• /
  • Kütüphane
  • /
  • Tasavvuf Yolu Nedir?
  • /
  • 361 ilâ 380. sayfalar
341 ilâ 360. sayfalar

Bu toplantıyı tertip etmemin amacı, size bir konuşma yapmak değildi. Yâni hanımlar toplansın da, ben onlara bir nasihat çekeyim diye bir şey düşünmedim. Nasihat çekmek zaten kolaymış, müşkil olan dinlemesi, anlaması ve uygulamasıymış. Nasihat çok önemli değil... Asıl, hanımlar dünyasında, yarımkürede ne oluyor?.. Erkekler yarımküresi, hanımlar yarımküresi... Bu ikinci yarımkürede neler oluyor, onu bilmiyorum.

Tabii, onu bilmek için de sizinle görüşebilen, benimle de görüşebilen eşim (Valide Hanım) var. Aramızda o aracı olabilir. Siz onunla görüşürsünüz, o da benimle rahat görüşebiliyor arada sırada...

Nasreddin Hoca'nın bir fıkrasını hatırlıyorum, onu anlatalım da tatlı, latîfeli olsun. Nasreddin Hoca'ya hanımını şikâyet etmişler, demişler ki:

"--Senin bu hanımın çok geziyor hoca efendi! Böyle olur mu bu kadar gezmesi?.."

"--Yok, kadıncağızın günahını almayın, öyle o kadar çok gezmiyor. O kadar çok gezseydi bizim eve de uğrardı." demiş.

Anlaşılan eve bile arada sırada geliyor. Biz de kendi evimize arada sırada geliyoruz. Ama ben hanımdan ayrılmıyorum, hanımı yanımdan ayırmamağa çalışıyorum; çünkü Hocamız'ın emaneti... Hacca gidersek hacdayız, başka bir yere gidersek, ordayız. İşte az günlerde bazen İstanbul'da da oluyoruz. Kendi evimizde de olduğumuz oluyor, hiç olmuyor değiliz. Arada Nasreddin Hoca'nın emsâli, İstanbul'da da bulunuyoruz.

361

Siz zâten hepiniz İstanbul'lu değilsiniz. Anadolu'muzun muhtelif yerlerinden gelmişsiniz.

.................

Benim âcizâne görüşüme göre, hanımların da --zâten pek çok işleri var, pek çok hizmetleri var, pek çok sevaplı faaliyetleri var ama-- İslâmî toplumsal çalışmalarda görev alması lâzım! Benim görüşüm bu...

Başka bir görüş: Hanım evinde durur, çoluk çocuğunu yetiştirir, evinin işlerine bakar, kocasıyla böyle yaşayabilir. Ben böyle düşünmüyorum; hanımların da toplumsal çalışmalarda görev alması gerekir diye düşünüyorum.

Neden?.. Çünkü hanımların eğitlimesi lâzım, hanımların İslâmî yönden bilgilenmesi lâzım!.. Hani erkekler hocalardan İslâm'ı öğreniyorlar da hanımlar geri mi kalacak; hanımların da öğrenmesi lâzım!

Hanımların öğrenmesi için de birilerinin öğretmesi lâzım!.. Bir doktor hanımın öne çıkması lâzım, bir hoca hanımın öne çıkması lâzım, onlara bir şey öğretmesi lâzım!

Bir şey öğretmesi için bir yer olması lâzım! Bir vakıf binası, bir salon, bir caminin belli zamanlarda belli yerleri... Bir yer olması lâzım! Bazı ev hanımları belli zamanlarda oraya gitmeli, o hoca hanımları dinlemeli! Başka türlü olmuyor, İslâm'ı öğrenemiyor. Namaz nasıl kılanacak, abdest nasıl alınacak, hanımlara mahsus özel hallerde meseleler nasıl çözülecek?.. Bunları bilmesi lâzım!..

362

Çocuğunu nasıl yetiştirecek, evi nasıl idare edecek?.. Eve kimleri alacak? Nereye kendisi ziyarete gidebilir, nereye gidemez?.. Bunların hepsi, doğru yaptığı zaman sevap kazanacağı, yanlış yaptığı zaman günaha gireceği sorunlar...

