Erkekler de öyle olacak, sadece hanımlara mahsus değil... Bizden de korkuyorlar; sakalımızdan korkuyorlar, cübbemizden korkuyorlar. Sarığımızdan korkuyorlar, takunyamızdan korkuyorlar. "Tak, tak..." takunya sesleri geliyor diye ödleri patlıyor. Yok yâ, korkulacak bir şey yok!.. "Ne inim, ne cinim; senin gibi bir âdemîzâdeyim!" diye masallardaki gibi teselli etmemiz lâzım onları...
Güleç yüzlü olmamız lâzım!.. "Ben sakallıyım ama, Nasreddin Hoca gibi sakallıyım, korkulacak bir şey yok bunda!" demek lâzım!.. "Nasreddin Hoca'yı sevmiyor musun?.. Yunus Emre'ye sevmiyor musun?" filân dememiz lâzım, İslâm'ı sevdirmemiz lâzım!..
Rahmetli bir tanıdığımız vardı. sakallıydı, araba kullanıyordu. O zaman da sakallı araba kullanan azdı. Sakallı bir adam araba da kullanabilir miymiş diye şaşırıyorlarlardı. Birisi böyle kaşlarını çatmış bakıyor. Ben de arabadayım, arabayı kullanan da tanıdığımız. Onun böyle sert baktığını gördü. "Bu gerici, çember sakallı araba kullanıyor." diye kaşlarını çatmış, bakıyor. Güzel bir şey yaptı, bizim arabayı kullanan arkadaş, rahmetli... Arabanın camını açtı, mütebessim bir çehreyle:
"--Selâmün aleyküm!" dedi.
Adamın başına sanki bir kova su dökmüş gibi oldu. Şöyle bir afalladı, şaşırdı, güldü;
"--Aleyküm selâm!" dedi.
Bak bir güzel tatlı tebessüm, bütün işleri değiştirdi. Bir zarif hareket, bir güzel tebessüm... Bakın Peygamber Efendimiz SAS buyuruyor ki:
(Tebebbüsümüke fî vechi ahîke leke sadakatün) "Kardeşinin yüzüne mütebessim bakmak, senin için bir sadaka vermek gibi sevaptır." diyor Peygamber Efendimiz.
Tebessüm sevap, müslümanın müslümana güleryüzle bakması sevap...
"--Yâhu ben falancaya ne yaptım? Yanımdan geçerken somurttu, hiç benim yüzüme gülmedi. Ben ona ne yaptım ki?" der birisi meselâ...
Hiç bir şey yapmadı, ama gülmediği için rahatsız oluyor ötekisi. Tebessüm etse;
"--Komşu geçerken yanımdan, bana tebessüm etti. Ne kadar iyi bir komşu!" der.
Bir tebessümün bu kadar gücü var, faydası var, bir de sevabı var...
Onun için her şeye dikkat edeceğiz. Tebessümümüze de dikkat edeceğiz, davranışımıza da dikkat edeceğiz, hareketlerimize de dikkat edeceğiz. Bileceğiz ki biz, bu kıyafetimizle iddialı olarak ortaya çıkmışız, biz müslümanız diyoruz. Müslümanın nasıl olması gerektiğini onlara göstereceğiz. Onlar da sevecekler İslâm'ı, "Ben de müslüman olayım!" diyecekler.
İşte bunların hepsinin olması için, bizim muhabbetli olmamız gerekiyor, bizin İslâm'ı güzel öğrenmemiz gerekiyor, bizim teşkilatlanmamız gerekiyor... Bizim bilinçli olmamız gerekiyor, ne yapacağımızı, nasıl yapacağımızı bilen usta kişiliklere sahip kimseler olmamız gerekiyor. Yâni, "Şu durumda olan bir insanı nasıl yola getirebilirim?.."
Benim rahmetli babaannem çok güzel kedi terbiye edermiş. Kedi terbiyesi duydunuz mu bilmiyorum. Nasıl terbiye edermiş rahmetli...
