Onlar zaman-ı saadette yaşadılar. O mübarek vech-i saadet'i görmekle müşerref oldular... Emirlerini tuttular, yasaklarından kaçtılar... Bir tanesini söyleyeyim: İçki haram oldu, içki yasak oldu... İçkinin yasaklığı üç devir geçirdikten sonra, üçüncü devirde haram-ı kat'î ile içki haram oldu.
(Yâ eyyühellezine âmenû, innemel hamru vel meysirü, vel ensabü ve ezlâmü ricsün min ameliş şeytân...) (Maide: 90) diyerekten ayet nazil oldu. Hatırımda yok sahabenin ismi, ilan ettirdi bu yasağı... Adam da ilan etti; "Yasak oldu, içki!" diyerekten...
Önceden içki yasak olmadığından, bizim evlerde kışlık kavurmalar sakladığımız gibi, yahut şunu bunu sakladığımız gibi; onlar da bütün senelik içkilerini küpleri varmış, küplerinde saklarlarmış...
"Medine-i Münevvere'nin sokakları sel gibi oldu" diyorlar. O küplerin hepsi kırıldı, döküldü. Herkes içkisini sokaklara döktü... Ne var?.. Rasûlüllah'ın emri geldi. Allah'ın emri geldi, Rasûlüllah ilân etti. Emre ittiba... Kimsenin evinde içki kalmadı. Ne polis var, ne jandarma var, ne takipçi var, ne şu var, ne bu var... Yalnız Rasûlüllah'ın bir emri.var..
Peygamber SAS' in nüfuzu ne kadar tesirli idi. Ama bu, Allahu Teâlâ'nın bir lütfudur yani... Binaen aleyh herhangi bir mü'min ki, muvahhid ki, Rasûlüllah Aleyhisselâm'a uyar; onun da sözü aynı şekilde tesir eder. Uymadıktan sonra, bülbül gibi söylenirsin durursun, fakat bir tesiri olmaz.
520/4 (Kâne şeybühû nahve ışrîne şa'reh.) Mübarek SAS Hazretleri'nin sakallarında ancak yirmi kadar beyaz kıl varmış. Saymışlar demek ki... Bazıları 19 diyor, bazıları 21 diyorlar.
520/5 Mübarek başları, elleri ve ayakları etli idi.
521/1 (Kâne fî kelâmihî tertîlü ev tersil.) Mübarek SAS Hazretleri konuşurken tek, tek konuşurmuş; dura dura, ağır ağır... Ki, herkes onu anlasın. Bazan icab ederse, sözünü üç defaya kadar tekrar ederlermiş. Fakat bu Rasûlüllah SAS'e mahsustur. Başkalarının böyle tekrarlaması hoş olmuyor.
521/2 (Kâne kesîrel arak.) Çok terlerlerdi. Fakat terleri miskten daha güzel kokulu idi. Misk kokusundan daha alâ kokardı, mübarek vücudlarından çıkan terleri... Hatta bazı kimseler, mübarek terlerini bardakta veyahut şişelere alıp, uzun müddet saklamışlar da, koku üzerinden kat'iyyen gitmemiş.
521/3 (Kâne kesîra şaaril lihyeh.) Sakalı da çok idi, bol idi, kesîr idi.
521/4 (Kâne kelâmühü kelâmen faslen yefhemühû küllü men yüsmeuhû.) O kadar güzel konuşurlardı ki, her işiten onun ne demek istediğini güzel anlardı. Açık konuşuyordu yani... Çok açık ve çok güzel konuşuyor. O güzelliğiyle beraber, (faslen) ağır ağır, ayıra ayıra konuşuyor; her işiten onun ne demek istediğini pek güzel anlıyordu.
521/5 (Kâne vechühû misleş şemsi vel kamer) Onun mübarek yüzleri, sanki güneş ve ay gibi idi... Tasvir çok hoş... Tabii güneş değil, ay da değil ama, güneş ve ay gibi parlak idi. (ve kâne müstediren.) Yüzleri de uzun değil, müdevver (yuvarlak) idi. Müslim'in rivayeti...
