21 ilâ 40. sayfalar

Cenâb-ı Hakk'ın müride ihsan ve takdir ettiği feyzi mülâhaza ederek, "Dostunun bütün işleri dostun mahbubudur. Dost dostundan gelen her şeyi sever; eğer gül ve eğer diken... Benim hiçbir dileğim ve muradım yoktur; ancak dostumun arzusu, isteği, muradı, benim de arzum, isteğim ve muradımdır. Benden her ne murad edersen, o benim ayn-ı muradımdır." deyince, hemen o saatte bütün zararlar ondan gider. İşte latîfe-i kalb zikri budur. Ol latîfenin nuru omuzun hizasından yükselip çıktıkça, zikir latîfe-i ruha ve sırasıyla diğer latîfelere de nakil ve telkin olunur.

Ruh'un yeri, sağ memenin iki parmak altı; sırr'ın yeri, sol memenin iki parmak üstü; hafî'nin yeri, sağ memenin iki parmak üstünde; ahfâ ise göğsün ortasındadır. Latîfe-i nefs; bu da iki gözün arasıdır.

Zikir sonra latîfe-i cesed'e naklolunur. Böylece cemî eczâsında zikrolunur. Cemî eczâda zikirden yakaza, uyanıklık ve uyanma hasıl oldukta, buna sultàn-ı ezkâr tesmiye olunur. Bundan sonra tevhid'e ve nefy ü isbat zikirlerine ve murakabelere geçilir. Lâkin bunları kitaplardan öğrenmek sûretiyle öğrenip, kendi kendine yapmak mümkün olmaz. Yapılsa da tesiri olmaz.

41

Zikrin en az miktarı beşbin olup, çoğuna nihayet yoktur. Bir oturmada yaparsa, tesiri daha çok olur. Fakat müteaddit oturumlarda da caizdir. (Bu zikirlerde vukf-u kalbî dâimîdir. Her ne kadar diğer latîfelerin yerleri ayrı ayrı ise de.) Sâlikler için yirmidört saatte en azı yirmibeşbindir.

Bundan sonra müride nefy ü isbat telkin olunur: Vukf-u tam için evvelâ cemî-i şuurunu ve idrakini kalbinin derinliğine indire... Ve sonra bütün hàtıra ve vesveselerini çıkarmak kasdıyla nefesini unf ile, şiddetle sonuna kadar ihrac ede... Lâkin bu ihrac vukuf kuvvetiyle ola... Zîrâ vukuf kuvvetinin, her zaman bütün hatarâtı def etmekte pek büyük faydası vardır.

Sonra nefesini içine çekip göbeğinde saklaya... Ve (Lâ) lafzını mânâsıyla birlikte mülâhaza ile göbeğinden dimağın üstüne kadar uzata... Ve (ilâhe) kelimesini sağ omuzuna indire ve hayalinde hıfz ede... Ve (illâ) kelimesini sağ omuzundan kalbin üzerine doğru uzatıp, (Allah) kelimesini kalbin derinliğine gayet şiddetle indire... Ve tek adet olmasına dikkat ede. Meselâ, 5, 7, 9, 11, 13, 15, 17... ilâ âhirih gibi, nefesinin kudreti miktarı yapıp 21'de tamam ede. Ve 21'de veya nefesinin bittiği tek adette, (muhammedür-rasûlüllàh) diye.

42

İki nefes arasında da, (İlâhî ente maksdî ve rıdàke matlûbî) diye. Ve lâkin bütün zikir esnasında vukf-u kalbîye dikkat ve ihtimam son derece lâzımdır. Mutlaka 21 yapacağım diye, huzuru bozacak şekilde nefesi saklamaya, habsetmeye. Dünya işleri ile kalbin meşguliyeti, feyz kapılarının kapanmasına sebep olur.

Zikir şu şartlarla olur: Niyet, vukuf-u kalbî, mülâhaza-i kelime-i (Muhammedür-rasûlüllàh. İlâhî ente maksdî ve rıdàke matlûbî.); tek adede riayet ederek.

Böylece (Lâ)'yı göbekten dimağa uzatmak; (ilâhe)'yi sağ omuzda, (illâ)'yı kalbe doğru uzatmak; (illallah) kelime-i tayyibesini sertçe kalbe indirmek. Zikri aç karnına yapmak. "Çok açlık ve çok tokluk feyze mânîdir." demişlerdir.

