• /
  • Kütüphane
  • /
  • Peygamber Efendimiz SAS
  • /
  • 341 ilâ 360. sayfalar
321 ilâ 340. sayfalar

(Elmü'minü mir'atül mü'min.) (R. E. 230/7) Mü'min mü'minin aynasıdır. Nasıl ayna?.. Ayna, insan bakınca kendini gösterir. Nasıl aynaya baktığımızda kirlerimizi, pisliklerimizi görüyoruz, onları izâle etmeye çalışıyoruz.Binaen aleyh müslüman öyle hale gelir ki, o halde iken, karşısındaki ona baka baka müslümanlık ilhamı alır.

Şimdi bir arkadaş Almanya'dan gelmiş. "Bizim aramızda Almanlar da var ya, beraber çalışıyoruz. Onlardan bir kimse müslüman oldu." dedi. Sebebi: O Alman içki içiyor. Bizim müslüman kardeşle beraber çalışırlarken, ona da teklif ediyor. "Ben içmem, yasaktır, günahtır!" demiş. Adamın içine tesir etmiş, "Yâhu, demek bu adam günahtır, haramdır diyerekten içmiyor." Onlar banyo yaparlarken soyunup da yapıyorlar ya, o müslüman tabii peştalla örtünüp öyle yıkanıyor. "Neden örtünüyorsun?" "E, ayıptır. İnsan edep yerlerini açar gösterir mi âleme?.. Yoksa felâketler doğar." diyor. "E, bu etten niye yemiyorsun?.." "O et de yasaktır bizde!" Allah hidayet etmiş, "Yâhu, ben müslüman olacağım, şu müslümanlığı öğretin bakalım!" demiş.Ê"Lâ ilâhe illallah, muhammeder rasûlüllah." dedirtmişler. "Şimdi geldi aramıza... Sakal da salıverdi. Tesbihi de elinde... Bizi geçti." diyor. Neden?.. O müslüman ona ayna oldu, nümûne oldu. Müslüman dediğin böyle nümûne olur. Ama, --Allah muhafaza etsin-- bizim gibi battal olursa, müslümanlıktan kaçırır insanları...

341

(|®û® ÁÖZ ãì /x /d /w /âŠ) æ©Ã³ÀöZ ãû¬öZ xZ

(İnned dînü ennasîhah) (R. E. 97/11) Din ancak nasihatle kaimdir. Nasihat edici olmadı mı, din elden gider. Nasihat ediciler ortadan kalktı mıydı... "Allah akıl vermiş, zekâ vermiş, biz yolumuzu buluruz." Yağma yok, din ancak nasihatle kaimdir. Nasihat etmek için de, nasihat ediciyi yetiştirmek lâzımdır. Binaen aleyh:

FZ áäç Á• ı¹œZ £› v£ûZ ®Ã‹

(Hayrül mâl mâ ünfika fî sebîlillah) Malın en hayırlısı fîsebîlillah harcanan para... Fîsebîlillah denince, fîsebîlillahın hududu yok... Fîsebîlillah, yalnız aç kalmak, oruç tutmak, hacca gitmek, şu etmek, bu etmek değil; hudutsuz... Ordunun bütün hizmetleri fîsebîlillah... Tankı lâzım, topu lâzım, tayyaresi lâzım. Oraya bunlar için harcanan paraların hepsi fîsebîlillahtır. Niyetine göre...

Bizim dinimizi bize öğretecek adamlar lâzım. Nerde yetiştirelim bunları?.. Gökten gelmeyecekler ki bunlar... E bunların hepsi fakir çocukları... Bizim İstanbul'un zengin çocuklarından var mı bir tane Kur'an kursunda bir talebe?!.. Hepsi Anadolu'nun şurasından burasından gelmiş. Babasının belki çarığı da yok ayağında... "Ben Kur'an okuyacağım, öğreneceğim!" diyerekten burda çalışıyor.

342

Elbette onları yetiştirmek de bizim vazifemiz. Biz onlara bakmazsak, onlar da yetişmezler tabii... Yetişmeyince de, biz de açıkta kalırız. İmam-hatip mektepleri de öyle, hepsi de öyle...

Binâen aleyh, bunlara harcanan paralar da, fîsebîlillah olan paralardır ki; hayrül mâl, malın hayırlısıdır. Fabrikalar yaparız... Yemek için, yaşamak için yaparız; ölünce biter gider.

