Burayı seçen, bize hazırlayan İSPA, İskenderpaşa Turizm, seyahat şirketi yetkililerine teşekkür ediyorum. Allah razı olsun... Başka yerlerde iklimin çeşitli zorlukları varken, çok güzel bir yerde, deniz kenarında, gerçekten güzel binalarla, imkânlarla donatılmış bir yerde toplantı yapıyoruz.
Bu toplantılarımız gelenekselleşti, bizim câmiamıza mahsus toplantılar haline geldi. Sayısını ben şu anda söyleyemeyeceğim, muhtelif yerlerde yaptık. Ayvalık'ta, Gemlik'te, Uludağ'da yaptıklarımız hatırımda... Nevşehir'de karlar altında yaptığımız hatırımda... Hele Akbük'te çok büyük bir otelde yaptıklarımız hatırımda...
Her sene birkaç defa bunları yapıyoruz ve bir ihtiyaç karşılanmış oluyor. Türkiye'nin muhtelif yerlerinde bulunan kardeşlerimiz bir araya gelmiş oluyor. Bu toplantıda da şöyle etrafıma baktığımda Türkiye'nin şarkından, garbından, kuzeyinden, güneyinden pek çok arkadaş görüp mesrûr oluyorum.
Geniş bir coğrafyayı tek bir mekânda topluyor bu toplantılar. Uzun seyahatlerle ziyaret edebileceğimiz kardeşlerimizi, bir araya getiriyor. Ve bir muhabbet tazelemesi, hasret gidermesi oluyor. Bu sefer aramızda Özbekistan'dan bile kardeşlerimiz var. Babamın arkasında oturan üç kardeşimiz Özbekistan'dan gelmişlerdir. Alim ve şâir ve fâzıl kimseler, eserleri olan kıymetli kardeşlerimiz. Demek ki Türkiye hudutlarını da aşmış olan bir coğrafyaya hitab etmiş oluyoruz şu sırada...
Bu güzel toplantıların başlangıcı, hakk-ı tekaddüm deniliyor, bir şeyi ilk önce yapmanın üstünlüğü ve fazileti Avustralya'daki kardeşlerimize aittir. Avustralya'dan kardeşlerimiz de var burada... İlkönce Avustralya'daki kardeşlerimiz böyle toplantılar tertip ettiler.
Tabii ben, Türkiye'nin imkânlarına göre Avustralya'ya ilk gittiğimde çok şaşırdım. Çünkü beni havaalanında "Lâ ilâhe illallah" yazılı bayraklarla ve tekbirlerle karşıladılar. Ben korktum, dedim:
"--Başınıza bir hal gelmesin!.. Böyle tekbir getiriyorsunuz, Lâ ilâhe illallah bayrağı açmışsınız..."
"--Yok hocam, burası Türkiye değil, burası Avustralya... Hiç bir şey olmaz!" dediler.
Kimisi sarık sarmış, kimisi sakallı, kimisi şalvarlı, kimisi kuşaklı... Hiç bir şey olmuyor. Hürriyetin ne kadar güzel olduğunu orda gördüm.
Ordaki kardeşlerimiz yılın sonundaki büyük tatilde, arkadaşları toplamak için böyle güzel eğitim çalışmaları tertiplediler. Yine benim hayret ettiğim çok büyük mekânlar tuttular. Meselâ, bir üniversiteyi tuttular. Bu Türkiye için duyulmuş bir şey değil... Meselâ; İstanbul Üniversitesi'ni tutmak, veya Ortadoğu Teknik Üniversitesi'ni tutmak, veyahut Boğaziçi Üniversitesi'ni tutmak gibi bir şey hiç kimsenin hatırına gelmez. Ama orda bir üniversiteyi kiraladılar. Havuzlarıyla, spor salonlarıyla, lojmanlarıyla, amfiteatr tarzındaki kademeli salonlarıyla, mikrofonlarıyla, projeksiyon cihazlarıyla... her şeyiyle bize teslim ediyorlar, "Kiralık, buyurun!.." diyorlar.