Bir insan, meselâ bir kadın, Yirminci Yüzyıl'ın çağdaş bir hanımı, iyi niyetli bir hanım... Evde giyindi, güzel kokularını, Paris losyonlarını sürdü, çıkıyor... Evden çıkıp eve dönünceye kadar meleklerin lânetine uğruyor, dışarda güzel kokusu başkası tarafından duyulduğu için...

Bunu bilmiyor tabii... Yirminci Yüzyıl'da şimdiki toplumumuzda, hanım güzel koku sürer diye biliniyor. Hattâ tıp fakültesinde profesörün birisi dersaneye girmiş, bir koklamış, esans kokusu var...

"--Ne bu koku böyle?.."

Erkeklerden bir tanesi kalkmış:

"--Efendim, ben sürmüştüm." demiş.

Hem profesör gülmüş, hem de ordaki bütün öğrenciler gülmüşler. Erkek de güzel koku sürer miymiş?..

Profesör demiş ki:

"--Evlâdım ne biçim şey, kadınlar sürer kokuyu, sen niye bu kadar koku sürdün?" demiş.

Halbuki, İslâm'da öyle değil... İslâm'da erkek kokuyu sürer dışarı çıkarken... Peygamber Efendimiz sürermiş, geçtiği sokaklardan kokusu duyulurmuş, geçtikten sonra da duyulurmuş. Ama kadınlar dışarıda koku sürmezler. Neden?.. O da bir tesettür, o da koku yönünden korunma... Giyim yönünden korunma var, daha başka yönlerden korunma var, koku yönünden de korunma var... Güzel kokuyu evinde sürebilir, dışarıda süremez. Sürdüğü zaman yanlış bir iş yapmış olur.

363

Çağdaş bir hanım, iyi niyetli bir hanım bunu bilmiyor; bir şey demiyoruz. İnsanlara bir şey öğretmeden onları suçlayamayız.

Şimdi biz içerde yemek yerken, camekândan birileri bize gülüyormuş. Onlar bize gülüyor, biz de onlara acıyoruz. Aslında bizim onlara ağlamamız lâzım! Bizim yaptığımız anormal bir şey yok... Normal olarak başımızı örtmüşüz, tabii olarak Allah'ın örtünün dediği şekilde örtünmüşüz, Allah'ın emrini uygulamağa çalışıyoruz.

Dışarıya mescid yaptık. Hava güzel olduğu zaman dışarıya çıkıyoruz, ezan okuyoruz, namaz kılıyoruz. Camlara üşüşüyorlar, bakıyorlar bize... "Acaba bu grup nerden geldi, uzay gemisiyle Merih'ten mi geldiler, Ay'dan mı indiler?" filân diye garipsiyorlar. Halbuki onların da dedeleri aynı idi, bizim gibi idi, onlar değiştiler. Öğretmemiz lâzım!

Öğretmemiz gerekince ben öğretemiyorum, öğretemem... Bir erkek hoca öğretemez. Hanım karşısına gelmez ki... Hanım bazen evinden çıkamıyor ki... Kocası bir kere dışarı çıkmağa müsaade etmeyebiliyor veya "Camiye gitme!" diyor. Veyahut, "Sakın ha, tarikata girme hakkımı helâl etmem!" diyor. Böyle kanaatler var, davranışlar var.

364

O halde bu hanım İslâm'ı nasıl öğrenecek?.. Allah'ın rızasını nasıl kazanacak, yaşamını nasıl sürdürecek?.. Yemeği nasıl pişirecek, çamaşırı nasıl yıkayacak?.. Çamaşırın yıkanmasında da bir usül var; eskiler çocuk bezleriyle büyüklerin çamaşırlarını aynı yerde yıkamazlardı. Bunların hepsi birer incelik, bunların hepsinin öğrenilmesi, öğretilmesi lâzım!..

Toplumda bir kesimi, bir yarımküreyi, kadınlar yarımküresini ihmal etmek çok büyük bir yanlışlık; kadınlara da hizmet edilmesi lâzım!.. Erkeklere hizmet edildiği kadar kadınlara da hizmet edilmesi lâzım ama, kadınlara hizmeti kim yapacak?. Erkekler yapamaz, çünkü kadınla erkeğin yanyana gelmesi olmuyor. O halde kadına kadın öğretmenlik yapacak, öğretecek.