521/6 (Kâne ehabbül elvânü ileyhi elhudrah.) Renklerin en çok yeşilini severlerdi.
521/7 (Kâne ebğazul hulki ileyh, el kezib.) Huyların içinde en sevmediği huy yalancılık idi. En sevmediği kötü huy yalan söyleyebilmek... Onun için, bazı insanlar gelirdi. "Bende şu gibi, şu gibi kabahatler var; Müslüman olacağım ama, bu gibi işleri de işliyorum ben..." Kimisi içki içermiş, kimisi başka yaramazlıklar yaparmış. Dermiş: "Yalanı terket, kafi!.." Çünkü yalanı bıraktıktan sonra, tabii diğer şeyleri de, şunu yaptım diyerekten söylemek mecburiyetinde kalacak; o zaman da işine gelmiyor, olmuyor. Yalanı terketmekle bütün günahlardan kurtulur. Yalan çok fena bir şey...
521/8 (Kâne ehabbüt temri ileyh, el'acveh.) İleride medholunduğu gibi, cüzzam hastalığına iyi gelen hurma, "acve" dedikleri hurmadır. Giderseniz unutmayın, sorun; "Bu acve hurmasından istiyorum!" diyerekten... Galiba biraz ufak oluyor. Onu çok severlermiş.
521/9 (Kâne ehabbüs siyâbü ileyhi el kamîs.) Esvablardan da kâmis dedikleri gömleği severlermiş. Eskiden hepimizin giydiği gömlekler vardı ya, uzun uzun; o gömleği pek severlermiş, Cenab-ı Peygamber SAS... Halbuki bugün onların yerini --Atlet mi diyorlar onlara?--atletler tuttu. Adı da işe yaramaz, adı da bizim ad değil. Biz çok acaib bir şey olmuşuz. Şu üzerimizde giydiğimiz şapka, bir... Altında ceket, iki... Altında yelek, üç... Altında pantolon, dört.... Altındaki potin, beş... İçine giydiğimiz kilot dediğimiz, altı... İşte üste giydiğimiz atlet, yedi... Frenk gömleği, adı üstünde sekiz... Kravat dokuz... Daha neleri var kim bilir?.. Bunların hepsi gâvurların malı... Kendimizin bir adı var mı bunların?.. Biz de eskiden işte şalvar derdik; o bizimdi gitti... Pabuç derdik; o da gitti... Allah kusurlarımızı affetsin...
521/10 (Kâne ehabbüş şâtü ileyh, mukaddemehâ.) Koyun etinin en çok sevdiği yer, boyun kısmı imiş... Şimdi bakın ne acı: Yahudiler önünü yer, arkasını bize satarlar... Yahudi koyunun önünü yer, arkasını da bizim kasaplara verir; biz alırız. Yahudi ona riayet ediyor. Biz arkası daha etli, bol etli diyerekten, oraya itibar ediyoruz. Halbuki, Cenâb-ı Peygamber Efendimiz, ön tarafını severlermiş.
521/13 (Kâne ehabbüd dînü ileyh, mâ dâveme aleyhi sahibuhû.) Buhârî ile İbn-i Mâce'nin Hazret-i Aişe'den rivayetinde: Allah'a kulluk yolları var ya çeşitli; tesbih çekilir, namaz kılınır, oruç tutulur... İşte herkesin ayrı ayrı bir virdleri vardır. Fakat bu gün meselâ alırsın eline kitabı, beş cüz, on cüz okursun... Alırsın bir evradın vardır, okursun... Alırsın bir tesbihin vardır, çekersin. Fakat yarın yok!.. Olmaz. Devamlı olan hangisi ise, makbul olan odur. Bir cüz oku, her gün oku. Bin tesbih çekeceğine, yüz tesbih çek, her gün çek! Bin tesbihi bugün çekip de yarın bırakacaksan, olmaz... Onbin çekeceksin bugün, üç gün sonra bırakacaksın; olmaz. Her gün devam edeceksin.