Bütün bunları, mutlak bir üstâz-ı kâmilden ders alarak yapmak kendi kendine yapmağa çalışmakla, vaktin ve ömrün ziyâından başka bir şey elde edilmez; tıbbın, kimyânın kitaptan öğrenilmesi mümkün olmadığı gibi... Böyle kâmil ve mükemmil bir üstâzı bulmak için de doğuyu, batıyı gezip bulmağa çalışmak gerektir.

43

Nasıl ki demirin yumuşaması için, ateşin içine girmesi ve orada yumuşayıncaya kadar durması lâzımsa; hallerin de böylece erbâbına lâyık ve kâmil bir hizmet neticesinde elde edileceği şüpheden âzâdedir.

Bundan sonra sâlike ehadiyyet, maiyyet ve sâir murâkabeler öğretilir. Daha sonra velâyet-i suğrâ ve velâyet-i kübrâ vardır ki, Allah-u Teàlâ'nın lütuf, kerem ve inâyetine bağlıdır. Mertebe-i nübüvvet, SAS Efendimiz'in ahirete teşrifleri ile tamam olmuştur; fakat mertebe-i velâyet cârîdir. Bazı zevât-ı kirâm Rasûlüllah SAS'e ittibâ edip, âsâr-ı şerifine uyduklarından, hàssaten Rasûlüllah SAS Hazretleri'nin nurundan iktibas ederler.

(Zâlike fadlullàhi yü'tîhi men yeşâ', vallàhu vâsiun alîm.) [Bu Allah'ın dilediğine verdiği lütfudur. Allah'ın lütfu ve ilmi geniştir.] (Mâide: 54) buyrulmuştur.

Şu muhakkak bilinmelidir ki, maksûdun, yâni muradın ve gàyen hakîkatte ma'bûdundur. O halde insanın evvelâ içini bütün boş maksatlardan ve cemî mâsivallahtan, yâni Allah'ın rızasından gayri her hatıradan temizlemesive boşaltması gerektir. Çünkü dolu kaba, içindekini boşaltmadıkça bir şey koymak nasıl mümkün değilse, gönülleri de Hak rızasından gayri dünya emellerinden ve maksatlarından boşaltmadıkça, oraya nûr-u ilâhi giremez! Kötü huy ve ahlâktan temizlenmeyen insanda, iyi huy ve ahlâkların belirmesine imkân olamayacağı mâlûmdur.

44

Ve yine diyorlar ki, bir kimsenin maksudu Hak Celle va a'lâ'dan gayri olsa, İslâm-ı hakîkî mertebesine vâsıl olamaz. Yâni, kâmil ve olgun bir müslüman olamaz.

(El-mü'minü kel-bünyân) [Mü'min bir binâ gibidir.]

(El-müslimü men selimel-müslimûne min lisânihî ve yedihî) [Müslüman o kimsedir ki, bütün müslümanlar onun elinden, dilinden selâmettedir.]

(El-müslimûne kel-cesedil-vâhid) [Müslümanlar bir vücud gibidir.]

Bu mertebelere ulaşmak ancak hakîkî müslümanlıkla olur.

b. Hatm-i Hàcegân'ın Tarifi

Evvelâ 25 kere istiğfar olunur. Bu 5 veya 15 de olur. Sonra gözlerini yumar, rabıta-i şerifle beraber kalbine nazar eder. Sağdan 7 kişi Fâtiha-i Şerife okur. 100 salevât-ı şerife, 79 Elem neşrah leke Sûresini okuduktan sonra, 1001 İhlâs-ı Şerif okunup, bu kere soldan 7 kişi Fâtiha-i Şerife okur. 100 salevât-ı şerife ile bir de aşr-ı şerif okunarak duası yapılır.

Vukf-u kalbîye her zaman dikkat etmek lâzımdır. Zîrâ avâmın kıraati lafızdadır. Havâssınki ise, kıraat-i elfâz ile tedebbür-ü mânâdır; yâni mânâsını düşünmektir. Havâssül-havâssınki ise, intizâr-ı feyz-i ilâhî ve hatim bitinceye kadar feyzin kalbine nüzûlünü itikad ile beraber, Zât-ı Akdes Celle ve A'lâ'ya teveccüh-ü tam ile teveccühtür.