Ben kendi çocuklarımı yetiştirirken bizim mahallede bir Kur'an kursu açtık. Kur'an kursumuzda husûsî imam-hatip okulu kurduk. İmam-hatip okulunun bütün kitaplarını aldık, imam-hatip okulunun derslerini çocuklarımıza okuttuk. Bütün hepsini okuyarak, çok ciddî imtihanlardan geçerek, imam-hatip okulundan mezun olur gibi mezun oldular. Diploma almadılar... Almasın! Diploma dünyanın kâğıdı, biz ahiretin belgesini almak istiyoruz, Allah'ın rızasını kazanmak istiyoruz.

365

Çocuklarımız güzelce İslâm'ı öğrendiler. Hanım öğretmenler, hanım kızlara İslâm'ı öğretti. Sonra bizim bu kurduğumuz müesseseye Diyanet bir el attı, müftü hocalar gönderdi, erkek vaizler gönderdi.

Müftü hoca da olsa, olmaz! Olmuyor, uygulamadan biliyoruz. Erkek bir kere kadının halinden anlamaz, kadına hitab etmesini bilmez. Olmaz! Hanım hoca gelecek, kendi yaşantısını onlara anlatacak. Nitekim benim kızlarıma kendi hanım hocaları:

"--Ah çocuklar, biz neler çektik! Biz neler çektik de bunları sizlere anlatabiliyoruz." diyormuş.

Bilmeyen anlatmaz, çünkü anlatamaz. Şimdi ben toplumsal çalışmalarımızda bazı kimseleri görevlendiriyorum, bakıyorum başaramıyorlar. Neden?.. O çileyi çekmemiş insan, o durumda olan insanlara hizmet veremiyor. O çileyi çekmiş insan bilir ve hizmet verebilir.

O bakımdan hanımların çalışması gerekli. Bu hizmeti ben doğrudan doğruya yapmağa güç yetiremiyorum. Zaman bakımından güç yetiremiyorum, bir de cinsiyet farkı olduğundan, dünyalar farklı olduğundan, kadınlar yarımküresi erkekler yarımküresi dolayısıyla farklılık olduğundan olmuyor. Tabii burada biraz oldu, bu kadar oldu, camide biraz oluyor, kadınlar kısmında hanımlar konuşmayı dinleyebiliyor; yeterli değil...

366

Onun için biz vakıf kurduğumuz zaman vakfımızın kadınlar kolu olsun, çalışsın dedik. Ayrıca vakıf kurmak, vakfın şubelerini kurmak kolay olmadığı için, hepiniz bulunduğunuz yerde bir hanım derneği kurun dedik. Allah razı olsun, kurdunuz. Ben şu anda sayısını söyleyemeyeceğim. Epeyce bir sayısı var ama, bence yeterli değil...

Aslında her topluluğun olduğu yerde bizim bir derneğimizin olması lâzım!.. Yâni her yerde bir caminin olduğu gibi, her yerde bir hanım derneğimizin olması lâzım!.. Hanımların olduğu her yerde faaliyet olması lâzım!.. Siz nerdesiniz?.. Falanca yerde... Tamam, orda sizin bir İslâmî, imânî, tasavvufî, ahlâkî çalışma yapmanız lâzım!..

--Nasıl yapacağız bunu?..

Tabii, bunu bilmek de önemli... Yâni bir hanım bulunduğu yerde Allah'ın rızasına uygun bir çalışmayı nasıl yapar?.. Bunun an'anevî, geleneksel şekli var; işte hacıhanım teyzeler evlerinde hatm-i hâcegân yaptırıyorlar. Cuma günlerinde toplanıyorlar, haftanın belli günlerinde toplanıyorlar. Genç hanımlar geliyor, o yaşlı hanımlardan İslâm'ı öğreniyor... filân. Bu geleneksel yol var.

