• /
  • Kütüphane
  • /
  • Peygamber Efendimiz SAS
  • /
  • 321 ilâ 340. sayfalar
301 ilâ 320. sayfalar

Kendisi insanların hukukuna riayet ederdi. "E, köle bu insan!.." Namaza nasıl riayet ediyorsan, elinin altındaki kölenin de hakkına öyle riayet edeceksin! "Bu köledir, hizmetkârdır. Vur ensesine, çalıştır istediğin kadar!.." Olmaz öyle!..

Memlûk ile namazın birbirlerine vasiyetidir bu... "Namazın hukukuna nasıl riayetkâr iseniz, kölelerin hukuklarına da öyle riayetkâr olun!" Köle olmakla beraber, senin hizmetinde bulunmakla beraber, o da Allah'ın kuludur; başka bir şey değildir ki!.. Allah onu öyle yaratmıştır, seni de böyle yaratmıştır. Seni böyle yaradan Allah'a şükret! Seni de öyle yaratsaydı ne yapardın?.. Seni de fakir olsaydın, zaif olsaydın, miskin olsaydın, elin ayağın tutmaz olsaydı, kafan da işlemez olsaydı, ne çare bulurdun?..

Onun için, bu bize çok güzel bir derstir. Bugün bunun davacıları çok... Fakirlere, "Biz sizin tarafındanız." diyor. Diyor ama, hiç o tarafın adamı da değil... Halbuki Rasûlüllah SAS, peygamber iken bizzat bu hayatı tadıyor idi de, kölelerin hayatına da saygı gösterilmesini böylece tavsiye ediyordu.

321

Onun için, Cenâb-ı Peygamberin hallerindendir ki, dünya metaına hiç kıymet vermemiştir. Kendi hayatında süse taallûk eden, zînete taallûk eden hiç bir şey bulundurmamıştır.

Hâne-i saadetleri gayet basit idi. Altında yatak olaraktan, deriden mâmül bir şey vardı. Ekseriyetle bir hasır parçası üzerinde, bir kilim parçası üzerinde yatarlardı. Otururken, "Altıma minder getirin! Altıma halı getirin!" gibi bir şey demezlerdi. Olduğu gibi otururlardı yere... Kimseden bir şey istemezlerdi. Binâen aleyh, böyle yapanları da kat'iyyen sevmezlerdi.

Bir gün Ashâb-ı Kirâm'ıyla beraber bir yere gidiyorlardı. Giderken birisinin yapılmış, göze çarpan bir evini gördüler. Dediler ki, "Bu kimin?" "Filânın." dediler. Adam da, Peygamber burdan geçecek diyerekten kapısının önüne geçmiş, iltifat bekliyor... Cenâb-ı Peygamber, başını böyle çevirmiş, ona bakmadan geçmiş. Tabii, adam bundan çok üzülmüş, "Yâhu, acaba ne kusurum var?.. Cenâb-ı Peygamber bana iltifat etmedi, nedir acaba sebebi?.." diye başlamış Ashâb-ı Kirâm'a soruşturmaya... Demişler ki, "Bu evi sordu bize... Biz de senin olduğunu söyledik. Galiba, bu evi beğenmedi. Onun için, sana iltifat etmeden başını çevirdi geçti." demişler. --Bakınız, o zamanın insanları Peygamber'e ne kadar muti', ne kadar bağlı!-- Hemen kazmayı küreği almış, gitmiş yıkmış.

322

O evler bunlar gibi değil, topraktan, yâni kerpiçten yapılmış binalar... Mahrûtî dedikleri çadırımsı bir oda, kiremit miremit yok... Bizim Urfa taraflarında da var.

Gittiler nereye gittilerse... Dönüşlerinde baktılar ki, o ev yok... Dediler ki, "Biz geçerken burda bir ev vardı, o ev ne oldu?" "Onun sahibi, siz ona iltifat etmiyorsunuz diyerekten yıktı yâ Rasûlallah!" dediler. Üç defa ona dua etti orda, "Allahümmerham " diyerekten.

Hazret-i Abbas olsa gerek, --bilmiyorum belki hata ederim-- evinin kenarına bir oda ilâve etmiş. Rasûlüllah görmüş, "Nedir bu?.." diye sormuş. "Yâ Rasûlallah, işte gelen giden misafirlere oturma yeri olur." diye cevap vermiş. "Yık onu! Misafir gelirse evine al! Buraya neden yaptın bu evi fazladan? Yık onu!" "Yâ Rasûlallah, yıkacağım ama, satalım da parasını alırız, kiraya veririz, bir şey yaparız..." "Yok yok, yık onu!" buyurmuşlar. Dünyaya iltifatı kat'iyyen sevmemişler. İhtiyaç kadar... İhtiyaçtan fazlası hiç makbul değil, hele bu günde...

