Cenâb-ı Peygamber (S.A.S.) Efendimiz Esma bint-i Âmîsî Hazretlerine
(La tûkî fe yûkâ aleyke) buyurmuşlardır.
Manası: "Hasis (eli sıkı, cimri) olma ki Cenâb-ı Hak da sana ayni muameleyi yapar da, evinin bereketi gider," dimekdir. Bundan maksad, israfa kaçmamak şartıyla âilenize sarf etmeğe teşvikdir. Bu ise büyük bir irâde ve idâre işidir.
Birçok müsrifler hayırlı işlere yüz lira vermeğe kıyamazlar da, lüzumsuz yerlere binleri vermekden sakınmazlar, bu halde de kendilerini, Cenâb-ı Hakkın mükrim ve hayır sever kullarından olduklarını sanırlar. Halbuki Kur'an-ı Kerîm bunlar hakkında şeytanın kardaşlarıdır buyurur.
Zenginliğin elde edilmesinde başlıca âmil, ticâret ve sanâyi'dir. Müslümanların sıkıntı ve felâket zamanlarında hazırlıklı ve kuvvetli olmaları için en çok önem vermeleri lâzım olan bir şey varsa o da ticâret ve sanayi'de ilerlemekdir.
Cenâb-ı Hak yer yüzünde, meşru ve zenginliğe giden yollardan en güzelini, dürüst ve doğru yapılan ticâret ve sanâyiin yolu olarak halk etmişdir. Bu konuda efendimiz (S.A.S.) "Rızık on kısmıdır, dokuzu ticârette; biri de zirâattedir" buyurarak bizleri irşad ve ikâz buyurmuşlardır.
Bundan da anlıyoruz ki, ticâretin bereketi, zirâatten dokuz misli daha fazladır. Bu düstûru maalesef gayr-i müslimler bizden daha iyi anlamış ve takdir etmişlerdir ki, bu gün ticâret ve sanâyi alanlarında bizi fersah fersah geride bırakarak, refâh ve zenginliğin zirvesine ulaşmışlardır. Bizler ise hâlâ babadan kalma kara sapanın peşinde ömür çürütüp gideriz. Onu da bugünün fennî usullerini rehber alarak yapabilsek ne mutlu.
Dünyâ zirâatının da temâmen makineleşmiş ve ilmî bilgilerle teçhiz edilmiş olarak sür'atle ilerlediği bu asırda biz hâlâ pulluk sapan devrini yaşamakla meşgulüz. Ne acı ne acı değil mi?
Sonra da kusur ve kabahatin dinde olduğuna hükmedenlere hak verilmesine sebep oluruz. Halbuki, Cenâb-ı Peygamber Efendimiz
(Fe in sadaka'l-bâyi'âni ve beyyennâ bûrike lehümâ fî bey'îhimâ ve in ketemâ ve kezebâ fe asâ en yerbehâ ribhan ve yümhakâ berekete bey'ıhimâ el-yemîmü'1-fâciratü münfi-katün li's-sil'âti mümhıkatün li'-kesbi) hadîs-i şerifiyle beyân buyurmuşlardır.
Manası: "Satıcı müşteri ile alış verişlerinde doğrulukla hareket eder, malın aybını müşteriye bildirirse alış verişlerinde bereket hasıl olur. Doğrulukla hareket etmez, malın aybını gizlerlerse, ihtimal ki sûretâ bir kazanç elde ederler, fakat bu alış verişin bereketi gider. Bir de alışverişde yalan yere yemîn etmekle belki bir kazanç sağlanırsa da, bu kötü amel hem ticâreti ve hem de ticâret mallarının mahvına sebeb olur" demekdir. Ticâret mallarının mahvına sebeb olan hallerden biri de ihtikâr belasıdır.
Peygamber (S.A.S.) Efendimiz
(Ehlü'l-müdüni hümü'l-hubesâu fî sebîlillâhi, fe la tahtekirû âleyhimü'l-akvâte ve la teğullû âleyhimü'l-es'are; fe inne men ihtereke âleyhim ta'âme erbaine yevmen süm- me tasaddaka bihî lem tekün lehû kefaretün) buyurmuşlardır.