367

Bunun dışında bizim kurduğumuz çeşitli dernekler var, bu derneklerin çalışmaları var... Bu derneklerin çalışmaları da geleneksel çalışmaların ötesinde, şimdiki tahsili almış olan hanımlara, bizim dışımızdaki hanımlara hitab ediyor.

Sizler şu toplumda azsınız. Hattâ uzaydan gelmiş gibi garipseniyorsunuz, hattâ gülüyorlar. Kıyafetinizi şaşkınlıkla karşılıyorlar, "Bu kadar uzun giyinilir mi, ne lüzum var, hava sıcak!.." diyorlar. Sanıyorlar ki, insan üşüdüğü için örtünür sadece, Allah'ın emrinden haberleri yok...

Sayınız az, nisbetiniz az... Dışarıdaki büyük kalabalıklar, çılgın kalabalıklar, korkunç kalabalıklar İslâm'dan habersiz... Nasıl yetişiyorlar?.. Normal liselerde, ondokuz mayıslara şortla çıkarak, eğlenceler, geceler, kızlı-erkekli toplantılar yaparak... Düğünlerde, derneklerde danslı, manslı toplantılar yaparak...

Bunların hepsi tabii görülüyor, anne baba da tabii görüyor. Bunu biz tabii görmüyoruz, İslâm tabii görmüyor. Ama bizim dışımızda büyük kalabalıklar, İslâm'ın dışında bir hayat sürüyorlar. Biz ne kadarız, onlar ne kadar?.. Yüz kişiden üç tanesi, beş tanesi bizim gibi; yüz kişiden doksanbeş kişi, doksanyedi kişi onlar gibi... Açık gezer, başını örtmez, manto giymeye utanır. Modaya uyar, uymadığı zaman ağlar, annesi ona öyle giydirmezse isyan eder. Eve geç gidebilir. Gece saat ikide eve geldiği zaman, annesi "Kızım niye geç geldin?" derse; "Sana ne?" der, "Beni hürriyetime karışamazsın!" der.

368

Böyle gençler var, blue-jean pantolonlu kızlar var... Böyle efe gibi, feminist, kadın haklarını savunan, "Erkeklerden bizim bir eksiğimiz yok!" filân diyen kadınlar var.

Bunlar da birer düşünce sistemi... Bunların hepsi birer sistem... Biz bunların içinde böyle bir azınlığız, az bir insanız. Peygamber Efendimiz diyor ki:

"Cennetliklerin miktarı bütün insanlar içinde ne kadardır biliyor musunuz?.. Bir siyah sığırın derisindeki bir beyaz kıl kadar az."

Yine ayet-i kerîme var:

(Vemâ ekserün-nâse velev haraste bi-mü'minîn) "Ne kadar uğraşsan insanların çoğu iman etmezler." buyruluyor. İşte milyarlar gayr-i İslâmî yaşıyor. Avustralya, Brezilya, Avrupa, Amerika, Afrika...

Dün televizyonu biraz karıştırıyordum, Brezilya'dan karnaval sahneleri gözümün önüne geldi. Baktım çok vahşî, çok çılgın eğleniyorlar. Düşündüm; tabii, Amazon ormanlarından vahşiler biraz medeniyet gördü, Brezilya'nın şehirlerine çıktı, tabii böyle yapacak. İslâm'ı görmedi ki, İslâm kulağına girmedi ki, Allah'a imanı yok ki... Ahirette bu yaptıklarının hesabı olduğunu bilmiyor ki... Çılgın kalabalık, eğleniyor, korkunç şekilde eğleniyor, çılgınca eğleniyor.

369

Şimdi bunlar bizim dışımızda... Biz de kendi çocuklarımızı bıraktığımız zaman, onlar da o tarafa gidiyor. Büyük kalabalık onları çekiyor. Bazen annesinin karşısına çıkıyor:

"--Sen anlamazsın bunu, sen gerisin, sen bilmezsin bunu!.. Sen tahsilli değilsin ki, bilemezsin ki..." diyor.

Kadın, kendi çocuğunun kendisinin karşısına çıktığını görüyor.