Binâen aleyh, Allah-u Teâlâ'nın bize verdiği bu serveti biz bunlara, işte demirden çelikten yapılan şu binâlara harcıyoruz. Bunun vebâlinden kendimizi kurtarmaya imkân bulamıyoruz. Niçin?.. "E, canım, işte çoluğumuza, çocuğumuza da kalır." Onları tembel olaraktan bırakırsınız. Onlara da Allah verecektir, onların da rezzâkı Allah'tır. O da çalışsın, o da yapsın kendine!.. Ben ona hazır bırakacağım; o da onu kim bilir nerelerde harcayacak?..

323

Geçenlerde de söyledim, Bursa'nın o kaplıcalar mevkiinde büyük bir ada... Bir paşanın imiş. Bir garip müezzin efendi, ben ordan geçerken, "Hoca Efendi, bizim hamamda bir yıkanmaz mısın?" dedi. Kocaman bir hamam... Büyük bir bahçe... Dedim, "Sen bu bahçeye nasıl nâil oldun?.. Milyonlar yetmez yâni, bugün..." "Sorma Hocam!" dedi. "Burası bir paşanındı. Çocukları mirasyedi çıktı. Beyoğlunda kumarda paraları bitirdiler, mallarını yok pahasına sattılar. Bu da bana düştü." dedi. Malı çocuğa bırakırsan böyle olur tabii. Hayırlısı olsun. Hayırlısı olmazsa, o mirasyediler kim bilir nerelerde, nasıl yiyecek?..

Onun için, sen onlara mal bırakmağa bakma, onlara iman ü ahlâk bırak!.. İman ile ahlâk olmazsa, ona milyonlar bıraksan, milyarlar bıraksan, hiç kıymeti yok!..

Onun içindir ki, Allah-u Teâlâ bize bu nimetleri vermiş. Bu nimetleri verirken, Sûre-i Hadîd diye Kur'an-ı Azîmüşşan'da bir sûre var. Demir Sûresi yâni... Sûrenin adı Demir Sûresi... Onun içinde bir ayet var ki, o ayette Cenâb-ı Allah Celle ve Âlâ:

324

(Ve enzelnel hadîde) Biz size demiri gönderdik, inzal ettik. Onlarla apartmanlar yapıp da göklere kadar uzanasınız diye değil ama... (fîhi be'sün şedîd) "Sizi düşmanlarınıza karşı muhafaza edecek silâhların, topların, tankların yapılması için demirler gönderdik size... Uyumayın, bu demirlerden istifade edin!.. Amerika'dan filân meded ummayın, bu işleri kendiniz yapın!.." diyor.

Cenâb-ı Hak Kur'ân'ında böyle buyururken, biz halâ bugün demirlerle binâlar yapıp da saltanat kurmağa çalışıyoruz. Halbuki, bu demir bizim için en büyük bir nîmettir. Kendimizi korumağa, muhafaza etmeğe en büyük bir alettir. Topu yapacaksın, tankı yapacaksın, silâhını yapacaksın, bıçağını yapacaksın, düşmana karşı hazır bulunacaksın. Sen uyur da bunu gâvurdan beklersen, o kâfi midir yâni?.. Biz ekmesek tarlaya buğdayları da, "Amerika'dan yollasınlar buğdayı, biz de yiyelim burda; çalışmaya ne hâcet yâ!.. Biz tarlayı sürmeyelim, mahsulü almayalım, dış memleketlerden satın alalım... Canım işte var ya her şey..." demek ne kadar ayıpsa, bugün bu demirlerden istifade etmeyip de, böyle memleketin müdafaasına lâzım olan şeyleri yapmamak, ondan daha ayıp!..

325

(ve menâfiun linnâs) Çok menfaatler var insanlar için... Her şeyler ondan oluyor. E burda Allah, Altından, gümüşten bahsetmedi de demirden bahsetti. Çünkü bütün bu aletler hep demirden oluyor... Altından, gümüşten olmuyor; demirden oluyor.