Manası: "Köylerin ve umumun menfaatine ilim, maarif ve sanayi, tahsili için habs-i nefs edenler ancak şehir ahâlîsidir. Bunların yiyecekleri erzakda karaborsa yapmayın. Ve malları saklayarak piyasayı bahaya çıkarmayın. Her kim elindeki yiyecek metâ'ını kırk gün saklarsa ve sonra pişman olub, bu malın tamamını sadaka verecek olsa, yaptığı karaborsanın günahına keffaret olmaz" demekdir.
Diğer bir hadîs-i şerifde:
(Men ihtekere âle-1-müslimîne taâmehüm darabehu'l- lâhü bi'l Cüzâmi ve'1-iflâsi) buyurmuşlardır.
Manası: "Müslümanların yiyeceklerini ihtikâr kasdıyla saklayanları Cenâb-ı Hak, sârî hastalıkların en kötülerinden (cüzzam) illeti ile ve iflas zilletiyle zelîl ve perişan eder" demekdir.
Diğer bir hadîs-i şerifde
(El Câlibü merzûkun ve'1-muhtekirü mel'ûnün) buyurmuşlardır.
Manası: "Müslümanların menfaatına hariçten mal getirenler servete nail olurlar. Karaborsacılar ise mel'ûndurlar" demekdir. Muhtekirlerin ekseriyyetle iflâsa mahkum oldukları görülmüştür. Zamanımızdaki tüccarların büyük bir kısmının iflâs etmelerinin sebeblerinden başlıcası, harb senelerinde ve her fırsatta, ihtikâra sapmalarıdır.
Bir de ortaklık halinde ticâret yapanların iflâsını gerektiren mühim sebeblerin başında, ortakların birbirlerine karşı dürüst ve doğru hareket etmemeleridir. Bir çok ehâdis-i nebeviyyede, şirkete hıyanetliğin neticesinin iflâs olacağı açıklanmıştır. Müştereken iş yapan tüccar ve esnaf ve erbâb-ı san'at iflâsa duçar olmadan evvel içlerinde hiyâneti anlaşılan kimseyi çıkarmaları veya kendilerinin çekilmelerinin doğru olacağı misallerle sabittir.
İnsanları fakr ve musibete düşüren sebeblerin en mühimlerinden biri de, sabah uykusudur. Cenâb-ı Peygamber
(Nevmu's-subhati yemneu'r-rizka) buyurmuşlardır. Ya'ni: "Sabah uykusu rızka mân'i olur." demekdir.
Diğer bir hadîs-i şerifde Fâtıma (R.A.) Hazretlerine: "Ey kızcağızım, sabah uykusunu terk et, Rabbının rızıklarına hazır bulun. Gafiller zümresinden olma" buyurmuşlardır.
Manası: "Cenâb-ı hak insanların rızıklarını, tulû-u fecirle güneşin doğuşu arasındaki vakıtta taksim eder," demekdir.
Fakr ve belayı da'vet iden en mühim sebeblerden bir de Yemîn-i fâcire, Yemîn-i gamus denmekle ma'ruf olan yalan yere edilen yeminlerdir.
Cenâb-ı Peygamber (S.A.S.) Efendimiz: "Yalan yere yemîn, mal ve sermâyeyi mahv eder ve memleketleri harabeye döndürür," buyurmuşlardır.
İflâs ve fakrı da'vet eden mühim sebeblerden biri de, ribâ yani faizdir. Bir çok müslümanlar bu yüce emr-i ilâhiyi bir takım yorumlarla ortadan kaldırmağa çalışırlar. Vaktıyla bu iddi'âda bulunan yahudileri Cenâb-ı Hak Kur'an-ı Keriminde ne kadar kötülemiştir.
Faizin iflâsı celb edeceği şu âyet-i kerîmeden de ma'lumdur.
(Yemhakullâhü'r-ribâ ve yurbî' s-sadakâti).
Meâl-i şerifi: "Fâiz ve fâizin içine girdiği malı Allâhü Teâlâ mahv eder ve kendisinden sadaka (zekât) verilen malı artırır" demekdir. Cenâb-ı Peygamber (S.A.S.) Efendimiz (Er-ribâ ve inkesüre fe âkıbetühû ilâ killin) buyurmuşlardır.
Manası: "Faiz başlangıçda çoğalır gibi görünürse de neticesi azlıktır. Malı mahv eder ve mahrumiyyeti celb eder.