Sadece onların endişesi, yemekhanede büyük bir buzdolapları var;
"--Aman burdaki şişelere dokunmayın, çünkü bunlar çok kıymetli içkiler!" filân diyorlar.
Biz de diyoruz ki:
"--Onlar sizin başınızda parçalansın. Zâten biz onların yüzüne bakmayız, o içkilerle bizim ilişkimiz yok!"
Onlar için en kıymetli olan o... "Buraya dokunmayın, başka ne isterseniz yapın!" diyorlar. Koca bir üniversite, geniş çayırlar, çayırlarda sun'î göller, tarifsiz güzellikler...
Bu toplantıları yapıyorlar, ikiyüz kişi, üçyüz kişi böyle toplanıyor; kadınlar, hanımlar, beyler çocuklar ayrı eğitime tâbî tutuluyor. On gün kadar bu eğitim devam ediyor.
Biz bunu çok beğendik. Takdirlerimi, hayranlığımı ben burdaki arkadaşlara, seyahat şirketimizle ilgili kardeşlerimize, yöneticilerimize söyledim. Onlar da burada bu toplantıları tertip etmeğe başladılar. Sonra bu adet Avrupa'ya yayıldı. Meselâ Almanya'da, Meselâ İsveç'te, meselâ İngiltere'de ve meselâ Amerika'da böyle geniş yerler tutup eğitim çalışmaları yapmağa başladık.
Bu bize mahsus bir çalışma şekli oldu. Başkalarında ben bu tarzda, bütün ailenin iştirak ettiği bir eğitim çalışması duymamıştım. Doğrusu güzel oldu. Buluşun da bize ait olması ayrıca beni sevindiriyor. Ama hakk-ı tekaddüm, ilk buluş Avustralyadaki kardeşlerimizindir.
Biz burada bilmiyorum kaçıncısını yapıyoruz, sayısını unuttum. Ama benim zihnimde çok iz bırakanlar var, meselâ Ayvalık'taki Murat Reis oteli... Çok güzel bir koydaydı, çok büyük bir oteldi. Orda çok mühim konuşmalar yaptık. Yâni, değişen dünya şartlarına göre iç ve dış siyasetin ve bizim vakıf çalışmalarımızın nasıl ayarlanması, düzenlenmesi gerektiğini konuştuk orda... Çok mühim gelişmeler, çok büyük değişiklikler yaptık. Bizim câmiamız için büyük bir atılım oldu, onu hatırlıyorum.
Sonra Gemlik'te, deniz kenarında bir yer tuttuk. Oradaki toplantımızı hiç unutamıyorum. Çünkü Uludağ'ı tutmak istiyorduk, olmamıştı. Kar istiyorduk biraz, ama deniz kenarı olmuştu. Allah'tan bir kar yağdı, denizin kenarı bile diz boyu kar oldu, kar isteği de yerine geldi. Orda bir hafta eğitim yaptık ama, her gün üç kuvvetli konuşma oluyordu. Fikir bakımından çok yoğun çalışma ile geçti. Sanıyorum üç aylık eğitimi bir haftaya sıkıştırmış olduk ve çok ciddî çalıştık.
Dakikası dakikasına toplantılara, programa, saatlere riayet etmiştik. Çocuklar bile bizi hayretlere düşürecek kadar ciddiyet kazanmışlardı. Kapanış konuşmasında çocuklara söz hakkı verdiğimiz zaman, ellerinde notlarıyla, kalemleriyle geldiler; bizim hayretten ağzımı açmamıza sebep olacak, ağır, bilgili, görgülü, tecrübeli insanlar gibi fikir ağırlıklı güzel konuşmalar yaptılar. Hiç unutmuyorum o bakımdan Gemlik kampımızı...