14. "Cenâb-ı Hakk'ın mahlûkuna insaf ve merhamet sahibi olur." Hadis ile meşgul olan insan --gerek dinlemek, ve gerek okumak sûretiyle-- hem mütevâzi olur, hem de alçak gönüllülükle beraber, Allah-u Teâlâ'nın mahlûkuna da şefkat ve merhamet eder. Büyüklenmez, kibirlenmez. "Üstün makamlara nail oldum, şöyle servete nâil oldum." diyerekten, olamayanları hor görmez. Rıfk ile muamele eder. Dâimâ hakka ittibâ eder.

Çünkü her gün, "Rasûlüllah şöyle yaptı, rasûlüllah şöyle etti." diye okuyor. Kendisini ona mümkün mertebe uydurmağa çalışır. Bir günde olmaz tabii bu... Bir günde olmaz, senelere muhtaç... Okudukça, okudukça; bugün bir parça, bugün bir parça... Binâlar da taş taş üzerine koya koya binâ oluyor; birden oluyor mu?.. Bir taş koyuyoruz, bir daha koyuyoruz; derken bir binâ oluyor. Sökerken de böyle...

343

15. "Kablel mevt cennet ile müjdelenmiş olur." Nasıl ki, Rasûl-i Ekrem SAS, ölmezden evvel cennetteki yerini gördü de öyle canı alındı; şimdi onun yolunda gidenlerin hepsine de bu müyesser olur. Allah cümlemizi onun yolundan ayırmasın...

16. "Malında, ömründe çok bereket hasıl olur." Ah aziz kardeşler, dert hakikaten çok büyük!.. İnsan bugün bin lira, onbin lira, yüzbin lira, hattâ bir milyon lira düşürse, kaybetse, çaldırsa... Allah esirgeye hareketler oluyor, evler yıkılıyor, mallar gidiyor, hayvanlar gidiyor, canlar gidiyor... Gidiyor işte, yok... Fakat, telâfisi mümkün oluyor mu?.. İşte bugün kaç yerde meselâ hareketler oldu. Ordan kurtulanlar bakıyorsun yine ev sahibi olmuş, mal sahibi olmuş, mülk sahibi olmuş, çoluk çocuk sahibi olmuş... Telâfisi mümkün. Fakat, kaçan bir ömrün bir dakikasını geri çevirmek mümkün mü?.. Ömrün bir anını geriye çevirmek mümkün mü?..

Binâen aleyh, o kahvehânelerde, o sinemalarda, tiyatrolarda ve deniz alemlerinde ömürlerini zayi eden insanlara durmadan ağlamak lâzım!.. Niçin?.. O Allah-u Teâlâ'nın verdiği ömrün kıymeti, pahası ölçülemez ki!.. Kıymeti ölçülemez olan bu nimeti, sen boşu boşuna, zevk sefâ uğruna mahv ü perişan ediyorsun; en büyük akılsızlıktır bu...

344

Deli, çok çeşitli olur derler; kırk çeşitmiş. O kırk çeşidin birisi tımarhanededir ama, otuzdokuzu da dışarda deli... Sen, o arabasına kurulmuş, şu alemde bu alemde sefâ edeceğim diye, zevk ve sefâ ile ömür geçirenleri hep akıllı insanlar mı zannedersin?..

Akıllı insan, Allah-u Teâlâ'nın rızasını arar. Günahlardan kaçar, günah işlerden kaçar. Bir günah işledimiydi hemen, "Aman yâ Rabbi! Beşeriyet iktizâsı yaptım ben bunu ama, tövbeler tövbesi... Çok pişmanım, bir daha yapmam yâ Rabbi!.." diye söz verir bir daha yapmamaya...

Onun için aziz kardeşler, ömrümüzün kıymetini bilelim, boşa harcamayalım!.. Boşa gitmesin. Boşa gitmemesi için, hem Kur'an'ın yolundan, hem hadisin yolundan ayrılmamak lâzım!.. Kur'an'la hadis birdir. Nasıl ki, bir ceset var vücutta, bir de ruh var... Bu ceset ve ruh sayesinde bu hayat devam eder. Bunların birisi olmadığı zaman, hayat söner. Kur'an'la hadis, ikisi bir vücuttur. Yalnız birisini alırsan, olmaz.

