• /
  • Kütüphane
  • /
  • Sosyal Çalışmalarda Organizasyon ve Başarı
  • /
  • 221 ilâ 240. sayfalar
201 ilâ 220. sayfalar

Onun için, kökeni gayrimüslim... Nüfuskâğıdında saklanmak için, kamufle etmek için kendisini, bizim anlayamayacağımız bir isim almış ama; bizim örfümüze adetimize tabi değil, sünnet olmamış. Demek ki, gayrimüslim kökenli... Çarpışıyor. Niçin çarpışıyor?.. kendisinin hevesini yerine getirmek için çarpışıyor. Bunu anlamamız lâzım!..

Ve bu topraklarda bir şeyi daha ikaz etmemiz, hatırlatmamız lâzım ki, Kürt kardeşlerimize; --benim çok sevdiğim, çok hürmet ettiğim, çok yakın arkadaşım KÜrt kardeşlerim var-- Kürt kardeşlerimizin bu şeylere kapılmaması lâzım!.. Çünkü, bu toprakları Kürtlere vermek için bu karışıklıkları çıkartmıyorlar. Kürtlere de razı olmazlar. Türklere razı olmayan bu insanlar, Kürtlerin oralara sahip olmasına hiç razı olmazlar. Onun arkasında, Kürdün de arkasında kim var; ona bakmak lâzım!.. İsrail mi almak istiyor, Ermenistan mı almak istiyor, Rusya mı oraya inmek istiyor, Almanya mı orada bir şey elde etmek istiyor, Amerika mı?.. Onu anlamağa çalışmak lâzım!..

Bugün Suriye, teröristleri barındıran ülkelerden biridir. "Suriye bir İslâm ülkesi olarak teröristi nasıl barındırır?" diye hayret eden insanlar olabilir. Ama ben Suriye'de seyahat etmiş, oranın sosyal yapısını bilen bir insan olarak şunu hatırlatayım ki, Suriye'de Ermeniler hakimdir, Süryaniler hakimdir. Oranın yönetimi müslümanların elinde değildir. Müslümanlar hapistedir, müslümanlar mağdurdur. Orası gizli bir şekilde istilâya uğramıştır, ele geçirilmiştir. Onun için Ermeni orda teröristi tutup, bu tarafa lojistik destek sağlıyor, insan desteği sağlıyor. Oralarda bir şeyler yapabiliyor.

221

Kuzey Irak da öyledir. İran'da da çok Ermeni vardır. Azerbaycan'da da vardır. İşte mücadelelerini görüyorsunuz. Hasılı biz bu şeyleri çok iyi bilmek zorundayız. Yâni, bu terör bir savaştır. Yavaş yavaş sıcak savaşa bir ısınmadır. Yavaş yavaş, gittikçe görüyorsunuz dozajı artıyor. Sonunda Türkiye'yi ekonomik yönden de zayıflattıktan sonra, iyice artık "Bu arslan bir daha kükreyemez, pençe savuramaz!" dedikleri zaman hareket etmek için bir zayıflatma çalışmasıdır.

Kat'iyyen bir iç problem değildir. Çünkü biz Türkiye'de hiç bir zaman Türk ve Kürt ayırımı, Çerkez Abaza ayırımı yapmamışızdır. Okula gelen herkes okumuştur. Devlet memurluğuna müracaat eden herkes bir yerde memur olmuştur. Kimisi bakan olmuştur, kimisi daha yüksek mevkîlere çıkmıştır. Hiç bir şey dememişizdir, yadırgamamışızdır. Komşumuz Elazığ'lıdır, falanca Van'lıdır, ötekisi Dİyarbakır'lıdır. Eh, iyi insansa severiz, ziyaret ederiz. Muhabbet içinde yaşıyoruz.

"İstanbul'a niye geldin?" demeyiz, "İzmir'e niye yerleştin?" demeyiz. "Anadolu'nun her yeri, Türkiye'nin her yeri, Türkiye'nin her vatandaşına açıktır." diyoruz. Böyle bir rahatlık varken, --tahsil imkânı var, kazanç imkânı var, istediği yere yerleşme imkânı var-- niye gürültü patırtı çıkarsın bir insan?.. Mutlaka arkasında yabancı tahrikler var da, sun'î olarak bu gürültüler ondan çıkartılıyor. Çok net...

