• /
  • Kütüphane
  • /
  • Peygamber Efendimiz SAS
  • /
  • 41 ilâ 60. sayfalar
21 ilâ 40. sayfalar

"Kul eûzü birabbil felak"la, "Kul eûzü birabbin nâsi"ye devam ederseniz, Allah-ü Teâlâ sizi her türlü cinnî şerrinden de, hâsidlerin şerrinden de, gözü değenlerin şerrinden de muhafaza eder inşaallah... Onun için, sabahda akşamda onların kıraatine devam etmeli!..

551/3 (Kâne yeteavvezü min mevtil füc'eti) Ansızın ölmekten de Cenab-ı Hakk'a sığınırlarmış. (ve kâne yu'cibuhû en yemrida kable en yemût.) İsterlermiş ki, ölmeden evvel biraz hasta olup yatsınlar da, ondan sonra ölüm gelsin.

Çünkü insan bilmez ki ani bir ölüm gelince, kelime-i şehâdeti söylemesi ya nasib olur ya olmaz. İnsan çeşitli halde bulunabiliyor. Allah muhafaza etsin. Amma hastalığında, baktı ki artık umut kesiliyor; başlar "Allah... Allah... Allah..." diye dilinden bırakmamaya...

551/6 (Kâne yetemesselü bihâzel beyt) Bu beyti de söylerlermiş bazan: (kefâ bil islâm, veş şeybi lilmer'i nâhiyen.) Şiire benzemesin diyerekten, ters çevirip söylermiş. (kefâ bil islâm) İslâm kâfîdir insana!.. İslâm insanı her kötülükten alıkor, her iyiliği de zorla sevdirir. (veş şeybi lilmer'i nâhiyen.) Yaşlılık da... Sakallar ağardı mıydı, saçlar ağardı mıydı; o da sana büyük bir vaizdir. Seni başka şeylerden men eder. Eğer o yaşının çokluğu, sakalının ağardığı, saçının ağardığı ona fayda vermiyorsa; o artık taş gibi bir adamdır. Saçı ağarmış, hala kötülük yollarından hak yoluna dönemiyor; fenâ bir hal...

41

Onun için bakınız Hazret-i Ömer'in hikâyesi ne kadar güzel: Her gün bir vaiz gelirmiş, gençlik zamanlarında... "Ya Ömer, ölümü unutma!" diye nasihat edermiş. Sakalında ak olmuş bir gün... O gün vaiz gelince, "Git artık sana ihtiyaç kalmadı! Vaiz belirdi; bu vaiz bana yeter, dışardan vaaz ettirmeğe lüzum yok!" demiş.

Ama bizde 70 oluyor, 80 oluyor, 90 oluyor; halâ insan o gençlik devrinin hallerini bırakamıyor... Tabiat-ı saniye diyorlar ona; bir insan gençliğinde nasıl alıştıysa öyle gidiyor. "Kötü huyları ancak teneşir temizler!" diye bir misalimiz var ya, onu bırakamaz o artık... Kolay bir şey değil... Büyük gayret sarfetmesi lazım ki, bırakabilsin. O da ancak gençlikle olur. İhtiyarlıkta azim kalmaz artık. İhtiyarlıkta ancak kendi derdinle meşgul olursun; başın ağrır, belin ağrır, karnın ağrır... Öyle riyazet yapacak, nefsiyle uğraşacak hal kalmaz insanda...

Onun için ancak gençlik vakitlerinde nefsin hakkından gelip de, onu islaha kadir olabilirsen, ne âlâ sana...

551/7 (Kâne yetenevveru fî külli şehrin) Her ay önlerini ve koltuk altlarını temizlerlermiş.. (Ve yükallimü ezâfirehû fî külli hamsete aşere yevmen.) Her 15 günde de tırnaklarını keserlermiş.

42

Ayda bir kere tennûr kullanıyorlar. 15 günde bir de tırnaklarının temizlemesini yapıyorlar.