45

Hatmin sonunda ruhàniyyet-i meşâyih-ı mezkûrînden teveccüh ve feyz iltimas edip, hatimde onların da ruhàniyetlerinin bulunduğunu itikad etmek, hatmin âdâbındandır.

c. Gerek Hayatta Olan ve Gerek Ahirete Göçen Meşâyihın Ziyareti Âdâbı

Evvelâ niyeti hàlis ede; şöyle ki, "O zât evliyâullahtan bir velîdir." diye itikad eyleye. Müridlerin ziyaretinde ise, yalnız Hakk'ın rızasını kasdedip, dünyevî ve uhrevî başka bir kasd ve niyeti olmaya... Gezme veya imtihan için de bir niyeti olmaya... Kerâmet görmek gibi bir kasdı da olmaya... Zîrâ imtihan kasd edenlerin mel'unluğu beyan olunmuştur. Ve bu gibilerin netice itibarıyla helâke uğradıkları, İbn-i Hàcer-i Mekkî'nin Fetevâ hàtimesinde mezkûrdur.

Keramet ise velâyet ve efdaliyette şart değildir. Lâzım olan kuvvet-i irfâniyye ve yakîniyyedir. Bazan da meşâyih müridini imtihan için câhilâne ve bilmez görünür. Belki müridleri, şeyhlerin imtihanından hiçbir an hàlî kalmazlar, dâimâ imtihan içindedirler.

İkincisi, abdestli ve gusüllü olmak lâzımdır. Üçüncüsü, mürşidine râbıtayla bir Fâtiha, üç İhlâs ile yürümeğe başlaya... Asîlere de şefî olmasını mülâhaza eyleye. Bütün günahlardan, amellerinden ve zühd ü takvâsından bir kaç kere istiğfar ile, nefsini àsî bilip, amellerden de müflis bile... Ve bir şey bilmeyen cahil addede... Huzur-u ilâhîde imiş gibi, kendisinden bir şey demeye.

46

Mürşidin müridleri imtihanı için, Hazret-i Mûsâ AS ve Hazret-i Hızır AS arasında vâkî olan kıssayı hatırlaya. Yol esnasında yorgunluk ve meşakkatten ezâlanmayıp, belki Hak Celle ve A'lâ'nın fazl, in'am ve ihsânı bile... Zîrâ mürşidini kasdeden kimse, Hak Celle ve A'lâ'yı kasdeder. Sıdk u muhabbetin alâmeti ise, dostu tarafına vüsûl için gittiği yolda müteezzî olmamaktır.

Ve dahi mürşidinden feyz ve inâyet-i bâtıniyyeden başka bir şey taleb etmeye. Muamele-i zâhirede kendi ile mükâleme ve konuşma ummaya... Zîrâ ehlullah, muhabbet ettiği kimse ile zâhir muamelesi yapmazlar. Ve ziyaret ettiği kimsenin ilim ve ameline, bâtınına kemâliyle itikad edip, gördüğü hareketleri hikmet ve maslahata te'vil ede. Ve hakkında olan havâtırdan istiğfar eyleye.

Dördüncüsü; ziyaret kasdettiği zât ister hayatta ve ister ahirette olsun, hizmetine giderken feyz almak için kalbini onun kalbine, vukf-u kalbî üzere rabt edip, hizmetine eriştikte dahi aynı minval üzere dura. Bu dört şartta diri ve ölü birdir.

Beşincisi; kapılarından her bir kapıdan geçtikçe, (Esselâmü aleyküm, tahiyyeten minnî ileyküm) deyip, Fâtiha ve İhlâs okuya.

47

Altıncısı; ziyaret ettiği ölü ise, arkasını kıbleye çevirip, yüzünü ölüye karşı ve ayağı ucuna yakın dura... Ayakta selâm verip, Fâtiha ve İhlâs-ı Şerif okuya ve sonra oturup aşr-ı şerif kıraat eyleye. Sonra ol velînin kalbini kendi kalbine yapıştırdığı halde, kalbinden istifâza eyleye ve kendi kalbini ölünün kalbinden bir miktar aşağıda bulundura. Vukuftan gaflet etmeye. Gàyet tazarru ve inkisâr ile istifâzaya ve kesret-i feyze ve ondan kalbine feyz vusûlüne hüsnüzan eyleye... Zîrâ feyzin vusûlüne medâr olan, vusûle itikad ve ona hüsn-ü zandır; rü'yet ve idrak değildir.