İşte bu insanlara Peygamber SAS Efendimiz'in tebliğini götürmemiz lâzım!.. Peygamber Efendimiz sağ olsaydı, bu devirde ne yapardı?.. Sağlığında ne yapmışsa, öyle yapacaktı. Peygamber Efendimiz sağlığında her yere imanı öğretti, öğretmek için insanlar gönderdi. Hattâ Bizans imparatoruna, Sâsânî imparatoruna, Mısır hükümdarına, Bahreyn hükümdarına, Habeş hükümdarına elçi gönderdi. O zamanki dünyanın bilinen yerlerine haberci gönderdi. Nasıl haberci gönderdi, meselâ Bizans imparatoruna ne diyor:

(Min muhammedin rasûlillâhi ilâ azîmir-rûm herakli) "Allah'ın elçişi Muhammed'den Doğu Roma imparatoru Heraklius'a... (İnnî ed'ke bike âyeti-islâm) Ben seni müslüman olmaya çağırıyorum. (Eslim teslem) Müslüman ol da saadet-i dâreyni bul, kurtul! (yü'tikallàhu ecreke merreteyn) Allah sana iki kat ecir versin: Hem kendi müslüman olmanın sevabını kazan, hem de ahalinin seninle beraber müslüman olmasının sevabını kazan." diye ona İslâm'ı tebliğ ediyor, bir imparatora elçi gönderiyor. Arabistan'dan imparatorluk merkezlerine elçi gönderiyor.

370

Bu ne demek?.. İslâm'ı dünyanın her yerine yayması lâzım geldiğini bilen vazifeli bir peygamber olarak, herkese İslâm'ı anlatmak istiyor.

Biz müslümanların vazifesi ne?.. Bizim de birinci vazifemiz, kendimizi müslüman yetiştirmektir. Birinci vazifen müslüman olmak, kendini kurtarmak!..

Kendini kurtarmayan başkasını kurtaramaz. İki kişi bataklıktaysa, ikisi batıyorsa, birisi ötekisini kurtaramaz ki!.. Birisi sağlam yerde olursa, ötekisinin elini tutar, çeker, kurtarır; ip atar, kurtarır. Sağlam yerde olmayan kurtaramaz. Önce insan müslüman olacak, kendini kurtaracak... Sâlih insan olacak, mü'min insan olacak, Allah'ın sevdiği insan olacak; ilk işiniz bu... Önce kendinizi düşüneceksiniz.

Ne diyor uçakta: "Uçakta herhangi bir şey olursa, yukarıdan oksijen maskeleri düşecektir, önce kendinize takın!" diyor. "Çocuğunuza takmağa çalışırsanız, kendiniz takamazsanız, oksijensiz kalırsınız, bayılırsınız, çocuğunuza da faydanız olmaz. Önce oksijeni kendinize takacaksınız, sonra çocuğunuza takarsınız!" demek istiyor, bunu ısrarla söylüyor.

371

Önce kendini kurtaracaksın! Önce, "Eşhedü enlâ ilâhe illallah, ve eşhedü enne muhammeden abdühû ve rasûlüh" diyeceksin, İslâm olacaksın, müslüman olacaksın, selâmete ereceksin, sahil-i selâmete çıkacaksın; ondan sonra, sâlih bir insan olduktan sonra başkalarını kurtarma çalışması yapmağa başlayacaksın.

Sâlih insan olmaktan sonraki adım nedir?.. Muslih insan olmaktır; ıslahçı, başkalarını kurtaran insan olmaktır.

--Şimdi bunu erkekler yapsın...

Tamam, peki, baş üstüne, biz yapalım! Zaten emri aldık, o işi yapıyoruz. Amma, erkeklere söylüyoruz da hanımlar camiye gelmiyor, kocası göndermiyor. O zaman hanımlara da bu işin öğretilmesi için, birilerinin onlara İslâm'ı götürmesi lâzım!

Onun için toplumsal çalışmalar yapmanız gerektiğini düşünüyorum. Herhalde haksız değilim. Kendiniz çevrenizde İslâm'ı yaymanız için, çoluk çocuğunuza İslâm'ı öğretebilmeniz için teşkilatlanmanız lâzım!.. Teşkilatlanma ne demek, kurumlaşma demek... Kurumlarınız olması lâzım, bir yeriniz olması lâzım

--Benim evim müsait değil kardeşim, kusura bakma; iki odacık... Ben bizim evde bu kalabalık işleri yapamam!