222

Soru:

Türk askerlerinin Bosna'ya gitmesi hakkında düşünceleriniz nelerdir?

Onlara moral vereceğini gazeteler yazıyor. Türkleri seviyorlar. Kendilerini Türklerle kardeş hissediyorlar ve kardeşler. Doğrusu da o tabii... Hakîkaten kan bakımından, ırk bakımından da Boşnak dediğimiz insanların Türklerle ilgisi vardır. Tarih beraberliği vardır, inanç beraberliği vardır. Şu anda mağdur oldukları esnâda da, onlara en candan yardım edenler yine bizler ve diğer müslüman ülkelerdir.

Tabii, bizim oraya gitmemiz, sembolik de olsa onlara çok moral veriyor. Bizim arkadaşlarımızdan gidenler var... Türk askeri resmen gitmeden önce, oraya giden bizim kardeşlerimiz var... Orda şehid olan kardeşlerimiz var... Gazeteler yazdı isimlerini, resimlerini... Siz belki dergilerde yazmışsınız.

Oraya giden kardeşlerle ben konuştum da, onlar diyorlarmış ki: "Sizin bizim yanımızda olmanız kâfi... Bize moral veriyorsunuz. Siz bizim kadar buraları bilmezsiniz, Sırpça bilmezsiniz, bölgeyi tanımasınız; burada aktif bir savaş yapamazsınız. Ama, sizin bizim yanımızda olmanız bize moral veriyor, çok memnun oluyoruz." diyorlarmış.

223

Türk askeri oraya birileriyle savaşmak göreviyle gitmedi. Birleşmiş Milletler'in statüsü içinde, orada asayişi temin etmek, Birleşmiş Milletler'in kararlarını uygulamak için gitti. Ama, Türk olması dolayısıyla moral veriyor.

Bir de şu var: Rus askeri gittiği zaman, Fransız gittiği zaman, başkası gittiği zaman bîtaraf ve adaletli hareket etmiyor. Müslümana düşman gözüyle bakıyor, Sırp'ı dost olarak görüyor. Sırp'ın yaptığı haksızlığa sinsi sinsi gülerek müsaade ediyor. Birtakım haksızlıklara göz yumuyor. Tabii, Türk askeri böyle bir şey yapmayacak. Onun için Sırplar istemiyorlar.

Boşnaklar için Türk askerinin orda olması iyidir. Hiç olmazsa adaletle hareket eder. Gidip Boşnakların yanında Sırplarla çarpışmayacak Türk askeri... Görevi o değil, oraya gidiş sebebi o değil ama; hiç olmazsa, bulunduğu kritik noktalarda haksızlık yapmayacak. Bu tabii güzel bir şeydir.

Uygun görüyoruz. Allah hayırlı hizmetler nasib etsin... Ordaki mazlum kardeşlerimizi zulümden kurtarsın... Haksızlıkların telâfisi mümkün olsun...

224

Soru:

Son olarak Kızılcahamamlı izleyicilerimize iletmek istediğiniz mesajınız var mı?

Kızılcahamam'ı ben severim eskiden beri... Hem tabiatı güzeldir, hem de halkıyla zaten dostluğumuz eskidir. Kızılcahamam'ın ahalisi temizdir. Temiz derken neyi kasdediyoruz: Dindardır, mukaddesatçıdır, milliyetçidir. Dürüst insanlardır. Onun için Kızılcahamam'ı seviyorum. Benimsediğimi bir yerdir. Tanıdık eski dostlarımız vardır. Gelip gitmemiz çok olmuştur.

Biz Ankara'da ayda bir vaaz verirdik. Ayda bir vaazımıza Kızılcahamam'dan minübüsle gelirlerdi. Öğretmenler, imam-hatip müdürleri, seçkin kardeşlerimiz gelirler hep... Onun için Kızılcahamam'ı seviyoruz, Kızılcahamamlıları da samimi olarak seviyoruz.