Dikkat; sonra dua eyleye. Mürşidini eğer başka ise, mezardakine şefî ve vesîle edip, mürşidine de o mezardaki velîyi şefî kılıp mürşidiyle ona tevessül eyleye. Tâ ki, ol velînin lütfu kendi ile beraber ve hakkında nazarı ziyâde ola...

Yedincisi; Fâtiha ve İhlâs veya aşr-ı şerif okuyup, (Esselâmü aleyküm tahiyyeten minnî ileyküm etevesselü biküm fî teshîl-i umûrid-dünyeviyyeti vel-uhreviyye) diye... Okuyarak girdiği gibi, yine okuyarak çıka... Münasebetsiz hallerden son derece sakına... İki tarafına bakmaya.

Ziyaret usûlünün en güzeli budur.

48

SÜLóK VE MÜCÂHEDE EDEBİ

Sülûk ve mücâhede edebi bir kaç nevi üzeredir.

1. (Ve mâ halaktül-cinne vel-inse illâ liya'budûn) [Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.] (Zâriyât: 56) nass-ı sübhànîsine imtisâlen, kulluktan gayri bütün garazlardan niyyetini tasfiye etmektir. Gerek umûr-u dünyeviyyeden ve gerekse umûr-u uhreviyyeden ve hattâ kalb açıklığı veya velîlik ve kerametlere erişmek gibi bütün gàyelerden ve maksatlardan âzâde, basar u basîretini sırf rızâ-yı Bârî için, her bir tahayyülâttan münezzeh olan Zât-ı Ecell-ü A'lâ Hazretleri'ne nasb eyleye. Bir vech ile ki, Zât-ı Bârî'yi yine Zât-ı Ecel için murad ede. Yâni aslâ garaz ve ivaz için değil! Ve kendisine bunlardan bir şey ârız olsa, tevbe ve istiğfar eyleye...

2. Cemî günahlardan tevbe guslüyle gusl edip, nefsini ölü addede. Ve iki rek'at namaz kılıp, tekar dünyaya gelmekten ümidi kese. Zîrâ tekrar çıkacağını ümîd eden kimse mânen hâriçtir, girmemiştir, halvete dâhil değildir.

Nefesinden her nefesi son nefes addedip salevâtta, halka-i zikirde ve sülûkte ve hiçbir nefeste gàfil olmaya ki, Mevlâsından gafleti esnâsında ruh bedenden huruc etmeye. Zirâ medâr-ı bâtınadır.

49

(İnnemel-a'mâlü bin-niyyât) [Ameller niyetlere göredir.] buyrulmuştur.

3. Abdeste devâmdır.

4. Gece ve gündüz zikre devamdır.

5. Vukûf-ı kalbîdir, velev ki helâda olsa.

6. Def-i hâtırâdır, velev ki ahiret hatıraları dahî olsa.

7. Her anda kalbe devâm-ı talebdir.

8. Kalbini mürşidin kalbine rabta devâm edip, istifâza için mürşidin kalbinden ayırmamaktır.

9. Mûcib-i şer'înin gayrı kelâmı yapmamaktır. Yâni zarûriyât-ı dîniyyeden gayri söz söylememektir.

10. Yemeği azaltmaktır ve hayvânî gıdaları yememek evlâdır.

11. Uykuyu azaltmaktır. Huzûr-u Bârî'yi (CC) müşâhededen, teeddüben ayak uzatmaksızın uyumak gerektir ve evlâdır.

12. Cemî-i nâstan ve enâmdan, hattâ mürîd-i gàfilden uzletir, kaçmaktır. Zîrâ gàfilin gafleti kalbine mün'akis olup, gaflet, vesvese ve tefrika îrâs eder; kaçınmak ve sakınmak evlâdır.

