• /
  • Kütüphane
  • /
  • Tasavvuf Yolu Nedir?
  • /
  • 261 ilâ 280. sayfalar
241 ilâ 260. sayfalar

Fakat, misvakın kendine göre özellikleri ve güzellikleri var. Onu seçmiş Rasûlüllah Efendimiz, faydası var. Antiseptik... Antiseptik ne demek: Mikropları temizleyen, öldüren özelliği var. Antiseptik madde var içinde... Allah Allah, şu Allah'ın işine bak! Bir odunun içine dişlere yarayacak antiseptik malzeme koymuş, ilaç koymuş. İlaçlı... Onu kullanan insanda kullanmayan insanların yüzde yetmişinde, doksanında olan piyore hastalığı olmuyor. Neden?.. Misvağın içine Allah ilaç koymuş da ondan...

--Misvak da kullansak olur, naylon diş fırçası da kullansak olur...

Olur ama, misvakta ilaç var, naylon fırçada ilaç yok... Misvak antiseptik, ayrıca asitleri söndürücü... Ağızda insanın dişlerini çürüten asitlerdir. Gıdalar parçalanıyor, asit oluyor. Asitler geliyor, dişlerin minesini yiyor, ordan delik oluşuyor. Misvak asiti söndürüyor. Asiti söndürünce, dişler kovuk olmuyor, delik olmuyor, çürümüyor. bak, özellikleri var...

Şimdi, İslâm'ın esrarındandır. Peygamber Efendimiz buyurdu ki hanımlara:

"--Sizin içerinizde bana ilkönce kavuşacak olan, eli en uzun olanınızdır."

261

Hemen kenara gittiler, birbirlerinin ellerini ölçmeğe başladılar, "Hangimizin eli daha uzun?" diye... Sevde Validemiz'in eli daha uzunca imiş. Herkes böyle el ölçmeğe kalkınca, Peygamber Efendimiz buyurdu ki: "Eli uzunluktan maksat, cömertlik... Sağa sola sadakayı, nafakayı çok veren demek... Çünkü insan ufak tefek yapılı olabilir, cüce yapılı olabilir, kolu kısa olabilir ama, kalbi zengin olur; o da eli uzun demek... Yâni el uzunluğu demek ne oluyor, cömertlik demek oluyor.

Amma eli en uzun Sevde Validemiz çıkmış. Cömertmiş o da, çok hayırsevermiş; ilkönce o kavuşmuş Peygamber Efendimiz'e... Hem eli uzun olduğundan o kavuşmuş, hem de cömert olduğundan yine ilkönce o kavuşmuş.

Yâni bu esrâr işte... Kaç yönlü doğru söylüyor Peygamber Efendimiz... Bir lafı söylediği zaman kaç yönden doğru oluyor, sadece bir yönden doğru olmuyor. Bu sır işte, işin esrarengiz tarafı...

Yâni şu müjde çıkıyor ki, sen Rasûlüllah'ın buyruklarını tuttuğun zaman, anlasan da anlamasan da bazı faydalar geliyor.

--Efendim namaz kılarsan şöyle sevap kazanırsın, oruç tutarsan şöyle olursun, teravih kılarsan, aşırı yediğin iftar yemeğini öğütürsün... Sahura kalkarsan şu olur, bu olur...

262

Bunlar bilinse de, bilinmese de kişi uyguladığı zaman sevap kazanır. Müslüman müslümanlığını iyi yaptı mı, her bakımdan sıhhat kazanıyor. Bilse de, bilmese de... Çünkü, sırlar konmuş işin içine...

Onun için sen ne yapacaksın?.. "Ben müslümanım, ben kendimi Allah'a teslim ettim. 'Yâ Rabbi, sana teslimim!' dedim, Rasûlülah'a tâbî oldum." diyeceksin.

--Ben düşünürken, benim felsefeme göre, bana göre...

Sen kimsin ukalâ, sen kimsin?.. Benim felsefeme göre deme, "Kur'an-ı Kerim'e göre, hadis-i şerife göre şöyle yapmam lâzım!" de, kendini düzelt!..