372

--Benim evim de müsait değil, o zaman bu işler dursun...

--Hayır, durmasın, bir yer tutalım, geniş bir yer olsun; o yerde bu işleri yapalım!...

Çanakkale'de öyle yaptık, Bursa'da öyle yaptık... Yâni bir yer olacak, o yerde yapılan çalışmalar olacak. Haftada bir gün, iki gün, üç gün toplanılacak ve İslâm öğretilecek. İslâm ahlâkı öğretilecek, bilgiler öğretilecek...

Bizim camimizin altında Hâle Hanımlar Derneği'miz var, Ankara'da Hanımların Sesi Derneği var... Eskişehir'de filanca var, Antalya'da Antalya Hanımlar Derneği var... Tamam, herkes bu çeşit çalışmalarla İslâm'ı en yakın çevresine öğretecek, çoluk-çocuğuna öğretecek, hanımlar arasında da İslâm'ı yaymağa çalışacak.

Bunu yaptığımız zaman ne kadar insan kurtarabilirsek, o kadar insanın hayatı boyunca yaptığı bütün sevaplı işlerin sevabının bir mislini de biz alacağız.

Diyelim ki siz gittiniz, bir kadına İslâm'ı anlattınız. Kadın açık, İslâm'dan habersiz, içki de içiyor, evlerinde poker toplantısı oluyor... vs. Anlattınız; tevbekâr oldu, örtündü, namaza başladı, ibadetleri yapmağa başladı... İşte bu sene de hacca gitti, şöyle oldu, böyle oldu. Bir çok sevaplı şeyler yapıyor.

373

--Bu insanın yaptığı bir çok şeyin sevabı kendisine var mı?..

Var... Hacca gitti, sevap var; örtündü, sevap var; hayır yaptı, sevap var... Bu sevabın aynısı, ondan hiç bir şey eksilmeden, onu doğru yola çeken insana da veriliyor.

Düşünün Peygamber Efendimiz'in ne kadarsevap kazandığını!.. Hepimiz Peygamber Efendimiz'e uyuyoruz, hepimizin sevabının bir misli Peygamber Efendimiz'e veriliyor.

Düşünün mürşid-i kâmillerin ne kadar sevap kazandığını!.. Ne kadar insanı ıslah etmişlerse, o kadar insanın yaptığı ibadetlerin sevabından hiç bir şey eksilmeden, ona sevap veriliyor.

Düşünün evlâdını hayırlı bir evlât olarak yetiştiren annenin sevabını!.. Çünkü evlâdı ömrü boyunca ne kadar ibadet tâat yaparsa, hayırlı iş yaparsa, onun sevabı annesine veriliyor. Şimdi benim rahmetli anneme, ben camide vaaz verdikçe sevap gidiyor. Neden?.. Annem yetiştirdi, babam yetiştirdi beni... Onlara sevap gidiyor.

Bu hususta çok hadis-i şerifler var. Meselâ:

(Eddàllü alel-hayri ke-fâilihî) "Hayrı yapmağa vesile olan kimse, hayrı yapmış gibi sevap alır."

374

Siz de hayra vesîle olacaksınız, bazı insanların hayırlı insan olmasına vesîle olacaksınız, kendi çocuğunuzun hayırlı evlât olmasına vesîle olacaksınız, o sevabı alacaksınız; bir kârı bu...

İkincisi: Onun iyi insan olması, size yarayacak. Evlâdınızın hayırlı bir insan olması ihtiyarlığınızda size yarayacak.

Bir insanın en büyük sermayesi nedir?.. Hayırlı evlâttır. Hem dünyada hayırlı sermayedir, ihtiyarladığı zaman gül gibi bakar anasına, babasına... Hem de ahiret için hayırlı sermayedir; çünkü, öldükten sonra bile sevap kazanmasına sebep olur. Hayırlı evlât yaşadıkça, annenin, babanın defterine sevap yazılır. Hesabı kesilmez, sadaka-i câriye olarak sevaplar defterine yazılır.