50

13. İhlâslı bir kimsenin veyâ gàfil olmayan temiz bir mürîdin pişirdiği bir çorba-yı helâl ü tâhirden yemektir ve yerken huzur ile yemeğe dikkat etmektir. Gafletten çok sakınmalıdır. Zîrâ gaflet lokması gaflet getirir; huzur lokması da huzur îrâs eder. Yemek yerken rabıta-i şerîfle beraber silsile-i şerifi de kırâet ve nefs-i emmârenin mahv ü perîşanlığı için, sâdâta tevessül ve kendilerinden istimdâd müstehabdır.

14. Murad ve maksadları terk ve himmeti muhafaza etmektir. Şol vechile ki, menfaatlerin husûlü ve mazarratların def'i için himmet etmeyip, teslimiyet ve tevekkül kapısına baş koyup, Hakk'a teslîm-i tâm ile teslîm olmaktır. Zîrâ denilmiştir ki, ibadetten ubûdiyyete erişmekten gayrı şey murad olunmaz.

15. Mübah ve mesnun ve vâcib olan amellerin herbir cüzünde ittibâa niyet etmektir. Akşam ile yatsı arasıda, güneş doğarken ve şafakta teheccüd, duhâ, işrak ve evvâbin namazlarını ihyâ etmeli, kılmalı ve yatarken muhakkak abdesti tazeleyerek şükür namazı kılmalıdır.

16. Nefy-i vücuddur. Zîrâ, (Vücûdüke zenbün lâ yükâsü bihî zenbün âhar) [Senin vücudun günahtır, onunla birlikte başka bir günah giyinme!] denilmiştir. Bunda akvâ olan, mevti temennî, nefsi kırmak ve horlamak ve ümidini kesmek için nefeslerden her nefeste ölüme muhabbet etmektir. Yoksa, kat'iyyen dünya sevgisi kalbdan gitmez. Ve dünya sevgisi de her hatanın başıdır. Belki insanın vücudu dahi kezâlik dünyasıdır. Zîrâ, (Dünyâke mâ elhâke an mevlâke) denildi. Yâni, "Dünya, seni Mevlâ'dan alıkoyan şeydir." demektir.

51

17. Nefsini sâlik addetmeyip, belki bir kelb-i akûr, yâni kudurmuş köpek sayıp, insanlar ondan mutazarrır olmasın diye hapsi vacib olmuş görmektir.

18. Vücudundan ve amellerinden me'yus olmaktır, ümid kesmektir.

19. Hak Celle ve A'lâ Hazretleri'ne gayetle hüsn-i zan ile, yalnız fazlına yapışmaktır.

20. Mekrullahtan ziyadesiyle korkmak, havf ve haşyet etmektir. Çünkü mekrullah, gizli bir kahr-ı ilâhîdir. (El-iyâzü billâhi teàlâ an zâlik) [Bu konuda Allah'a sığınmalı!]

21. Mürşidine muhabbet ve ihlâsı çok olmaktır. Bir vechile ki, mürşidini kendisine ferîd itikad ede... Ve rızasını saadet, adem-i rızasını şekâvet bile; hattâ şeyhinin şeyhine takdim ede... Yâni, "Şeyhim beni reddederse, bilâ fark şeyhimin şeyhi de reddeder. Ve eğer kabul ederse, şeyhimin şeyhi de kabul eder." diye itikad ede. Böylece Rasûlüllah SAS ve Hak CC Hazretleri'ne müteselsil olduğu halde, şeyhinin reddini red, kabulünü kabul bile.

Ve şöyle itikad ede ki: Şeyhi o hüsn-ü nazar ile bir kimseye nazar etse, Bâyezid-i Bestâmî ve Cüneyd-i Bağdâdî (kuddise sirruhumâ) Hazretleri'nin derecâtına eriştirir. Ol nazarı uma ve araya.

52

Ve dahi Tercüme-i Avârif sahibi zikreder ki, şeyhi tefrid vacibdir ve adem-i tefridde bir şey hàsıl değildir. Ve hafî olmaya ki, bu tefrid meşâyih-i mutasarrifîn haklarında lâzım olup, müteşeyyihîn ü mütearrifîn haklarında caiz değildir. Yâni uydurma şeyhler, mütearrifîn, ilm ü irfan taslakları, tasavvuftan haberi olmayan, kendilerinde ve tuttukları yollarda tasavvuf kokusu bulunmayan, hatta şer-i şerife bile umadıkları halde sofuluktan dem vuran ve etraflarına derviş toplamağa meraklı, benliklerine mağrur, kimseyi beğenmez, kendini herkesten üstün gören zavallılar herhalde değil.