Demirin kıymetini bilmek için, büyük fabrikalara ihtiyacımız var. O büyük fabrikaları kuracak kafalara da ihtiyacımız var. O kafalar, ehl-i iman kafası olmazsa bir kıymeti yok. Bugün bunun en güzelini işte Avrupa yapıyor; tankı da dolu, topu da dolu, tayyaresi de dolu... İstediği fiattan da satıyor, herkese veriyor. Ama, ne fayda... İmandan mahrum... İman olmayınca, memleket topla tüfekle dolu olsa yine para etmez. Evvelâ insana lâzım olan imandır.

Onun için burada, (İttekullah!) "Allah'tan korkunuz!" diyor Cenâb-ı Peygamber... Allah'tan korkmak nasıl olacak?.. İman ile olur.

Onun için hikmet gönüldedir. "İnnâ a'taynâ kelkevser"deki kevser kelimesini hikmet diye tefsir etmişler. Bu tefsirde hikmet de ilmin gayesidir. İlim denince bugün, işte çeşitli ilimler var... Doktor dersen, güzel bir ilim efendi... İşte, hastalarımızı tedâvi eder, ağrılarımızı, sızılarımızı dindirir. Ama, bunun en iyisi yine gâvurlarda... En iyi doktorlar, yine gâvurlarda bugün... Fakat, gâvur... Gâvur olmasıyla, o doktorluk ona bir fayda ediyor mu?.. Gözünü yumuncaya kadar... Kazandığı kadar kazanır; gözünü yumdu muydu, hepsi gider elden... Ondan sonra, öldürdüklerinden mes'uldür. Kim bilir, ne kadar can yakmıştır? Onların da mes'uliyeti ayrı...

326

Mühendis olursun. En büyük bir ilim o da... E, ne olur? İşte binâlar yaparsın, köprüler yaparsın, şunu yaparsın... Bir çok faydalar olur. Elektrikçisi var, motorcusu var, envâi çeşit... Ama, iman olmazsa neye yarar?.. En iyisini yine gâvurlar yapıyor. Ama imanları olmayınca bir şeye yarıyor mu?.. Hiç bir şeye yaramıyor, yine gâvurdurlar.

Gâvur demek... Yâni, gâvuru öğrenemedik biz. Gâvur denince ne demek istediğimizi bir türlü anlayamıyoruz. "Kul yâ eyyühel kâfirûne"yi her gün okuyoruz, hepimiz de biliyoruz. Fakat, yine gâvura verdiğimiz pâye çok büyük... Fransa'dan gelmiş, İngiltere'den gelmiş, Amerika'dan gelmiş, Japonya'dan gelmiş çok mükemmel bir şey... Ama yapan kim? Allah tanımayan, peygamber tanımayan birisi... Sen de öyle mi olacaksın yâni?.. Allah tanımadan, peygamber tanımadan, kitab tanımadan dünyaya hakim olsan ne olacak yâni?.. Dünyaya hakim olsan ne olacak? Hepsi boş!..

Onun için, en evvelâ iman, imandan sonra da Allah korkusu!.. İmansız olmaz, Allah korkusu olmayınca yine olmaz. Binâen aleyh, Allah hepimizi kendisine iman eden ve içerisini havf ü haşyetle dolduran kullarının arasına kabul etsin...

327

Demek ki, Cenâb-ı Peygamber son sözünü söylerken, namazı ve elimizin altında olan muhtaçlara himaye ve yardım tavsiye ediyor. Kendini nasıl koruyorsan, köleni de öyle koruyacaksın. Yediğinden yedireceksin, giydiğinden giydireceksin. Sen nasıl istirahate muhtaç isen, o da istirahate muhtaç... Onu da yatırıp uyutacaksın, dinlendireceksin.

Biliyorsunuz yine Cenâb-ı Peygamber SAS, muhtaç değildi. Kat'iyyen bunu yanlış anlamamalı!.. Yâni, "Yokluktan yiyemedi, yokluktan giyemedi." demek kadar büyük hatalı söz yoktur. Çünkü, kâinat onun emrine âmâde!.. Yer de âmâde, gök de âmâde... Yere de hâkim, göğe de hâkim... Dağlar, taşlar "Yâ Rasûlallah emret, altın olarak önünde, ardında yürüyelim!" diyorlar. İstemiyor; "Bir gün aç kalır, tazarrû ederim; bir gün de doyarım, elhamdülillah şükrediyorum sana yâ Rabbi derim." diyor. Mübarek karınlarına da ümmetine numûne olmak üzere taş bağlıyor. Açlığa tahammül, açlığa sabr ediyor. Ümmetinin de, böyle çok yemesinden --işte geçti geçen derslerde-- çok şikâyet ediyor.