Hani, bazı yerler kozmopolit oluyor, insan gittiği zaman rahatsız oluyor. Ege'nin filanca x, y veyahut a, b, c kasabası... Gidiyorsun, herkes şortla geziyor. Ben müslüman olarak yadırgıyorum. Herkes içki içiyor. Ben Allah'tan korkan bir insan olarak içkiye razı olamam. Sanki o diyar müslüman diyarı değil; Fransa'nın, İtalya'nın Akdeniz kenarındaki bir kasabasıymış gibi olunca üzülüyoruz, benimseyemiyoruz öyle bir yeri... Ama, Kızılcahamam öyle değil... Kızılcahamam bizim kasabamızdır.

225

Kardeşlerimize sıhhatler afiyetler dileriz. Dünyada ve ahirette mutluluklar dileriz. İslâm'a iyi hizmet etmek hususundaki gayretlerinin, sa'ylerinin meşkûr olmasını, Allah tarafından takdir edilmesini dileriz. Hizmetlerinin çoğalmasını dileriz.

Bu da bir hizmettir, bu televizyon hizmeti her beldede yok... Ama Kızılcahamam'lı kardeşlerimiz bu hizmeti beldelerine getirmişler; bu da bir hizmettir. Kültürel ve dinî hizmetlerini daha etkili tarzda yapmalarını dileriz. Günleri gönüllerince olsun... Allah dünya ve ahiretlerini bahtiyar, mutlu ve mes'ud eylesin...

--Bu güzel sohbet için çok teşekkür ediyoruz hocam, Allah râzı olsun...

--Amin... Allah sizden de râzı olsun...

6 Temmuz 1994 - Kızılcahamam

226

Prof. Dr. Mahmud Es'ad COŞAN

İBADET BİR SANATTIR

........

Bizleri çoluk çocuğumuzla beraber toplayan, hem dinlenme hem eğitme işini beraber götürmemize gerçekten dinlenip, rahatlayıp istifade etmemize vesile olan bir toplantının sonuna geldik. Doğrusu, nasıl geçtiğini dahi anlayamadık. Üç gündüz, iki gece kaldığımız halde bir saat gibi geldi. Azımsadığımıza göre, demek ki tatlı geçmiş. Çünkü sıkıcı olsaydı, dakikalar bile geçmezdi.

Bir hastanın halini bilirim: Sabah bir türlü olmaz. Dakikalar bir türlü ilerlemez. Saatine bakar, bir dakika geçmiş... Bir daha bakar, bir dakika daha geçmiş... Çünkü ızdırabı vardır, acısı vardır. Zaman geçmek bilmez. Ama mutlu günler, mutlu dakikalar, saatler çabuk geçer derler. Hakikaten burda, daha çok kalmayı temenni ettirecek şartlar var...

Suyu gerçekten şifalıymış; geç farkettik, istifade edemedik. Bir dahaki sefere inşaallah diye içimizde arzusu kaldı. Hakikaten eklemlerle, kemiklerle, kireçlenmelerle ilgili rahatsızlıklarda birinci derece faydalı bir suyu varmış.

227

Çevre güzel... Başımızı kaldırıp ormandan pek istifade edemedik, dün akşamki küçük yürüyüş hariç... Ama, gezen gençleri, çocukları, hanımları gördükçe seviniyoruz. Dinlendiler. Çocuklar rahatladı.

Havuzdan da alacağımız kaldı. Havuzdan bazıları istifade etmiş de bize söylemediniz. İlkönce, "Havuz doldu hocam, buyurun!" demeniz lâzımdı. Ordan da alacaklı oluyoruz, hepinizden veya yöneticilerden...

Hasılı tatlı geçti. Allah hepinizden razı olsun... Çünkü, böyle yerler grup halinde olunca tatlı olacak gibi görünüyor. Tek başımıza gelsek, bir aile olarak herhalde, içki şişelerinin arasında, sarhoşların içinde böyle huzurlu olamazdık. Akşam yaptığımız gibi, seccâdeleri, halıları dışarıya serip de namaz kılamazdık. Her şey grup içinde tatlı oluyor.