--Ben böyle kılları filân sevmiyorum, ne bu böyle siyah siyah, öcü gibi?.. Ben sabahleyin aynanın karşısına geçerim, "Car cart... Curt curt... Kırt kırt..." ne sakal ne bıyık, dere tepe dümdüz, pırıl pırıl kaymak gibi yaparım; ben bunu seviyorum.

Tamam senin zevkin bu... Senden başka türlü düşünmüş Peygamber Efendimiz, sakalı medhetmiş. Kendisi sakallı... Sakal bırakmanın sevabı var, sakal kazımanın günahı var... Mecburiyet yoksa bırakacaksın, kesmeyeceksin!

263

Adam bunu öğrendiği zaman sakal bırakınca ne yapmış oluyor?.. "Ben Allah'ın emrine teslim olmuştum, Allah'a tâbî oluyorum." demiş oluyor. Bak, Amerikalı bir kardeşimiz geldi, Allah razı olsun, sakallı...

--Efendim, ben bırakmayacağım!

--Neden?..

--İşte ben böyle kaymak gibi olmayı daha iyi görüyorum.

--Haa bak, sen tâbî olmamışsın daha...

Her yönden tâbî olacak yâni... Giyimde, kuşamda, traşta, yemede, içmede, konuşmada, huyda, halde, yaşamda, inançta, ahirete ait meselelerdeki kararlarında... hepsinde Rasûlüllah'a tâbî olacak!.. Teslim oldum demek, o demek...

Böyle yapmayanlar hata etmiş oluyor. Adam, hadis kabul etmiyor... Haa, sen temelden yamuldun sen! Senin temel böyle yamuk... Sen bunun üstüne ne yapsan, paldır küldür gidecek bu... Temel yok...

Ben Kur'an-ı Kerim'i ve hadis-i şerifi temel almış, Rasûlüllah'ın bağlan dediği bu iki şeye sımsıkı sarılmış bir insanım!.. Kur'an'da bir şey varsa yaparım; hadis-i şerifte bir şey varsa, Rasûlüllah'ın tavsiyesini tutarım! Var mı bir diyeceğin, var mı bir itirazın?..

264

Bir arkadaşla bir kadıncağıza tapu almak için bir yere gitmiştik. Ordaki adam bankacı, faizin medhini yapmağa başladı. Bizi sakallı gördü böyle, gericiyiz ya...

"--Bu devirde faizsiz olmaz!" vs. dedi.

Bende üniversite hocalığı olduğu için, böyle fikre fikirle karşılık vermeğe çalışıyorum. Yanımdaki arkadaş tüccar, kestirmeci, işi hemen halletmesini bilen, akıllı uslu bir arkadaş... Dedi ki:

"--Ben müslümanım, benim inancıma göre faiz haramdır. Sizin sözünüzün bence hiç kıymeti yoktur, boşuna nefesinizi harcamayın!" dedi.

Bitti, tamam...

İnsana şeytan gelir bir şey söyler. "Bana bak ey şeytan, ey mendebur, ey mel'un! Ben mü'minim, ben Kur'an'a ve Rasûlüllah'a tâbîyim, boşuna uğraşma! Kaybol burdan, gözüm görmesin, hadi bakalım!" demek lâzım!..

İnsanların da şeytanları olur, cinlerin de şeytanları var. Ne yapacağız?.. Ben Kur'an'a tâbîyim, Kur'an'da bir şey varsa, ben de varım! Var mı?.. Var... Ben de varım.

Kur'an-ı Kerim'de Allah-u Teâlâ Hazretleri buyuruyor ki:

(Yâ eyyühellezîne âmenüzkürullàhe zikran kesîrâ) "Ey iman edenler Allah'ı çok zikredin, çok zikredin!"

265

Kur'an söylüyor bunu... Zikirden yana nasılsınız, ne var ne yok, ne alemdesiniz? Zikir yapıyor musunuz, çok zikredin diyor Allah...

--Yook, zikri dervişler yapıyor diye biraz da kızıyorum. Tarikatın bir uygulaması diye kızıyorum.

