• /
  • Kütüphane
  • /
  • Peygamber Efendimiz SAS
  • /
  • 1 ilâ 20. sayfalar

Peygamber Efendimiz Kitabı

Hadîs-i Şeriflerle
PEYGAMBER EFENDİMİZ SAS
Hazretleri'nin Şemâil, Ahlâk ve Îtiyatları

Mehmed Zâhid KOTKU (Rh.A)

Hazırlayan: Dr. Metin ERKAYA

(Hızlı Internet yayını ve yüksek uyumluluk için esas metindeki Arapça karakterler çıkartılmış, fakat okunuşları içerilmiştir.)

İÇİNDEKİLER:

Önsöz

Mehmed Zâhid Kotku (Rh.A)
Hazretleri'nin Kısa Terceme-i Hâli

1. DERS
4 Mayıs 1975 İskenderpaşa Camii, Râmûz el-Ehàdîs Dersi, Sayfa: 519/1 - 521/23

2. DERS
9 Mayıs 1975 İskenderpaşa Camii, Râmûz el-Ehàdîs Dersi, Sayfa: 550/2 - 552/7

3. DERS
11 Mayıs 1975 İskenderpaşa Camii, Râmûz el-Ehàdîs Dersi, Sayfa: 552/8 - 555/19

4. DERS
18 Mayıs 1975 İskenderpaşa Camii, Râmûz el-Ehâdîs Dersi, Sayfa: 526/1 - 529/18

1

5. DERS
25 Mayıs 1975 İskenderpaşa Camii, Râmûz el-Ehàdîs Dersi, Sayfa: 532/11 - 534/13

6. DERS
1 Haziran 1975 İskenderpaşa Camii, Râmûz el-Ehàdîs Dersi, Sayfa: 538/1 - 540/14

7. DERS
8 Haziran 1975 İskenderpaşa Camii, Râmûz el-Ehàdîs Dersi, Sayfa: 543/1 - 545/20

8. DERS
15 Haziran 1975 İskenderpaşa Camii, Râmûz el-Ehàdîs Dersi, Sayfa: 549/9 - 551/10

9. DERS
22 Haziran 1975 İskenderpaşa Camii, Râmûz el-Ehàdîs Dersi, Sayfa: 557/1 - 558/5

10. DERS
27 Haziran 1975 İskenderpaşa Camii, Râmûz el-Ehàdîs Dersi, Sayfa: 558/5 - 560/9

11. DERS
29 Haziran 1975 İskenderpaşa Camii, Râmûz el-Ehàdîs Dersi, Sayfa: 560/9 - 562/12

2

ÖNSÖZ

Merhum Mehmed Zâhid Kotku (Rh.A) Hocaefendimizin son yıllarında yaptığı muhtelif konuşmaları, daha önce Özel Sohbetler adı altında yayınlamış idik. Kitabın gördüğü ilgi ve Muhterem Prof. Dr. Mahmud Es'ad Coşan Hocamızın teşvikleri, bizi hadis derslerini de derleyip yayınlamaya yöneltti. Elinizdeki şu çalışma, Merhum Hocaefendimizin 1975 yılında yaptıkları Râmûz el-Ehâdîs derslerinden bir kısmını içine almaktadır.

Râmûz el-Ehâdîs, büyük muhaddis ve mürşid Gümüşhâneli Ahmed Ziyâeddin Hazretleri'nin 1875'lerde tamamladığı bir hadis mecmuasıdır. 7100 kadar hadis ihtivâ etmektedir. Bu hadîs-i şerifler, dînin esaslarıyla ilgili, hükümleri ve mânâları açık olan hadîs-i şeriflerdir ve muteber hadis kitaplarından derlenmiştir. Ezberlenmesi kolay olsun diye kısa olanlar tercih edilmiş ve ravî zincirleri alınmamıştır. Hadîs-i şerifler, elifbâ sırasına göre sıralanmış, her hadîsin sonuna alındığı kaynaklar ve ashâb-ı kirâmdan olan râvîler kaydedilmiştir.