Onun için, ahir zamanda ükelâ diyeceğimiz bazı insanlar gelir. Ona hadisi okursun. "Sen bırak o hadisi, bana Kur'andan delil getir!" dedi miydi, gitti gürültüye o adam... Çünkü, hadistir Kur'an'ın tefsiri... Hadisten Kur'an anlaşılır. Hadisi bırakıp da kendi kafandan Kur'an'a mânâ verirsen, zındıksın; eğer isabet etse dahi!.. Mânâya isabet etse dahi makbul değildir, merduttur. Niçin?.. Kur'an'ın müfessiri Rasûlüllah'tır. Onun sözleriyle Kur'an anlaşılır.

345

Onun için meselâ Fransızlardan Kur'an tefsir eden var, İngilizlerden var, belki Amerikalılardan da var. Fakat, makbul değildir.

Şam'a gittiğimizde, Şam müftüsünü ziyarete gittik. Müftü efendi bir kitapla meşgul... Dedi ki, "Bu kitabı bir Ermeni yazmış, siyer adı altında..." Peygamber SAS'in hayatını yazıyor bir Ermeni!.. Bastırmak istemiş. Suriye hükümeti müftüye demiş ki: "Bunu tedkik et, oku! Bunda hata varsa söyle; yoksa, basalım!" Ermeni'nin yazdığı kitaptan ne umarsın a kardaş?!..

Canım, işte biliyor Arapçayı... Arapçayı bilmekle ne olacak? Ebû Cehil Arap değil miydi?.. İmrül Kays, şairlerin başı; o Arap değil miydi?.. En güzel fesâhatla konuşan bir insan, şâir... Ebû leheb vs. emsâli... Onlar Arap değil miydi?.. Ama, hepsi imansız gittiler ahirete... Hiç kıymetleri yok. Ancak iman ile tebeyyün eder her şey... Allah o imanı lütfetsin cümlemize... Muhafazasını da Cenâb-ı Hakk'a tevdî ederiz. Onun için, "Lâ ilâhe illallah, muhammeder rasûlüllah" Yâ Rabbi, bu kelime-i tevhidi biz sana emanet ettik. Bu emanetimizi senden isteriz.

346

Buyurun beraber Cenâb-ı Peygamber'e bir salât ü selâm okuyalım:

"Allaaahümme salli alâââ... seyyidinâââ... muhammedinin nebiyyil ümmiyyi ve alâ... aaalihî, ve sahbihî ve sellim." (3 defa)

17. "Kulun hidâyete erişmesine ve kalbinin hayatına da sebep olur." Hadis ilmi insanların hem dış, hem iç hayatlarının bekasına hizmet ediyor; hidâyet Allah'tandır.

Allah-u Teâlâ, Habîbinin sözleriyle, kitaplarıyla meşgul olan kullarına hidayet eder. Kur'an-ı Azîmüşşan, baştan aşağı altıyüz sahife, altıbin küsur ayet; hepsinin mânâsı Elham'ın içerisinde... Nasıl ki, vücudun bütün idaresi kafaya verilmiş; bütün vücudun idaresi orda... Oraya bozukluk gelirse, vücudun içinde felç diyorlar; şurası tutmuyor, burası tutmuyor. Ordaki bozukluktan ileri geliyor.

Şimdi binâen aleyh, Kur'an'ın bütün mânâsı Fatiha'nın içinde... Fatiha'daki netice de "İhdinas sırâtal müstakîm"in içinde, sırât-ı müstakîmde... Bütün Kur'an'ın istediği şey doğru yoldur. Müslüman mısın? Doğru müslüman ol. Yalnız adın müslüman olmasın; için de müslüman olsun, dışın da müslüman olsun. Göründüğün gibi ol, olduğun gibi de görün. Gündüz külâhlı, gece de silâhlı; olmaz öyle şey!..

347

Binâen aleyh:

(El müslimü men selimel müslimûne min lisânihî ve yedihî) (R. E. 235/7) Herkesin bildiği, takvim yapraklarından gazete yapraklarına kadar geçen Peygamberimizin bir sözü... İslâmiyet, teslimiyetten ibârettir. Müslüman, Allah'a teslim olmuş, emrine münkad olan kimsedir. "Ne dersen, başım üzerin yâ Rabbi!" "Namaz kıl!" "Peki yâ Rabbi!" der. "İşim çok ama..." "Allahım dedi yâhu, işim çok olur mu?.." diye düşünür.

Allah ne kadar kolaylık göstermiş: "Yatarken kıl!" diyor, "Oturarak kıl!" diyor. Denizde gemin batmış, bir tahtaya tutunmuşsun, vakit de gelmiş... Namaz vakti geçiyor, ne yapalım şimdi orda?.. "Başınla kıl!" diyor. Elimizi kaldıramayız. Dilimizle "Allahu ekber!", başımızla "Allahu ekber!.. Semiallahu limen hamideh..." deriz, orda namazımızı kılarız. Ama kıbleye isabet etmiş, etmemiş; o Allah'ın takdirine kalmış. Yâni, namaz için hiç özür yok.