Bu şartlardan haberi olmayan, fakat haberdarmış gibi görünen cahillere intisab ve tearruf eden, tevehhüm eder.

22. Şeyhinden zikrinin tebdilini ve rüyasının tabirini istemeye... Ahvâlinden idrak ettiği şeyi ve kendine hoş gelen rüyasını ketm etmeye... Ve şeyhinin kendisini hoş görmediği vakitte yanına gitmeye... O vakit karîne ile mâlûm olur.

Mürşidinden gayriye halini arzetmeye... Hal sahibi olamadığından naşî himmetinde kusur etmeye... (El-hru ba'del-kûri) mânâsınca, kemâlden sonra noksanlığa düşmek, noksana ve muâhezeye delâlet eder. Ve ahvâlin zuhurunda şükreyleye... Bu fazl-ı ilâhîye ve inâyet-i nâmütenâhiye alâmettir.

53

Bil ki âdâbın hududu yoktur. Her makamın ve mekânın kendine göre bir edebi vardır ki, bu da uyanıklık ve Hakk'ın ilhamı ile olur. Şol edeb ki, makama muvafık olmaya; sû-i edeb ve pişmanlığa ve levme münkalib ve müncer olur.

Edeb makama göre olmak lâzım olduğu gibi, edeblerden bazısı, edeb meşreblerine göre de değişir ve birbirinden farklıdırlar. Zîrâ tarikat şeyhleri (kaddesallàhu esrâharüm), sahabe-i kirâm (rıdvânullàhi aleyhim ecmaîn) hazretlerinin ikdamı üzere sülûk ederler. Sahabe-i kirâmın meşrebleri ise gayetle değişiktir. Çünkü onların bazısı, cemî malını infakta hiç tereddüt etmemiştir; Hazret-i Ebûbekir RA gibi. Ve bazısı yarı malını vermiştir; Hazret-i Ömer RA gibi. Bazısı şakayı, mizâhı sever; Nu'man RA gibi ki, onun mizahları çok ve acîbdir. Bazısı da mizaha hiç meyletmez; Hazret-i Osman RA gibi. Bunların hallerini bilenler, meşreblerinin değişik olduğunu da bilirler.

Meşâyih-ı kirâm hazerâtının meşrebleri de böyledir Ve ekseriyâ bir şeyhin edebi, aynı işte bir diğerine uymaz. Esâsen böyle olması da iktizâ eder. Ehlullahın şu sözü bu mânâya işarettir:

54

(Etturûku ilallàhi biadedi enfâsil-halâik) [Allah'a giden yollar, mahlûkatın nefesleri sayısıncadır.] Meşrebler de bunun gibi çoktur.

Allah-u Teàlâ Hazretleri din, dünya ve ahirette af ve inayetle beraber, zikr-i ilâhiye tazarru, meskenet ve inkisâr-ı hal ile devamı nasîb ü müyesser eyleye... Sıdk ve ihlâsta, niyyetlerde ve sâir hususlarda kemâl ihsân eyleye ve cümlemize istikàmet ve hüsn-ü hàtimeler nasîb eyleye, âmin... Bihürmetin-nebiyyil-arabiyyil-kureyşiyyil-muhtâr SAS, âmîn, yâ mucîbes-sâilîn...

Hatm-i hàcegânla beraber sâdât-ı turûk-u âliyye ve Nakşıbendiyye ervâhından istimdad ile hatm-i kelâm olunur. Okuyuculardan, vâkî olan kusurların affını da ayrıca ricâ ederiz. Ve nusallî alâ seyyidil-enâmi ve âlihil-beraratil-kirâmi ecmaîn.

55

ÖNSÖZ

Bismillâhir-rahmânir-rahîm.

Allàhümme lâ uhsî senâen aleyke, ente kemâ esneyte alâ nefsik. Elhamdü lillâhi hamden kâmilen, ves-salâtü ves-selâmü alâ şefîinâ muhammedin ve alâ âlihî ve ashàbihî ecmaîn.