Çarşıdan et geldiği zaman, yemek pişsin diye eti doğrarken, kedi iki arka ayağı üzere oturmuş vaziyette, yanında dururmuş. Ete saldırmak yok... O sırada kapı çalınırmış. Babaannem rahmetli aşağıya kapıya gidermiş, kapı çalındı diye... Biliyorsunuz eşik sohbetleri çok tatlı olur, hanımlar çok iyi bilir bunu; tatlı tatlı orda sohbet edermiş. Yukarıda kedi etin başında beklermiş. Yemiyor... Eğer yabancı bir kedi etin kokusunu duyar da pencereden o eti çalmaya gelirse, babaannemin kedisi onun üstüne saldırır, onu ordan kaçırtırmış. Yâni eti koruyor. Yemediği gibi, bir de koruyor.
Bu nedir?.. Kediyi terbiye etmek, hem de tabiatının hilâfına terbiye etmek... Kedi eti sever, ciğeri görünce yutkunmaya başlar. Eti yememesi, çok büyük bir terbiye sonucu olur. Bir de başkasına yedirmemesi o da ayrı bir eğitim işidir.
Demek ki, kedi bile terbiye edilebiliyor, arslan terbiye edilebiliyor. Bunların misalleri var, görüyorsunuz. Yunus balıkları terbiye ediliyor, ne dersen yapıyor. Ayılar terbiye edilebiliyor. Burnuna halka geçiriyorlar, şunu yap, bunu yap diyorlar, her şeyi yapıyor. "Gelin kaynanasının yanında nasıl utanır, göster bakalım!" diyorlar; o da öyle boynunu büküyor, işte böyle utanır diye gösteriyor. Bakın, dağdan gelmiş bir mahlûka bazı sözlerle bazı şeyleri anlatmak mümkün oluyor. O halde eşref-i mahlûkat olan insan çok daha güzel eğitilebilir. İşte biz bu eğitim işlerini yapmalıyız.
Bizim eğitim işinde serverimiz, önderimiz Peygamber Efendimiz'dir. Ondan sonra mürşid-i kâmillerimizdir, evliyâullah büyüklerimizdir. Biz de onların evlâtlarıyız, yolundayız. Biz de insanları eğiteceğiz. Nasıl eğiteceğimizi bileceğiz.
--Bu adam İslâm'a karşı, bu kadın tasavvufa yan bakıyor, yamuk bakıyor, ateş püskürüyor; ağzından, gözünden kıvılcımlar saçılıyor...
Tamam, hasta; bir çeşit hastalık... Doktor uzaktan hastayı tanıyor, "Şunda şu hastalık var!" diyor.
Bizim --Allah selâmet versin-- Sedat Bey, Alman Hastanesi'nde çalışırken, cumaya gidiyormuş. Koridorda bir insanı görmüş, "Aaa, filânca hastalık!.." demiş. Çok nadir bir hastalık, bin kişide bir olan bir hastalık... Başhekim hemen ordan başını uzatmış kapıdan:
"--Sus, hastalığın adını söyleme!" demiş.
Şaşırmış o da, "Allah Allah! Başhekim niye böyle dedi?" diye. Cumaya gitmiş, cuma namazını kılmış gelmiş. Başhekim Alman Hastanesi'ndeki bütün hekimleri toplamış. Hastayı da karşısına dikmiş:
"--Söyleyin bakalım, bu hastanın hastalığı ne?.."
Sağına soluna bakmışlar, evirmişler, çevirmişler hastayı... "Ağzını aç!" bilmem ne, vs. Bilememişler. Sedat Bey'e dönmüş:
"--Bu ne hastası?.." demiş.
Sedat bey şıp diye söylemiş. Yâni uzaktan bir bakışta bildi ne hastalığı olduğunu... Nadir bir hastalık, binde bir olan bir hastalıkmış, bir bakışta bilmiş.