İnsanın muhabbetle yaşadığı bir grubu olması, çok büyük bir nimettir muhterem kardeşlerim!.. Bunu bilin! Birbirini seven insanların, böyle grup teşkil eden insanların birbirine desteği çok fazladır. Ağacın bile etrafındaki topraklar çekildiği zaman, ağaç kurur. Dişin etleri aşağı çekildiği zaman diş sallanmağa başlar. Her şeyi kökü ve çevresi kuvvetlendiriyor, destekliyor. İnsanı da böyle bir sosyal çevresi destekler, mutlu eder. Yapayalnız kalmak zordur.

228

"Yalnızlık, büyük ruhların gıdasıdır." deniliyor; bazan lâzımdır. Çünkü, tefekkür için, ibadet için, zikir için yalnızlık; daha doğrusu Allah'la beraberlik lâzımdır. O da yalnızlık değil, asıl mutlak yalnızlık çok zordur. İnsan orada, en güzel beraber olunacak şeyle beraber olduğu için, yine yalnız sayılmıyor.

Allah'a hamd ü senâlar olsun ki, müslüman olduğumuz için, dünya yüzünde bir milyardan fazla kardeşimiz var... Hem de rengimiz, ırkımız, cinsimiz, cinsiyetimiz ne olursa olsun birbirimizi seviyoruz ve birbirimizle çabuk anlaşıyoruz. Amerika'ya da gitsek, Avustralya'ya da gitsek, Avrupa'ya da gitsek, yabancı bir ülkede bir camide bir namaz kıldığımız zaman veya herhangi vesile ile bir müslümanla tanıştığımız zaman, ahbaplığımız çarçabuk çok kuvvetli bir beraberliğe dönüşüyor. Çünkü bütün müslümanları Allah kardeş eylemiş:

(İnnemel mü'minûne ihvetün.) Bu güzel bir şey...

Ama bizim kardeşliğimiz ayrıca bir de tasavvuf yolundaki kardeşlik, ihvanlık olması dolayısıyla bir kaç bakımdan daha güzel... Çünkü, tasavvuf yolu gerçekten kendisi güzel bir yol... Gerçekten takvâ yolu Allah'ın rızasını kazanmaya giden bir yol... İnsanı Allah'ın rızasına, ma'rifetullah'a götüren, muhabbetullaha götüren, rıdvânullaha bir yol...

229

Ma'rifetullah diyoruz, Allah'ı bilmek... Muhabbetullah diyoruz, Allah'ı sevmek... Rıdvânullah diyoruz, Allah'ın bizden hoşnud ve râzı olması... Bunlara götürüyor bu yol... O bakımdan, bu yol çok güzel ve bu yoldaki kardeşlik de kardeşliklerin en halisi olduğu için fevkalâde güzel...

Kızılcahamam'lı kardeşlerimize teşekkür ederiz. Hakikaten program, herhangi bir oteli kapatıp da bir kaç gün bulunmaktan çok ötede bir sıcak evsahipliğiyle karşılaştık. Hem otelin personelinin, hem de beldenin ahalisinin bizimle ilgilenmesi, bize lütfetmesi dolayısıyla oldu bu...

Eğer belediye reisimiz teveccüh etmese, Kızılcahamam'lı kardeşlerimiz lütfetmese, bu kadar tatlı olmazdı. Onlardan da Allah razı olsun... Her türlü hayırları ihsan eylesin, gönüllerinin muratların bahşeylesin... Çok müteşekkiriz. Haklarını ödeyemeyeceğimiz için, bu güzel evsahipliklerinden dolayı Allah sevaplar ihsan eylesin diye dua ediyoruz.

Camiamız içinde teknik personelin müstesnâ bir yeri ve nisbeti olmasından da, ayrıca ben mutluyum. Bizim camiamız eskiden beri böyle olmuş, Teknik Üniversite asistanlıklarından başlamış bu özel yakınlık... Mühendislerle, ilim adamlarıyla, yüksek tahsilli insanlarla bizim camiamızın içli-dışlılığı, beraberliği, onların bize gelmesi, bizim onlarla beraber olmamız, hocalarımız zamanında başlamış.