Her türlü noksan sıfatlardan münezzeh ve kemâl sıfatlarıyla muttasıf olan Cenâb-ı Vâcibül-Vücud ve Sàhibül-Keremi vel-Cûd Hazretleri, mü'minleri insanlar arasında;

(İnnemel-mü'minûhellezîne izâ zükirallàhu vecilet kulûbühüm) [Mü'minler o kimselerdir ki, Allah zikredildiği zaman kalbleri titrer.] (Enfal: 2) ayet-i kerimesiyle mümtaz kılmış; bir çok ayet-i kerimelerle zâkirlerin kadr ü kıymetlerini de yüceltmiştir. İnsanın yaratılışından maksad-ı aslî olan devâm-ı ubûdiyyet ve ma'rifet-i ilâhiyye olduğundan,

(Tehallek bihulkıllâh!) [Allah'ın ahlâkıyla ahlâklanın!] sırrının zuhuru;

(Eddebenî rabbî feahsene te'dîbî.) [Beni Rabbim terbiye etti ve terbiyemi güzel eyledi.] hadis-i şerifinin mazmunu üzerine terbiyenin lüzûmunu ve ehemmiyetini beyan buyurmuşlardır.

Ashàb-ı kirâm-ı zevil-ihtirâm hazretleri ise;

56

(Ashàbî ken-nücûmi bieyyihim ıktedeytüm ihtedeytüm) [Ashabım yıldızlar gibidir; hangisine iktidâ ederseniz, doğru yolu bulursunuz.] hadis-i şerifiyle, evliyâ-yı àrifînin öncüleri ve reisleri olmağa salâhiyetli ve;

(Hayrul-kurûni karnî) [Devirlerin en hayırlısı benim devrimdir.] mantûk-u âlîsince Rasûlüllah SAS Hazretleri'nin sevgili ve emsalsiz dostları olmuşlardır.

Temiz düşünceli, kıymetli her ferde gizli değildir ki, Hak Celle ve A'lâ'nın zikri insanları, bâhusus mü'min ve müvahhidleri Hakk'a ulaştırıcı en kısa ve büyük yoldur. Lâkin sâdât-ı sûfiyye KS hazretleri, maksada ulaşabilmek için bazı âdâb-ı lâzimeye riayeti şart kılmışlardır. Zîrâ,

(Etturûku küllühâ edebün) [Tarikatların hepsi edebden ibarettir.] sözüne göre edeblere riayet lâzımdır.

Edebleri terk etmek, sâliki maksuda vusûlden men eder ve mahrum kılar.

(Men terekel-usûl, harume aleyhil-vusûl.) [Kim usûlü terkederse, ona vusül haram kılınır.] demişlerdir. Hatta Hàdim Şeyh KS Hazretleri,

(Feveylün lil-kàsıyeti kulûbühüm min zikrillâh) [Allah'ı anmak hususunda kalbleri katılaşmış olanlara yazıklar olsun!] (Zümer: 22) ayet-i kerimesinin tefsirinde, "Bazı kimseler vardır ki, nefisleri muktezâsınca gafletle ve edebe riayet etmeksizin zikrederler ve böyle zikirlerden kendilerine kasvet-i kalb hàsıl olur." buyurmuşlardır.

57

Hazret-i Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî Mesnevî-yi Şerif'inde, edebi terkin mûcib-i felâket olduğunu herkese beyan buyurmuşlardır. Bu hususta bu tarikatın ricâli, zikir hakkında 20 âdâb beyan etmişlerdir.

Bu edebler her ne kadar dervişlere ve tàliblere mürşidleri tarafından bildirilir ve söylenirse de, bunlar ekseriya hep sözde kalıp, ne demek olduğunu ve her bir edebin ne yolda icrası lâzım geldiğini hakkıyla öğrenemediklerinden, Tarîkat-ı Âliyyeden tam mânâsıyla istifade ve istifâza edemedikleri cihetle, âdâb-ı mezkûrenin bilmeyen ihvâna öğretilmesi, üstazım tarafından emir buyrulmuştur.