Siz de öyle olacaksınız, uzman olacaksınız. Bu adamın, bu kadının hastalığı şu... Bunun tedavisi şöyle olur, yavaş yavaş olur, birden olmaz. Bir defada olsaydı, baklavayla börek olurdu. Bir defada biz iyi insan olsaydık, her evlât hayırlı evlât olurdu. Çünkü, hayırlı sözleri herkes duyuyor.İyi insan olmak kolay değil, eğitim kolay bir iş değil, uzun bir süreç... Yâni süren bir iş, aylarca yıllarca süren bir iş... Sabırlı olmak gerekiyor, kızmamak gerekiyor, sabretmek gerekiyor.
Kızmanın hiç faydası yokmuş, çocukları döğmenin de hiç faydası yokmuş. Keşke önceden öğrenseydim. Ciddî olmak lâzımmış, anlatmak lâzımmış. Bunları öğreneceksiniz. Bunlara göre insanlara İslâm'ı götüreceksiniz. "Kardeşim bakın, İslâm budur, cennetin yolu budur. Gelin cennete beraber gidelim!" diyeceksiniz. Vazifeniz var, bu vazife içinde beraber çalışmamız lâzım!..
Allah hepinizden razı olsun... Bunlar benim sözlerim. Benim sözlerimden ayrı bir de Peyfamber SAS Efendimiz'in bir hadis-i şerifini okumak istedim, onun için bu kitabı yanımda getirdim. Sohbetimizde bereket olsun diye, sevap olsun diye onu da okuyayım müsaade ederseniz:
Osman ibn-i Hanif isimli sahabi rivayet ediyor ki: İki gözü görmeyen a'mâ bir kişi Peygamber SAS Hazretleri'ne geldi. Dedi ki:
"--Yâ Rasûlallah! Sen Allah'a dua ediver de, Allah benim gözümün a'mâlığını, körlüğünü açsın, gözüm görsün. Benim körlüğüm, a'mâlığım gitsin. Dua et de gören bir insan olayım yâ Rasûlallah!" dedi.
Peygamber Efendimiz dedi ki:
"--Yoksa başka bir şeye mi dua etsem sana?.. Bu haline dua etmesem de, a'malık konusunun dışında başka bir şeyle mi dua etsem?.." Yâni, "Allah seni cennetlik etsin, afiyet versin filân mı desem?.. Nasıl istersin?"
Dedi ki:
"--Yâ Rasûlallah! Gözümün görmemeğe başlaması, a'mâlık bana çok ağır geldi. Sen benim gözümün açılmasını iste, ona dua et!" dedi.
Peygamber Efendimiz buyurdu ki:
"--Mâdem öyle, git evine, sonra abdest al, sonra iki rekât namaz kıl!"
Bunları yapamaz mıyız?.. Abdest almasını da biliriz, eve gitmesini de biliriz, iki rekât namaz kılmasını da biliriz. Şimdiye kadar ki şeyler kolay...
"Sonra şöyle dua et:
(Allàhümme innî es'elüke ve eteveccehü ileyke bi-nebiyyi muhammedin SAS, nebiyyir-rahmeh... Yâ muhammedü innî eteveccehü ilâ rabbî bike en yekşifelî an basarî... Allàhümme şeffi'hü fiyye ve şeffi'nî fî nefsî...)" buyurdu.
Duayı okudum, mânâsını söyleyeyim, herhalde mânâsını merak ediyorsunuzdur:
(Allàhümme innî es'elüke) "Ey Allah'ım, ben senden istiyorum ki, (ve eteveccehü ileyke bi-nebiyyi muhammedin SAS, nebiyyir-rahmeh..) rahmet peygamberi olan Peygamberim Muhammed-i Mustafâ'nın aşkına, hatırına senden istiyorum ve sana yöneldim. Onun hatırını öne sürerek sana yöneldim yâ Rabbî!.."
Sonra duanın öbür tarafında, evinde diyecek ki:
(Yâ muhammedü innî eteveccehü ilâ rabbî bike en yekşifelî an basarî) "Yâ Muhammed! Ben Rabbime senin adını öne sürerek, senin aşkını söyleyerek teveccüh ettim, yöneldim, yakardım. Gözümün körlüğünü gidermesi için seni öne sürdüm."