Ramûz el-Ehâdîs dersleri, dergâhtaki müridlerin eğitimi ve sünnet-i seniyyenin öğrenilmesi için Gümüşhâneli Hazretleri tarafından başlatılmıştır. Daha sonra, bu dergâhın mürşidleri tarafından günümüze kadar devam ettirilmiştir. Mehmed Zâhid Kotku (Rh.A) Hazretleri de bu dersleri 1977 yılına kadar sürdürmüş; 1977'den itibaren ise, bizzat kendisinin elinden tutup kürsüye oturtmasıyla Prof. Dr. M. Es'ad Coşan Hocamız ders yapmaya başlamış ve el'an da devâm ettirmektedir.

3

Bu çalışmamızdaki hadîs-i şerifler, Rasûlüllah Efendimiz'in şemâil-i şerifi, ahlâkı ve âdetleriyle ilgili olarak Râmûz el-Ehâdis kitabının son bölümünde bulunan hadîs-i şeriflerdir. Bu dersler, Rasûlüllah'ı tanımak, bilmek, sevmek ve onun hâline kendimizi uydurabilmek amacıyla yapılmıştır.

Merhum Hocaefendimizin sâde ve samîmî ifâdelerinin gönüllerde güzel tesirler uyandıracağına, Rasûlüllah'ın hâliyle hallenme konusunda okuyucuya pek çok şeyler kazandıracağına inanıyoruz.

Çalışmalarımızda bizi teşvik eden Prof. Dr. Mahmud Es'ad Coşan Hocamız'a, kitabı hazırlarken teknik konularda yardımcı olan kardeşim H. Ali Erkaya'ya, tashihte yardımcı olan Mustafa Sâlim ve Mahmud Bozçalı kardeşlerime teşekkür ediyorum.

Dr. Metin ERKAYA

Sincan, Kasım 1993

4

MEHMED ZÂHİD KOTKU (RH.A) HAZRETLERİ'NİN KISA TERCEME-İ HÂLİ

Mehmed Zahid Kotku Rh. A

Müellif Rahmetullàhi Aleyh'in adı Mehmed Zâhid, soyadı Kotku idi. Kendisinin naklettiğine göre babası ona: "Oğlum Mehemmed!" diye hitap edermiş. Soyadının "mütevâzi" mânâsına geldiği nüfus cüzdanının başına not edilmiş idi.

Tevellüdü 1315 hicrî kamerî (rûmî 1313, milâdî 1897) yılında Bursa şehrinde, kale içinde Türkmenzâde Çıkmazı'ndaki baba evinde vâki olmuştur.

a. Ailesi

Baba ve annesi Kafkasya'dan 1297'de göç eden müslümanlardandır. Dedeleri Kafkasya'da Şirvan'a bağlı eski bir hanlık merkezi olan Nuha'dandır ki burası dağ eteğinde, ipekçilikle meşhur, ahalisi müslüman, hâlen Azerî Türkçesi konuşulan bir yerdir.

Babası İbrahim Efendi Bursa'ya 16 yaşlarında iken gelmiş, Hamza Bey Medresesi'nde tahsil görmüş, muhtelif yerlerde imamlık yapmış, Hazret-i Peygamber SAS sülâlesinden bir seyyid'dir. 1929'larda 76 yaşlarında iken Bursa ovasındaki İzvat Köyü'nde vefat etmiş ve oraya defnolunmuş, ehl-i tarîk bir kimsedir.

Annesi Sabîre Hanım, Mehmed Zâhid Efendi 3 yaşlarında iken vefat etmiş, Pınarbaşı Kabristanı'na gömülmüştür.

5

Bu anne ve babadan doğma ağabeyi Ahmed Şâkir (1308 - 1335) subaylık yapmış, Kudüs'te Çanakkale'de bulunmuş, siperlerde hastalanmış ve 28 yaşlarında iken vefat edip Söğütlüçeşme'ye defn olunmuştur. Aynı anneden bir küçük kardeşi daha olmuşsa da çok yaşamamış birkaç aylık iken vefat etmiştir.