551/8 (Kâne yetevaddau inde külli salâtin) Bunlar hep Efendimiz SAS'in hayatına aid olan şeyler... Her bir vakite abdest alırlarmış. Bazan da bir abdestle bir kaç vakit namaz kılmışlar ama, ekseriyetle yaptıkları her namaza taze abdest almaktır. Bu gün de yine en iyisi odur. İnsan farkına varmaz, abdesti bozulur... Farkında olmaz insan, bazı lüzumsuz şeyler olur... Elhamdü lillah, sularımız bol... Onun için, her namaza taze abdest almak iyidir.

551/10 (Kâne yetevaddau sümme yükabbilü ve yüsallî velâ yetevadda') Abdest aldıktan sonra, bazan hanımlarını öptükleri de olurmuş. Öptükten sonra taze bir abdest almazlar, o abdestle namaz kılarlarmış. Fakat bu Rasûlüllah SAS'e göredir.

Bize göre ise, böyle bir hal abdestimizin bozulmasına sebeb olabilir. Gençlerin böyle hallerde, nefislerinde uyanıklık hasıl olunca, mezî gelebilir. Mezîden evvel bir de vedî vardır. Bunlar sidik gibi değildir. Sidiğini insan tutabilir. Sıkarsın kendini, sidik çıkmaz. Fakat buna hakim olmak elde değildir. Burundaki sümüğün aktığı gibi... Bazı hani nezle olur da, burun nasıl akar; yahut bazı insanların gözü sulu olur. Gözlerinden su akar, hakim olamaz tutmağa...

43

Binaen aleyh, böyle bir hal nefisten geldikten sonra, o su çıkar; sen de onun farkına bile varamazsın, abdestin bozulur. Onun için bize câiz değil.

551/11 (Kâne yetevaddau vâhideten vâhideten vesneteyn isneteyn, ve selâsen selâsen) Efendimiz üç türlü abdest almışlar; bir kere yıkamışlar âzâlarını... Bu bir kere yıkamak farzdır. Bir kere yıkamakla abdest olur, bununla namaz kılınır. İki yıkarsan, sünnet olur. Üç yıkarsan, sünnetin üstüne bir sünnet daha olur.

Bazan su kıt olur, su az olur. Namaz vakti gelmiştir. O su ile üç defa yıkasan yetmeyecek... Bir kere yıkamak suretiyle farzı yapar, namazını kılar. Sünneti terkettik ama, su yok ne yapalım?..

551/12 (Kâne yeteyemmemü bissaîd, felem yemsah yedeyh ve vechehü illâ merreten vâhideh.) Temiz toprakla, suyun bulunmadığı yerlerde teyemmüm ederlermiş. Kollarını ve yüzünü mesh etmek suretiyle abdest tamam olur. Başka yerlerini toprağa bulamazlarmış. (illa merreten vahideh) O da birkere... Bir kere yapmak suretiyle gusle de kafîdir, abdeste de kafîdir. O gusül yerine geçer, gusül icab ettiyse yâni...

44

Adamın birisi toprağa bulanmış, yatmış toprağa; iki tarafa böyle dönüyor ki guslüm olsun... Su yok, teyemmüm ediyor, o suretle yapıyor... "Yok, öyle değil! Bir kere yüzü, bir kere de kolları mesh ettik miydi niyet ederekten; guslümüze de kâfî gelir, abdestimize de kâfî gelir." demiş.

Ama o aldığımız teyemmümle, bir namaz kılarız. Sonra bir namaz daha kılmak istersek, tekrar bir teyemmüm daha etmek lâzım. Bir abdestle iki vakit, üç vakit kılınabilir de, teyemmüme gelince, her namaza yenilemesi lazım.

551/13 (Kâne yectehidü fî aşril evâhir) Ramazanın sonraki günlerinde çok gayret sarf ederlermiş, ibadet babında ki, (mâ lâ yectehidü fî gayrihâ.) onu başka vakitlerde yapmazlarmış. Hattâ hiç yatmazlarmış da... Yemezlermiş de bazen...