Onun için, ona ibadetlerin en sevgilisi, sahibinin ona devam ettiği ibadet idi. Bugün yapmış, yarın bırakmış; olmaz. Bugün zengin, çok para kazanmış ama, üç gün sonra iflâs etmiş; neye yaradı o?.. Hiç bir şeye yaramadı. Ona benzer.
521/14 (Kâne ehabbür reyâhini ileyh, elfâğiyeh.) Kına çiçeği dedikleri kokuyu pek severlermiş.
521/15 (Kâne ehabbüş şer‹bi ileyh, elhulvel bârid.) Soğuk ve tatlı şerbeti pek severlermiş.
521/16 (Kâne ehabbüş şerâbi ileyh, elleben.) Sütü de çok severlermiş.
521/17 (Kâne ehabbüş şerâbi ileyh, el'asel) Bal şerbetini de çok severlermiş.
Hadi bir salevat okuyalım:
"Allaaahümme salli alâââ seyyîdinaaa, muhammedinin nebiyyil ümmiyyi ve alâ... Aaalihiii ve sahbihiii ve sellim." (3 defa)
SAS Hazretleri'nin yere bakışları, semâya bakışlarından daha fazla imiş ki, bu insanları tefekküre sevkeder. Çok düşünürler ve her rast geldiğine evvelâ selâm verirlermiş. O selâm versin de ben alayım, demezlermiş. (evvelâ yebdeü men lekiyehû bisselâm) Rast geldiği adama evvelâ "esselâmü aleyküm" ü Rasûlüllah SAS söylerlermiş.
521/21 (Kâne ehabbüt taâmü ileyh, esserîd, minel hubz) En çok sevdikleri yemek de, et suyundan yapılmış tirid dedikleri yemekmiş. Bazen de, "Suyunu çok koyun da, komşulara da verin, isteyenlere de verin!" derlermiş. Misafir gelirse o da onunla karnını doyurabilir. Allah bizi affetsin... Evvelâ çorba olacak, arkasından bir etli olacak, arkasından işte bir zeytinyağlı olacak, arkasından bilmem ne olacak... Pilav da yanı başında bulunacak... Arkasından da tatlısı olacak... Onun için böyle nefislerin hakkından gelmek mümkün olur mu hiç?..
(ves serîd, minel hays.) Bir de hurmayı yağla karıştırıp, nasıl yapıyorlarsa işte, bizim keşkek dediğimiz gibi mi neyse, ona benzer bir yemek varmış; onu da çok severlermiş.
521/22 (Kâne ehabbül amelü ileyh, mâ dûvime aleyh) İşlerin, amellerin ona en sevgilisi, devam olunanı imiş. Bir şeye söz verdin mi, o faziletleri kazanmak için ona devam etmek lâzım. Bugün yapıp da yarın bırakmak, olmaz. Devam edeceksin, ölünceye kadar... (ve in kalle) Az olsa dahi, devamlı olacak.
521/23 (Kâne ehabbül fâkihetü ileyh, errutab.) Meyvalardan en çok sevdikleri de, yaş ve taze hurma imiş.
521/24 (Kâne ehabbül lahmi ileyh, elketif.) Etlerin en iyisi, kol etlerini severlermiş. Allah şefaatlerine nail etsin inşaallah...
Şimdi, evvelki gün bir Amerikalı efendi geldi. Amerikan Yahudisi yani. Amerikalı Yahudi... Hollanda'ya gitmiş. Orda Peygamber SAS'in hayatını anlatan, siyer dedikleri kitap okunuyormuş bir yerde... Dinlemiş Peygamberimiz'in hallerini, içinden iman neşesi doğmuş ve müslüman olmuş. Kendisi Amerika'daki bir fakültenin hocası, müderrisi... Kalkmış Mekke'ye gitmiş, hacılık vazifesiyle... Orda da üç sene ikamet etmiş. Arapçayı öğrenmiş, güzelce... Müslümanlığın bilinmesi lâzım olan şeylerini öğrenmiş, ordan gitmiş Acemistan'a... Orda bir şeyh efendi bulmuş; --resmini de gösterdi-- ona da intisab etmiş. Buraya geldi, işte bir kaç gün de burada misafir oldu. Cemaat tanırlar. Burdan da gitti memleketi olan Amerika'ya...