Sonra Uludağ'daki Grand Yazıcı Otel toplantımızı unutmadım. Hele İzmir'in güneyinde, Aydın'ın Söke ilçesine ait Akbük'teki toplantılarımız hiç unutulmaz. Dokuzyüzelli kişilik May Otel'i tamamen doldurmuştuk da, arkadaşlar yandaki otellerden de yerler tutarak ancak katılabilmişlerdi. Çok güzel bir yerdi. Ondan sonra o otel el değiştirdi, müslümanların yönetimine geçti. Geçtiğimiz yaz, aramızdaki bazı dostlarımız gittiler gördüler, güzel hizmet verdi. Müslümanların yaz tatillerinde onlara hizmet verdi. O da bizim ordaki toplantımızdan sonra oldu.
Tabii, Akbük'teki toplantımızın en unutulmaz sonucu, radyo ve televizyon şirketlerimizin kurulması orda olmuştur. Gözyaşları içinde, alkışlar içinde, çok heyecan içinde tir tir titreyerek, bir radyomuz olsun, televizyonumuz olsun diye kararı orda almıştık. Konuşmasını bilmeyen küçücük çocuklar, büyüklerinin kucağında küpelerini, bileziklerini getirip bağışta bulunmuşlardı. Akra'yı öyle kurmuştuk.
Akra'nın Ak kelimesi Akbük'ten gelmedir, ra kelimesi de radyodan gelmektedir. Akra Akbük'ü hatırlatıyor bize... Onun için, o Akbük'teki toplantı da aslâ unutulmaz. Bizim için tarihe geçmiş çok önemli bir gündü. Oradaki çalışma çok önemli bir eğitim çalışmasıydı.
Yer de gerçekten çok güzeldi. Müslümanlar kiralamışlar. Biz kiralasaydık, orayı tutsaydık, orda olurdu bu toplantı şimdi, memnun olurduk ama, yine de yakınlık duyduğumuz birilerinin kiralaması, yâni mekânların İslâm'a hizmet eder hale gelmesi güzel bir şey...
Bakın buraları hep gayrimüslimlere hizmet etmeye göre hazırlanmış. Duvarlardaki fresklere bakarsanız, dans gibi daha başka şeylerin işaretleridir bunlar. Disko, bar, golf clup vs. hep onların zevklerine hitab eder. Biz işte bunları da İslâmîleştirmeye vesîle olmuş oluyoruz.
Bu mekânlarda belki, yapıldığı zamandan beri hiç ezan okunmamışken ezanlar okunuyor, hiç kılınmamışken cemaatle namazlar kılınıyor. Böyle faydalar da oluyor.
Bu toplantılar geçtiğimiz sene biraz az yapıldı. Geçtiğimiz sene şirketlerimizdeki yönetim yenilenmeleri dolayısıyla, bir yekün çizgisi çizip, şirketlerin durumları nedir, bundan sonra ne yapabiliriz filân diye çalışmalar yapıldığı için çok yoğun geçti. Gecikmiş bir toplantıdır, ancak bu zamana rastladı. Güzel bir zamana rastladı, Ramazan bayramının sonunda böyle bir toplantı iyi oldu.
İsmini ben seçmedim, çünkü yurt dışında idim. Güzel seçmiş kardeşlerimiz: Sevgi ve Kaynaşma Günleri... Coşkun kardeşimiz kaynaştırma dedi, bu kaynaşma kendi kendine olduğu için daha güzel. Kaynaştırma biraz daha böyle lehimleme filân gibi cebrî bir mânâ ifade ediyor. Kaynaşma daha güzel...
Çünkü müslümanlar, zaten bir araya geldi mi kaynaşıverir, kendiliğinden olur bu iş...
(İnnemel-mü'minûne ihvetün) Müslümanlar kardeş olduğu için, böyle birisinin tanıştırmasına lüzum kalmaz, iki müslüman birbirini sokakta görse, tanımadığı halde selâm verir. Selâm kelâmı, konuşmayı çeker, kelâm da ikramı çeker. Konuşmadan sonra ikram başlar, "Bizim eve buyurun, bir çorba içelim!" filân diye... Ondan sonra da kuvvetli bir ahbaplık, kaynaşma oluşuverir. Onun için kaynaştırma değil de, sevgi ve kaynaşma günleri...