230

Zâten yolumuz, tasavvuf yolları içinde ilme bağlılığı ile, ilim adamı yetiştirmesi ile, ilim yolunda yürümesi ile, ötekilerinden farklılaşmış olan bir yol... Yâni, bizim yolumuzun bariz vasfı, yöneticilerimizin, mürşidlerimizin, şeyhlerimizin, büyüklerimizin her birisinin bir çok ilimde ihtisas sahibi olmasıdır. Hem din ilimlerinde, hem de bunun dışında başka ilimlerde mütehassıs olmalarıdır. Enteresan bir şeydir bu... Bir mutasavvıfın aynı zamanda farzedelim ki, astronom olması; bir mutasavvıf şeyhin aynı zamanda bir fizikçi olması; bir mutasavvıf şeyhin aynı zamanda bir tabip olması enteresan bir şeydir. Bizim yolumuz böyle gelmiş, böyle devam ediyor.

Elhamdü lillah ilimle beraberiz, ilimle iç içeyiz. Allah'a hamd ü senâlar olsun... Allah bizi bu güzel nimetinden ayırmasın... Çünkü, ilimden ayrıldığı zaman, herkes zarar eder. Ve bir milletin yükselmesi ilimle oluyor. Teknolojinin gelişmesi ilimle oluyor. Ekonominin de derlenip toparlanması ilimle oluyor. İlim sayesinde insan, o sahalardaki müşkillerini hallediyor. Demek ki her şeyin temeli ilim...

231

Onun için büyüklerimiz demişler ki: "Dünyayı isteyen ilme sarılsın; çünkü, dünyalık ilimle elde ediliyor. Ahireti isteyen isteyen de ilme sarılsın; çünkü, iyi kulluk da ancak ilimle elde edilebiliyor."

Yâni, kul alim olmadığı zaman, câhil olduğu zaman, kulluğunu güzel yapması, Allah'ın rızası yolunu doğru-düzgün bulması, Allah'ın rızası yolunda doğru-düzgün yürümesi mümkün olmuyor. Bir yerde falso yapıyor, hata yapıyor... Cahillik ediyor, gafillik ediyor. Bilmeden Allah'ın rızasına aykırı işler yapıyor. O bakımdan ilim hem dinin, hem dünyanın güzel olması için en başta gelen varlığımız... Allah bizi ilim yolundan, alimlikten ayırmasın; cahilliğe düşürmesin...

Onun için İslâm'dan önceki devrenin adına --enterasandır-- ÇCahiliye DevriÈ deniliyor. İlimsiz olduğu için orası, o isim verilmiş. İslâm'ın gelmesinden sonraki devre de, ÇAsr-ı SaadetÈ diyoruz. Yâni, mutluluğun asrı... Neden mutluluğun asrıdır?.. Çünkü, İslâm insana iki cihanın saadetini birden veriyor. İslâm'ın prensipleri hem dünyanın saadetini sağlıyor, hem de ahiretin saadetini sağlıyor.

232

Biz de İslâm'ın bu ana yapısını bildiğimiz için, sizlerin mutluluğunuza büyük önem veriyoruz. Aile mutluluğunuz da bizim için son derece önemli... Geçiminiz, karı-koca arasındaki uyum, anlayış, sevgi saygı, bağlı bizce fevkalâde önemli ve biz bunu sağlamak için, geliştirmek için elimizden her ne gelirse yapmağa hazırız, yapıyoruz. Yapılması için elimizden geleni de ardımıza koymuyoruz.

Bu toplantıların yapılış tarzı bunun senedidir. Biz, "Erkekleri eğitmek istiyorsak, onları bir yere toplayalım; hanımlar evde dursun. Biz onlara bir kurs tertipleyelim. Meslek içinde gelişmeleri sağlansın." gibi bir mantıkla hareket etmiyoruz. Diyoruz ki, "Gelin bakalım, falanca yerde bir program tertipledik. Hanımlarınız da, çocuklarınız da gelsin; beraberce gelin! Hanımlar bir eğitim görsünler. Beyler bizim istediğimiz meslek eğitimini görsünler. Çocuklar da bir eğitim görsün; hepsi rahatlasın!" diyoruz. Hanımları da biraz yemek yapmaktan, ev işleri altında bocalamaktan, çocuğa bakacağız diye sıkılmaktan, perdeleri kapatıp bir odanın içinde hapis kalmaktan kurtarmak da istiyoruz. Bu da düşüncelerimizin içinde...