328

Çok yemek, gafleti mûcib oluyor. Çok yendikçe vücud azıyor, şehvet artıyor. Şehvet artınca da önüne geçmenin imkânı olmuyor.

Hayvanın ağzına bir gem takarlar; o gem sayesinde hayvan zabt olunur. Hayvan, o gemini bir kere azısına alıp da, başladı mıydı kaçmaya; seni düşürür, çiğner orada. Onun için onu beslerken, seni çiğneyecek kadar besleme!..

562/12 (Kâne âhiru mâ tekelleme bihî) Cenâb-ı Peygamber SAS Hazretleri'nin son mübarek sözleri: (celâle rabbiyer refî' fekad bellağtü) "Yâ Rabbi, ben senin emirlerini ümmetime tebliğ ettim, vazifem bitti." (sümme kudıye) Ondan sonra mübârek rûh-i şeriflerini kabz ettiler.

Hazret-i Aişe validemiz de diyor: Rasûlullah SAS, hasta halindeyken Hz. Aişe validemize demiş ki:

(İnnehû lem yukbez nebiyyün hattâ yerâ mak'adehû minel cenneh) Bir nebî ruhunu vermemiştir, cennetteki yerini görmedikçe... (sümme yühayyeru.) (R. E. 141/8) Ondan sonra da muhayyer kılınmıştır. Alınsın mı canın, alınmasın mı?.. İstermisin kalasın dünyada; istermisin ruhun alınsın ruhun da, gelesin buraya?.. Böyle muhayyerliği de vardır.

329

Yine Hazret-i Aişe validemiz buyuruyor ki: Rasûlüllah SAS, benim odamda --bir rivayette de-- göğsüme dayalı idi. Mübârek gözlerini tavana diktiler ve dediler ki:

(Allahümme elhıknî birrefîkıl a'lâ) Refîkıl a'lâ, yüksek bir makam. "O makama beni eriştir yâ Rabbi!" diyor.

Onun için ezân-ı muhammedîler okunduğu vakitte... --Çok dikkatinizi rica ederim-- Ezân-ı muhammedîler okunduğu vakitte, her ne hal ve hareket içinde olursanız, orda sükût edip durunuz; ezân-ı muhammedîyi dinleyiniz. Hem de candan dinleyiniz. Ama işiniz var, müşteriniz gelmiş, elinizde yapılan bir iş var... Ne olursa olsun, bir dakikacık durunuz; ezân-ı muhammedîyi şöyle güzelce, tefekkür ile bir dinleyiniz.

Elhamdülillah, İslâm'ın şiarı çok büyüktür. Gâvurların çanı gibi "Dann... Dann... Dann..." demiyor. "Allaaahu ekber!.. Allaaahu ekber!.." diye bizi uyandırıyor. Ey adam, en büyük varlık Allah'tır. Allah'ın varlığı en büyük varlıktır. Herkese fenâ var, ona yok!.. Sen ne kadar çalışırsan çalış, ne kadar çabalarsan çabala; arkası gelecek.

330

Şimdi büyük ilimler --doktorluk ilmi, mühendislik ilmi, paşalık ilmi-- çok iyi... Ama, hepsi hayat-ı dünyaya bağlı... Gözünü yumdun mu, hepsi gitti. Şimdi, bizim Topçu Hoca var hastanede... Nurettin Topçu denilen bir zat var. İşte felsefe hocası... Bir çok kimselerin de hocası... Geçen ziyaretine gitmiş arkadaşlar... Demiş: "Bütün bilgiler gitti. Hepsi boşa imiş, boşa uğraşmışım; çok yazık!" demiş. Niçin?.. Felsefe ilmi neye yarar?..

İki ilim var dünyada: Birisi Kur'an ilmidir, birisi de hadis ilmi... Bunlardan başkası hepsi dünyaya ait... Bunlar hem dünyaya ait, hem de ahirete ait...

Biz mezara giderken, işte cemaat gider bizimle beraber... Ama, mezarın başında beş dakika dururlar, herkes evine ayrılır. Mezara giren hiç kimse yok!.. Ama, amel-i sâlihin neyse, o seninle gidecek; mezarına o seninle girecek. İşte en güzeli ilm-i Kur'ân, ikincisi de ilm-i hadistir.