Onun için, evlâtlarımızı hayırlı evlât yetiştirmeğe çalışacağız, komşularımızı müslüman yapmağa çalışacağız. Yanlış fikirlerden, yanlış adetlerden, yanlış davranışlardan kendimizi, çevremizi korumağa çalışacağız. Peygamber SAS Efendimiz gibi İslâm'ı yaymağa çalışacağız. Tâââ Orta Asya'lara kadar, tâââ Brezilya'lara kadar, Kanada'lara kadar, Alaska'lara kadar, Avustralya'ya kadar İslâm'ı yaymağa çalışacağız.

375

Onun için teşkilatlanmamız lâzım, örgütlenmemiz lâzım, düzenli çalışmamız lâzım!.. Bu çalışmaları yapmanız için dernekler kurmanızı öneriyoruz, teklif ediyoruz, teşvik ediyoruz.

Tabii bu derneklerin kendi başına tek tek bir yerde çalışmasından, bir arada bulunması, bir yerden sevk edilmesi daha faydalıdır. Az bilgili olan, çok bilgili olanın bilgisinden istifade eder, daha güzel çalışmalar yapar.

Onun için birbirinizle irtibatlı olmanızı da istiyoruz. Yâni, Ankara'daki derneğin İstanbul'la ilgisi olması lâzım, Eskişehir'le ilgisi olması lâzım, Edirne ile ilgisi olması lâzım, Çanakkale ile ilgisi olması lâzım!.. Hattâ yılın belli zamanlarında bunların yöneticileri belirli vesîlelerle bir araya gelmeli, "Biz neler yaptık, siz neler yaptınız; anlatın bakalım!" demeli... "Haa, öyle bir şey de mi var?.. Hay Allah, ben de bundan sonra kendi şehrime gittiğim zaman onu da yapayım, bak ne kadar güzel düşünmüşsünüz kardeşim!" diyerek bilgi alışverişinde bulunmamız lâzım!

Sanıyorum burda da, ben konuşmamı bitirip gittikten sonra, böyle görüş alış verişi yapabilirsiniz.

376

Şunu vurgulamak istiyorum ki, hanımların da İslâm için çalışma yapması şarttır, gereklidir, mecbûrîdir. Çünkü çalışmazlarsa, dünyanın yarısı cahil kalacak. Kadınlar da çalışırlarsa kadınlar kısmı da, kadınlar dünyası da aydınlanacak. O tarafın da aydınlanması lâzım!..

Belki kadınlar dünyasının aydınlanması, erkekler dünyasının aydınlanmasından daha faydalı sonuçlar doğuracak. Çünkü hanımlar çocuklarını da yetiştiriyor. Genellikle annesi çocuğa, babasından daha tesirli oluyor. Anne terbiyesi çok önemli...

Geçen günkü doktor kardeşimizin, kişilik üzerine konuşması beni çok etkiledi. Ben çok ilgi ile dinledim. Küçükken bir çocuğun yüznumaraya çıkma alışkanlığının bile ilerde nasıl nasıl kötü sonuçlar doğuracağını; öyle "Seni kibritle yakarım, iğnelerim!" demenin nasıl zararlı olduğunu öğrendim orda... Yapılıyor bunlar, yapılmıyor değil...

"--Çişini yaparsan, altını ıslatırsan kibritle yakacağım! İşte burda kibrit... Bak, gördün mü?.." diyenler oluyor.

Ama bunların ters tesiri oluyormuş. Bunu ruh sağlığı ile ilgilenen doktorlardan öğrendik.

377

Demek ki anne evlâdını iyi yetiştirirse, ileride o evlâdın iyi bir müslüman olmasına faydası oluyormuş. Eğer baba çocuğunu iyi yetiştirmezse, meselâ çok döverse; çocuk ergenlik çağına gelince, babaya isyandan Allah'a isyan'a dönüyormuş. Ruh sağlığı uzmanı böyle söylüyor.