"Su bulamadım..." Teyemmüm et!.. Suyun bulunması da şart değil, bulunursa ne âlâ... "Kalkamıyorum ayağa..." Oturduğun yerde kıl!.. "Oturamıyorum da..." Yatıyorsan, yattığın yerde kıl!.. Allah-u Teâlâ çok kolaylıklar vermiş elhamdülillah... Yalnız namazı kılmak ve ona dönmek lâzım. Allah içi de, dışı da kendisine dönen, bahtiyar kullarının arasına cümlemizi kabul etsin...

348

Bak ne kadar acı aziz kardeş: Şimdi kıbleye dönmeden, bu tarafa namaz kılsak olur mu?.. "Olmaz!" Niçin olmuyor? Allah her tarafta Allah... Allah o yanda değil ki... Allah'a mekân yok. Allah, mekândan münezzeh değil mi?.. Münezzeh olunca, her yerde... Her yerde demek de hatalı olabilir. Yere sığmaz Allah, göğe sığmaz Allah... Yerin göğün sahibi... Fakat, bu kıbleyi emretmiş, "Kâbe'nin olduğu yere dönün!" demiş. Onun için oraya dönüyoruz. Allah, oraya dönün dediği için dönüyoruz.

Binâen aleyh, yüzümüz oraya ama, gönlümüzün de Allah'a dönmesi lâzım. Gönlümüz Allah'a dönmedikçe, cesedimizin dönmesi kâfî gelmiyor. Onun için,iç temizliği, dış temizliği dediği bu... Bedenini nasıl çeviriyorsan, gönlünü de öyle çevir!..

18. "İnsanın ruhunda olan marazlara da şifâ olur." Ruhum sıkılıyor, bunalıyorum, daralıyorum... Çeşitli haller... Bu neden oluyor? Ruhun sıkıntısı var. Onun için, Peygamberin kelâmına müracaat et!.. Salât ü selâmı çok oku!.. Hadislerini oku!.. Bak o hastalık senden nasıl gidiyor.

19. "Allah-u Teâlâ'ya ve Rasûlüne yol bulmağa sebep olur." Okuyoruz ve okudukça da bakıyoruz ki, hep söylenenler Peygamber'in sözü, hep doğru, hep hakîkat... Cenâb-ı Hak onun için, sırat-ı müstakîme cümlemizi nâil etsin inşaallah...

349

Ama şunu da tekrar ricâ edeceğim sizden:

(İhdinas sırâtal müstakîm) "Yâ Rabbi, ben senden doğru yolu istiyorum." O doğru yol, hangi yol?.. Ne bilelim şimdi, o doğru yolun hangi yol olduğunu... O yol, (Sırâtallezîne en'amte aleyhim) (Minen nebiyyîn, vessıddîkîn, veş şühedâi ves salihîn) Nebîlere, sıddıklara verdiğin yol yâ Rabbi... Nebîlerin yolu hangi yolsa, sıddıkların yolu hangi yolsa, ben senden o yolu istiyorum. Senin in'am ettiklerin ki, onlar peygamberler ve velîlerdir; onların yolunu istiyorum. Etti bir.

İkincisi de: (gayril mağdûb) Yâ Rabbi, aman ha gadabına uğrayan kullarının yolu olmasın... (veled dallîn) Dalâlette olan kullarının da yolu olmasın...

Şimdi insan o kadar kör ki... Sen deme ki, "Benim gözüm var, ben görüyorum." Bu göz her mahlûkatta var. Bu göze göz denmez, göz odur ki ibret ola onda... İbreti olmayan göz, sahibinin üzerinde düşmandır.

Bir göz ki, olmaya ibret nazarında,
Ol düşmanıdır sahibinin, baş üzerinde...

Ne güzel söylemiş bunu, Eşrefoğlu Rûmî Hazretleri... Sen bu göze göz mü diyeceksin?.. Bak kâinata, etrafa bak; bunların hepsi bizi Allah'a davet eder. Bir Allah'a doğru gitmeye sevkeder. E bunları göremezsek, o gözün, öteki hayvanın gözünden hiç farkı yoktur.