Sonra yine Allah'a yönelecek, diyecek ki:
(Allàhümme şeffi'hü fiyye) "Yâ Rabbi! Şu Muhammed-i Mustafâ'nı benim hakkımda şefaatçi eyle... (ve şeffi'nî fî nefsî) Kendimi kendim hakkında şefaatçi olarak kabul eyle..."
Böyle demesini tavsiye etmiş Peygamber Efendimiz. Anladınız mı ne dediğini?.. Türkçe olarak söyleyeyim:
"Yâ Rabbi! Ben senden habîbin Muhammed-i Mustafâ aşkına istiyorum, sana rahmet peygamberi Muhammed-i Mustafâ'nın adını öne sürerek teveccüh ediyorum, yöneliyorum. Yâ Muhammed! Ben Rabbime senin adını söyleyerek teveccüh ediyorum, gözümün körlüğünü gidersin diye... Yâ Rabbi! Bu Muhammed'ini benim için şefaatçi eyle, beni de kendim için şefaatçi eyle..."
Dua bu... Böyle dua etmesini söylemiş. "Git evine, abdest al, iki rekât namaz kıl, bu sözleri söyle!" demiş.
Râvi diyor ki: "Adam Peygamber Efendimiz'in yanına, gözü gören bir kimse olarak, a'mâlığı gitmiş bir kimse olarak geri döndü."
Allah'ın kudretine bakın, Rasûlüllah'ın Allah indindeki kıymetine, şefaatine bakın; Rasûlüllah aşkına dua edilince, Allah'ın nasıl kabul ettiğini anlayın!
Güzel bir hadis-i şerif diye bunu böyle size okumak istedim.
Bugün cuma konuşmamda geçen bir hadis-i şerifi de okuyayım, müsaade ederseniz: Ümm-ü Enes isimli kadın sahabi rivayet ediyor. O demiş ki Peygamber Efendimiz'e:
"--Ey Allah'ın rasûlü, bana bir nasihat et!"
Peygamber Efendimiz de ona nasihat etmeye başlamış. Neler söylemiş, dinleyelim!
Niye bunu okuyorum size?.. Çünkü siz hanımsınız, çünkü hanımın birisi Peygamber Efendimiz'den nasihat istemiş de, Peygamber Efendimiz de o hanıma bu nasihatleri söylemiş. Yâni ne yapmış oluyorum?.. Sizlere Rasûlüllah'ın nasihatlerini aktarmış oluyorum. Sanki ben bir yansıtıcıyım, sanki Rasûlüllah'ın sözlerini Rasûlülllah söylüyor da, ben yansıtıyorum; siz Rasûlüllah'tan dinliyor gibisiniz yâni...
Ne nasihat etmiş Peygamber Efendimiz:
1. (Ühcüril-meâsiye feinnehâ efdalül-hicreh) "Günahlardan, isyanlardan, haramlardan uzak dur, uzaklaş; çünkü hicretin en faziletlisi budur."
Biliyorsunuz Peygamber Efendimiz Mekke-i Mükerreme'den Medine-i Münevvere'ye hicret etmişti. Kolay bir şey değil... Çeçenistan'dan bir aile, Ruslar bombalıyor diye meselâ kalkıp Adapazarı'na gelmişse, kolay bir şey mi?.. Ordaki evini, tarlasını bıraktı, Adapazarı'ndaki akrabalarının yanına geldi, kolay mı?.. Değil.
Bosna-Hersek'teki bir Boşnak aile Sırplar saldırdı diye geldi Edirne'ye, burdaki kampa sığındı, hicret etti. Yâni dinimi, imanımı, ırzımı, namusumu koruyayım diye... Kolay mı?.. Zor... Hicret zor, ama çok sevaplı bir şey... İnsanın dinin yaşamak için, korumak için hicret etmesi gerekebiliyor. Bu da önemli, tavsiye de ediliyor, bazan da farz oluyor.