Ne kızıyorsun, Kur'an emretmiş. Mübarek Kur'an'ın emrini tutuyor. Yâni ne kızıyorsun, zikrine ne karışıyorsun?.. Ne hakkın var?.. Kur'an'a uyuyor, Rasûlüllah'ın sünnetine uyuyor. Sakala niye kızıyorsun, başörtüsüne niye kızıyorsun; Allah'ın emrine uyuyor. Niye işten atıyorsun, niye haklarını çiğniyorsun?.. Niye böyle yabânîlik yapıyorsun, niye böyle vahşîlik yapıyorsun?..

Yirminci Yüzyıl'da mıyız, Türkiye'de miyiz, Afrika'da mıyız, Amazon ormanlarında mıyız?.. Çıplak gezen kalkanlı, mızraklı yerlilerle, yüzlerini boyamış vahşîlerle mi karşı karşıyayız, Yirminci Yüzyıl'da mıyız?.. Yâni anlayalım, ne oluyor?..

Biz Kur'an'ın hadimleri,
Pür imanlı ve zindeyiz.
Bu yoldan dönmeyiz aslâ,
Peygamber'in izindeyiz!..

Ne güzel! Bu bir marş, Kur'an Kursları marşı... "Biz Kur'an'ın hadimleri, hizmetlileri; pür imanlı ve zindeyiz. Bu yoldan dönmeyiz aslâ, kimse döndüremez; Peygamber'in izindeyiz!.." İşte bizim kısaca şiirle halimiz bu: Kur'an'ın hizmetindeyiz, Rasûlüllah'ın izindeyiz.

266

Sen kendi mevkiini tayin et, ben sana fikirle de karşı çıkmasını bilirim. Senin fikrin çürük, ben onu ezer geçerim. Sen köksüz, çürük, yamuk, eğri, büğrü, mantıksız bir haldesin! Ben onu da tartışırım ama, işin kısası: Ben Kur'an'ın yolundayım, Peygamber'in izindeyim, bana o lâzım!.. Ben o yolu tutturmuşum.

İşte iman bu, müslümanlık bu... Birçokları bunu anlamıyor. "Benim aklıma göre..." bilmem ne... Yerin dibine baksın senin bu aklın!.. Bu mantığın, bu felsefen yerin dibine batsın! Sen nesin, daha bir şeyden haberin yok... Mesleğini gel bakalım söyle, işini gel söyle bakalım, hayatını bir göreyim...

Bin türlü hatân var senin yâ, sen hiç bir şey bilmiyorsun!.. Ansiklopedik bilgin yok, umûmî kültürün yok, yabancı dil bilgin yok... Sen nesin yâ, ne sanıyorsun kendini?.. Bana göre, bana göre...

Lise mezunu, bilmem ne... Küçümsemiyorum ama, bilmeden olmaz ki... Bilmediği konularda konuşmak olmaz ki... Bu işin erbâbı, uzmanları, muazzam, muhteşem insanlar...

Şimdi bizim El-İbrîz kitabının tirajı çok artmış; birisi aleyhinde konuşuyor ya, "El-İbrîz'de şöyle yazıyor, böyle yazıyor..." diye... Bulunmuyormuş piyasada, herkes El-İbrîz'i istiyor. El-İbrîz'i, İzmir müftüsü mübarek dostumuz Celâl Yıldırım tercüme etmiş:

267

"--Bu kitabı çok sevdiğim için, hayran olduğum için, âşık olduğum için tercüme ettim." diyor.

El-İbrîz'in karşısındaki adamcık, coğrafya mezunu... Ötekisi müftü, bu coğrafya mezunu... Git ordan yâ!..

Sonra anlamıyor, lafı kuyruğundan anlıyor. Evliyânın kerametini anlatıyor: Şeyh efendi ümmî, müridine diyor ki:

"--Dün akşam sen evde hanımınla şöyle konuştun, böyle konuştun..."

Adam diyor ki:

"--Şeyh efendi müridin yatak odasına giremez!"

Keramet olarak onun ne konuştuğunu söylüyor, onun yatak odasına girmiş değil ki o... Yâni böyle ne kadar saptırma yapıyor.