Fakr ve iflâsı celb eden sebeblerden biri de, müslümanların ihtiyacı olduğu vakit onları hakîr görmek ve yardımdan kaçınmaktır.
Efendimiz (S.A.S.)
(İnne li-llâhi inde akvâmi niâmen ekarrehâ indehüm mâ kânû fi havâic'i'l-müslimîne mâ lem yemellûhüm: Fe izâ mellûhüm nakalehâ ilâ gayrihim) buyurmuşlardır.
Manası: "Cenâb-ı Hak ba'zı kimselere öyle değerli ni'metler bahş etmişdir ki, bunları muhtaç olan müslümanlara usanmaksızın yardıma sarf ettikleri müddetçe, yanlarında bırakır. Eğer müracaatlardan usanç getirirlerse, emâneten
verilmiş olan o nimetleri başka ellere nakil ile onları iflâsa mahkum kılar" demekdir.
Müslümanları fakr ve iflâsa sürükleyen en büyük sebeplerden biri de, ölçü ve tartadı hiyle yapmak ve sattığı malın kusurunu müşteriden gizlemeğe çalışmaktır. Efendimiz (S.A.S.)
(Ve lâ nakasa kavmün el-mikyâle ve'1-mîzâne illâ ka-ta'âllâhü anhümü'r-rızka) buyurmuşlardır.
Manası: "Ölçü ve tartıda hiyle yapan milletin rızkını Cenâb-ı Hak muhakkak keser" demekdir. Maalesef zamanımızda bu cihete riâyet edenlere pek az rastlanmaktadır. Bilhassa seyyar esnaf arasında.
Cenâb-ı Hak Kur'an-ı Kerimde, Şuayb aleyhisselâmın kavmini bu yüzden ne kadar zemm etmişdir. En doğru çalışan esnaf bile, kese kâğıtlarından dahî menfaat te'minine çalışmaktadır. Kasabların hâli ise bilhassa dikkate değer bir haldir.
Bu zavallılar dînini ziyan ettiğinden mâada, hiylekârlık yüzünden kazandığı bir kaç kuruşa mukabil, başına ne kadar masraf açıldığının farkında bile değillerdir.
Terazinin kirlerini silmeyen ve müslümanlann hukukunu bu cihetten gözetmeyen bir esnafa, sekerât-ı mevtinde (Lâ ilâhe illallâh) kelime-i şerifi, ne kadar telkin edilse, o bir türlü bunu söylemeğe kadir olamaz. Çünkü o esnâda terâzinin kefesi dilinin üstüne basdırır da kelime-i şehâdet getirmesine mâni' olur. Hal böyleyken tartıda ve ölçüde hiyle yapanların ve yalan yere yemin edenlerin akıbetlerinin nasıl olacağını artık siz kıyâs edin.
Ticâret ve Sanâyi' büyük bir ibâdettir. Alış verişde doğru-lukdan ayrılmayan tüccarın evliyalar zümresinden ve ağniyây-ı şâkirinden (şükreden zenginler) sayıldığı hadîs-i şerifle sabit olduğu cihetle bunlar bir çok ulemâya göre fukarây-ı sâbirînden (sabreden fakirler) daha hayırlıdır, denilmişdir. Cenâb-ı Hak doğru olan tüccarları Sûre-i Nûrda, herkesin gıbta edeceği şekilde öğmüşdür. Buna mukabil hılekâr tüccar ve esnaf cehennemden en son çıkacak olan müslümanlardır.
Borcunu kolaylıkla ödemenin esbabını beyân eder.
Borç, insanların felâketini gerektiren en şiddetli sebeblerden biridir. Cenâb-ı Peygamber (S.A.S.) Efendimiz, borç-dan dâima Allaha sığınırlar ve borçlu adam verdiği sözde durmaz, borçlu olduğu kimseye doğruyu söyleyemez buyururlardı. Bir hadis-i şeriflerinde
(Ed-deynü râyetullahi fi'1-ardı fe izâ erâdellâhü en yüzille abden vazaahû fî unukihî) buyurmuşlardır.
Manası: "Borç, yer yüzünde Cenâb-ı Hakkın bir zillet bayrağıdır. Bir kulu zelîl etmeği isterse boynuna yükler," demekdir. İmâm-ı Ahmed'in rivayet etmiş olduğu bir hadîs-i şerifde Cenâb-ı Peygamber (S.A.S.) Efendimiz
(La tuhîfû enfüseküm ba'de emnihâ; kâlû ve mâ zâke yâ Rasûlallâhi, kale ed-deynu) buyurmuşlardır.