233

Çünkü, "Allah, hanımları beylere bir emanet olarak vermiştir. Onların her şeyi --dindarlıkları da, ahiretleri de-- beylerden sorulur. Onların dindarlıklarına ve ahiretlerin kazanılmasına dair tedbirleri almak, beylerin vazifesidir. Eve yemek getirmek kadar, yiyecek içecek getirmek kadar, kirasını ödemek kadar veya bir ev almak kadar bunlar da önemlidir." diyoruz.

Allah sizleri eşinizle, çoluk çocuğunuzla ömrünüz boyunca bahtiyar eylesin... Hepinize mutluluklar dileriz Evlâtlarınız hayırlı evlâtlar olsun... Salih evlâtlar olsunlar, İslâm'a faydalı olsunlar...

Sizin mesleğiniz teknik eğitimdir. Misafirlerimizin büyük çoğunluğu teknik yönden çalışarak hayatını geçirecek bir yol tutturmuşlardır. Teknik eğitimin bizde büyük önemi var... Çünkü, Devlet-i Aliyye-i Osmâniyye dünya üzerinde en kuvvetli devlet iken, bir emriyle kralları dize getirirken, uzaktakilere bir direktif vererek hapistekileri hapisten çıkartırken, kötülükleri engellerken; Akdeniz bir Türk denizi durumundayken, Doğu Akdeniz'de düşman gemileri gezemezken, Batı Akdeniz'de Barborosların dolaştığı zamanlardan, Karadeniz'in etrafı tamamen Türklerle, müslümanlarla meskûn iken, şimdi bir acı duruma gelmiş durumdayız.

234

Belki çizginin en aşağı noktası 30-40 yıl geride kalmıştır. Şimdi grafik çizgisi yukarıya doğru çıkıyor. Allah'ın lütfuyla, yardımıyla daha iyi duruma gitmeğe başlamışız ama, kâfi değil... Bizdeki gelişmeyi gördükçe, düşman bize olan baskısını, hışmını ve hainliğini arttırıyor. Yâni "Türkiye gelişiyor mu?.. Türkiye'nin nüfusu bir patlama mı göstermiş?.. Türkiye sanayileşmeyi yakalamış mı?.. Türkiye'nin hazinesi döviz mi dolmuş?.." Karşı tarafı çıldırtıyor bu... Bunların hepsinin birer ikişer elimizden alınması için her türlü hainliği, mel'aneti, şeytanlığı, şeytaneti yapmağa başlıyorlar.

Misal: Nüfusu durdurmağa çalışıyorlar. Çünkü, nüfus da bir kuvvettir.

Misâl: Ekonomi çok büyük bir kuvvettir. Para ile her şey yapılıyor. Ekonomiyi perişan etmeğe çalışıyorlar.

Anarşistlerden birisi yakalanmış. Sorgu sual esnasında demiş ki, "Bize dediler ki: Türk ordusu an'anevî bir güçtür; onu silâh zoruyla yenemezsiniz. Sizin işinizi kolaylaştırmak için yapılacak şey, Türkiye'nin ekonomisini çökertmektir. Yâni, Türkiye öyle zayıflamalı, öyle parasız pulsuz kalmalı ki, sizinle uğraşamasın!"

235

Geçen gün Recep Yazıcıoğlu valimizin; çok sevdiğimiz bir kimse tabii... Çalışkan bir vali, dinamik bir vali, Erzincan valisi... Onunla yapılmış bir röportajı okudum. Diyor ki: "Erzincan çevresinde teröristlerin faaliyeti arttı. Niye?.. Çünkü, Erzincan doğuyu batıya bağlayan stratejik bir mevkidedir, yol üzerindedir. burayı ele geçirmek istiyor anarşistler... Böylece ekonomik yönden bir darbe vuracaklar."