"Şeyhler röntgenciliği tavsiye ediyor." diyor. İftira; hiç tavsiye eder mi?.. İslâm'da olmayan bir şeyi tavsiye eder mi?.. Sen o zaman çok kötü bir iftiracısın!.. Lâfı çarpıtıp, evirip, çevirip, kıvırıp, kerâmeti röntgencilik diye tefsir ediyorsun. "Kötü düşünen kötüdür." demiş Konfiçyus gàlibâ... Yâni senin fesatlığından böyle bu yorumun. Başka bir şey değil...

Gelelim hadis-i şerife: Vefat eden kimse, arkadan ağlayanların ağlamasından muazzeb olurmuş. Nerden biliyoruz?.. Peygamber Efendimiz söyledi de ordan biliyoruz. Ama evliyâ olsa, evliyâ da görür, o da bilir. Allah'ın gösterdiği kullar da bilir. Bu tamâmen bilinmeyen bir şey değil...

268

--E ne olacak, hiç mi ağlayamayacak?.. Tutamıyoruz hocam kendimizi, işte sevdiğimiz insan, ağladık...

Eğer ağlamak hüzünden olursa, sessiz sedâsız, kendini tutamadığı için olursa, vebâli günahı yok; çünkü üzüntü, normal... Amma bunu bir merasim haline getirenler var. Ölüme ağlayıcılık mesleği vardı Araplarda, nâhiye deniliyordu. Feryad ü figan, ölünün tabutunun önünde, arkasında saç baş yolarak, göğüs parçalayarak, tırnak geçirerek, kan akıtarak feryad ü figan... Öyle şey yok! Öyle bağırmayla, çağırmayla olunca, o haram...

Anasının vefatına üzülüyor, kardeşinin vefatına üzülüyor, normal olarak ağlıyor... Onda bir şey yok. O öyle gösteriş için, merasim diye, adet diye, örf diye ağlarsa bağıra çağıra; o zaman ölü ondan üzülür. "Yâ bunlar bunu niye yapıyorlar? Böyle yapacaklarına bana Kur'an okusalar, dua etseler daha iyi... Ne oluyor bu ağlama, bu saçma sapan şey?" diye, ölü üzülür.

İkinci hadis-i şerif: Peygamber SAS, Ebû Said el-Hudrî'nin bildirdiğine göre, Ahmed ibn-i Hanbel'de, İbn-i Mâce'de var, İbn-i Cerîr de var:

269

109/5 (İnnel-meyyite ya'rifu men yahmiluhû) "Ölmüş olan kişi cenazesini taşıyanı bilir, tabutunu taşıyanı bilir. (Ve men yağsiluhû) Kendisini yıkayanı bilir. (Ve men yüdlîhi fî kabrihî.) Kabrine onu indireni, sarkıtanı da bilir."

Ölü kimin ne yaptığını bilir. Kim kendisine cenâze namazı kıldı, kim cenazesini taşıdı, kim cenazesini yıkadı, kim kabre kadar geldi, kim onun cenazesini kabrin içine indirdi; bunları bilir. Böyle buyuruyor Peygamber Efendimiz... Neden bu böyle?.. Çünkü insanda iki şey vardır: 1. Ceset... 2. Ruh... Ceset ölüyor, ruh duruyor. Ruh durduğu için ruhla biliyor. Ceset öldü ama, ruh duruyor; ondan biliyor.

Üçüncü hadis-i şerif:

109/6 (İnnel-meyyite yüb'asü fî sıyâbihilletî yemûtü fîhâ) "Ölen kişi, öldüğü zaman üzerinde olan elbisesi ile ba's olunur." Nasıl öldü ise, kıyafeti neyse, o kıyafeti ile ba's olur. Şehid nasıl kalkar? Harpte yaralanmış, kanlı kıyafeti ile kalkar, ama mis gibi kokar. Ahirette o şehidin o kanlı elbisesi çok büyük bir şeref... Onun için şehidin elbisesi çıkartılmaz, kefen yapılmaz.

270

Ölen kimse hangi elbise ile ölmüşse, o elbise ile ba'solur. Biz kefene sarıyoruz, öyle defnediyoruz; kefenle kalkar diye de düşünülebilir.