Manası: "Nefsinize emîn olduktan sonra onu korkutmayın, buyurduklarında sahâbe-i kiram: Bu ne demekdir yâ Rasulullâh! dediler. Cevaben: Bu, zaruret olmadan borçlanmakdır." buyurdular.
Cenâb-ı Hakkın lütuf ve merhameti ile Peygamber (S.A.S.) Efendimizin yüksek hatırları hürmetine bütün kolaylıkları kendinde toplayan yüce dînimiz her türlü şiddet ve sıkıntılara bir çâre ta'yin etmişdir. Yalnız lüzumsuz yere alınan ve bilhassa düğün dernek ve şâir eğlencelere sarf olunan borçların ödenmesi pek de kolay olmuyor. Bu kabilden borçlar için, Cenâb-ı Hakkın rızası olmadığından her halde ciddî bir tevbeye ihtiyaç vardır.
Hazret-i Âişe (R.A.) borç almak âdeti olan birine ihtiyâcın olmadığı halde niçin borç alırsın demişler ve Cenâb-ı Peygamber (S.A.S.) Efendimizin
(Mâ min abdin kânet lehû niyyetün fi edâi deynihî, illâ kâne lehû minallahi avnün) buyurmuş olduğunu haber vermişlerdir.
Manası: "Allahın her hangi bir kulu, borcunu ödemek niyyetinde olursa, Cenâb-ı Hakkın yardımına mazhar olacağı muhakkakdır," demekdir.
Bedelini ödemek suretiyle, Efendisinden âzâd etmesini isteyen bir köle, Hazret-i Alî (R.A.) Hazretlerine müracaatle, âciz kaldığını haber verir ve yardım ister. Hazret-i Ali cevaben, "Cenâb-ı Peygamber Efendimizin bana öğrettiği bir duayı sana öğreteyim de Yemen diyarındaki Sabır Dağı kadar borcun olsa, Cenâb-ı Hak öder" buyurmuşdur.
(Allahümme ekfinî bi halâlike an harâmike ve ağninî bi fazlike ammen sivâke) du'âsına devam etmesini tavsiye eder.
Manası: "Yâ Rabbi halal ni'metin yardımıyla haram olan şeylerden ve ikram ve ihsanın ile diğer mahlukatına boyun eğmekden beni müstağni kıl" demekdir.
Günün birinde, Cenâb-ı Peygamber (S.A.S.) Efendimiz mescide girerler. Ensâr-i Kiramdan (Ebû Ümâme) isminde bir zâtı görür, kendisine hitaben, ne hikmete mebnî namaz vaktinin dışında mescidde bulunduğunu sorar, o da borç yüzünden uğradığı üzüntüsünü arz eder. Efendimiz (S.A.S.): "Sana bir dua öğreteyim de ona devam ettiğin takdirde, Cenâb-ı Hak sıkıntını alır ve borcunu ödemeğe yardım eder" buyurmuşlardır.
(Allâhümme innî eûzü bike min'el-hemmi ve'1-huzni ve eûzü bike min'el-aczi ve'1-keseli ve eûzü bike min-el cübni ve'1-buhli ve eûzü bike min galebeti'd-deyni ve kahr'ir- ricâli) duâsıdır.
Manası: "Allahım! Gam ve kederden, acizlik ve tembellikten, korkaklıktan, borcun çoğalıp, insanların baskısından sana sığınırım" demekdir.
Hazret-i Ebî Ümâme (R.A.) bu duanın hürmetine az bir müddet sonra Cenâb-ı Hakkın hem borçlarını ve hem de sıkıntılarını def'ittiğini haber vermişdir.
Cenâb-ı Peygamber (S.A.S.) Efendimiz ashabın büyüklerinden Muâz-ibni Cebel (R.A.) Hazretlerini bir cum'a günü aralarında göremez, namazdan sonra onu bularak neden görünmediğini sorarlar; Cevaben: "Yâ Rasulallah, bir yahudinin üzerimde kırk dirhem gümüş alacağı vardı. Yüce katınıza doğru gelirken o borç beni huzurunuza gelmekden alıkoydu" der. O zaman Efendimiz (S.A.S.): "Yâ Muâz, sana bir dua öğreteyim de ona devam edersen, Sabir Dağı kadar borcun olsa, Cenâb-ı Hak onu ödemeği kolaylaşdırır," buyurmuşlardır.