Eskiden beri bu böyle olmuştur. Osmanlıyı çökertmek için batılı çarpışırken, çalışırken, haçlı seferleri ile bir sonuç elde edememiş, yapılan her savaşta gerilemiş, Belgrad'a kadar çekilmiş, Viyana'ya kadar savunma hattını geriye almış. Ama, sonra ne yapıyor?.. Osmanlı ticaret gemilerin vurmak için üs kuruyor Rodos'ta... Ticareti vurucak da ne olacak?.. Ticareti vurduğu zaman, hazine zayıflayacak, ekonomi altüst olacak, iktisâdî durum bozulacak diye onu düşünmüşler şeytanlar...

Bizim hatırımıza gelmez. Biz biraz bonkör bir milletiz. Öyle paraya pula pek aldırmayız. Kesemizi açtık mı, arkadaşımız için --canımızı vermekten çok daha kolay-- paramızı veririz. Hayr u hasenatı da severiz. Maddiyat, para bizim için dinî bakımdan da önemli değildir. "Gözü kör olsun paranın!" deriz, beddua da ederiz paraya... Kazanılması, harcanılması biraz insanları kötü yollara sevkettiği için, paraya karşı bir sevgimiz yoktur; düşmanlığımız vardır.

236

Rabia-yı Adeviyye'yi hatırlıyorum: İki elini böyle sıkmış, koşarak gidiyormuş. Dindar, zâhid, mutasavvıf bir kadın; iki elini sıkmış gidiyor... Manzarayı düşünün!.. Hasan-ı Basri (Rahmetullahi aleyh) takılırmış ona... "Ey cennet hatunu! Böyle yumruklarını sıkmış, nereye gidiyorsun?.. Nedir yâni?.." Anlayamamış böyle hızlı hızlı gidişini... Demiş ki: "Ey Hasan-ı Basrî! Elime iki tane dinar geçti. Birisini bir elime aldım, birisini diğer elime aldım; yanyana getirtmiyorum. Çünkü, bu mel'unlar yanyana geldi mi, fitne hazırlarlar. İkisini birbirinden ayırıyorum. Hemen götürüp bir fakire vereceğim!" demiş.

Para yanyana geldi mi, insanda para sevgisi uyandırıyor, hırs uyandırıyor... Keyf, zevk uyandırıyor.

Eski mülk sahiplerinden, hükümdarlardan birisi çok güzel bir köşk yaptırmış. Dayatmış, döşetmiş, süslemiş... Bahçesi, balkonu, vesâiresi çok güzel... Ondan sonra bir şeyh efendiyi almış yanına, gezdirmiş konağı...

"--Hocam, üstadım, şeyhim! Nasıl buldunuz, köşk güzel mi?.." diye sormuş.

O da demiş ki:

237

"--Bu dünyada böyle köşk yapacağına, ahirette bir köşk yapsaydın kendine!.. Bu dünyada köşk yapmışsın, bunun hesabı var... Allah sana bunun hesabını soracak! Paralarını hesabını veremeyeceğin, makbul olmayan bir yere sarfetmişsin." diye azarlamış.

Bizim mantığımız budur. Biz paraya pek aldırmayız. Zengin olmaya da hırsımız yoktur, gösterişe de kulak asmayız. Cömertlik de makbul olduğundan kesemizin ağzını açarız, paramızı etrafa saçarız. Severek yaparız bu işi... Ama, dinî hizmetler de para ile oluyor.

Peygamber SAS Efendimiz de bir yerlerden para bularak bu hizmetleri götürmüş. Kendisi de bir şeylerini rehin vererek, falanca filânca yerden borç alarak bazı şeyler yapmış. Ebûbekir Sıddîk Efendimiz'in serveti, İslâm'ın yayılmasında büyük fayda sağlamış. Osmân-ı Zinnûreyn Efendimiz'in büyük zenginliği ve büyük ikramları Peygamber Efendimiz'in dualarını kazanmasına vesile olmuş. Bunları biliyoruz.