Babasının ikinci evliliği yine Dağıstan muhacirlerinden, Fatma Hanım'la olmuştur. Ondan doğma üç kız kardeş halen hayattadırlar. [1981] Bunlardan Pakize Hanım'ın efendisi de, Bursa Ulu Cami imamlarından ve İsmail Hakkı Tekkesi şeyhlerinden merhum Ahmet Efendi (K.S)'dir.

b. Tahsili, Askerliği

Mehmed Zâhid Efendi (Rh.A) ilk mektebi Oruç Bey İbtidâîsi'nde okudu, Maksem'deki idâdîye devam etti. Sonra Bursa Sanat Mektebi'ne girdi. Bu esnada Birinci Cihan Harbi dolayısıyla 18 yaşlarında askere celb olundu. 14 Nisan 1332'de asker oldu, senelerce askerlik yaptı, çok tehlikeli günler geçirdi, hastalıklar atlattı. Ordunun Suriye'den çekilmesinden sonra, binbir güçlükle İstanbul'a döndü.

10 Temmuz 1335'de Cuma gününden itibaren de 25 K. 30 şubede yazıcı olarak vazifeye devam etti. Kendi hatıra defteri kayıtlarından 1338 Martlarında henüz bu vazifede olduğu görülüyor.

6

c. Tasavvufî Yetişmesi ve Dinî Hizmetleri

İstanbul'da bulunduğu esnada çeşitli dini toplantılara, derslere, camilerdeki vaazlara devam etti. Bilhassa Seydişehirli Abdullah Feyzi Efendi'yi çok sevdiği anlaşılıyor. Bu arada 16 Temmuz 1336 Cuma günü namazı Ayasofya Camii'nde edadan sonra Vilayet önünde bulunan Fatma Sultan Camii yanındaki Gümüşhâneli Tekkesi'ne giderek Şeyh Ömer Ziyâeddin Efendi'ye intisâb eyledi. Günden güne ahvâlini terakki ettirdi.

Bu zât-ı şerifin, 18 Kasım 1337 Cuma günü vefatından sonra postnişin-i irşâd olan Tekirdağlı Mustafa Feyzi Efendi'nin yanında tahsil-i kemâlâta devam etmiş, müteaddit defalar halvete girmiş, 27 yaşlarında hilâfetnâmeyi aldıktan sonra ondan Râmuzü'l-Ehadis, Hizb-i A'zam ve Delâilü'l-hayrât icâzetnâmelerini de almış, Bayezit, Fatih ve Ayasofya Camii ve medrese-lerinde derslere devam etmiş, bu esnada hafızlığını da tamamlamıştır. Bu aralarda hocasının işareti üzere muhtelif kasaba ve köylerde dini hizmet ifâ etmiştir.

Tekkelerin kapatılmasından sonra Bursa'ya dönmüş, evlenmiş, 1929'da vefat eden babası yerine Bursa ovasındaki İzvat Köyü'nde 15-16 sene kadar imamlık ettikten sonra Üftade Cami-i Şerifi'nin imam-hatipliğine tayin edilerek şehirde hisar içindeki baba evine yerleşti. Burada 1945-46'dan 1952'ye kadar hizmet eyledi.

7

1952 Aralığında Gümüşhaneli Dergâhı postnişini ve eski tekke arkadaşı Kazanlı Abdülaziz Bekkine'nin vefatı üzerine, İstanbul'a nakl olarak Fatih'te bulvara nazır Ümmügülsüm Mescidi'nde vazife gördü.

1.10.1958 tarihinde Fatih İskenderpaşa Camii Şerifi'ne nakloldu ve vefatına kadar bu vazifede kaldı.

d. Vefatı

Mehmed Zâhid Efendi (Rh.A), ömrünün son yıllarında rahatsız idi; ayakta gezmesine rağmen; şiddetli ağrılarından muzdaribdi. 1979 yazında uzun zaman kalmak üzere gittiği Hicaz'dan, ağır hasta olarak 1980 Şubatı'nda dönmek zorunda kalmıştı. 7 Mart 1980'de ameliyata girdi ve midesinin üçte ikisi alındı.