350

Halbuki, hiç bir hayvan yoktur ki, Allah demesin. Her mahlûkun Allah'ı zikri var. Her mahlûk kendi haliyle, diliyle Allah-u Teâlâ'yı zikreder. E bunun en eşrefi, en mükemmeli insan olan bizler Allah'ı zikredemezsek, bizden daha aşağısı olmaz o zaman...

O hayvanlığıyla Allah'ı zikrediyor da... Hattâ cekmâdât da öyle... O ağaçlar da öyle... Hepsinin Allah'ı zikri var. O senin çiçeklerin Allah demeden açar mı?.. Allah demeden, o meyvayı verir mi ağaç hiç?.. Hepsinin kendine göre bir lisân-ı hal ile zikri var; melekler gibi... E bunun en güzeli olan insan, Allah'tan gafil olursa, ondan daha acı bir şey yoktur. Allah kusurlarımızı affetsin... Tevfikatı samedâniyyesine mazhar etsin...

Elhamdü lillah şimdi bu kitabımızı bitirdik. Tekrarını yapmak, yine bitirmek isteriz; Cenâb-ı Hak onu da nasib etsin... Ve bu hususta ne kadar hatalarımız, kusurlarımız varsa, Cenâb-ı Hak hepimizi affetsin, mağfiret etsin... Niyetimizi de ahsen-i kabul ile kabul buyursun...

Allahümme innâ nes'elüke tamâmen ni'meh, ve devâmel âfiyeh, ve hüsnel hâtimeh...

351

Salât ü selâmla tamamlayalım:

"Allaaahümme salli alâââ... seyyidinâââ... muhammedinin nebiyyil ümmiyyi ve alâ... aaalihî, ve sahbihî ve sellim." (5 defa)

SAS'in menâkıbından birkaç tanesini daha söyleyeyim:

Rasûl-i Ekrem SAS Hazretlerinin peygamberliğine alâmet olmak üzere, sırtında güvercin yumurtası büyüklüğünde, et parçasından, üzerinde:

(Lâ ilâhe illallah, muhammeder rasûlüllah. Tabahbah yâ muhammed, haysü şi'te fe inneke mensûrun.) Bu yazılı olaraktan omuzlarında böyle bir levhaları vardı. Cenâb-ı Peygamber SAS Hazretleri, bunu gizlerlerdi.

Selmân-ı Fârisî RA Hazretleri, Acemistan'lı... Acemistan'lı olmakla beraber, kendisine genç yaşında din aşkı düşmüş. O zaman İslâmiyet'ten haberi yok... O zamanki papazlara müracaat etmiş, papazlardan hristiyanlık dinini öğrenmiş. Memleketindeki hristiyanlardan sonra, bizim Karahisar'a kadar gelmiş. O zaman buraları papaz dolu... Ordaki papazlardan hristiyanlığı öğreniyor.

Son papaz demiş ki, "Artık hristiyanlık bitti. Şimdi ahir zaman peygamberi dünyaya geldi." Papaz Selmân-ı Fârisî Hazretleri'ne telkin ediyor: "Şimdi ahir zaman peygamberi geldi, papazlarda iş kalmadı. Mümkün olursa git oraya, ondan müslümanlığı öğren!" "Ne bileyim ben, onun nasıl olduğunu?" Demiş ki, "O sadaka yemez; hediyeyi kabul eder ama, sadakayı kabul etmez. İkincisi, arkasında mühr-ü peygamberî vardır. Onu da görürsen, onun eteğine yapış!" demiş.

352

Şimdi Selmân-ı Fârisî, Acemistan'da ateşperest bir beyin evlâdı iken, iman aşkıyla babasından kalan bütün serveti terkederekten Arabistan'ın yolunu tutmuş. Derken Yahudilerin eline geçmiş. Yahudiler bunu esir etmişler, köle olarak kullanmışlar. Selmân-ı Fârisî, köle olmuş Yahudilere!.. Fakat, Medine'yi de bulmuş. Peygamber SAS de Medine'ye gelmiş, hicret etmiş. Yahudiler toplanmışlar, konuşuyorlar. Diyorlar: "Bu geldi Medine'ye; biz ne yapacağız şimdi?.."

Yahudiler konuşurlarken, bu da ağacın tepesinden onların hurmalarını toplayıveriyormuş. Dinlemiş. Peygamberin geldiğini duyunca, bir tabak hurma almış, götürmüş. "Yâ Rasûlallah, bu benim sadakamdır; buyurun alın!" demiş. "Biz sadakayı yemeyiz, ver fakirlere yesinler!" demişler. Şimdi oturmuş arkasına, "Acaba cübbesini arkasından atar da, görebilir miyim sırtını?" hevesinde... Peygamber SAS, anlamış onun niyetini, çıkarıvermiş. Çıkarınca sarılmış, "Lâ ilâhe illallah, muhammeder rasûlüllah" diyerek İslâmiyetle müşerref olmuş.