Para her yerde iş görüyor, kapıları açıyor. Zengin arabasını dağdan aşırıyor, fakir düz yolda yolunu şaşırıyor. Bu böyle... Onun için paranın İslâm yolunda kullanılması lâzım!.. Yâni, para lâzım; bir... Paranın İslâm yolunda kullanılması lâzım; iki... Olmayan şeyin kullanılması da mümkün değil... Erlerin, bahadırların, askerlerin techizi lâzım, ok lâzım, para... Zırh lâzım, para... Binek lâzım, para... Kılıç lâzım, para... Deveye yiyecek lâzım, para... Her şey parayla alınıyor, veriliyor.

238

O bakımdan, kul olmamakla beraber ekonominin, paranın, servetin kıymetini bilmemiz lâzım!.. Serveti Allah yoluna sarfederek, Allah'ın rızasını kazanmamız lâzım!..

Onun için, büyüklerimiz demişlerdir ki: "İnsanın gönlü bir gemi gibidir. Dünyalık da --servet, para, pul, mevki, makam, dünyadaki her şey-- deniz gibidir. İnsanın gönlü bu denizin üstünde gezebilir. Yâni, bir müslüman mevki sahibi olabilir, para sahibi olabilir, deryâ gibi imkânların içinde yüzebilir. Amma, geminin içine su girmemesi lâzım, gönlünün içine dünyalık sevgisi girmemesi lâzım!.. Niye?.. Geminin içine su girdi mi, gemi batar. Gemi nerede batar?.. Dünyalıkta batar.

Onun için büyüklerimiz demişler ki:

(Eddünyâ bahrun amîkun, kesîrun minen nâsi yuğraku fîhâ.) "Dünya engin bir okyanustur, ummandır. İnsanların çoğu burada su üstünde duramamışlardır, batmışlardır." İstenmeyen bir duruma düşmüşlerdir. Dünyalığa garkolmuşlardır. Alışları, verişleri, yatışları, kalkışları, konuşmaları, faaliyetleri, sevgileri, kızgınlıkları dünyalık temeli üzerine kurulmuştur. Tabii, bunların hepsi insanı zarara, bir başka günaha götürücü şeylerdir.

239

Onun için, müslümanın gönlüne dünya girmeyecek. Dünyalığın müslümanın nazarında bir kıymeti yok... Sadece, dünyalık bir imkândır, bir alettir, bir vasıtadır, bir araçtır. Biz bu aracı iyi kullanmakla vazifeliyiz.

Silâh bir araçtır. Düşmana karşı kullanırsan, ülkenin savunması oluyor. Kalırsan gazi oluyorsun, ölürsen şehid oluyorsun. Aynı silâhı, ülkenin içinde bir müslümana karşı kullandığın zaman;

(Ve men katele mü'minen müteammiden fecezâuhû cehennemü hâliden fîhâ.) "Kim bir müslümanı kasden, bilerek, öldüreyim diye düşünerek öldürürse, --hani elinden kaza çıkmış, kalas devrilmiş vs. o ayrı; ama bilerek öldürmüşse-- cezâsı ebedî olarak cehennemde kalmaktır." Can bu kadar kıymetlidir.

Suudî Arabistan'a gidiyoruz. Çok enterasan bir durum var: Suudî Arabistan'da kavga oluyor, gürültü oluyor. Ticari konularda, trafik konusunda çeşitli münâkaşalar yapıyorlar. Konuşuyorlar, dalaşıyorlar, münâkaşa ediyorlar. Hiç böyle yaka tutmak, yumruk atmak yok... "Kısas var!" diyorlar. Korkmuş millet... Sen ona bir yumruk atarsan, o da gidiyor polise diyor ki: "Falanca adam bana bir yumruk attı." Polis de diyor ki: "Tamam, gel bakalım! Sen de gel!.." Caminin meydanında toplanıyorlar. Senin elin kolun bağlı... "Vur buna aynı şekilde!" diyorlar. Herkesin gözü önünde bir yumruk yiyor.

240
241 ilâ 260. sayfalar
©2024 Kotku Enstitüsü v2.8.2