Bir tane daha okuyalım: İbn-i Mâce'de, Taberânî'de, İbn-i Hibbân'da, Mevâhib-i Ledûniye'de olan, İbn-i mes'ud RA'den rivayet edilmiş bir hadis-i şerif. Diyor ki Peygamber Efendimiz:

109/7 (İnnen-nâse yeclisûne minallàhi yevmel-kıyâmeti alâ kadri revâhihim ilel-cumuât) İnsanlar kıyamet gününde, Allah-u Teâlâ Hazretleri'nin huzurunda, cumalara gidişlerinin sırasına göre Rablerine yakın otururlar. (El-evvel) Önce camiye ilk giren, (sümmes-sânî) sonra ikinci giren, (sümmes-sâlis) sonra üçüncü giren, (sümmer-râbi') sonra dördüncü giren..."

Camiye erken gelmenin sevabı çoktur, cumaya erken gelmenin sevabı çoktur. Gusül abdesti alıp, mümkün olduğu kadar erkenden camiye gelmek lâzım ki, sevabı çok olsun. Ahirette de böyle oluyor.

Beşinci hadis-i şerif:

109/8 (İnnen-nâse leyehuccûne ve ya'temurûne ve yağrisûnen-nahle ba'de hurûcu ye'cûce ve me'cûc.) Bu da Ebû Said Hazretleri'nden: "İnsanlar Ye'cüc ve Me'cüc çıktıktan sonra da hac ve umre yapacaklar, hurma dikmeye devam edecekler." Yâni, Ye'cüc ve Me'cüc çıktı diye hayat birden durmayacak, kesilmeyecek. Evet, onların çıkması kıyamet alâmetidir ama, o işler bir müddet daha devam edecek demek...

Fâtiha-i şerife meal-besmele!..

19. 01. 1997 - İskenderpaşa / İST.

271

Prof. Dr. Mahmud Es'ad COŞAN

ASHABA VE EVLİYAYA SÖĞMEK

Elhamdü lillâhi rabbil-àlemîne hamden kesîren tayyiben mübâreken fîhi alâ külli hâlin ve fî külli hîn... Hamden kemâ yenbağî licelâli vechihî ve liazîmi sultânih... Ves-salâtü ves-selâmü alâ seyyidil-evvelîne vel-âhirîne ve tâci ruûsinâ ve tabîbi kulûbinâ muhammedinil-mustafâ... Ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebiahû biihsânin ilâ yevmil-cezâ...

Emma ba'dü fa'lemû eyyühel-ihvân... Feinne efdalel-hadîsi kitâbullàh... Ve efdalel-hedyi hedyü seyyidinâ muhammedin sallallàhu aleyhi ve sellem... Ve şerrel-umûri muhdesâtühâ ve külle muhdesetin bid'ah, ve külle bid'atin dalâleh, ve külle dalâletin ve sàhibehâ fin-nâr... Ve bis-senedil-muttasıli ilen-nebiyyi sallallàhu aleyhi ve selleme ennehû kàl:

(İnnen-nâse yeksürûne ve ashàbî yekıllûne felâ tesübbû ashâbî femen sebbehüm fe aleyhi la'netullàh.) Sadaka rasûlüllah, fî mâ kàl, ev kemâ kàl.

Aziz ve muhterem, sevgili ve değerli kardeşlerim!

Allah-u Teâlâ Hazretleri'nin rahmeti, bereketi, ihsânı, ikrâmı dünyada, ahirette üzerinize olsun... Allah-u Teâlâ Hazretleri şu mübarek aydan en yüksek derecede istifade etmeyi, feyzyâb olmayı cümlenize nasib eylesin... Rabbimiz cümlemizi rahmetine erdirip, mağfiretine mazhar eyleyip, iki cihanda korktuklarımızdan emin, umduklarımıza nail eylesin... İbadetlerimizi, tâatlerimiz, hayrâtımızı, hasenâtımızı, affımıza, mağfiretimize vesîle eylesin... İbadetlerimizi güzel yapmayı nasib eylesin...

272

Peygamber-i Zişânımız, serverimiz, önderimiz, rehberimiz, eşrefül-verâ Muhammedinil-Mustafâ efendimiz Hazretleri'nin mücevher misâli hadis-i şeriflerinden bir demet okuyarak şu mübarek günde zamanımızı Rabbimizin rızasına uygun geçirmek üzere burada toplandık; Allah-u Teâlâ Hazretleri hepimizi rızasına vâsıl eylesin...