Peygamber-i Zîşânımız hadis-i şerifinde buyuruyor ki:
(Vemeltekà mü'minâni kattu) İki müslüman karşılaştı mı birbiriyle, (illâ efâdallàhu min sâhibihî hayrâ) birinden ötekisine, ötekisinden berikisine fayda verir Allah...
İki kimse, seviyeleri farklı, ilimleri irfanları, maddî mânevî durumları farklı bile olsa, birinden ötekisine, ötekisinden berikisine mutlaka bir fayda gelir. İki müslüman bir araya geldi mi, iki el gibidir. Tek el yıkayamadığı halde, iki el nasıl birbirini yıkayabiliyorsa, müslümanların bir araya gelmesiyle fayda kendiliğinden hasıl olur. Onun için sevgi ve kaynaşma günleridir. Bir hasret giderme, bir muhabbet kaynaşması günleri olacaktır bu günler. Öyle temenni ediyoruz. Öyle de olur, çünkü Rasûlüllah'ın ihbarı öyle...
Bunu da sağlamak için çalışma yapmak, elimizden geldiğince bize düşeni yapmak vazifemizdir. Çünkü İslâm dininde sevginin çok büyük yeri vardır. Doğrusu İslâm'ı bazıları tek yönlü anlatıyorlar; asrın insanının hoşuna gidecek şeyleri anlatıyorlar, bazı yerleri saklıyorlar. Halbuki hoşa gitse de, gitmese de Allah'ın emrinin anlatılması lâzım!
Asrın insanının yanında geçerli olan kavramları öne sürüyorlar:
"--İslâm demokrasidir."
Hayır! İslâm demokrasiden daha üstün ama, demokrasi olmayan bir sistemdir.
"--İslâm sevgi dinidir."
İslâm'da sevgi de vardır, kızmak da vardır. Hepsi dengeli...
"--Allah Rahmân'dır, Rahîm'dir."
Rahmân'dır, Rahîm'dir ama, azâb-ı elîmi de vardır, Azîzün-züntikàm'dır da...
Bir şeyi anlatırken tek yönlü anlatmamayı seviyorum ben şahsen... Tek yönlü göstermeyi çarpık bir tanıtma olarak görüyorum.
"--Bu bilgiler ışığı altında, İslâm hoşgörü dini midir?.."
Hayır, İslâm her zaman her şeyi hoş görmez! İslâm günahı hoş görmez, günahkârı hoş görmez, müsamaha etmez, günahı engeller. Günahın yapılmaması için emr-i ma'ruf, nehy-i münker bir farzdır, vazifedir; elinden geleni yapar.
Onun için, İslâm'ı çarpık anlatmamak lâzım diye düşünen bir insan olarak söylüyorum, İslâm'da sevginin çok büyük bir yeri vardır. İslâm büyük ölçüde sevgi dinidir. En önemlisi muhabbetullah'tır; kulun Allah'ı sevmesi, Allah'ın sevgisine ermesi meselesidir.
Tabii, muhabbet-i Rasûlüllah'tır, Rasûlüllah'ı sevmesidir. Sonra mü'minler birbirinin kardeşi olduğu için, birbirini sevmeleri lâzım!.. Peygamber Efendimiz yemin ederek söylüyor:
(Vellezî nefsî bi-yedihî) "Canım elinde olan Allah'a and olsun ki, (lâ tedhulül-cennete hattâ tü'minû) mü'min olmadıkça cennete giremezsiniz." Doğru, Edison cennete giremeyecek. Hani diyorlar ya:
--Elektrik yapmış, buluş yapmış, icadlar yapmış; cennete girecek mi girmeyecek mi?..
Girmeyecek!.. İslâm'ı anlayamadığı için, müslüman olmadığı için, girmeyecek. Ama gizliden gizliye müslüman oldu da, tenhalarda ağladı, yalvardı da; "Yâ Rabbi ben bu toplumun içinde ne yapayım, işte İslâm'ımı izhar edemiyorum, sen beni affet!" diye dualar etti de, içinden gizli müslümansa, onu bilemeyiz tabii, kalpleri Allah biliyor. Ama öyle hristiyan ölmüşse, olmaz.