551/14 (Kâne yec'alü yemînehû lieklihî ve şürbihî ve vudûihî ve siyâbihî ve ahzihî, ve atâihî) Sağ ellerini yemek için, içmek için, abdest için, giymek için, almak için, vermek için kullanırlarmış.

Bir şey alacak mı, sağıyla alır; verecek mi, sağıyla verir; giyecek mi, sağıyla giyer; papucunu sağ ayağını önce giyer, sonra solunu giyer... Böyleymiş...

45

(ve şimâlihî limâsivâ zâlik.) Solu da başka ihtiyaç yerlerinde kullanırlarmış. Sümkürmek lâzım gelirse, sol eliyle sümkürürler... Tahâret yapacağı vakitte, sol elleriyle yaparlar... Bunun gibi.

551/15 (Kâne yec'alü fassahû mimmâ yelî keffeh) Parmaklarındaki yüzükleri, avcunun içerisine çevirirlermiş, ekseriyle... Dışarıya görünüp de, göze çarpmasın diye, avuçlarının içine çevirirlermiş yüzüklerini...

551/16 (Kâne yücillül abbâs, iclâlel veledi livâlidihî.) Hazret-i Abbas, amcası... Ona, babasına hürmet eder gibi saygı ve hürmet gösterirlermiş. Amca da babadan bir parça oluyor.

552/1 (Kâne yeclisü kurfasâ') Otururlarken şöyle kalçalarının üzerine oturur, sonra dizlerini diker karınlarına doğru; elleriyle de böyle tutunurlarmış. Yâni Efendimiz SAS'in oturma tertipleri böyle imiş, ekseriyetle böyle otururlarmış. Dinlenmeye daha rahat oluyormuş.

552/2 (Kâne yeclisü alel ard) Yerin üzerine otururlarmış. (min gayri hâilin) Altında minder, kilim filân bir şey olmadan, doğrudan doğruya toprağın üzerine otururlarmış. (ve ye'külü alel ard) Yerken de yerde yerlermiş.

46

(ve ya'tekılüş şât) Koyunlarını da sağmak için, ön ayaklarını başlarına doğru bağlarlarmış; nasıl yapıyorlarsa... Sağmaya kolaylık olurmuş.

(ve yücîbü da'vetel memlûk) Köle adam, uşak yani... O da "Buyurun yâ Rasûlallah, bu akşam bizde çorba içelim!" dedi miydi, ona da giderlermiş. "Sen kölesin, nasıl olur da ben senin evine gidebilirim?" demezlermiş.

Dünkü derste de geçiyor ki, her gördüğüne evvelâ Rasûlüllah SAS selâm verirlermiş. Selâm vermek bir iltifattır, selâm alan memnun olur. "Bak o bana, o büyüklüğü ile selâm verdi." diye düşünür. "Aleyküm selâm!" dediği vakitte, içinden bir sevgi de gelir. Fakat şimdi ne kadar acaib bir şey ki, büyükler katiyyen küçüklere selâm vermezler. Biraz büyüdü müydü, mutlaka küçük verecek selâmı... O da ya alacak, ya almayacak. Alırsa ne âlâ ama, alan da pek seyrek olur. Hele bu günün öyle büyüklük taslayanlarında...

(alâ hubziş şaîr.) Dâvette de yedireceği, arpa ekmeği... Şimdi, akşam Arap misafirler vardı. Onlar bize gelecek olmuşlar... Ne yapalım, ne yapalım, düşündük. Şimdi bir arpa ekmeği koysak önlerine, kimbilir ne derler bize?.. Aman ne derse desin!.. Demezlerdi belki ama, biz beceremeyiz bu işi... Allah affetsin kusurlarımızı...

47

Haaa, Arap misafiri akşam güzel bir konuşma yaptı bize... Şam'lı kendisi. Şam'lı ama, Şam'dan kaçmış şimdi Suudî Arabistan'da hocalık yapıyor. "Bizim aldığımız dersten size biraz bahsedeyim!" dedi. "Tabii bizim idaremiz hristiyan bir idare idi. Biz müslümanlar çoğuz, onlar az; ama idare ellerinde... Az olmalarıyla beraber idareyi ellerine geçirmişler, idare sahipleri... Biz dedik ki şunlara bir gösteriş yapalım da, gözdağı verelim!.. Haber yolladık, toplandık; bir yürüyüş yaptık. 'Biz bu kadar müslümanız, bakın, gözünüzü açın, bize elleşmeyin ha!..' der gibi, herifleri korkuttuk.