Bugün de şimdi göreceksiniz iki tane İngiliz kardaş geldi. Aslen İngilizler, müslümanlıkla müşerref olmuşlar, müslümanlığı benimsemişler. Bir tanesi güzel Arapça biliyor. Şimdi konuşacaklar aramızda, dinleyeceksiniz.
Bu suretle de, bize örnek oluyorlar. Taa Londra'dan çıkmış buraya gelmişler. Burda bize kendilerini göstererekten "Bak biz müslüman olduk geldik; siz de müslümansınız amma, yerinizde oturuyorsunuz... Yerinizden kımıldamıyorsunuz. Başka müslümanlara faydalı olmağa çalışmıyorsunuz. Servetiniz de var, her şeyiniz de var amma, yanınızdaki komşuya da söylemiyorsunuz. Evinizdeki çoluk çocuğa da söylemiyorsunuz. Bir alem... Biz bak taa ordan geldik buraya. Şimdi size nasihatlar edeceğiz. Sizi teşvik edeceğiz." diyecekler bize. Her halde bir şeyler diyecekler. "Biz de azıcık konuşalım!" diyerekten müsaade istediler. Biz de onun için bugün dersimizi biraz kısa kesiyoruz. Allah affetsin kusurlarımızı...
Amerika'dan geliyor, İngiltere'den geliyor, Almanya'dan geliyor, İslâmiyet nimeti ile müşerref oluyor, elhamdü lillâh... Cenâb-ı Hak cümlemizi de daim etsin...
Bize miras olarak geldi tabii; anamızdan, babamızdan... Elhamdü lillâh, rahat rahat zorlanmadan bulduk. Okuttular da, öğrendik de... İşte camilerimiz var, ezanlarımız var... Londra'da nerden bulacaksın camiyi, Amerika'da nerden bulacaksın camiyi, nerden bulacaksın müslümanı?.. Ne kadar zor!.. Orda müslüman olmak, onun için çok üstün olur. Allah affetsin... Onları da bizi de bu Rasûl-i Ekrem SAS'in şefaatine mazhar etsin...
O cennete girmek için çok şey yapmışlar. İmam-ı A'zam demiş ki; "Cennete en sonra keşke ben girebilsem!" demiş. "En sonra gireceklerin sonuncusu keşke ben olabilsem!" demiş. Kolay bir şey değil yani... Ama Allah'ın rahmeti bol da ona güveniyoruz. Allah bizi affetsin de, ilk girenlerle girmek nasib etsin cennete...
Yine tekrar edelim:
Müslümanlık, (İnnemel mü'minine ihvetün) bir kardeşliktir; iki değil. Hepimiz Allah-u Teâlâ'nın fermanı üzerine kardeşiz. Binaen aleyh, cennete ancak müslümanlar-mü'minler girecek!.. Birbirlerini sevmeyenler de mü'min olamayacak!.. Onun için birbirimizin hatalarıyla, kusurlarıyla meşgul olmaktansa, kendi kusurlarımızı tasfiye edebilmek, büyük nimettir. Binaen aleyh, kardeşlerimizin kusurlarını görmektense, kendi kusurlarımızla meşgul olalım... Onları tasfiye edebilirsek ne mutlu bize... Onlar için de --hata görüyorsak-- "Yâ Rabbî, bunu da bu hatadan sen kurtar!" diyerekten dua etmek üzerimize borçtur.