(Lâ tedhulül cennete hattâ tü'minû) "Mü'min olmadıkça cennete giremezsiniz." Mü'min girecek cennete; kâfir aslâ giremeyecek. (Velâ tü'minû hattâ tehâbbû) "Birbirinizi sevmedikçe, birbirinizle dost olmadıkça, muhabbet etmedikçe de imanınız kâmil olmaz, tam mü'min olamazsınız."
O halde İslâm'da sevgi, cennete girmenin en önemli şartı olmuş oluyor. Bu abartma değil, çarpıtma değil, yanlış tanıtma değil; İslâm'ın en önemli yönü bu...
Tabii, İslâm'da sevgi de var, Allah için kızmak da var; hubb-u fillâh da var, buğz-u fillâh da var... Onu da belirterek söylüyorum. Cennete girmenin şartı sevgidir. Onun için sevgiyi öğrenmeliyiz. Birbirimizi sevmeyi öğrenmeliyiz, kusurumuza rağmen sevmeyi öğrenmeliyiz.
Her müslümanın kusuru vardır. Kendimizi düşünecek olursak hayatımızda, kendimizin de şikâyetçi olduğumuz şahsî kusurlarımız vardır. O halde başkasının da kusuru olabilir, olacaktır. Sendeki kusur, başkasının kusurunu büyütmemeyi sana telkin etmelidir. "Ben de kusurluyum bak, kurtulmak istiyorum ama kurtulamıyorum. O kardeşim de herhalde kurtulamıyordur." diye ona şefkatle yaklaşmalı, günahkârı günahından kurtarmağa çalışmalı...
Günahı sevmek değil de, günahkârı sevip günahtan kurtarmağa çalışmak durumundadır müslüman..
Tabii, bir de Cenâb-ı Mevlâ'nın rızasını kazanma yolunda, ihsân yolunda olmak lâzım! İhsân yolu biliyorsunuz hadis-i şerifte geçen bir kelimeden ismini alıyor. Peygamber SAS Efendimiz:
(El'ihsânü en ta'büdallàhe keenneke terâhü fein lem tekün terâhü feinnehû yerâke) "İhsân, Allah'a onu görüyormuş gibi ibadet etmendir. Çünkü sen onu her ne kadar görmüyorsan bile, o senin yanındadır o seni görüyor. Sen de onu görüyormuş gibi öyle ibadet etmelisin!" diye ihsânı böyle tarif ediyor.
Bizim yolumuz ihsân yoludur. İslâm'ın içinde bu hali kazanmaya çalışıyoruz. Allah'ı görüyormuş gibi, Allah'ın bizi gördüğünü bilerek, müttakıyâne yaşama yolunu seçmiş bulunuyoruz. Takvâ yolunu seçmiş bulunuyoruz, ihsân yolunu seçmiş bulunuyoruz. Bu takvâ yolunda, ihsân yolunda bir kardeşlik teessüs ediyor; tasavvufta bir kardeşlik teessüs ediyor, tarikatta bir kardeşlik teessüs ediyor.
Bu da nûrun alâ nûr, kardeşlik üstüne bir kardeşliktir. Daha önemli, daha yakın bir kardeşliktir. Aynı yolda yürüyen iki insanın yolda birbirleriyle yardımlaşması tarzında bir kader birliğidir. Beraberce amaca ulaşmak için yardımlaşmadır. Burda da tabii sevginin çok önemi var.
O bakımdan cenneti kazanmak için birbirimizi sevmek zorundayız. Amaca ulaşmak için birbirimizi sevmek zorundayız. Allah'ın rızasını kazanmak için birbirimizi sevmek zorundayız.