Selmân-ı Fârisî dedikleri Acemistan'lı... Fakat imanın aşkı, bakın insanları nasıl, nerelere kadar sevkediyor. Ne meşakkatler, ne müşkülâtlar görmüş. Köle olmuş, Yahudilerin elinde kimbilir ne kadar zaman, ne zahmetler çekmiştir.

353

Fakat şimdi müslüman oldu ama, yine Yahudinin elinde köle... Kurtulmak istiyor. "Yâ Selman! Seni nasıl kurtaralım?" Adam diyor ki, "Bana bir bahçe hurma yaparsanız, şu kadar da altın verirseniz; ben onu azad ederim o zaman..." Hemen Cenâb-ı Peygamber işaret buyuruyorlar, altını topluyorlar. Bahçeye de götürüp ağaçları dikiyorlar. Hurmalar da yeşeriveriyor. Yahudi de mecbur oluyor Selman'ı azad etmeğe...

Ondan sonra bir zaman geliyor, Rasûlüllah Efendimiz, (Selmânı fârisî minnî.) "Selmân-ı Fârisî, benim ehl-i beytimdendir." buyuruyor. Ne kadar büyük devlet!.. Taa Acemistan gibi bir diyardan çıksın da, Medine-i Münevvere gibi bir yere gelsin. Ne kadar uzak bir yol!.. Onu hep yayan yayan, köy köy, kasaba kasaba, gide gide... Biz otomobillerle gide gide bitiremedik o çölleri... O yayan yayan gitmiş, Rasûlüllahı bulmuş, ona iman ile müşerref olmuş. Allah şefaatlerine nâil etsin cümlemizi...

Derken Kureyş, yâni Mekke gâvurları durmuyorlar; "Medine'de İslâmlar çoğalacak, Peygamber SAS'in hakkından gelemeyeceğiz." diyerekten toplanıyorlar; Medîne üzerine hücûma geliyorlar. Sayıları da yirmibeş bine yakın... Birçok kabileleri de yanlarına toplamışlar, geliyorlar. Efendimiz müşavere ediyor: "Ne yapacağız? Azıcık insanlarız. Biz bu yirmibeşbin kişiyi nasıl hakedeceğiz biz?.. Ne yapalım, ne dersiniz?" Herkes bir şey söylüyor.

354

Selmân-ı Fârisî de diyor ki, "Yâ rasûlallah! Bizim memlekette böyle muharebe edilirken, düşman kalabalık olur da hakkından gelemezsek, hendek kazıyorduk. Biz de öyle hendek kazalım da --işte bu İstanbul surlarının da etrafında varmış ya hendekler-- karşılarına dikiliriz, o hendekten onları geçirmeyiz. Onlar da bıkarlar giderler." Peygamber SAS, muvafık görmüşler. Ashâb-ı Kirâm, başlamışlar hendekleri kazmaya...

Hendekler kazılıyor ama, hep aç... Yalnız, düşmanın tehlikesini önlemek için, açlığa kimse bakmıyor; mütemâdiyen çalışıyorlar. Toprakları atmağa, hendeği kazmaya devam ediyorlar.

Câbir RA, demiş ki hanımına: "Yâ hanım! Rasûlüllah üç gündür aç... Ashab da aç... Fakat, hepsini doyurmağa gücümüz yetmez. --Üçyüz küsur insanmış çalışan.-- Şu keçiyi keselim, biraz da çorba pişirelim. Hiç olmazsa Rasûlüllahı, birkaç da arkadaşını çağıralım; onlara biraz yardımımız olsun." demiş. Hanımı "Pekâlâ" demiş. Hemen pişiriyorlar.