.............

Peygamber SAS Efendimiz Hazretleri Râmûzül-Ehâdîs kitabımızın 109. sayfasının, 9. hadis-i şerifi olan, Ebû Hüreyre RA tarafından rivayet edilmiş hadis-i şerifinde buyuruyor ki:

(İnnen-nâse yeksürûn) "İnsanlar, müslümanlar çoğalıyor. (ve ashâbî yekıllûn) Ama benim ashabım günden güne azalıyor artık." Yâni, insanlar asırlar boyunca yaşayacaklar, çoğalacaklar; ama ashabım sayılı, onlar gittikçe azalıyorlar, yaşayanlar ölüyor. Azala azala, işte nihayet kalmayacak.

(Felâ tesübbû ashâbî) "Sakın benim ashabıma söğmeyin, söğüp saymayın, saygısızlık etmeyin!" Kıymetini bilin! Gittikçe azalacaklar bunlar, kalmayacak. "Rasûlüllah'ı gören var mı içinizde?" dediğiniz zaman, bulunmayacak.

273

Peygamber Efendimiz'i görüp sohbetine erenlere sahabi deniliyor, Peygamber Efendimiz'in ashabını görenlere tabiîn deniliyor. Bir zaman gelecek ashabı görenler bile nadîde insanlar olacaklar, kıymetli insanlar olacaklar. "Yâhu sen demek ki Rasûlüllah Efendimiz'in ashabından birisini gördün ha?.. Onu gören bir kimseyi gördün ha?" diye o kıymete binecek.

"Onun için bu mübareklerin, benim sohbetimde bulunmuş, beni görmüş olan bu ashabımın kıymetini bilin de, onların aleyhine düşünüp taşınıp, söğüp saymayın!"

Söğerse ne olur?.. (Femen sebbehüm fe aleyhi la'netullàh) "Kim onlara söğüp sayarsa, kötü söz söylerse, Allah'ın lâneti onların üzerine olur."

İki mânâ olabilir burda: "Allah'ın lâneti onların üzerine olur, Allah gazab eder, onları cezalandırır. Aman böyle yapmayın, sonra çarpılırsınız." diye bir bilgi... Ya da, "Allah'ın lâneti onların üzerine olsun!"

O mânâya da geliyor. Arapçada ifade hem temenni mânâsına gelir, bilgi mânâsına gelir. İhbar ediyor ki, böyle olursa böyle olur; yapmayın!.. Bir de dua mânâsı, inşâî mânâsı derler ona; o da: "Böyle yaparsanız Allah'ın lâneti üzerinize olsun!" demek olur.

274

İkinci mânânın karşısında bir şey var: Peygamber SAS'e işkence gören sahabileri dediler ki: "Yâ Rasûlalah! Şu müşriklere beddua et, lânet et! Allah bunları kahretsin, yok etsin, mahvetsin, def etsin; biz de kurtulalım!" dediler.

Çünkü çok eza, cefa ediyorlardı. Düşünebiliyor musunuz: Çölde ateş yakıyor, çıplak sırtını ateşin üstüne yatırıyor müslümanın... Nasıl işkence yaptıklarını anlayabiliyor musunuz?..

Sığırın ıslak derisini alıyor, ıslak ıslak rulo halinde çıplak vücuduna sarıyor, sonra güneşte kurutuyor. Rulo demeyelim de dürüm diyelim...

Yabancı kelime kullanmayacağız. Burda kâğıt göndermiş kardeşimiz. Kurduğumuz televizyona Ak-Televizyon demişiz, Ak adını vermişiz zaten, adı tamam... Aşağısındaki televizyon sözüne kızıyorum ben. Televizyon sözünün Türkçe bir karşılığını bulalım diye bir yarışma açtım; herkes isim yağdırıyor: "Televizyonumuzun adı şu olsun!" diyor.

Televizyonumuzun adı Ak-Televizyon, ak zâten; adı aklanmış, tamamlanmış. Sen altındaki televizyon sözünün Türkçe karşılığını bul!..