Zâten de bu sevgi için her türlü şart mevcuttur. Müslüman ne kadar hatalı da olsa, güzeldir; çünkü kalbinde her türlü güzelliğin kaynağı olan iman vardır. İman olunca bir şey güzelleşir. İmanın olduğu her yer güzelleşir, nurlanır. İmanın olduğu her şey, imanla yapılan her şey güzel olur. O halde müslümanlar da güzeldir, insanların güzelleridir.
Bunu anlamak için insanın biraz diyar-ı küfrü gezmesi lâzım, kâfirlerin hallerine bakması lâzım! O imansızları gördüğü zaman, mü'min kardeşlerin ne kadar güzelliklere sahip olduğunu insan daha iyi anlıyor. Bir köylümüzün bize, tanımadığı halde bir ayran ikram etmesi, "Buyurun bizim eve gidelim, bir çorba içelim!" demesi ne kadar güzel bir şeymiş, onu dışarda anlıyor insan...
Bizim bir profesör arkadaş vardı. İspanya'da yol sormak istemiş birisine, yanına yanaşmış:
"--Falanca yere gitmek istiyorum..." filân deyince, adam demiş ki:
"--Sen benim istirahat anımda benim rahatımı ne hakla tahrib edersin?" demiş, bir terslemiş bunu...
Yâni o anda istirahat ediyormuş beyefendi, soruyu sormak onu üzüyormuş; tersliyor. İnsan Allah rızası için birisine iyilik etmenin ne kadar güzel olduğunu anlıyor, böyle adamların ters hareketlerinden... Babasına bile fatura çıkartmasından, Alman usûlü deyip kardeşinden bile para almasından anlıyor insan, İslâmdaki kardeşliğin güzellliğini....
Bizim bu toplantılarımızda bir araya gelmekten dolayı, hadis-i şerifte vaad edilen muhabbet hasıl oluyor. Kardeşler birbirlerini görmüş oluyor. Ben şahsen şimdi buraya gelirken baktım, bir çok yerlerden gelmiş, uzun zamandır görmediğim kardeşlerim var, sevindim. Sevdiği insanları görünce insan mutlu oluyor.
Hanımlar birbirleriyle görüşüyorlar, çocuklar birbirleriyle tanışmış oluyorlar. Böylece hakîkaten sevgi ve kaynaşma işi görüyor bu toplantılar...
Tabii, biz bu toplantıların sadece tek amaçlı olarak cereyan edip sonuçlanmasını düşünmüyoruz. Bizim çalışmalarımızda çok amaçlılık vardır. Bizim çözümlerimizde hedeflediğimiz çok amaçlı çözümdür. Amaçlarımızdan bir tanesi de bilgilendirmedir. Yâni sevginin yanında bilgi de olacaktır bu toplantılarda... Onun için bu toplantıları çeşitli kıymetli konuşmalarla takviye ediyoruz. Gelen kardeşlerimiz istifade ediyorlar, öğrenmiş oluyorlar. Ne yapmaları lâzım geldiğini anlamış oluyorlar ve birikimler kazanmış olarak dönüyorlar gidecekleri yere...
Onun için bu toplantılarda hanımlara yönelik, beylere yönelik, çocuklara yönelik eğitim çalışmaları yapıyoruz, konuşmalar yapıyoruz. En kıymetli konuşmacıları dâvet ediyoruz, onların dünya görüşlerini öğrenmiş oluyoruz. En yeni ve en doğru bilgileri kazanmış oluyoruz. Bu bakımdan bu toplantıların böyle bir faydası da oluyor. Burada tahmin ediyorum her gün iki tane konuşma dinleyecek kardeşlerimiz.
Üçüncü bir amacımız, aileleleri dinlendirmektir. Dinlenmek için çok güzel yerler seçmeğe gayret ediyoruz. Türkiye'nin en güzel yerlerini seçmeye çalışıyoruz. Bendeniz yurtdışını gören bir kimse olarak söyleyebilirim. Avustralya'nın dörtbinbeşyüz kilometrelik Pasifik sahillerini kasaba kasaba gezmiş bir kardeşiniz olarak söyleyebilirim: Türkiye'miz çok güzel! Türkiye'mizde çok güzel yerler var, gerçekten hayran kalınacak yerler var... Bunu zâten cihan biliyor, bildiği için de uçaklarla fevc fevc buralarda tatil yapmağa geliyorlar.