Allah cümlemize tevfikat-ı samadâniyyesini refik eylesin de, hakîkî müslümanların zümresine cümlemizi ilhak etsin... Ve son nefesimizde de, "Lâ ilâhe illallah, muhammedür resulüllah" diyerekten hatm-i enfâs eylemek nasîb ü müyesser eylesin...
Salât-ü selâmımızla bitirelim:
"Allaaahümme salli alâââ seyyîdinâââ, muhammedinin nebiyyil ümmiyyi ve alâ... Aaalihiii ve sahbihiii ve sellim." (3 defa)
Sübhâne rabbike rabbil izzeti ammâ yesifûn... Ve selâmün alel mürselîn... Velhamdü lillâhi rabbil alemîn...
Hadis-i şeriflerin sayısı, 6295 hadis okumuşuz elhamdü lillâh. Bundan sonra Efendimiz Hazretleri'nin hakkında da 698 tane hadis okuyacağız. Allah tevfikini refik etsin... Cümlemizi sevdiği kullarının arasına kabul buyursun inşaallah...
El-Fâtiha!..
II. DERS
9 Mayıs 1975
İskenderpaşa Camii
Râmûzül Ehâdîs Dersi
Sayfa: 550/2 - 552/7
Euzü billâhi mineş şeytanir racîm.
Bismillâhir rahmanir rahîm...
Elhamdü lillâhi rabbil alemîn...Vel akıbetü lil müttakîn...Vessalâtü, vesselâmü alâ seyyidinâ Muhammedin ve âlihi ve sahbihi ecmaîn...
İ'lemû eyyühel ihvân... Enne efdalel kitabü kitâbullah, ve enne efdalel hedyi hedyü muhammedin sallallahu aleyhi ve sellem... Ve şerrel umûri muhdesâtüha...Ve külle muhdesün bid'ah... Ve külle bid'atün dalâleh... Ve külle dalâletün fin nâr... Ve bissenedil muttasili ilen nebiyyi sallallahu aleyhi ve selleme ennehû kaal:
550/2 (Kâne yebdeu bişşerab, izâ kâne sâimen ve kâne lâ yaubbü yeşrabü merreteyn, ev selâsen.) (Revâhüt tâberânî an ümmü seleme.)
Beraber bir salâtü selâm okuyalım:
"Allaaahümme salli alâ seyyîdinâ muhammedin ve alâ âli seyyidinâ muhammed. Kemâ sallayte, alâ ibrâhime, ve alâ âli ibrâhime, inneke hamîdün mecîd... Allahümme bârik, alâ muhammedin ve alâ âli muhammedin kemâ bârekte, alâ ibrâhim, ve alâ âli ibrâhime inneke hamîdün mecîd."
Efendimiz SAS, oruçlu oldukları vakit, oruçlarını su ile bozarlarmış; ve o suyu içerken de, iki veyahut da üç yudumda içerlermiş... Bir bardak suyu iki veya üç yudumda içerlermiş, birden içmezlermiş.
Halbuki Arabistan'da yüreği yanınca insanın, su da eline geçince, birden içiverir; öyle yapmamışlar. Birden içmek de dalak hastalığına sebep olur, diyorlar.
550/3 (Kâne yebdeü izâ eftara bittemr.) Yine iftar ettikleri vakitte, bazen kuru hurma ile --her mevsim yaş hurma bulunmaz-- iftar ederlermiş.
550/4 (Kâne yebdû ilettelâ'.) Yağmurun yağdığı vakitte seller gelir, o seller geldiği vakitte vadiye, çöllere çıkarlarmış; o suyun akışını seyredip yıkanmak, temizlenmek üzere... Cemaate de, "Buyurun, gidelim!" derlermiş. Cemaati de yanlarında götürürlermiş.
Bir sefer yine çok yağmur yağmış. O zamandan Medine'de adet kalmış. Hepsi birden suların aktığı yerlere gider, orda sıcak mevsimlerde yıkanırlarmış.