Mübarek Gümüşhaneli Hazretleri, ilm-i hadis hakkında elli tane fazilet bahsetmiş:

1. "Bu Râmûz-u Şerif kitabını okuyanların ve hadis kitaplarının hangisi olursa olsun okuyanların, evvelâ iman ile ahirete göçmeleri büyük bir ikramdır." Yâni, hadis ile meşgul olanlar, ahirete göçerken iman ile göçerler. Bu en büyük devlet...

331

2. "Duası kabul olunur." Duanın kabulünde şart olaraktan yazıyoruz, dörtyüzüncü günâha geldim efendi!.. Dörtyüz tane günah yazdım, daha üçyüz tane kadar var yazılacak günah... Yediyüze çıkıyor günahların sayısı... Bu günahlar bizde iken elbette dualarımız kabul olmaz.

Bu günahların en barizi bugün, vazife istemek, me'muriyet istemek; bu da günahlardan bir günahtır. Kadılık istemek, müftülük istemek, şu makama geçmek istemek, bu makama geçmek istemek... Hangisinde bunların insanlar ne kadar sadıktır?.. Hele vakıf üzerine geçmek, büyük felâkettir insanlar için!.. Onun için, insan ne kadar ehil olsa da, kusur eder.

3. "Hadis okuyan ve hadisi dinleyenlerin her bir haceti kaza olur." diyor. Okuyanla dinleyen müSASidir. Okuyanın da duası kabul olur, dinleyenin de kabul olur. Okuyanın da haceti kaza olur, dinleyenin de haceti kaza olur.

4. "Dünyada ve ukbâda zenginlik gelir." Dünyada da zengindir, ahirette de zengindir.

5. "Her umûrunda âsânlık olur." Her işi rast gider.

Şimdi affedersiniz, namazdan evvel bizi bir fabrikanın temelinin atılışına götürdüler. Tefe'ül, hayır isteği... "Hocam gelsin de biraz toprak atıversin, hayır olur." diyerekten götürdüler oraya da, temel attık. Temel atılmış, toprak atıverdik içerisine... Güzel şey tabii... Memleketin hayrına olacak, insanlar istifade edecek. Koca bir araziyi almış, müslüman bir adam... Diyor ki, "Bu araziye işçilerime evler yapacağım, işçilerimi burada oturtturacağım." Hayırlara matuf, güzel işler...

332

O fabrikaların te'sisiyle bugün, Almanya'ya gidip de çocuğumuz orda para kazanacağına, memlekette kazanır. Ama bir kişinin parası yetmez belki bu işleri yapmağa... Fakat beşi onu bir araya gelirse, pekâlâ yaparlar. Niçin biz birbirimizin elinden tutup da, birleşip de, böyle büyük, mükemmel fabrikaları kuramıyoruz da, çocuklarımızı taa Avrupalara kadar yolluyoruz?.. Orda kim bilir ne meşakkatlerle, ne zahmetlerle ömürlerini geçiriyorlar! Beş-on para sahibi olsalar da, kıymeti yoktur tabii...

6. "Kalbinde rahatlık olur, hüznünü def eder." En büyük dert, kalbdeki rahatsızlık... Meselâ, insan milyoner olabiliyor, daha büyük servetlere sahib olabiliyor, çok kuvvetli insanlar olabiliyor ama, kalbde rahat olmuyor. Gönül rahatı olmayınca, bilgi de fayda etmiyor, servet de fayda etmiyor, bir şey fayda etmiyor. Ama, ilm-i hadisle meşgul olur, onu dinlersen, onu mütalâa edersen, Cenâb-ı Hak bunun hürmetine gönlüne rahatlık veriyor.

İlm-i hadis denince, Peygamber SAS'in huzurunda bulunuyoruz. Onun mübarek tatlı sözlerini dinliyoruz, gücümüz yettiği kadar... Bundan dolayı da Cenâb-ı Hak bizim aramızda, iyilik veriyor böyle kimselere... Rahatlık veriyor.

333

7. "Küffâr üzerine galib olmakta, nusrette ve meded îras etmekte bir çok fevâidi vardır."

8. "Ta'lim ve teallüm edenin içi de temiz olur, dışı da temiz olur." Dışın temizliği kâfi gelmiyor, için temiz olmadıkça...