Bir kanunlar, bir maddeler... Bizi sıkı sıkı bağladılar, kımıldayamayacak bir vaziyete soktular. İki kuvveti de ellerinde tutuyorlar: Birisi maarif kuvveti, birisi ordu kuvveti. Müslüman olduğunu hissettikleri adamı kat'iyyen orduya almıyorlar. Maarifi de ellerine geçirdiler. Oraya da nerde kumarbaz var, nerde dürzîler var; onları maiyetlerine almışlar, hocaları da onlar... Mektepleri de onlar idare ediyorlar."

Allah selâmet versin... Demek istedi ki, "Gözünüzü açın!.. Yapacağınız işleri daima teennî ile yapın! Gösteriş yapıp da, düşmanı kendi üzerinize çekmeyin!.." demek istedi.

48

552/3 (Kâne yeclisü iza saidel minber) Hutbeye çıktığı vakitte cuma günleri............

..................................

552/4 (Kâne izâ yecmeu beynez zuhri vel asr, vel mağribi vel işâ', fissefer) Seferde oldukları vakit öğle ile ikindiyi, akşam ile de yatsıyı birleştiriyorlarmış.

Bunu İmâm-ı Şâfî delil edinmiş. "Her sefere çıkan adam bunu yapabilir." demiş. Fakat İmâm-ı Azam, bunu ancak orada caiz görmüş. "Başka yerde caiz olmaz; her vakit vaktinde kılınır." demiş. Allah cümlemizi affetsin...

552/7 (Kâne yuhibbüd debbâ'.) Altındaki hadiste de kabağı çok sevdiğini belirtmiş. Şimdi kabak mevsimi, kabağı da biraz fazla yemeli... Efendimiz sevdiği için yâni...

Allah cümlemizi affetsin... Tevfîkat-ı samedâniyyesine mazhar etsin... Râzı olduğu ve sevmiş olduğu kulları arasına cümlemizi kabul etsin... Hüsn-ü hâtimelerle de âhirete göçmeyi cümlemize nasîb ü müyesser eylesin...

El-Fâtiha!..

49

III. DERS

11 Mayıs 1975
İskenderpaşa Camii
Râmûzül Ehâdîs Dersi
Sayfa: 552/8-555/19

Euzü billâhi mineş şeytanir racîm.

Bismillâhir rahmanir rahîm...

Elhamdü lillâhi rabbil âlemîn... Vel akıbetü lil müttakîn... Ves salâtü, ves selâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn...

Eyyühel ihvân... Enne efdalel kitabü kitâbullah, ve enne efdalel hedyi hedyü muhammedin sallallahu aleyhi ve sellem... Ve şerrel umûri muhdesâtühâ... Ve külle muhdesün bid'ah... Ve külle bid'atün dalâleh... Ve külle dalâletün finnâr... Ve bissenedil muttasili ilen nebiyyi sallallahu aleyhi ve selleme ennehû kaal:

Hep beraber Cenâb-ı Peygamber'e bir salât ü selâm okuyalım:

"Allaaahümme salli alâââ seyyîdinaaa, muhammedinin nebiyyil ümmiyyi ve alâ... Aaaalihiii ve sahbihiii ve sellim." (3 defa)

552/8 (Kâne yuhibbüt teyâmüne mestetâa fî tuhûrihî ve tena'ulihî ve teraccülihî ve fî şe'nihî küllihî.) (Revâhü ahmed ibn-i hanbel, buhârî, müslim, ebû davut, tirmizî, neseî, ibn-i mâce an aişe radıyallahu anhâ.)