Ama biz bilmiyoruz. Biz bilsek de böyle yerlere gelemiyoruz. Çünkü tek başımıza buraya geldiğimiz zaman, buranın havası bizim imanımıza, yaşantımıza uygun düşmüyor. Biz burda kendimizi yabancı hissettiğimiz için gelemiyoruz.
Böyle bir yere gelemiyoruz, çünkü havuzda kadınlar çıplak yüzecek. Dışarıda içkiler içilecek. İçerde danslar vs. olacak, toplantılar olacak. Duvarlarda gördüğünüz resimlerle anlatılmak istenen şeyler olacak... Bu bize uymadığı için, böyle yerlere biz paramız olsa da gelemiyoruz. Ortam bizim imanımıza, vicdanımıza uygun olmadığı için...
Ama ortamı değiştirince, ortama sahip olunca, tamâmen hakim olunca; o zaman her şey değişiyor. Ezanlar okuyoruz, zikirler yapıyoruz. Vaazlar veriyoruz, ayetler okuyoruz, hadisler okuyoruz... Böylece ortamın İslâmîleştirilmesi gibi bir şey de oluyor.
Amerikalı merhum şehid profesör İsmâil Farukî var, İlimlerin İslâmîleştirilmesi diye kitap filân yazmış. İlimlerin İslâmîleştirilmesi lâzım, dillerin, lisanların, konuşmaların İslâmîleştirilmesi lâzım!.. Ortamlar da böylece İslâmîleşmiş oluyor. İslâm'la ilgisi olmayan bir ortam, İslâmî bir ortam haline geliyor. Biz de bu İslâmîleşmiş ortamın içinde bunları görmüş oluyoruz.
Bunlar bizim için bir görgü oluyor: Nasıl yerlerdir buralar? Nasıl girilir, nasıl çıkılır, nasıl oturulur. Bunlar nasıl çalışır?.. Ben şahsen bilmezken, böylece öğrenmiş oluyorum. Gitmem! Uzaktan bir çalgı sesi duyduğum zaman, ruhum sıkılır, oraya hiç uğramam. İşte bu gibi yerler varmış diye böylece görmüş oluyoruz.
Bu gibi tatil köylerinin etrafı telörgülerle çevrilmiş oluyor. Üye olmayanlar içeriye sokulmuyor. Hattâ birisi, istiklâl madalyasını göğsüne takmış, Kemer'deki bir Fransız tatil köyüne girmek istemiş, kapıdan sokmamışlar da; "Yâ, biz bunun için mi İstiklâl Harbi'ni yaptık, kendi memleketimizdeki bir yere giremiyoruz. Kendi memleketimizde bir yere giremiyoruz." demiş.
Tabii, kanunlara göre belirli usüller konmuş oluyor. Usûlüne uygun müsaadeyi koparmışlar ve orayı tutmuşlarsa, o zaman giremiyorsunuz, almıyorlar, almayabiliyorlar. Zâten dînî bakımdan da girmeniz doğru olmaz.
İşte böyle yerleri görmüş oluyoruz, güzellikleri tanımış oluyoruz. Allah'a şükrümüz, hamdimiz artıyor; elhamdü lillâh, ne kadar güzel yerler varmış diye...
Tabii, bu ülkenin sahibi biziz. Bu ülke hepimizin müşterek malı... Hepimizde bu ülkenin sahibi olduğumuza dair bir tapu var. Hisseli bir tapu bu... Bu ülkenin sahibi biziz, o halde bu ülkenin her türlü imkânları bizim içindir. Biz bunları böylece kullanmayı görmüş de oluyoruz, dinlenme de olmuş oluyor.