(Allahümme mâlike'l-mülki tü'ti'l-mülke men teşâü ve tenzi'ul-mülke mimmen teşâü ve tü'ızzü men teşâü ve tüzil-lü men teşâü bi yedikke'l-hayru inneke âlâ külli şey'in kadîr. Tûlicü'l-leyle fı'n-nehâri ve tûlicün-nehâre fı'1-leyli ve tuhri-cü'l-hayye min' el-meyyiti ve tuhricü'l-meyyite min'el-hayyi ve terzuku men teşâü bi gayri hısâb, Rahmâne'd-dünyâ ve'lâhireti ve rahî mehümâ, tu'tî men teşâü minhümâ ve temne'u men teşâü, irhamnî rahmeten tuğnîni bihâ an rahmeti men sivâk) duasını okumuşlardır.
Manası: "Allahım! Ey mülkün sahibi, sen dilediğine mülk verirsin, dilediğinden mülkü alırsın; dilediğini yükseltirsin, dilediğini alçaltırsın. İyilik senin elindedir. Sen her şeye kadirsin. Geceyi gündüze sokarsın, gündüzü geceye sokarsın; ölüden diri çıkarırsın, diriden ölü çıkarırsın, dilediğini hesapsız rızıklandırırsın." (Al-i İmran: 26, 27). "Ey dünya ve ahiretin en merhametlisi. Sen dilediğine dünya ve ahiret mülkünü verirsin. Bana öyle rahmet et ki, senden başkasının rahmetine muhtaç olmayayım."
Cenâb-ı Peygamber (S.A.S.) Efendimiz, İsâ aleyhisselamın eshabına (birinizin dağ kadar altın borcu olsa bu dua ile Allaha yakarsın! Cenâb-ı Hak onu ödemesine yardım eder, buyurduklarını da Hazret-i Ebû Bekir's-Sıddîk (R.A.) haber vermişlerdir. Dağı kadar borcun olsa, Cenâb-ı Hak onu ödemeği kolaylaşdırır," buyurmuşlardır.
(Allâhümme fârice'l-hemmi ve kâşifel-ğammi, mucibe da'vet'il-muztarrîne. Rahmâne'd-dünyâ ve'1-âhirati ve rahîmehümâ, Ente terhamünî fe'rhamnî birahmetin, tuğnînî bihâ an rahmeti men sivâk).
Manası: "Ey üzüntüyü gideren, kederi dağıtan, çaresizlerin imdadına yetişen, dünya ve ahiretin rahman ve rahîmi olan Allahım! Bana öyle merhamet et ki, senden gayrinin rahmetine muhtaç olmayayım." demekdir.
Hazret-i Ebû Bekr-is-Sıddîk (R.A.) borcunun bir kısmı hâlâ zimmetinde bulunub da, çok rahatsız olduğu borçdan kurtulmak için bu duayı şerifi devamlı okumak sebebiyle, Cenâb-ı Hakkın kendisine büyük faydalar ihsan ederek borcunu ödediklerini haber vermişlerdir.
Hazret-i Aişe (R.A.) Validemiz, Esma bint-i Âmisî Hazretlerine bir dinar ve üç dirhem borçlu imişler, bir gün Hazreti Esmâ'nın ziyaret kasdıyla Hâne-i Saadete geldiğinde, Hazreti Aişe validemiz, mahcubiyyetinden dolayı yüzüne bakamadığından bu duaya devam ettiğini ve az bir müddet sonra sadaka ve mirâs cinsinden olmayan bir rızkı, Cenâb-ı Hakkın ihsan etmesiyle borcunu ödediği ve o mal ile de yakınlarına güzel bir sıla yapıp ihsanda bulunduğu birâderi Abdürrahman Hazretlerinin kızını yüz yirmi dirhem gümüşle süsledikten başka elinde kalan bir çok malı da fukaraya dağıtmış olduğu bildirilmişdir.
Gam ve kederi izale eden sebebleri ve iki cihanda afiyetle ömür sürmenin sebeblerini beyân eder.