SAS Hazretleri'nin hallerinden bahsettiğinden geçen sefer söylediysek de, tekrar şöyle bir kısacık bahsedelim:

50

Cenâb-ı Peygamber SAS, --tenâsüb-i endam tabir ederiz--tam, hiç lekesiz bir vücuda sahip idiler. Her tarafı birbirine uygun bir vücuda sahip idiler.

Mübârek alınları geniş, kaşları açık, göz kirpikleri gayet uzun, gözlerinin siyahı gayet siyah idi.

Mübârek boğaz altından göbeğine kadar bir saç sırası --bazı erkeklerimizde de görülür-- böyle göğüslerini ikiye ayırırdı.

Göğüsleri geniş, elleri geniş, pazuları geniş, ayakları geniş... Ayaklarının altı düz taban değil de çukur, ortası yere basmaz idi.

Renkleri, siyah arabların siyahı gibi siyah değil, beyaz kısmından da değil, kırmızı kısmından da değil; kırmızıyla beyazı birbirine karışmış, gayet güzel, buğday rengi dediğimiz en lâtif renk ile renkli idiler.

Tarif edenler onu çok güzel tarif ederler. Adeta süzülmüş bir gümüşün parlayışı gibi, vücudu şerifleri böyle parlardı.

Toprak, kum üzerine basınca ayakları iz etmez; mermere basınca, ayakları mermerde yer ederdi.

Vücud-u saadetlerinin gölgesi de olmazdı;Ê --Mevlid sahibi de güzel belirtmektedir-- çünkü, vücudları nur idi. Allah cümlemizi şefaatinden ayırmasın...

51

Mübârek sırtlarında da peygamberlik alâmeti olan mühür vardı. Bir güvercin yumurtası kadar, kabarık et, üzeri de ince tüylerle örtülmüş, "Lâ ilâhe illallah, muhammedür rasûlüllah, tebahbah yâ muhammed, haysü şi'te fe inneke mensûrun." diye de üzerinde yazılı olduğu, Hazret-i Ali Efendimiz'in çıkardığı bir levha ile bize kadar gelmiştir.

Bazı insanlar nedense --Allahın lütfu-- çok görürler rüyalarında... Kimisi şöyle görür, kimisi böyle görür.

Sakalları gayet geniş, toplu ve siyah idi. Yirmi, bazı rivayetlerde yirmibir kadar beyaz kıl bulunurdu, siyahın içerisinde...

Bu gün de şimdi SAS'in hallerinden bahsederken diyor ki:

"Sağı severlerdi, güçleri yettikleri müddetçe her şeyi sağdan yaparlardı."

Meselâ, abdest alırken sağdan başlar, ibriği sağ eline alır... Ayakkabısını giyeceği vakitte, sağ ayakkabısını önce giyer... Camiye girerken, evvela sağ ayağıyla girer... Evinden çıkarken sağ ayağıyla çıkar... Taranacağı vakitte saçını, kaşını, sakalını evvela sağ taraftan başlar; sonra sol taraflarını tararlarmış.

52

(ve fî şe'nihî küllihî.) Her işlerinde sağı takdim ederler, evvela sağı yaparlar, sonra da sol tarafını yaparlarmış.

552/9 (Kâne yuhibbü en yahrüce izâ gazâ yevmel hamîs.) Gazâya çıkacakları vakit, perşembe gününü seçerlermiş. Perşembe günü gazaya çıkmayı severlermiş ki, bu günde çıkılan gazalardan ganimet, galebiyyet elde edilirmiş.

552/10 (Kâne yuhibbü en yuftıra alâ selâsi temerâtin ev şey'in lem tesubhün nâr.) Ramazanlarda veyahut oruçlu bulunduğu günlerde, ancak üç hurma ile iftar eder; yahut hurma olmazsa ateşin değmediği --üzüm gibi, zeytin gibi, veyahut buna benzer-- şeylerle iftar ederlermiş ki, bizim de öyle yapmamız lâzım geldiğini anlıyoruz.