Emirlerine imtisâlen bitevfîkıllàhi teàlâ, âdâb-ı mezkûrenin sâlik-i mübtedî için beyânı zımnında, işbu risâle-i muhtasara bir mukaddime, üç fasıl ve bir hàtime üzerine tahrir ve itmâm ile, "Hediyyetül-İhvân fî Adâbi Zikril-Mennân" adı verilmiştir.

58

MUKADDİME

Tarikat-ı Nakşıbendiyye'nin akreb-i turûk ilallah olduğu beyanındadır:

Mâlûm ola ki, sâliki Cenâb-ı Vâhid-i Hakîkî'ye îsâl eden yollar, (Etturûku illalàhi biadedi enfâsil-halâik) [Allah'a giden yollar, mahlûkatın nefesleri sayısıncadır.] mazmununca pek çoktur. Kendisinde nefse muhalefet fazla olmayana nisbetle akreb-i turuk, en kestirme ve en kısa yol, âşikâr ve şüphesiz ki Tarîkat-ı Nakşıbendiyye'dir. Her işte muhalefeti iltizâm ile nefse hakim olmak, onu yok etmek ve zararsız hale getirmek usülleri, bütün tarikatlardan ziyade Tarîkat-ı Aliyye-i Nakşıbendiyye'de mevcud olduğu cümlece mâlûmdur. Zîrâ sâdât-ı Nakşıbendiyye KS hazerâtı, azîmetle ameli ihtiyar edip, ruhsattan son derece kaçınmışlardır. Bu sebeple Tarîkat-ı Nakşıbendiyye, müridin derecât-ı tevhîde vusûlü için, diğer tarikatların akreb ve esheli, yâni hem kolayı hem de kestirmesidir.

Bu tarîkatın sâdâtının şanları âlî olması ve kendilerine mahsus eltàf-ı ilâhiyyenin zuhur etmesi, zâhiren ve bâtınen, kalben ve kàliben kitap ve sünnete ittibâ ve âsâr-ı selef-i sàlihîne itktidâları ve bid'atlardan ictinab edip kaçınmaları sebebiyledir. İşte bu yol sahabe-i güzînin yollarıdır. Bu tarîk-ı âlîde matlab, reîsüt-tarîka ve gavsül-halîka Nakşıbend Muhammed Bahâeddin KS Hazretleri'nin, "Bizim kısmet-i mâneviyyemiz mâsivallàhı nefiydir." diye buyurdukları vech üzere cemî harekât, âdât, ibâdât ve muàmelâtta yokluk tarîkı üzere huzur billâh ve ubûdiyyete devamdan ibarettir.

59

Allâme Şehâbeddîn ibn-i Hacer el-Mekkî (Rh.A) dahi, Hàtime-i Fetvâ'sında, (Ettarîkatül âliyyetüs-sâlimetü min kudûrâti ceheletis-sûfiyyeti hiye tarîkatün-nakşıbendiyyeh) diye, bid'atçı ve cahil s™fîlerin çirkin ve bozucu hareketlerinden sâlim ve mahfuz kalan tarîkatın, hemen yalnız Tarîkat-ı Nakşıbendiyye olduğunu beyan etmiştir.

Abdurrahmân-ı Câmî Hazretleri de, Tarîkat-ı Nakşıbendiyye'nin akreb-i turûk olup, sâlikîni kâbe-i maksuduna bilâ mânî vâsıl eder olduğunu, şu ebyât-ı meşhûreleriyle beyan buyurmuşlardır ki, teberrüken iki beyti yazılmıştır:

Nakşıbendiyye aceb kàfile sâlârânend,
Ki bered ez reh-i pinhân be-Harem kàfile-râ.

"Tarîkat-ı Nakşıbendiyye meşâyih-ı kirâmı, hûb ve aceb kafile reisleri ve serdarlarıdır ki, kafile-i ehl-i sülûku yâr ve ağyârdan gizli bir yoldan kâbe-i maksûda eriştirirler."

Ez dil-i sâlik-i reh câzibe-i sohbetişân,
Mî-bered vesvese-i halvet ü fikr-i çile-râ.

"Bu zâtların câzibe-i sohbetlerinin tesiri, sâlikin kalbinden halvet vesvesesini ve çile çekmek fikrini kesip atar ve bir nazarla kalb-i sâliki, huzur billâh derecesine vâsıl eder."

60
61 ilâ 80. sayfalar