Bu sebeblerin en mühimmi, Cenâb-ı Hakka yönelib, kalbi ona bağlamakdır. Cenâb-ı Peygamber (S.A.S.) Efendimiz
(Men kânet-id dünya himmetühû ve sedemuhû ve lehâ şahase ve iyyâhâ yenvî caalallahü'l-fakre beyne ayneyhi ve şettete aleyhi zay'âtehû ve lem ye'tihî illâ mâ kütibe lehû minhâ, ve men kâneti'l-âhiretü himmetühû ve sedemuhû ve lehâ şahase ve iyyâhâ yenvî caalallahü azze ve celle'1-ğınâ fi kalbihî ve cemea aleyhi zay'atehû ve etethü'd-dünya ve hiye sâğıretün) buyurmuşlardır.
Manası: "Bir kimse ki dünyâ onun derdi ve üzüntüsü sebebi olur, onun için uğraşır, her şeyde dünyâ menfeatini niyyet ederse, Cenâb-ı Hak, fukaralığı onun iki gözü arasına koyar, onu aç gözlü eder, ve sermâyesini, işlerini darmadağın eder, ve dünyâlıkda ne kadar kısmeti varsa, ancak onu alır.
Bir kimse ki, ahıret onun derdi ve üzüntü sebebi olur, ahıret için uğraşır, her işde rızay-ı Bârîyi niyyet ederse, Cenâb-ı Hak onun kalbini zengin ve gözünü tok eder, sermâyesini ve işlerini toplu kılar, dünyâyı hakir ve zelîl kılarak ona getirir," demekdir.
Diğer bir hadîs-i şerifde
(Men caale'l-hemme hemmen vâhiden kefâhullâhü hemme dünyâhü, ve men teşe'abethü'l, hümûmü lem yübâlillâhü Teâlâ fî eyyi evdiyet'id-dünya heleke) buyurmuşlardır.
Manası: "Her kim derdini bir şeye hasr eder de onu ahıret derdi kılarsa, Cenâb-ı Hak onu, dünyâ derdinden kurtarır. Her kimin derdi dünyâ muhabbeti uğruna her tarafa dağılır ve dünyanın her hangi çaresiz bir yerinde helak olmasına Cenâb-ı Hak aldırış etmez," demekdir.
Bu hadîs-i şeriflerin delâlet ettiği ma'na, her işi terk edip, ibâdete koyulmak demek değildir, fakad her iş yapılmak istenildiğinde, Cenâb-ı Hakkın rızâsını niyyet edip, Şerî'âtın emirleri çerçevesinde yapılmalıdır, demekdir. Zîrâ İslâm Dini kolaylık dînidir. Dünyâ ve âhiretle ilgili bir mazeret olmadıkça, hiç bir şeyden men etmez.
Gam, keder ve sıkıntıyı celb eden sebeblerden başlıcası, Cenâb-ı Hakka kulluk etmekde ve itâatde kusur etmekdir.
Cenâb-ı Peygamber (S.A.S.) Efendimiz, sabah namazını kazaya bırakan bir zat hakkında
(Asbaha habîs'en-Nefsi) buyurmuşlardır
Ya'ni: "Mükedder ve neş'esiz olarak sabahlar ve öylece de gününü geçirir" demekdir.
Musibeti def eden sebeblerden biri de, şu duadır. Efendimiz (S.A.S.)
(Allâhümme rahmeteke ercü felâ tekilnî ilâ nefsî tarfete aynin ve eslıh lî şe'nî küllehû la ilahe illâ ente) Bu dua sıkıntıda kalmış olanın duâsıdır, buyurdular.
Manası: "Allahım! Rahmetini umuyorum. Beni göz açıp kapayıncaya kadar nefsimle başbaşa bırakma. Her işimi düzgün kıl, senden başka ilah yokdur." demekdir.
Cenâb-ı Merhamet-meâb (S.A.S.) Efendimiz Hazretleri, Esmâ bint-i Âmisî Hazretlerine, ya Esmâ, musibet ve şiddet vakıtlarında okunması lâzım olan duayı sana öğreteyim mi buyurarak şu duayı okudular.