Bazı iftarlarda iftar edilsin diyerekten helva getirirler, ekmek getirirler. Tabii onların her ikisi de pişirilerek yapılmış şeylerdir. Bunlardansa su sadedir, mesela tuz sadedir; zeytin öyledir, üzüm öyledir. Üzümün yaşı veya kurusu olabilir; yaşı her zaman bulunmayabilir.

552/11 (Kâne yuhibbül halvâ vel'asel.) Mübârek, hurmayı ve balı severlermiş.

53

Bunu sevmeleri, sıhhate en çok yararlı şey bal olduğundan, balın ustası da arı olduğundan... Arının balı yapması, Allah-ü Teâlâ'nın ona gizliden verdiği bir ilimledir. Var mıdır bugün bir sanatkar ki, o karanlık yerde o hendeseyi hiç bozmadan yapabilsin de, onun içini de en güzel leziz balla doldurabilsin?.. Bu Allah-ü Teâlâ'nın ilham ettiği yâni --vahiy diyor ya-- vahyettiği bir şeydir.

Vahyin nevileri var... Peygamber'e vahyediyordu, bizim irşadımız için. Arıya da vahyi, o balı yapabilmenin esbabını ona öğretmiş... Arı kimden öğrenecek onu, hocası kim arının?.. Biz mektebe gitmeden bir şey öğrenemiyoruz. Fakat o ne mektep görüyor, ne medrese görüyor ama, en güzel tatlıyı da o yapıyor. Bir çok dertlere devâ, hastalara şifâ baldır.

Onun için balı yemekten hiç kaçınmayınız. Elhamdülillah, o da memleketimizde boldur. Arının bir iğnesi var ya, iğnesinde bile şifa var... Onun iğnesi romatizmalıları sokunca, onların romatizmalarını da dindiriyor.

552/12 (Kâne yuhibbül arâcîne velâ yezâlü fî yedihî minhâ.)

54

Nasıl üzümlerin salkımları varsa, hurmaların da salkımları var... Hurmaların salkımlarını bu sefer gördük elhamdü lillah; çok da güzel oluyor. Daha sarımsı bir renkte, taze taze... Lezzeti de çok mayhoşumsu bir tadda...

Evinde bir salkım bulunurmuş SAS'in; ara sıra, koparır koparır yerlermiş. (yuhibbül arâcîne) Hurma salkımını severlermiş. (velâ yezâlü fî yedihî minhâ) Ondan daima elinde bulundururlarmış. Vaktinde tabii.

552/13 (Kâne yuhibbü minel fâkihetil inebi vel bittîh.) Üzümle karpuzu da severlermiş. Üzüm meyvalardan en tatlı bir şeydir; hararet yapar. Karpuz da serinlik yapar. İkisini birbirine karıştırınca, tatlı bir şey olur vücudda...

552/14 (Kâne yühibbüz zübd, vet temr.) Zübd, yağ... İnekten olan yağ, bir de hurmayı yine sevdiklerini Hazret-i ibn-i Busir'den rivayet etmişler.

552/15 (Kâne yuhibbül kıssâ') Hıyarı da severlermiş. Hıyarın meziyetlerindendir ki, "Midedeki harareti giderir, mideye serinlik verir." demişler.

552/16 (Kâne yuhibbü hâzihis sûrete sebbih isme rabbikel a'lâ.) Bayram namazlarında bu sureyi okurlardı. Birinci rekatta Sebbihisme'yi, ikinci rekatta Hel'etâke sûresini okurlardı. Çünkü, Cenâb-ı Hakk'ı tesbih, noksan sıfatlardan tenzih etmenin fadâilini beyan etmek üzere:

55

(Sebbih isme rabbikel a'lellezî haleka ve sevvâ...) (Rabbinin o yüce adını tesbih ve tenzîh et; ki o, her şeyi yaratıp düzenine koyandır.)

Şu hilkati bize kim veriyor?.. Şu hilkatin neresinde bir eksiklik, neresinde bir bozukluk görülür?.. Bunu halkeden ne güzel tasvir etmiş!.. Kaşı yerinde, gözü yerinde, her şeysi yerinde... Bu şurda olsaydı denecek bir tarafı yok... Bu güzel sureti tasvir eden Hazreti Allah, tam böyle yakışır bir şekilde, her şeysiyle en güzel bir surette yarattı. Bunu tenzih etmeyeceksin de kimi tenzih edeceksin?..