550/5 (Kâne yeb'asü ilel metahir, feyü'tâ bilmâi feyeşrabehû yercû berekete eydil müslimîn.) Tabii su, bizim memleketlerdeki gibi çeşmelerden akmıyor da, suların biriktiği yerlere oraya mahsus su getirmek için adamlar yollarmış. "Gidin, bana ordan su getirin!" diyerekten...
Bir de herkesin eli değermiş o suya... Herkes elini sokup da ordan su alıyor... Ordan, müslümanların ellerinden bereket umaraktan --başka su var ama-- o sudan da aldırırlarmış. Halbuki biz, oraya gelip de elleri suya giriyor diye, o suyu dolduranlara kızarız; ayıplarız onları...
550/6 (Kâne yebîtül leyâlî, elmütetâbiate tâviyen, ve ehlihû lâ yecidûne aşâen ve kâne ekseru hubzihim hubzeş şaîr.) Ahmed ibn-i Hanbel'in, Tirmizî'nin, İbn-i Mâce'nin Hazret-i İbn-i Abbas'tan rivayeti...
Efendimiz SAS mütetabiaten, birbiri üzerine böyle bir kaç gün, aç olaraktan yatarlarmış... Akşam iftar edecek bir şey bulamıyorlar, aç yatıyorlar ve ertesi günün orucunu da yine tutuyorlar. (ve ehlihû) Ailesi de öyle... (lâ yecidûne aşâ') Akşam yemeği bulamıyorlar.
(ve kâne ekserü hubzühüm hubzeş şaîr.) Ekseriya yedikleri de, arpa ekmeği imiş. Arpa ekmeği yani...
550/8 (Kâne yettebiül harir, mines siyâb, feyenziahû.) Bazı esvablar gelir, onların üzerinde çizgi çizgi ipekler bulunur. Karışık bir kumaş, içerisinde ipekler var... O ipekleri böyle söker, çıkarırmış arasından...
550/9 (Kâne yettebiut tıybe fî ribaun nisâ') Hanımların evlerine gittikleri vakitte, onların koku kaplarını araştırırmış. O kokulardan alıp sürünmek için...
550/10 (Kâne yetebevveü libevlihî kemâ yetebevveü limenzilihî.)
O zaman bizim yüznumaralarımız gibi yüznumaralar yok... Medine-i Münevvere'de adet olmamış öyle bir şey... Herkes def'-i hâcet için dışarılara gider, boşluk yerlerde hâcetini görürdü. Evlerin içinde böyle bir şey bulunmazdı.
SAS'in idrarını yapması için, içerde bir kap bulundururlarmış. Gece vakti idrarı geldiği vakitte ona yaparmış.
550/11 (Kâne yeteharrâ sıyâmel isneyn vel hamîs.) Pazartesiyi, perşembeyi de arar dururmuş; "Ne zaman pazartesi gelecek, ne zaman perşembe gelecek ki, oruç tutayım!" diyerekten...
Oruç tutması için, pazartesi ve perşembe günlerini gözlermiş; "Pazartesi gelse de oruç tutsam, perşembe gelse de oruç tutsam"diyerekten...
550/12 (Kâne yetehattemü fî yemînihî.) Ekseriyetle yüzüklerini sağ elinde bulundururlarmış.
550/13 (Kâne yetehattemü fî yesârihî.) Bazen de yüzüklerini sol elinin parmağına takarlarmış.
550/14 (Kâne yetehattemü fî yemînihî, sümme havvelehû fî yesârihî.) Yüzüğünü evvelâ sağına takıyor, sonra çevirip soluna takıyormuş. İki tarafa da takmanın cevazına işaret...
550/15 (Kâne yetehattemü bil fiddah.) Yüzükleri de gümüşten imiş. Evvelâ bir zaman altın takmışlar da, sonra haram olduğunu beyan ederek, terketmişlerdir. Gümüş yüzük kullanırlarmış.