275

Ne demek istiyoruz: Yabancı kelimeler girmiş dilimize... Yabancı adetler girmiş içimize... Yabancı fikirler girmiş kafamıza... Kâfirce, zalimce, düşmanca hareket eden insanların her şeyini kontrolsüz almış bizden öncekiler... Veya bazıları kasden sokmuş, sokuşturmuş, tıkıştırmış, mahsustan yapmış... Veya gayr-i ihtiyârî yapmış.

Adam Amerika'da tahsil görmüş de ne yapsın, bir kelimeyi kekeliyor, kekeliyor, karşılığını bulamıyor, öyle deyiveriyor. Ne yapsın, konuşacak, derdini meramını anlatacak, Türkçe karşılığı aklına gelmiyor. Hadi biz hüsnüzan edelim, bundan diyelim. Yani, yabancı tahsil yaptığından, Türkçelerini hatırlayamadığından, yabancı kelimeler girmiş.

Birbirleriyle konuşurlarken:

"--Bu meseleyi ekonomi bazında mütalaa edersek şöyle olur."

Ne demek istiyor bu şimdi?.. Ekonomi ne demek, iktisat demek... İktisadı biliyorduk, niye ekonomiyi soktun?.. Baz ne demek, temel demek... Yâni iktisat açısından, iktisat temelinden incelersek demek... Niye temel varken bazı kullanıyorsun? Türkçesini niye kullanmıyorsun?..

276

Bu bir hücum... Senin dilini yok edecek, senin örfünü yok edecek, senin fikrini yok edecek... Etti zaten... Yâni büyük ölçüde tahribata uğramış bir milletiz. Kıyafetlerimiz onların kıyafeti, adetlerimiz onların adeti, evdeki eşyalarımız onların eşyası... Gardrop, komodin, konsol; bunların hiç birisi Türk eşyası değil. Bizimkinin adı dolaptı, raftı, sandıktı. Bizim olan şeylerin bizde adı var. Dışarıdan gelenlerin, takliden gelenlerin adı yok... Müzik setiymiş, bilmem neymiş... Her şey girmiş.

Şimdi biz ona karşı diyoruz ki: Her şeyin dedemizden kalma aslını, âsâr-ı atîkasını, bize ait olanını kullanalım! Televizyon demeyelim de başka bir şey diyelim, radyo demeyelim de başka bir şey diyelim diyorum; derdimi anlatamadım, isim yağdırıyorlar.

Televizyon kelimesinin karşılığını bulacaksınız, onu kullanmayacağız. Ak Televizyon demeyeceğiz, Ak bir şey diyeceğiz.

Ben Orta Asya Türk devletlerinin lügatlarını karıştırdım, radyo için ne demişler diye. Çoğu radyoyu kullanmış da, bir tane buldum: "Ünalgı" demişler. Ün ses... Ses alan cihaz mânâsına... Televizyon için de buldum, aynı ülkeden --demek ki benim gibi düşünen bir adam var orda-- televizyon için de "Sınalgı" demişler. Ama sın'ın ne olduğunu anlayamadım, görüntü mü demek artık ona bakacağız.

277

Bir şey bulacağız. Bu Ak Televizyonun altındaki televizyon kelimesi silinecek, oraya bizim bulduğumuz kelime gelecek. Kullanmayacağız, heriflerin bir şeyini kullanmayacağız.

--Efendim tahsil yapıyoruz mecbûren...

Biz onlardan daha güzel tahsil yapacağız, evlatlarımızı daha güzel yetiştireceğiz. Onun için de mektepler açıyoruz, açtık. Bizim mekteplerimizde yetişenlerin, onların mekteplerinde yetişenlerden daha iyi yetiştiğini de haberlerde okuyoruz, kulağımıza geliyor. Meselâ Avustralya'da, daha başka ülkelerde, burada bunu duyduk.