552/17 (Kane yahtecimü.) Rasûlüllah SAS hacamat olurlardı. Bahusus orası sıcak memleket... Sıcak memlekette kan biraz fazla geldi miydi, insanlarda bazı rahatsızlıklara sebep olur. Onun için, o sıcak mevsimlerden evvel bir kan aldırma yaparlarmış.

552/18 (Kâne yahtecimü alâ hâmetihi beyne ketfeyh) Ekseriyetle de bu kan aldırmayı başlarından yaptırırlarmış. Bazan da, --(beyne ketfeyh) diyor-- iki küreğin arasından aldırırlarmış.

553/1 (Kâne yahtecimü fî re'sihî) Yine başlarından ki, başın arkasında bir çukur var, ordan değil de üstten, veyahut üstün öne yakın kısımlarından aldırırlarmış. O arkadaki çukurluk yerden aldırılırsa, unutkanlık îras eder derler.

56

553/2 (Kâne yahtecimü fil ahde ayni vel kâhil) Bu boyunlarının yanlarından da kan aldırdıkları rivayet edilmiş.

(ve kâne yahtecimü li seb'i aşerete) Ekseriyetle ayın onyedinci günü, (ve tis'a aşarete) ondokuzuncu günü, (ve ihda ve işrin) veyahut yirmi birinci günlerinde hacamat olmayı severlermiş ve öyle olurlarmış. Bu tek günlerde, --17. 19. ve 21. günlerde-- olan hacamatlar daha şifalı oluyormuş. Peygamberimiz de bu günlerde olduğundan, bizim de hacamat olacağımızda bu günleri seçmemizi daha alâ söylerler. Sonra, bazı günlerin hacamatları da zararlı olabilir derler.

553/3 (Kâne yuhaddisü hadisen, lev addehül âddu leehsâh.) Konuşurlarken, gayet güzel ve fasih konuşurlardı... Ümmî idi; ümmî olmasıyla beraber gayet veciz, kısa ve çok mânâları taşıyan kelimelerle konuşurlardı. Konuşurlarken, gayet ağır ağır, tane tane konuşurlar ve karşıdaki insan isterse, konuştuğu sözlerin kaç tane kelimeden ve kaç harften ibaret olduğunu sayabilecek derecede idi.

Herkesin haline göre... Bazen bir cümleyi, üç kere tekrar etmek de adetlerindenmiş ki; anlaşılmayan bir şey kalmasın diyerekten. Zaten o bir kere söylediğinde yine anlamayan kalmazmış. Bizimki gibi, lafı kılıklara sokarak söylemezler de; analardan kalma dili, herkes nasıl anlıyorsa o suretle söylediği için, konuşmasını anlamayan kimse kalmazmış.

57

553/4 (Kâne yuhfî şâribehû.) Bıyıklarını güzel tutarlarmış; yâni uzatma ve kalın tutma değil de, oldukça mübalağa ile kısaltırlarmış bıyıklarını...

Bu sakal hakkında ve bıyık hakkında, bir çok eserler Türkçe'de de yazılmıştır, eski lisanlar üzerinde de yazılmıştır. Sakal kazıyanlarınki şöyle-böyle ama, İmam-ı Malik, "Bıyığını kazıyanları tevbe edinceye kadar dövmeli!" demiş.

553/5 (Kâne yahlifü lâ ve mukallibel kulûb.) Yemin edecekleri vakitte, "(Lâ) Hayır bundan ibaret, (ve mukallibel kulûb.) kalbleri çeviren Allah'ın hakkı için" diyerekten, bazen böyle de yemin ederlermiş. Ordaki "vav"a, "kasem vav"ı diyorlar.

553/6 (Kâne yahmilü mâe zemzem.) Mekke-i Mükerreme'ye gittikleri vakitte, ordan hediyye olaraktan, evlerine zemzem getirirlermiş. Bizim de bugün adetimizdir. Ordan getirilen en tatlı şey, kardeşler için zemzemdir.