9. "En büyük devlet de, Allah-u Teâlâ'ya yakın olmasıdır." Allah-u Teâlâ'ya yakın olmak, burda belki hatalı konuşmak olur. Yakın olunca, meselâ şu duvara yakın olmak için, oraya gitmek lâzım. Duvarın yanına gidersin de, duvara yakın olursun. Allah'a yakın olmak için, Allah'a gitmenin yolları, Allah-u Teâlâ'nın razı olacağı amelleri işlemektir. Allah-u Teâlâ'nın razı olacağı amelleri işledikçe, Allah'a yakınlık hasıl olur. Bu, gitmekle olmaz, koşmakla olmaz, yürümekle olmaz. O, gönlün Allah-u Teâlâ'ya bağlanışı ve ibadet ü taatlerle olur. Allah cümlemize nasib eylesin...

10. "Rasûlullah SAS'e de yakın olur." Çünkü, Rasûlullah'ın sözlerini ya söylüyor veya dinliyor. Söylemesi de, dinlemesi de Rasûlüllah'ın hoşuna gidiyor, memnûn oluyor. Bunlardan dolayı ona da yakınlık hasıl oluyor.

334

11. "Sahabe-i Kirâm'a da yakın olur, Menâkıblarını cem eder." İşte okudukça, şu büyüğün şöyle şöyle halleri vardır diyerekten de mütemadiyen geçiyor. Onlardan bir tanesini size tekrar edeyim:

Sa'd ibni Ebî Vakkas... Hepimizin bildiği bir zat, ismini çok duyuyorsunuz. İki menkabesin bahsedeceğim: Acemlerle muharebeye gidiyor. Sekizbin askeri var. Sekizbin askerle, ikiyüzbin kişilik mükemmel orduya karşı döğüşe çıkıyor. Acem diyor ki, "Deli mi oldunuz siz?.. Üstünüzde entariniz yok, ayağınızda da pabucunuz yok... İşte silâhınız da görünen şeyler... Siz benim ordumla nasıl döğüşeceksiniz be adamlar?.. Gelin, şu benim kuvvetlerimi görün, servetimi görün, ordumu da görün de, ondan sonra kalkın bu deliliğe!.." Diyorlar ki, "Biz biliyoruz hepsini... Bunların hepsi boş! Sen bizim dediğimizi dinleyecek misin, imana gelecek misin, müslüman olacak mısın; sen onu söyle bize!.." İşte müzakereler devam ediyor. "Olamayız!" diye cevabı verince, başlıyorlar harbe...

Harbe başladıklar vakitte... Tabii Acem ordusunun filleri var. Tank yâni, bugünkü tankın mesabesinde... Üzerine kocaman bir kubbe yapılmış, delinmeyen derilerden... Üzerine ok atıyorsunuz, delinmiyor. İçerisinde asker saklı... O istediği gibi vuruyor; sen atıyorsun boşa gidiyor. Hakkından gelmenin imkânı yok!.. Ne yapalım?.. Fillerin gözlerini vuruyorlar, kemerlerini de kesiyorlar. Üstündeki tank devriliyor. Fil korkuyor, ürküyor, başlıyor geri geriye kendi askerinin üzerine kaçmağa... Askerler de kendi fillerinin altında ezilince, onlar da paniğe kapılıp kaçıyorlar. Sekizbin kişilik ordu, ikiyüzbin kişilik Acem ordusunu alt üst ediyor. Bir sürü ganimetle beraber dönüyorlar, Hazret-i Ömer'in devrinde...

335

Medine'ye ganimetleri getirmişler. Hazret-i Ömer'e de ayırmışlar bir parça... Akşam sofraya oturmuş Hazret-i Ömer... Bakmış ki, sofrada görülmedik şeyle var. "Nereden bunlar?" demiş. "İşte efendim harbden, ganimetlerden getirilen..." "Bu memlekette fakir yokmuydu da, bunları buraya getirdiniz?" demiş. "Kaldırın bunları burdan! Getirin benim tuzumu, biberimi!" Hazret-i Ömer'in yanına da sokulmaya imkân yok. Hepsi susmuşlar korkularından... Her neyse.

Sa'd ibni Ebî Vakkas ihtiyarlamış. İhtiyarlayınca, gözleri de görmez olmuş. Demişler ki, "Yâ Sa'd! Biz seni biliyoruz ki, senin duan ok gibi tesir eder. 'Yâ Rabb, benim şu gözümü ver!' desen, derhal Cenâb-ı Hak verir. Hiç çevirmez, biliyoruz." Çok keskinmiş duası... Kimin için dua etse, derhal makbul oluyor. Yâni, ölüyü diriltir derecede...