Evvelallah bizim hastahanemiz daha güzel çalışır, bizim mektebimiz daha güzel öğretir, bizim radyomuz daha faydalı olur... Yapabiliriz, çünkü Allah bize vermiş. Onlara verdiği kabiliyetlerin aynını bize vermiş, ayrıca iman kabiliyeti vermiş, iman kuvveti vermiş. Biz o iman gücüyle onlardan daha üstünüz; onlar yarım... Bir gözleri görmüyor, sadece dünyayı görüyorlar. Biz hem dünyayı, hem ahireti görüyoruz. Hem zahiri hem batını kollamağa çalışıyoruz. Dışı boyayıp da içi berbat etmek olmaz diye, içimizi de dışımızı da düzeltmeğe çalışıyoruz. Reklamda değiliz, dış görünüşte, gösterişte, alkışta değiliz. Allah sevsin diye içimizi de düzeltmeğe çalışıyoruz. Hem dışı, hem içi, her şeyi güzel yapmağa çalışıyoruz.

278

Onun için biz onlardan üstünüz. Bir şeyi yaptık mı iman gücüyle daha güzel yaparız. İşte bunun bayrağını açtık biz, bunu yapmak istiyoruz, bunu yapacağız. Yaparız; çünkü adamlar onların memleketinde yaşayan kardeşlerimize hayran oluyorlar. Onlar biliyorlar, görüyorlar, ordaki kardeşlerimize hayran oluyorlar: "Yâhu siz daha güzelsiniz!" diyorlar. Onların yanına gitmiyor, bunun yanına geliyorlar.

Ben üç dört gündür İsveç'teydim. Başkalarının yanından bizim yanımıza geliyor. Neden?.. Elhamdü lillâh, insanın içi de dışı da güzel olursa, zâhiri de bâtını da mâmur olursa, niyeti de güzel olursa, yaptığı iş daha güzel olur. Tek taraflı gibi olmaz, kör gibi olmaz, tek gözlü gibi olmaz, tek bacaklı gibi olmaz, tek elli gibi olmaz.

Onların memleketinde bizim kardeşlerimiz iyi yetiştiği zaman, onlardan iyi oluyor. Çünkü, her şeyi bimiş oluyor. Ama onlar bizim bildiğimiz şeyleri bilmiyor, yarı bilgileri eksik. Bizim yarımız kadar, yarım adam onlar. Hatta bu yarısı olmadığı için, öbür yarımları da bozuluyor. Bu asıl insanı insan eden mânevî tarafı olmayınca, maddî taraf da bozuluyor. Eroinman oluyor, afyonkeş oluyor, esrarkeş oluyor, sarhoş oluyor, kalleş oluyor, alçak oluyor, vefasız oluyor... vs. Neden?.. Bu mânevî yarı yok, maddî yarı da adam etmiyor.

279

New York'ta bir kesilmiş elektrikler; bütün dükkânların camlarını kırmışlar birileri, yağmalamışlar. Neden?.. Elektrik yok, alârm yok, polis yok, telefon etme imkânı yok; fırsatı buldular, içlerindeki çirkef, kötü huylar icraata geçti. Görüyor musunuz, medenilik filân hepsi masal... Hepsi gaddar, hepsi zalim, hepsi can düşmanı, ırz düşmanı... Öldürüyorlar mâsum insanları, dünyanın her yerinde bunu görüyoruz. Medeniyet masal, kendilerinin reklam vasıtası...

O halde ne yapacağız: Onlara da insanlığı öğreteceğiz, o da bizim vazifemiz! Onlar da bizim Hazret-i Âdem'den kardeşlerimiz; haylazlar biraz ama, ne yapalım... Onlara da yaptıkları işlerin haram olduğunu, günah olduğunu, zararlı olduğunu, insafsızlık olduğunu, yazık olduğunu, ayıp olduğunu anlatacağız:

"--Bak onun yerine sen kendini koy; sen Amerikalı olmasaydın, sen Avrupalı, İngiliz, Fransız, Alman, Rus olmasaydın, Sırp, Ermeni olmasaydın da, şu zulmettiğin Boşnak veya Çeçen veya Afrikalı zenci veya Somalili veya Ugandalı olsaydın; kamplarda çatır çutur öldürülen birisi olsaydın ne yapardın?" diyeceğiz, merhametini uyandırmaya çalışacağız.

280
281 ilâ 300. sayfalar