Şimdi bakın ne kadar hayret edilecek bir şeydir ki, yağmurlar yağmış, bir metre kadar Mekke-i Mükerreme'nin içi su dolmuş. Zemzem kuyusu da tabii o suyun içinde kalmış. Kaldıktan sonra motorları getirmişler, suları atmışlar. Fakat o zemzem kuyusuna haricen karışan çok öteberi, sular var. Bu kaç defadır görülmektedir ki, zemzem tabiatıyla kaynıyor ve o pis suları dışarı atmayınca kaynaması kesilmiyor. Suları dışarıya atıyor, içerisi saf kaldıktan sonra kendi seviyesine o zaman çekiliyor.

58

553/7 (Kâne yahrucü ilel ıyd, mâşiyen ve yerciu mâşiyen.) Bayram namazlarını sahralarda kılarlar ve sahralara giderken de, gelirken de, yayan gider, yayan gelirmiş. Gidişi bir taraftansa gelişi başka yoldan olurmuş. Aynı yoldan gidip gelme yapmazlarmış.

553/8 (Kâne yahrucü ilel ıydeyn, mâşiyen) Bayram namazlarına giderken yürüyerek giderler; (ve yüsalli bigayri ezânin velâ ikametin) ezansız ve ikametsiz, bayram namazını kılarlarmış. (sümme yerciu mâşiyen fî tarîkın ahir) Dönerken de başka yoldan dönerlermiş, hane-i saadetlerine...

553/9 (Kâne yahrücü fil ıydeyn rafian savtehû bittehlîl, vet tekbîr.) Bayrama giderken de sesini çıkararaktan, sesli olaraktan "Lâ ilâhe illallah... Lâ ilâhe illallah... Lâ ilâhe illallah..." sonra, "Allahüekber... Allahüekber..." diyerekten tehlil ve tekbirlerle gidermiş namazgâhına...

553/10 (Kâne yahtübü kaimen) Hutbe okurken ayakta dikilerek okurlarmış. (ve yeclisü beynel hutbeteyn) İki hutbe arasında oturur, biraz istirahat ederlermiş. Ki, bugün bizim yaptığımız şekildir.

Fakat (fe yakraü ayâtin) oturduğu vakitte, bir Sure-i İhlâs, bir Kulhuvallahü ehad okunacak kadar; bir kaç ayet okunacak kadar otururlarmış.

59

(ve yüzekkirun nâs.) Orda nâsa vaaz ederlermiş... Cennetten, cehennemden, ahiretten, mes'uliyetten bahsederler; hayat-ı dünyanın ve hayat-ı ahiretin icabları neyse, onları söylerlermiş.

553/11 (Kâne yahtubü bikaf, külle cümuah.) Her cuma hutbeden sonra namazı kılarken, Sure-i Kaf diye bir sure var Kur'an'da, üç sayfaya yakındır; onu okuyarak namaz kıldırırlarmış.

Onun için hutbe kitablarında yazar ki, "Hutbede sözü kısa et, namazı uzun kıldır." Şimdi tersine döndü iş; hutbeyi uzun okuyoruz, namazı kısacık yapıyoruz. Tersine iş... Kaf suresi, kaç ayettir hafız efendi?.. 40-50 ayet, belki daha fazla... Kısadır onların ayetleri de...

553/12 (Kâne yahtubün nisae ve yekulü leke kezâ ve kezâ ve cefnetü sa'd, tedûru maiye ileyk kemâ dâret)

553/13 (Kâne yehîtu sevbehû) Mübârek SAS Hazretleri, elbiselerindeki yırtıkları da bazen kendileri dikerlermiş. Mesela, hane-i saadetlerinde hanımları var, hizmetkârları da olduğu halde, kendileri dikmek suretiyle bize numune olmuşlar. "Her şeyi hanımlara yükleyip de, karşıda efendilik taslamayın!" gibilerden.

60
61 ilâ 80. sayfalar