Câbir geliyor, "Ya Rasûlallah! Üç gündür çalışıyorsunuz, açsınız biliyoruz. İşte şöyle böyle... Buyurun da iki lokma bizde yiyelim!" diyor. Rasûl-i Ekrem hiç yalnız gider mi?.. "Buyurun yâ cemaat! Bakın, Câbir bizi çağırıyormuş!.." diyerekten bütün cemaati arkasına takıp, gidiyor Câbir'in evine... Hanım şaşırıyor, Câbir'in de ödü kopuyor; hepsi şaşırıyorlar, "Bunları nasıl doyuracağız?" diyerekten... SAS diyor ki, "Yalnız, siz tencerelere el vurmayın! Ekmeğe de el vurmayın, ben dağıtacağım!.." diyor. O bir sofralık, âzâmî on kişilik hazırlanan bir yemek, üçyüz insana yetiyor, artıyor ve diyor ki: "Artık, bunları da mahallenizdeki fukaralara dağıtın!.." Allah, şefaatlerine nâil etsin cümlemizi...

355

Oku hâfız efendi, bir aşr!..

........................

Selmân-ı Fârisî Hazretleri'nin bir hikâyesini daha nakledeyim:

Selmân-ı Fârisî, müslüman olduktan sonra İslâmiyet gelişti, Bağdad'a da vali oldu. Bağdad'a vali olduğu vakitte, --Çok dikkate şâyandır bunlar... Allah hepimize, bunları taklid edebilmek nasîb etsin...-- kendisine o zamanın evlerinden bir ev tahsis etmişler. "Burası bizim vali konağımız efendim, burda idare edersiniz işleri!" demişler. Demiş ki, "Ben öyle büyük ev istemem. Benim yatacağım bir odacık bana kâfî!" Derken, bir ağacın altında, cübbesinin yarısı altında, yarısı üstünde yatıyor Bağdad'ın valisi... Valiliği esnasındaki hayatı da böyle idi. Allah şefaatlerine cümlemizi nâil etsin...

Buyurun hâfız efendi!..

.........................

Buyurun!.. (Dua etmesi için misafire söyledi.)

(Misâfirin duası:)

"Allahümme innâ nes'elüke mûcibâti rahmetik... Ve azâimi mağfiretik... Vel ganîmete min külli birr... Ves selâmete min külli ism... Vel fevze bil cenneh... Ven necâte minen nâr..."

356

"Allahümme lâ teda'lenâ zenben illâ gafarte... Velâ hemmen illâ ferrecte... Velâ deynen illâ kadayte... Velâ merîdan illâ şefeyte... Velâ dâllen illâ hedeyte... Velâ hâceten min havâicid dünyâ vel âhireti leke fîhâ ridan ve lenâ fîhâ salâh... illâ kadaytehâ yâ erhamer rahimîn..."

"Allahümme innâ nes'elüke min hayri mâ seeleke bihî abdüke ve rasûlüke nebiyyinâ muhammedin SAS, ve ibâdükes sâlihûn. Ve eûzü bike min şerrin mestâzeke minhü abdüke ve rasûlüke nebiyyinâ muhammedin SAS ve ibâdükes sâlihûn."

"Allahümme innâ nes'elükel hüdâ... vet tuka... Vel hasenete vel gınâ... Allahümme innâ nes'elüke min külli hemmin ferac... ve min külli gayzin mahrecâ... Ve min külli belâin âfiyeh... "

"Allahhümmensur dîneke ve ehli kelimetik... Allahümme mâ kadayte min kadain fec'al akıbetehû ilel ..... ve raşedâ... "

"Allahümme ethir kulûbünâ, vağfir zünûbünâ, vestur uyûbenâ... Allahümme edhilnel cennete birahmetike yâ erhamer râhimîn."

"Allahümme innâ nes'elükel cennete ve naîmühâ... Ve neûzü bike minen nâri ve ........"

357

"Allahümme innâ nes'elüke min hayri mâ ta'lem... Ve neûzü bike min şerri mâ ta'lem... Ve nestağfiruke limâ ta'lem..."

"Allahümme ....................... Birahmetike yâ erhamer rahimîn."

"Allahümme innâ nes'elüke ridake vel cenneh... Ve nûzü bike min sıhatike ven nâr..."

"Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ abdike ve rasûlike nebiyyinâ muhammed... Ve alâ âlihî ve sahbihi ve selleme teslîmen kesîrâ..."

"Sübhâne rabbike rabbil izzeti ammâ yesifûn... Ve selâmün alel mürselîn... Vel hamdü lillâhi rabbil âlemîn..."

"Rabbenâ tekabbel minnâ inneke entes semîul alîm... Ve tüb aleynâ inneke entet tevvâbür rahîm..."

"Ve sallahü ve selleme alâ seyyidinâ muhammed... Ve alâ âlihî ve sahbihî ecmaîn..."