(Allâhe Allâhe Rabbî la üşrikü bihî şey'en) ve yine Efendimiz (S.A.S.) Hazretlerini şiddet ve musibet vaktında
(La ilahe illallahü'l-azîmü'l-halîm. La ilahe illallâhü Rab-bü'1-Arşi'l-azîm. La ilahe illallâhü Rabbü's-semâvât'is-seb'ı ve'1-Ardı ve Rabb'ül-Arş'ıl-Kerîm) zikr-i şerifine devam ettikleri, mu'teber kitaplarda rivayet edilmişdir.
Ve yine Fahr-i Kâinat (S.A.S.) Efendimiz, Zünnun (Yûnus) (A.S.) in balığın karnında etmiş olduğu duayı
(Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü mine'z-zâlimîn). "Bu duayı her hangi bir mü'min bir şey hakkında okusa, Cenâb-ı Hak muhakkak onun duasını kabul eder," buyurmuşlardır.
Ayrıca bir de kime bir musibet ve şiddet isabet ederse, ezân-ı muhammediyi kollasın, müezzin tekbir alınca o da alsın, şehadet getirince o da getirsin,hayye al'1-salâh ve hayye ale'l-felâh deyince o da desin ve ezan bitince
(Allâhümme Rabbe hâzihi'd - da'vetit - tâmmeti's - sâdı- kat'il-müstecâbet'il-müstecâbi lehâ da'veti'l-Hakkı ve keli-met'it-Takvâ, ahyinâ aleyhâ ve emitnâ aleyhâ ve'b-asnâ ve'c'alnâ min ehlihâ ahyâen ve emvâten) duâsını okuyub muhtaç olduğu şey'i Cenâb-ı Hakdan dilesin, buyurmuşlardır.
Manası: "Bu tam,sadık, makbul ve hak davetin, bu takva çağırışının sahibi olan Allahım! Bizi bu davet üzere yaşat, onun üzerine öldür ve dirilt, sağlığımızda ve ölümümüzde bu davet ehlinden yap." demekdir.
Ebû Hüreyre (R.A.) Hazretlerinin rivayet ettiği bir hadîs-i şerifde, Efendimiz (S.A.S.) her ne vakit başına bir musiybet gelse Cebrail (A.S.) Hazretleri gelirler, bana
(Tevekkeltü ale'l-hayyi'l-llezî la yemûtü ve'1-hamdü- lil -lâhi'1-lezî lem yettehız veleden ve lem yekûn lehû şerîkün fî'1-mülkî ve lem yekûn lehû veliyyün mine'z-zülli ve kebbirh'ü-tekbirâ) duasını tavsiye ederler buyurduklarını, İmâm-ı Taberânî ve Hâkim rivayet etmişlerdir.
Manası: "Ölümsüz olan Allaha dayandım. Çocuk edinmeyen, mülkte ortağı olmayan, acze düşüpte yardımcıya ihtiyacı bulunmayan Allah'a hamdolsun ve O'nu gereği gibi tekbir et." (İsra 111)"
Cenâb-ı Peygamber (S.A.S.) Efendimiz yeni bir elbise giyen adam
(El-Hamdü li'llâhillezî kesânî ma üvârî bihî avreti ve ete-cemmelü bihî fî hayatî) duasıyla Cenâb-ı Hakka hamd eder ve eskittiği elbiseyi çıkarır da fukaraya sadaka verirse, hayatında ve memâtında muhakkak Cenâb-ı Hakkın himaye, hıfz ve setrinde dâim olur, müjdesini haber verdiler.
Manası: "Allâha hamd olsun ki, avret mahallimi setr ettiğim ve hayâtıma da güzellik veren elbiseyi bana giydirdi," demekdir.
Dünyâ ve ahiret selâmet ve rahatını te'min eden sebeblerden biri de, müslüman kardaşlarının ve zayıfların yardımında bulunmağı bir vecibe bilmekdir.
Efendimiz (S.A.S.) Hazretleri
(Men kâne fî haceti ahîhi kânallahü fi hâcetihî ve men ferrece an müslimin kürbeten, ferrecallâhü anhü bihâ kürbeten min kürebi yevm'il-kıyameti) buyurmuşlardır.
Manası: "Müslüman kardaşlarının yardımında olanın, Cenâb-ı Hak her işinde yardımcısı olur. Ve bir müslümanın sıkıntısını giderenden Cenâb-ı Hak kıyamet gününün şiddetlerinden bir şiddeti giderir" demekdir.