550/16 (Kâne yetehallefüüü fil mesîri feyüzcad daîfe ve yerdifü ve yedû lehüm.) Cemaatle bir yere giderken, daima kendileri geride kalırmış ki, geride kalanları ileriye sevketsin. Zaif, yürüyemeyen insanlar olurmuş; onları ileriye doğru yetiştirmek için, kendisi daimâ geride kalırlarmış.
Zaten her yere giderken de, kendisi önde gidip de, arkasından adam istemezmiş. O büyüklük oluyor ya, öteki büyükler gidiyorlar; arkadan da talebesi gidiyor. Bunu yapmazlarmış. "Siz önden gidin ben arkadan geleyim!" dermiş.
550/17 (Kâne yeteavvezü min cehdil belâi ve derkiş şeka', ve sûil kadai ve şemâtetil a'dâ'.) Cenab-ı Hakk'a sığınırlarmış; "Ansızın gelecek belâlardan, şekavetlerden, su-i kazalardan, müslümanların düşmanlarının sevineceği bazı felaketlerden yâ Rabbî sana sığınırım; onlardan beni muhafaza et!.." diyerekten...
551/1 (Kâne yeteavvezü min hamsin) Bu şeyden de yine Cenab-ı Hakka sığınırlarmış:
1. (minel cübün) Korkaklıktan... Korkaklık iyi bir şey değil...
2. (vel buhl) Sıkılıktan.
3. (ve sûil umr) Kötü bir ömür olur, insan yaşar ama, rahat yaşayamaz. Sıkıntılar içerisinde, ölümü arar bazen insan... Ondan Cenab-ı Hakka sığınırlarmış.
4. (ve fitnetis sadr) Göğüs hastalıklarından... Aynı zamanda insanların içerisinde bazı pis kuruntular olur, ötekini berikini çekemez... filan. Gıll ü guş diyor onlardan ve hasedden de Cenab-ı Hakka sığınırmış.
5. (ve azâbil kabri.) Birisi de kabir azabından Cenab-ı Hakk'a sığınırlarmış.
Tabii, kabri biz görmedik, oraya koyuyoruz ölüyü dönüyoruz. Ne olduğunu ona sormak lazım, bizim bir şeyden haberimiz olmuyor. Ama SAS Hazretlerinin her şeyden haberi olduğu için, bize haber veriyor ki, "Azab-ı kabir hakdır!.."
Oraya gireceksiniz. Can çıkmıştır ama, vursalar iğneyi sesin çıkmaz ama o alem, bu alemin hesabıyla ölçülmez. Burda iğneyi batırırsın, anlamaz; ateşe atarsın anlamaz; kesersin, anlamaz. Meselâ --Ne diyorlar doktorlar ona?-- otopsi yapıyorlar, kesiyorlar, parçalıyorlar; onun hiç haberi olmuyor orda... Ama, sormalı bakalım haberi mi olmuyor, yoksa hareketi mi olmuyor?..
O azab-ı kabir ayrı bir şey, Allah esirgeye... O imansız gidenler için ebediyyen felaket yeri!.. İmansız gitti miydi, her sabah her akşam cehennemdeki yeri gösterilecek kendisine... "İşte senin kazandığın yer burası!.." diyecekler. Onu görmesi zaten yetiyor adama... Onu görmesi yetecek.
Mümin olarak iman ile gittiyse, ona da cennetteki yeri "İşte senin yerin de burasıdır!" diye gösterilecek. O da sevinç içerisinde "Oh yâ Rabbi! Çok şükür, burasını kazanabildim!" diyerekten...
Bu beş şeyden sığınırmış. Allah cümlemizi muhafaza eylesin, bu kötü şeylerin hepsinden...
551/2 (Kâne yeteavvezü minel cân) Cinnîlerin şerrinden de Cenâb-ı Hakka sığınırlarmış.
Biz de şimdi bugün, cinniye inanmayan bir güruh da var... Halbuki mesela, şu mikrobu biz görüyor muyuz?.. Hiç birimiz görmüyoruz mikrobu... Doktor diyor ki, "Mikrop vardır." Nerden görüyorlar?.. İşte aletlerle görüyoruz diyor, bir şeyler diyor. O aletler tabii bizde olmadığı için, biz göremiyoruz o ufacık mahlûku...