(Mehmed Zâhid Kotku Hazretleri'nin duası:)

Yâ Rabb, okumuş olduğumuz hatm-i şeriften ve dersimizden, mütalâa ettiğimiz Râmuz hadislerinden hâsıl olan ecr ü mesûbâtı, sevgili Peygamberimiz SAS Efendimiz Hazretlerinin ve bilcümle peygamberân-ı izâm hazerâtının; evlâd, ezvâc, eshâb ve etba'larının; ve bu ana kadar geçmiş olan bilcümle mü'minûn ü mü'minât ve meşâyîh-i izâm hazerâtının ruhlarıyla berâber, Hâlid ibni Zeyd Ebâ Eyyûb el-Ensârî Hazretleri'nin ruhu ile bilcümle Ashâb-ı Güzîn rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecmaîn Hazretlerinin ruhlarına; selâtîn-i mâzıyyenin ruhlarıyla birlikte, İskender Paşa'nın ruhu ile bil'umum ashâb-ı hayrâtın da ruhlarına; bâhusus hâzırûn ve cemaat kardaşlarımızın da geçmişlerimizin ruhlarıyla birlikte, camimizin etrafında yatan mü'minlerin de ruhlarına ayrı ayrı hediyye eyledik, Mevlâ vâsıl eyleye...

358

Cümlesinin ruhlarını mesrûr... kabirlerini pürnûr... makamlarını âlî... derecelerini yüksek eyleyip, seyyiâtlarını da hasenâta tebdil eyle yâ Rabbi...

Bizler dahi onlar gibi bu dâr-ı dünyâdan göç vakti gelince, cümlemize az ağrı, âsân ölüm, kâmil bir iman ile ve buyurun "Eşhedü enlâ ilâhe illallah, ve eşhedü enne muhammeden abdühü ve rasûlüh." kelime-i tayyibe-i münciyesini de cân ü yürekten söyleye söyleye çene kapayıp göz yummayı, Mevlâ cümle Ümmet-i Muhammed'e, bizlere de nasîb ü müyesser eyleye...

Allahümmec'alnâ minet tevvâbîn... Vec'alnâ minel mütetahhirîn... Vec'alnâ min ibâdikes sâlihîn... Vec'alnâ minellezîne lâ havfün aleyhim velâ hüm yahzenûn.

Allahümmec'alnâ min indik... Ve efid aleynâ min fadlik... Ve esbiğ aleynâ min rahmetik... Ve enzil aleynâ min berekâtik...

Allahümme innâ nes'elüke îmânen yübâşiru kulûbenâ... Ve îmânen dâimen ve kâmilen... Ve kalben hâşian ve şâkiren... Ve lisânen sâdıkan ve zâkiren... Ve dînen kayyimen... Ve ilmen nâfian... Ve rizkan vâsian... Ve amelen makbûlen... Ve ticâreten lentebûr...

359

Allahümme ahsin akıbetenâ fil umûri küllihâ... Ve ecirnâ min hızyid dünyâ ve azâbil âhireh...

Allahümmerhamnâ bi terkil meâsî, ebeden mâ ebkaytenâ...

Rabbenâ âtinâ fiddünyâ haseneten, ve fil âhireti haseneh, ve kınâ azâben nâr... Ve edhilnel cennete meal ebrâr... Birahmetike yâ azîzü yâ gaffâr...

Allahümme yâ mukallibel kulûb, sebbit kulûbenâ alâ dînik... Allahümme yâ musarrifel kulûb, sarrif kulûbenâ alâ tâatik... Allahümme yâ muhavvilel havli vel ahvâl, havvil hâlenâ ilâ ahsenil hâl...

Allahümme yâ hafiyyel evtâd, neccinâ mimmâ nehâf... Allahümme yâ hafiyyel evtâd, neccinâ mimmâ nehâf... Allahümme yâ hafiyyel evtâd, neccinâ mimmâ nehâf...

(Başka bir misafir dua etti:)

"Allahümme ...... ve gadabeke annâ... Velâ tusallit aleynâ bizünûbünâ men lâ yehafuke velâ yerhamünâ... "

"Allahümme lâ teda'lenâ zenben illâ gafarte... Velâ ayben illâ seterte... Velâ hemmen illâ ferracte... Velâ merîdan illâ şefeyte... Velâ deynen illâ kadayte... Velâ hâceten min havâicid dünyâ vel âhireti lenâ fîhâ salâh ve leke fîhâ ridan... illâ kadaytehâ yâ erhamer rahimîn..."

360
361 ilâ 380. sayfalar
©2024 Kotku Enstitüsü v2.8.2