Onun için çok dikkat edin, --akşam okudum hoşuma gitti-- İsâ Aleyhisselâm diyor ki: "Ben ölüyü dirilttim, bunda aciz olmadım. Fakat ahmağı adam edemedim, ahmağa tesir edemedim." Dinsizlik yolunu tutmuş bir adam, ona hiç bir söz geçmiyor. Bir kere hiç kararı yok... Akıl baştan gidiyor, her şey gidiyor. Ne dersen fayda etmiyor. Onun için Ahmağın gönlünü uyandırmaktan aciz kalmış. Allah cümlemizi ahmaklıktan korusun...

336

Şimdi ne derse beğenirsiniz Sa'd ibni Ebî Vakkas Hazretleri?.. Bizim başımıza çok geliyor: "Aman işte başım ağrıyor hocaefendi, bir okuyuver!" "İşte sinirim oynuyor hocaefendi, bir okuyuver!" "İşte şu oluyor hocaefendi, bir okuyuver!" Pekâlâ amma, hiç sabrın yok mu?.. Hiç takdir-i ilâhiyyeye rızân yok mu?.. Hiç menâkıb dinlemedin mi, hiç büyüklerin hikâyesini dinlemedin mi?..

Bakın Sa'd ibni Ebî Vakkas ne diyor: "Ben Allah-u Teâlâ Hazretleri'nin takdirini, gözümün nûrundan daha çok severim!" diyor. "Diyemem ki, 'Yâ Rabb, benim gözümü bana iade et!' O bana takdir etmiş; onun takdiri daha a'lâdır." Ama biz çok sabırsızız. Azıcık bir şey oldu muydu, şikâyet şikâyet üzerine, şikâyet şikâyet üzerine... Allah affetsin kusurumuzu...

Onun için, dünyada tahsil olunacak en güzel şey ilimdir. Meselâ insan çok para kazanabilir. Kazanç yolları çok... Bilgi yolları da çok; her çeşit bilgiyi insan bugün öğrenebilir. Ama, o bilgiler ki seni Allah'a götürmüyor, onların hepsi son nefeste tükenecektir. Bilgi dedin mi, seni Allah'a götürecek olan bilgi bilgidir. Her bilgide de insanı Allah'a götürecek bir çok vasıtalar var. Doktor bakar ki, "Ooo... Allah'ın kuvvetinden başka bir kuvvet sahibi bunu yapamaz!"

337

Şu göze bak efendi!.. Ufacık bir şey ama, kâinatı içine alıyor ve senin kafanda onun tam bir hulâsasını alarak sana diyor ki, şu şundan ibarettir. Ufacık bir göz bebeğinin içerisine kâinatı sıkıştırmış Allah-u Teâlâ Hazretleri...

Ruhun öyle... Ruhumuzdan haberimiz de yok... Gönlümüz öyle, kalbimiz öyle... Kim bilir, ne içinden çıkılmaz hadiseler var. Bunları doktor görünce, "Oooo!.. Allah'ım, yâ Rabb'im sen büyüksün! Beni de İslâm etmişsin. Bu varlıkları yapacak senden başkası yok yâ Rabbi!.. Kimse yapamaz bunları... Bunlar tabiatın, mabiatın eseri değil; Allah-u Celle ve A'lâ'nın eseridir." der, iman ile yaşar. Ama, "Tabiatın eseri!" dedi mi, gitti o gürültüye artık...

"Mir'atül Harameyn" diyerekten Ziyâ Paşa'nın yazdığı bir Mekke-i Mükerreme tarihi var. Arapçadır. Orda Vahhâbîler'in aleyhinde de güzel yazılar var. Onun için, Vahhâbîler onu yasak etmişler, memleketlerine de sokmazlar. Arapçası da vardır, Türkçesi de vardır.

Türçesinde diyor ki: Hacer-i semâviyye deniyor, işte gökten bir taş düşüyor. Düşen o taş, nereye düşecekse düşüyor. O hacer-i semâviyyeler nereden kopup geliyorsa, o hızla gelirken hava ile sürtünmesinden dolayı ısınıyor. Aldığı hararet ile ateş gibi oluyor. Ama taş da, ufacık bir taş değil, mücessem, büyükçe bir taşmış yâni... O gelmiş, Medine-i Münevvere üzerinde seyrediyor... Bunu akıl kabul eder mi?.. Yere düşecekken, onun orda durmasını, muallakta kalmasını hiç bir akıl kabul etmez. Koptu, düşecek, ama düşmüyor; üç ay Medine'nin üzerinde öyle duruyor. Ne bahçe kalmış, ne bir şey kalmış. Herkes Harem-i Şerif'in içine sığınmış, saklanmış, ateşin tesiriyle... Sonra orda bir vadiye düşmüş. Orasını --Suların toplandığı yere ne diyorlar?-- bir baraj olmuş orda...