Hanımlarımız mücahiddir, cihad sevabı kazanmaktadır. Evde --Allah razı olsun-- çocukları yetiştiriyorlar, çeşitli meşakkatler çekiyorlar. Hadis-i şerife göre bu cihad sevabıdır. Ama böyle bir yere çağırdığımız zaman, üç gün, beş gün, on gün hanımlar yemek yapmaktan, çocuğa bakmaktan vs ev işlerinden rahatlamış oluyor. Hele Avustralya'da meselâ, onbir gündü geçtiğimiz senenin sonunda... Çok güzel bir yerde olmuştu aile eğitim çalışmaları. Hakîkaten hanımlar çok memnun oldular.
Burda da öyle oluyor. Yemek pişirme derdi yok, ortalığı toplamak, çocuğa bakmak derdi yok... Çocuklar eğitim için alınıyorlar. Beyler bir tarafta, hanımlar diğer tarafta bulunuyorlar. Çevreyi de henüz gezmedim ama, deniz kenarı bir başka türlü güzel, etraf bir başka türlü güzel... Tatil köyünün dışına gittiğimiz zaman, Kurşunlu Şelâlesi ve daha başka yerler var. Bu Antalya çevresinde çok güzel yerler var... Bu güzel yerleri görüp, dinlenmiş ve rahatlamış oluyoruz. Bunalımlarımız, sıkıntılarımız gerilimlerimiz böylece izâle olmuş oluyor. Bir dinlenme imkânı da sağlanmış oluyor.
Tabii, bu toplantılarda maddî sonuçlar da çıkıyor. Mâlî, iktisâdî, parasal sonuçlar da çıkıyor. Çünkü müslümanlar bir araya geldiler mi, birbirleriyle tanışıyorlar, görüşüyorlar; onun bir takım faydaları da oluyor. Söylediğim gibi bizim evvelki toplantılarımızın her birinde bir başka atılım kararı çıkmıştır ve güzel şeyler yapılmıştır. Radyo ve Televizyon çalışmalarımız onların önemlilerinden bir tanesi olmuş oluyor.
Bu toplantımızın camiamız için, İslâm âlemi için, şahsen bizler için, ailelerimiz için, dünya va ahiretimiz için hayırlı olmasını, ecirli sevaplı geçmesini, faideli geçmesini Cenâb-ı Mevlâ'dan niyaz ederim.
Hepinizin bayramlarını tebrik ederim. Allah-u Teâlâ Hazretleri nice bayramlara sıhhatli, afiyetli, mutlu ve bahtiyar olarak erişmenizi nasib eylesin...
Tekrar tekrar sevgilerimi, saygılarımı arz ederim.
Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..
12. 02. 1997 - Antalya
Prof. Dr. Mahmud Es'ad COŞAN
HANIMLAR VE TOPLUMSAL ÇALIŞMALAR
Elhamdü lillâhi rabbil àlemîn... Ves-salâtü ves-selâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn... Ve men tebiahû bi-ihsânin ilâ yevmid-dîn... Emmâ ba'd:
Muhterem hanımefendiler!..
Bu güzel tatil gününde, bir kaç güzel mutlu günde bir arada olma fırsatını ele geçirince, sizlerle konuşup sorularınızı almak, dertlerinizi dinlemek imkânını bulmuş oldum. O bakımdan böyle bir saat tertipledik.
Hanımlarla bir arada olalım, arzularını, isteklerini dinleyelim. Başka zaman dinleyemiyoruz. Fırtına gibi vaaza geliyoruz, rüzgâr gibi falanca yere yetişeceğiz diye gidiyoruz. Ordan oraya geçiyoruz, ordan oraya geçiyoruz. Hanımlarla görüşmek ancak merdiven başlarında, camiye girerken, çıkarken filân oluyor. Ben de şikâyetçiyim bu durumdan.
Aslında geniş zamanımız olmalı, her isteyenle istenildiği kadar konuşabilmeliyiz. Mektuplara cevap veremiyoruz, telefonlara yetişemiyoruz. Ama burda güzel bir fırsat, böyle bir imkân oldu. Topluca bir aradasınız, birbirinizle görüştünüz, tanıştınız. Ben de sizinle bir arada olma imkânını buldum.