Ama burda ne diyor Peygamber Efendimiz: "İsyanlardan, haramlardan uzak dur, uzaklaş; bu hicretin en faziletlisidir." Demek ki ne yapacakmışız?.. Günahlardan kaçınacakmışız. Yâni bir yerden bir yere kaçar gibi, biz de günahlardan kaçınacakmışız.
Günahlar neler?.. Uzun bir listesi var... Nerde vardır bu liste?.. Hocamız'ın kitaplarında var. Tasavvufî Ahlâk'ta var, Mü'minlere Vaazlar'da var... Büyük küçük günahları sıralamış.
Ne günahtır?.. İçki içmek günahtır. Ne günahtır?.. Yalan söylemek günahtır. Ne günahtır?.. Gıybet etmek günahtır. Başka?.. Zulmetmek günahtır... vs.
Bunları öğreneceğiz ve çocuklarımıza öğreteceğiz. Ne zaman öğreteceğiz çocuklarımıza, hangi yaşında öğreteceğiz?.. Büluğa ermeden önce... Yâni melekler onların sevaplarını, günahlarını yazmağa başlamadan önceki yaşta çocuklara günahları öğreteceğiz ki, başladığı zaman melekler günah yazmasın. Günah işlemesinler de, melekler de günah yazmasın diye...
Demek ki çocuklara ilkokulda ilk önce, A B C'den önce ne öğretecekmişiz?.. İlkokul çağında, daha büluğa ermeden: "Yavrum, yalan söylemek günahtır... Yavrum zulmetmek günahtır... Karıncanın üstüne basıp ezmek günahtır... Komşunun elmasını kopartmak, eriğini kopartmak günahtır... Yandaki komşunun camına taş atıp kırmak günahtır." diye günahları öğretecekmişiz demek ki...
Kendimiz de bileceğiz, çoluk çocuğumuza da zamanında öğreteceğiz.
--Hocam, kırk yaşında öğreteyim!
İş işten geçti. Kırk yaşına kadar bütün o günahları işleyecek, kırk yaşında: "Hay Allah, bu da günah mışmış! Tüh, ben bunu kırk yıldır işliyordum..." diyecek. İş işten geçmiş olacak yâni...
Ne zaman öğretmek lâzımmış?.. Çocuk sorumluluk yaşına basmadan önce... Annelerin vazifesi, babaların vazifesi... Babaların daha büyük vazifesi amma babalar yapamaz bu işi, yapamıyor. Neden?.. Sabah gidiyor, akşam geliyor. Akşam da yorgun geliyor. Çocuk, "Babacığım!" diye boynuna sarıldığı zaman; "Yavrum çok yorgunum, uzak dur, şurda dur!" diyor. "Çok yoruldum, ayaklarım zonkluyor." diyor. Yemeği yedikten sonra çayı içerken uyuklamaya başlıyor. Kim öğretecek?.. Anne öğretecek, siz öğreteceksiniz, sevabı siz alacaksınız.
Babam hafızdır ama, bana Kur'an'ı annem öğretti. Sevabı annemin... Babam da söyler her zaman, bana Kur'an'ı annem öğretti, öteki şeyleri annem öğretti. Siz de öğreteceksiniz.
Günahların hepsinden kaçınmayı tavsiye ediyor Peygamber Efendimiz, hicretin en faziletlisi bu... Hem siz kaçınacaksınız, hem de çoluk çocuğunuzu kaçındıracaksınız:
--Evlâdım aç kal, ama haram yeme!.. Zarara uğra ama, yalan söyleme evlâdım!..
Zâten yalan söylemeye sebep olacak işi yapmaz o zaman... Yalan söylememek, insanı doğru olmaya götürür. Yalan söylemeye alışmak, "Canım ben bu işi yapayım da, bir yalan kıvırttırım!" demeye götürür, kötü insan olmaya götürür.
Onun için bu hadis-i şerifin birinci tavsiyesini kendiniz de, çocuklarınız da uygulayacak... Günahların hepsinden hicret edeceksiniz, uzaklaşacaksınız. Çünkü, en hayırlı hicret bu...
