerinin memleket için çok büyük zararlar îras edeceğinden şüphe yoktur.