338

Bu, kudret-i ilâhiyyenin açık açık görüldüğü bir şeydir. Bakın işte, taş durur mu yukarıda? Pat deyip düşer aşağıya... Bunun durması Allah-u Teâlâ'nın kudretine bağlıdır. İşte bugün gökte gördüğümüz bir sürü ecrâm... Biz bunların hepsine diyoruz ki, "Efendim, bir silsile ile birbirine merbut bunlar... Câzibe kuvvetiyle birbirlerini zabt ediyorlar."

Papaz yapmış bunun hünerini... Dört duvara dört tane mıknatıs koymuş; ortaya da bir top koymuş. Dört mıknatıs onu muallâkta tutuyor. "Bakın, muallâkta durdurdum işte!" demiş. Aklı eren birisi mıknatıslardan birini çekince, pat diye düşmüş aşağıya...

Allah-u Teâlâ'nın kudreti işte bunlar... Şu câzibe, bu câzibe... O câzibeyi yaradan kim? O câzibe kuvvetini koyan kim?.. O da Allah'ın eseri...

Bakın şimdi, bugün duydum yine... Sibirya'nın buzluk yerleri var ya; o buz yerlerinde filler çıkıyormuş. Buzun içinden fil çıkıyor efendi!.. Buzun içinde fil yaşar mı, durur mu?.. Ama donmuş buzun içinde duruyor olduğu gibi... Bugün arayıp buluyorlar onları... Demek ki, orası vaktiyle nasıl bir hararetin bulunduğu yermiş ki, fil orda yaşıyormuş. Sonra birdenbire orası soğuk bir mıntıka oluvermiş. Cenâb-ı Hakk'ın hikmetleri bunlar... Orda fil donmuş kalmış. Bugün insan bunu buluyor da, hâlâ aklını Allah'ın kudretine erdiremiyor.

339

12. "Bunu okumakla, Rasûlüllah SAS'e muhabbet etmiş olur, ashabına muhabbet etmiş olur, tabiine muhabbet etmiş olur. Bütün enbiyalara muhabbet olur. Onların şemâilini dinler."

Rasûl-i Ekrem:

(Ene âkilü kemâ ye'kilül abd.) (R. E. 4/7) diyor. Hiçbir zaman bir sofrada, böyle masa üzerinde saltanatla yemek yememiş Rasûl-i Ekrem... Biz onun ümmetiyiz ama, bak bizdeki saltanata!.. Biz, sofranın altına kasnak diye bir şey koruz. Hani, ekmek aşağıda kalmasın diyerekten, uydurmuşuz öyle bir şey... Onu da istememişler. Yere korlar, yerde yerlermiş yemeklerini... Ki, bugün orda da öyle görüyoruz.

Onun için, kendini insanların seviyesinden üstün seviyeye çıkarmamışlar. Tabii, o zamanın üstün insanları da vardı, zenginler de vardı, böyle çok rahat eden insanlar da vardı ama, onlara benzetmedi kendisini... Fukara ve zuafanın haline uygun olarak, kendi hayatını idâme ettirdi. Ki, en büyük devlet burda oluyor.

13. "Cemii evkatta Allah-u Teâlâ kalbini meşgul kılar. Yâni, mâsivâdan kalbini tathîr eder." Şimdi, insanlar acizdir, kendi ellerinde bir şey yoktur. Onun için, bizdeki temizlik, bizim kendi kendimizi temizleyebilmemiz, --dışımızı temizleyemiyoruz ki, içimizi temizleyebilelim-- Allah-u Teâlâ'nın vereceği kudrete bağlı... İşte o da, Allah-u Teâlâ'nın kitâbı olan Kur'an-ı Azîmüşşan ve rasûlünün kitabı olan hadislerle meşgul olursan; Allah-u Teâlâ vesîleler yaratır, seni günahlardan, mâsivâlardan uzaklaştırır. Kalbin temiz bir hale gelir, ayna olur.

340
341 ilâ 360. sayfalar