2. (Ve hàfizî alel-farâidı feinnehâ efdalül-cihâd) "Allah'ın farzlarına sımsıkı sarılın, emirlerini tutun, yasaklarından kaçının; çünkü cihadın en faziletlisi budur."
--Allah Allah... Namaz kılmak farz, oruç tutmak farz; şimdi bunları yapmak cihad mı?.. Neden cihad oluyor?..
Cihad dedi Peygamber Efendimiz... Cihadın en fazîletlisi farzları yapmak dedi. Mâdem öyle demiş Peygamber Efendimiz, cihaddır, itiraz yok... Peygamber Efendimiz demişse, o öyledir.
Ebûbekr-i Sıddîk Efendimiz ne dedi?..
"--Bak Ebûbekir yâ, görüyor musun senin şu arkadaşının şimdi söylediğini?.."
"--Ne söylemiş?.." dedi.
"--Güyâ dün gece Kudüs'e gitmiş, bir de Kudüs'ten yedi kat semâyı geçmiş, Arş'ı, Kürsü'yü görmüş, cenneti cehennemi görmüş, Allah'ın huzuruna varmış, gelmiş; Mi'rac etmiş..."
"--Bana bakın, bunları siz mi uyduruyorsunuz, o mu söyledi?" dedi.
"--O söyledi, duyduk." dediler.
"--Tamam, o söylediyse doğrudur." dedi.
Bak imana... Mâdem ki Rasûlülah Efendimiz namaz kılmak cihad demiş, oruç tutmak cihad demiş, zekât vermek cihad demiş, farzları yerine getirmek, haramlardan kaçınmak cihad demiş; cihaddır.
O zaman, cihaddır da neden cihaddır, onu anlayalım: Namaz kıldırmamak için şeytan gelip insanı kandırmağa çalışmıyor mu?.. Kendi çocuklarımız namazı kaçırmıyor mu bazan?..
--Kıldın mı?..
--Kıldım anne...
--Kılmadın yavrum...
Hattâ insanın kendisi bile bile Allah'ın emrini bazan tutmuyor, haram bir şeyi bazan bilerek yapmıyor mu?.. Haram olduğunu biliyor, yapıyor.
Demek ki, onları yapmak için birileriyle uğraşmak lâzım! Kimle uğraşmak lâzım?.. Şeytanla, nefsiyle, düşmanla uğraşmak gerekiyor; işte onun için cihad oluyor. Savaşarak yapıyor insan... Namaz kılıyor ama, şeytanla savaşıyor, nefisle savaşıyor.
Oruç tutacak, şeytan diyor ki:
"--Hadi orucu tutma, bak doktor da "Şekerin var, tutma!" dedi. tansiyonun artarsa, başın ağrırsa, sıhhatin zarar görürse..."
"--Hadi ordan, seni dinlemem ben..." dedi, oruca niyet etti, orucunu tuttu. Bak, mücadele etti, öyle tuttu.
Zekât verecek, para üzerinde... Şeytan diyor ki:
"--Ne yapıyorsun yâ? Bu parayı sen kazanmadın mı?.."
"--Ben kazandım..."
"--Ne veriyorsun el aleme? O da çalışsın, o da kazansın!.. Fakir olursun sonra yâ, senin çoluk çocuğun var... Büyüyecekler daha, tahsili var, bilmem nesi var... Hepsine ev lâzım, düğün dernek lâzım, çeyiz çimen lâzım... Verme!"
"--Hadi ordan, git mendebur seni!.. Beni kaldırmağa çalışıyorsun değil mi?.." diyor. Sonra:
"--Al kardeşim, al şu zekâtı!" diye fakire veriyor.
Şeytan bak, nasıl engellemeğe çalışıyor. Nefsiyle, şeytanla mücadele etti, zekâtı öyle verdi. şunu!..
"--Hacca git!.."
"--Yok, şimdi gidemeyeceğim hocam..."