Cinnî de böyle ufacık bir mahlûk, beşerin gözünün dışında... Fakat beşerin gözünün dışında olduğu halde, yine çeşitli kılığa girebilen bir mahlûk. Çeşitli kılığa girer; insan olur, hayvan olur, kedi olur, köpek olur... Anlamazsın ne olduğunu... Onların şerrinden Cenab-ı Allaha sığınmış, Cenab-ı Peygamber. Kuranda da emri var.
Bizden evvel yeryüzünde onlar yaşamışlar... Taife-i Cin yaşamış, bizden evvel yeryüzünde... Onlar da iki kısım; müslüman ve gâvur olaraktan... Ömürleri boyu birbirleriyle döğüşür durur onlar da... Kafirleri müslümanlara düşmandır daima... Ve müslümanlara zarar vermek için çalışırlar.
Bazı hastalıklar vardır; ne doktor hakkından gelebilir, ne başkası hakkından gelebilir, çaresi de bulunmaz. Zavallı çeker gider onu... Aklı bozuk derler, bir şey derler. Halbuki, onların bir şeysine uğramıştır. Onların okları var diyor. O attıkları oklardan insana isabet ederse, taun denen hastalık gibi, insanı aynı zamanda alıp götürüveriyor. Ama nerden geldi ok; onu bilmiyor.
(ve aynil insân) İnsan gözünden de Allah'a sığınırlarmış. Göz değmesi tabir ettiğimiz şey ki, bu haktır. Allah-ü Teâlâ herkesin gözünde bir şey yaratmış. Meselâ yılanın gözü, bakıyor hayvana... Hayvan onun karşısında eriyor; ondan sonra onu istediği gibi yutuveriyor. Başka mahlûklarda da var böyle... Gözleriyle cezbediyorlar karşılarındaki mahlûkları; teshir ediyor kendisine... Ondan sonra onu yiyor, yutuyor.
İnsanoğlunun gözüne de verilmiş bu sıfat... Ben okumuştum bir vakit, gayri ne kadar doğru olduğunu bilmem: Hindistan'da yol açıyorlarmış. Sarp bir kayalığa rast gelmişler. Çok para harcamışlar. O gün, bugünkü aletler de yok meydanda... Bir türlü yolu açamıyorlar. Birisi demiş ki, "Yahu, çok para harcıyorsunuz, bir iş de yapamıyorsunuz. Filan yerde bir adam var, çağırın! Dağa şöyle bir nazar etsin, kâfî!" demiş. Olur mu?.. Getirmişler adamı... Dağ tuz buz olmuş.
Bu işin çok hayvanları öldürdüğü meşhurdur. Çiftçinin hayvanına şöyle bir bakar, hayvan gidiverir gürültüye... İnsana bakar, insan gider. Zehir oluyor gözünde. Bilmediğimiz bir zehir var, Cenab-ı Hak yaratmış onu. Bazı insanların gözünde fazlaca oluyor. Öteki adama dokunuyor, o adamı hasta yapıyor. Belki de hiç iyi olmuyor sonra... Allah esirgeye...
Ondan sığınırlarmış... (hattâ nezeletil muavvizetân) "Kul eûzü birabbil felak"la, "Kul eûzü birabbin nâsi" sûreleri nâzil oluncaya kadar Cenab-ı Hakk'a sığınmışlar; cinlerin şerrinden, gözü değenlerin şerrinden... (felemmâ nezelet) Ne zaman ki, "Kul eûzü birabbil felak"la, "Kul eûzü birabbin nâsi" sûreleri nazil olmuş... (ehaze bihimâ ve tereke mâ sivâhümâ.) Ondan sonra, onları okumak kafî geliyor. Onları okumakla diğer sığınacağı şeyleri bırakmış. Yetiyor yâni...