Cömertlik ve merhamet de, ebedî selâmeti ve saadeti te'min eden sebeblerdendir. Cenâb-ı Peygamber (S.A.S.) Efendimiz, Cömertlerin kusurlarına bakmayın, kusurları oldukça Cenâb-ı Hak onlara afv ile muamele eder buyurmuşlardır. Cömert demek malını lâzım olan meşru yerlere sarf etmekten kaçınmayan demekdir. Sefâhet yerlerine sarf olunan malların zarardan başka bir meyvesi olmaz.
Diğer bir hadîs-i şerifde
(İnnemâ yerhamullâhü min ibâdihi'r-ruhamâe) buyurmuşlardır.
Manası: "Cenâb-ı Hak, kullarından ancak merhametli olanlara merhamet eder." demekdir. Diğer bir hadîs-i şerif de: "Yerde olanlara siz merhamet ediniz ki, gökde olanlar da sizlere merhamet etsinler." buyurmuşlardır.
Musıybet zamanlarında, yardım ve ilâhi rahmeti çekmeye muvaffak olamayanların en büyük kusurları, kendilerinde bulunan merhametsizlikdir. Bu gibiler ellerinde fırsat olduğu vakit hem cinsine iyilik yapmaya hiç yanaşmazlar; hele hayvanlara karşı yapmış oldukları zulüm ve insafsızlık, kâbil-i ta'rif değildir.
Diğer bir hadîs-i şerifde (S.A.S.) Efendimiz
(Hûsibe Racülün mimmen kâne kableküm felem yûced lehû mine'l-hayri şey'ün illâ ennehû kâne yuhâlıtu'n-nâse ve kâne mûsiran ve kâne ye'mürü ğılmanehû en yetecâvezû ani'l-mu'siri, kâlellâlü Teâlâ nahnü ehakku bi zâlike tecâvezû anhü) buyurmuşlardır.
Manası: "Sizden evvel geçen ümmetlerden servet ve sâmân sahibi bulunan bir adam, vefatından sonra hisâba arz olunur da, hiç bir hayır yapdığı görülmez. Yalnız ticâret sebebiyle, beraberlik ve ilişki içinde bulunduğu, hali vakti yerinde olmayan borçluları hakkında me'murlarına, afv ve hilm ile muamele etmelerini emr ederdi."
Merhametlilerin en merhametlisi olan Cenâb-ı Hak da ona bu hareketinin mükâfatı olarak buyurdular ki, "Afv ile muamele yapmağa biz daha lâyıkız, binâen aleyh, onun kusurları afv edilmiştir." emir-i ilâhisiyle ihsan buyurdu demekdir.
Diğer bir hadîs-i şerifde, (S.A.S.) Efendimiz (Kim ki duâsı kabul olunsun ve sıkıntısı giderilsin isterse, borcunu vermeğe muktedir olmayanlara kolaylık göstersin) buyurulmuştur.
Diğer bir hadîs-i şerifde müslüman kimsenin arkadaşının, kardaşlarının menfeâtını menfeâtı gibi gözetmesi için
(Men nasare ehâhü'l-müslime bi'1-gaybi nasarahüllâhü fi'd-dünyâ ve'I-âhirati) irşadında bulundular.
Manası: "Gıyaben çekiştirilen veya başka bir zarar ve zulme duçar olan müslüman kardaşlarının haklarını müdâfaa ve onlara yardım edenleri, Cenâb-ı Hak dünyâ ve âhirette mansur ve bahtiyar eder," demekdir.
Müslümanların dünyâ ve âhiret selâmet ve saadetini temin eden sebeblerden biri de, duayı çok yapmak ve Cenâb-ı Hakka kalbini bağlamakdır.
Cenâb-ı Peygamber (S.A.S.) Efendimiz
(Men serrehû en yestecîballâhü lehû inde'ş-şedâidi fe'l-yüksir min ed-duâi fı'r-rihâi) buyurmuşlardır.
Manası: "Şiddet zamanlarında, Cenâb-ı Hak tarafından duasının kabulüyle sevinmeği kim isterse, rahat zamanlarında çok dua etsin" demekdir. Lâkin duâların kabul şartları çokdur. Bu cümleden başlıcaları helal lokma yemek ve acele etmemekdir.