"--Niye gidemiyormuşun?.."
"--Çocuğu evlendireceğim de, ıvır olacak da zıvır olacak da... Emekli olacağım da, emekli ikramiyesini alacağım da..."
"--O kadar yaş yaşayacağın ne mâlûm? Sen vakti gelince farzı yapsana!.."
"--İşte hocam, hacı olduktan sonra sigara içilmiyormuş da, sigarayı bırakamıyorum da... Sigaranın tadını iyice alayım da, ondan sonra gidersem, tevbe ederim."
Böyle mantık mı olur?.. Ben haccımı yaparım, ondan sonra da haccın gereği olan işleri yaparım.
Demek ki, farzları yerine getirmek bir mücadeleyi gerektiriyormuş, demek ki cihadmış. Rasûlüllah'ın sözünü anladık.
3. (Ve eksirî min zikrillâh) "Allah'ı çok zikredin, zikretmeyi çoğaltın!"
Peygamber Efendimiz ne tavsiye ediyor?.. Dervişlik tavsiye ediyor. Gazeteler ne söylüyor?.. Tarikatın, tasavvufun aleyhine veryansın ettiler. Radyolar, televizyonlar, ilerici gazeteler, devrimbazlar, düzenbazlar, madrabazlar neler söylediler: "Tarikat fenadır, aman kardeşim tarikata girme, oynatırsın, deli olursun, hiç girilir mi oraya!" filân demediler mi?.. "Zikir yapma, namazını kıl yeter!" demediler mi?..
Bak ne diyor Peygamber Efendimiz:
(Ve eksirî min zikrillâh) "Allah'ı zikretmeyi çok yap ki, (fe inneke lâ te'tiyallàhe bi-şey'in ehabbe ileyhi min kesreti zikrihî) Allah'ın huzuruna çok zikretmekten daha kıymetli bir ibadetle aslâ gidemezsin! En kıymetli ibadet çok zikretmektir." diyor Peygamber Efendimiz.
Mâdem ki Peygamber Efendimiz öyle buyurmuş, ondan sonra demek ki, ötekiler halt ediyor.
--Hocam, ben şimdi şaşırdım, aklım karma karış karıştı. Ben bunları severdim, ilerici diyordum, bu adamlar aydın kişiler diyordum, bunlar yalan söyler mi?..
Vallàhi bilmem, işte terazi, işte meydan, işte ölçü... Sen ölç, biç, Peygamber Efendimiz'in ne dediğini gör; onların ne dediğini gör!.. Kimin doğru söylediğini, kimin eğri söylediğini, kimin yanlış yaptığını kendin ölç!
Aklın yok mu?.. Var... Ne kadar?.. Satacak kadar... Fazlasını satacak kadar hepimizin aklı yok mu?.. Hepimizin o kadar çok aklı var ki, her gün akıl satıyoruz. Demek ki aklımız var...
O halde aklın varsa, Allah'ın sözünü dinle, Rasûlüllah'ın sözünü dinle, onlara aykırı söz söyleyenlerin notunu ver: "Bu Allah'ın sözüne karşı söz söylüyor, bu Rasûlüllah'ın tavsiyesine aykırı söz söylüyor... Ama çok yaldızlı, çok tirajlı, çok satan, çok meşhur... Allah'a karşı söz söylüyor. Allah bir şey söylüyor, o aksini söylüyor... Rasûlüllah bir şey söylüyor, o aksini söylüyor...
--Hocam, çok zor bu kararı vermek...
Sen bilirsin! Buyurun yollar serbest, meydanlar serbest, hayat serbet... Meyhanenin yolu kapalı değil... Zinânın ylu yasak değil, askerler geçit vermiyor değil... Herkes her istediğini yapıyor. Nasıl istersen yaşa, neyi istersen karar ver, hangi şeyi doğru görürsen onu yap! Yalnız sonunda pişman olmayacağın işi yap, sonunda pişman olunmayacak hayatı sür!..
Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden,
Eteklerinde gümüş renkli bir yığın yaprak,
Ve bir zaman bakacaksın semâya, ağlayarak...
Başka bir şair de diyor ki:
Yâdında mı doğduğun günler?
Sen ağlar idin, gülerdi âlem...
Öyle bir ömür geçir ki, olsun
Mevtin sana hande, halka mâtem...
"Doğduğun zamanları hatırlıyor musun?" Ben hatırlamıyorum, kimse doğduğu zamanı hatırlamaz. Hatırlamazsın ama, ben söyleyeyim: "Sen ağlar idin, gülerdi âlem..." Sen cıyak cıyak bağırırdın. Hattâ dışarda baban, bizim çocuk doğdu diye sırıtmaya başladı. Baban da dışarıda gülüyor, dayın da gülüyor, akrabalar da gülüyor. Annen de biraz acı çekmiş ama, o da gülüyor. Bak herkes gülüyor.
"Öyle bir ömür geçir ki, olsun mevtin sana hande, halka mâtem..." Hande tebessüm demek, gülümseme demek... Mevt, ölüm demek... Öyle bir ömür geçir ki, ölürken sen gül, arkadakiler ağlasın!
Ölen niye güler, ne zaman güler?.. Gözünden perdeler kalkar, cenneti görür, cennetteki köşklere gözünü diker, Allah'ın kendisine verdiği imkânları görünce tebessüm eder, ruhunu teslim eder. Neden?.. Cennetteki makamını gördü, cennetlik olduğunu gördü, aşk ile şevk ile gidiyor. "Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne muhammeden abdühû ve rasûlühû" diyor, bir gül bahçesine girercesine gidiyor. Dünya da neymiş, arkasına bile bakmıyor. Cenneti gördü, cennetin güzelliklerini gördü, gülerek gidiyor.
Bu sefer arkadakiler ne diyecekler:
--Ah, evliyâullah'tan filânca göçtü yâ...
Hüngür hüngür, hüngür hüngür, seller gibi yaşlar akıyor. Neden?.. Bir mübarek insan öldü, aramızdan ayrıldı, biz ne yapacağız şimdi diye başlayacaklar ağlamaya...
Yâni öyle bir ömür geçirmeli ki, ahirete göçerken insan gülerek gitmeli, arkadakiler ağlamalı!.. Varsın onlar ağlasın...
Zâten bir başkası da diyor ki: "İnsan ölüye ağlamasın, kendisine ağlasın! Onun imtihanı bitti, benim halim ne olacak diye insan kendisine baksın!" İmtihandayız, bu dünya imtihan yeri... Bu dünyada hepimiz imtihan oluyoruz. Bundan önce imtihan oluyorduk, şimdi de imtihan oluyoruz, evimize döndüğümüz zaman da imtihan olacağız. Ölünceye kadar imtihan devam edecek.
--Bakalım bu parayı nasıl kullanıyor?..
--Bakalım bu bilgisini nasıl kullanıyor?..
--Bakalım bu parayı pulu zînete mi harcıyor, gösterişe mi harcıyor, fiyakaya mı harcıyor, cakaya mı harcıyor, debdebeye mi harcıyor, kibre mi harcıyor, ücuba mı harcıyor, Allah yoluna mı harcıyor?..
--Vaktini ibadetle mi geçiriyor, günahla mı geçiriyor, zevkle mi geçiriyor, eğlenceyle mi geçiriyor...
Hep imtihan, hepsi yazılıyor. Zerre kadar hayır yazılıyor, zerre kadar şer yazılıyor. Allah bizi rızasına uygun ömür sürenlerden eylesin... Faydalı işler yapanlardan eylesin... Gülerek ahirete göçüp, cennetiyle cemâliyle müşerref olanlardan eylesin...
Arkasında hayırlı eserler bırakanlardan eylesin... Ömrü boş geçirmeyip müslümanlar için, İslâm için, iman için, irfan için çalışanlardan eylesin...
Allah hepinizden razı olsun...
14. 2. 1997 - Antalya