Allah Allah, hiç tahmin etmez insan... "Pat, küt..." ensesine patlattığın tokatların acısı bak nerden çıkıyor. Çocuk müslüman olmuyor, camiden kaçıyor, Allah'a âsî oluyor. Neden?.. Anlatıyor işte doktor, uzun uzun anlatıyor. Bu ilim, birden anlaşılmaz. Dünyanın yuvarlaklığını burdan denize bakarak anlayabilir misin? Anlayamazsın. Ama dünyanın yuvarlaklığını alimler söylüyor. Uzaydan resim çekilince de, anlaşılıyor, "Yuvarlakmış demek ki!" diye...

O bakımdan annelerin çok önemi var, anne terbiyesinin büyük önemi var... Annenin ilgilenmesinin de önemi var...

Demek ki çocuk sıfır yaş ile, onsekiz aylık oluncaya kadar bir devre... Ondan sonra onsekiz aylıktan üç yaşına kadar bir devre... Üç yaşından sekiz yaşına kadar bir devre... Ondan sonra bir devre, ondan sonra bir başka devre... Bunların hepsinde annenin çocuğa karşı gösterdiği şefkatın veya gaddarlığın, çocuğun karakteri üzerinde, gelişimi üzerinde, kişiliği üzerinde olumlu veya olumsuz tesiri olduğunu öğreniyoruz.

378

Şimdi bunu anneler bilmeli değil mi?.. Çocuk altını ıslatınca yakmaması gerektiğini öğrenmesi lâzım! Önceden öğrenmesi lâzım ki, ileride çocuk ruh sağlığı bakımından kötü bir duruma düşmesin, kötü bir çocuk olmasın. Bunu annelere öğretmemiz gerekmiyor mu?..

Derneklerimizde çeşitli kurslar yaptık; Kur'an öğretme kursları yaptık, ilkyardım kursları yaptık... En çok ilgi uyandıran kurslardan birisi buymuş. İlkyardım önemli... Araba ile giderken bir kaza oluverir, adam yere düşer, bayılır. Hanım ne yapacak?.. Şaşırmayacak, kollarını kıvıracak, ilkyardımın gereği neyse onu yapacak. Kaza olmuş, dağın başında, şaşırmanın faydası yok... Bunların öğretilmesi lâzım!..

Demek ki eğitim çok kıymetli, çok sevaplı bir faaliyet; eğitim çalışmaları yapacaksınız. İslâm'ı yayma çalışmaları yapacaksınız. Kendiniz İslâm'ı güzel öğrenme çalışmaları yapacaksınız. Başkalarına İslâm'ı güzel öğretme çalışmaları yapacaksınız. Bunlar gerekli...

Ben gerekli görüyorum, herhalde siz de gereğini anlıyorsunuz. Onun için sizin olduğunuz her yerde bir ışık yanacak, bir çalışma olacak, bir dernek olacak; bu çalışmalar yapılacak.

379

Bu çalışmaların güzel olmasını da, merkezle irtibata geçerek, konuşarak anlayacaksınız. Yılın belli zamanlarında toplanacağız. Meselâ burada toplandık. Zevk için mi toplandık, keyf için mi toplandık?.. Hayır! Amacımız birbirimizle tanışmak, kaynaşmak, birbirimize bazı şeyleri ulaştırmak...

Çünkü iki müslüman bir araya gelince, Allah mutlaka birinden ötekisini faydalandırır. Müslümanın müslümanı araması, ziyaret etmesi lâzım!.. Müslümanın müslümanla görüşmesi lâzım, müslümanın müslümanla kaynaşması lâzım!.. "Selâmün aleyküm!" demesi lâzım, "Kimsiniz?" demesi lâzım, tanışması lâzım!..

Bir müslüman yeni bir müslüman tanıdığı zaman, Allah onun derecesini bir derece yükseltir. Bir müslüman daha tanırsa, bir derece daha yükseltir... Yeni bir müslüman daha tanırsa, bir derece daha yükseltir... Ve başka bir hiç bir ibadetle ulaşamayacağı kadar yüksek mertebeye çıkar insan, bir müslüman kardeş tanıdığı için...

Onun için müslümanları tanımağa çalışacaksınız. Yeni bir insan tanımağa çalışacaksınız. Adresini alacaksınız, öğreneceksiniz, soracaksınız, tanışacaksınız. Tatlı dilli olacaksınız.

380
381 ilâ 400. sayfalar