Ameliyattan sonra tedricen düzeldi, hatta 1980 Ramazanı'nda hiç aksatmadan oruç tuttu. Hatimle teravih kıldı, vaaz etti, yazın Balıkesir Ilıca'ya, Çanakkale Ayvacık sahiline ağrıyan ayakları için götürüldü, hac mevsimi gelince de Hicaz'a gitti. Fakat ameliyata sebep olan rahatsızlığı nüks etmiş ve ağrılar tekrar başlamıştı. Haccı güçlükle ifadan sonra, 6 Kasım 1980'de çok ağır hasta olarak İstanbul'a döndü. Tam bir hafta sonra 13 Kasım 1980'de (5 Muharrem 1401), Perşembe günü öğleye yakın, dualar, Yâsin'ler, tesbih ve gözyaşları ile uyur gibi bir halde iken ahirete irtihal eyledi.

8

Cenaze namazı 14 Kasım 1980 Cuma günü İstanbul Süleymaniye Camii'nde muhteşem, mahzun, vakur ve edepli bir cemm-i gafir tarafından kılınarak, mübarek vücudu, Kanûnî Süleyman Türbesi arkasında, kendisinden feyz aldığı hocaları ve üstadlarının yanındaki istirahatgâhına defnolundu.

Bu esnada Süleymaniye, Şehzadebaşı, Fatih ve çevrelerinde trafik durmuş, Süleymaniye'nin içi ve avlusu kâmilen dolduğu gibi, cemaat sokaklara taşarak Esnaf Hastahanesi'nin yanına kadar uzanmıştı. Vefatını duyanlar içinde Anadolu'nun en uzak şehirlerinden olduğu kadar Avrupa'dan gelenler de vardı. Uzakta bulunan muhiblerinden çoğu da vaktinde haber alamama yüzünden cenazesine yetişememişlerdi.

Vefatı İslâm Alemi'nde de büyük üzüntüye yol açmış, Suudi Arabistan'da, Kâbe'de, Kuveyt'te ve daha başka şehirlerde gıyabında cenaze namazı kılınıp, dualar edilmiş, ajanslar bu elim vefat haberini yayınlamışlardı.

Vefat tarihi olan 13 Kasım 1980 tarihli takvim yapraklarında tevâfukan çok mânidar ibareler yer alıyordu. Meselâ bunların birindeki şu parça ne kadar şâyân-ı taaccübdür:

9

Arkamdan Ağlama

Öldüğüm gün tabutum yürüyünce
Bende bu dünya derdi var sanma!
Bana ağlama, "Yazık, yazık!" "Vah, vah!" deme!
Şeytanın tuzağına düşersen vah vahın sırası o zamandır.
Yazık yazık asıl o zaman denir.
Cenâzemi gördüğün zaman "Elfirak, elfirak!" deme!
Benim buluşmam asıl o zamandır.
Beni mezara koyunca elvedâ demeğe kalkışma!
Mezar cennet topluluğunun perdesidir.
Mezar hapis görünür amma,
Aslında canın hapisten kurtuluşudur.
Batmayı gördün ya, doğmayı da seyret!
Güneşle aya batmadan ne ziyan gelir ki?
Sana batma görünür amma
Aslında o doğmadır, parlamadır.
Yere hangi tohum ekildi de yetişmedi?
Neden insan tohumu için
Bitmeyecek, yetişmeyecek zannına düşüyorsun?
Hangi kova suya salında da dolu olarak çekilmedi?
Can Yusuf'un kuyuya düşünce niye ağlarsın?
Bu tarafta ağzını yumdun mu, o tarafta aç!
Çünkü artık hay-huy'un,
Mekânsızlık aleminin boşluğundadır.

e. Ahlâk ve Şemâili

Merhum uzunca boylu, şişmanca, heybetli, beyaz tenli, dolgun pembe yanaklı, uzunca ak sakallı, geniş alınlı, aralıklı kaşlı, irice başlı, gül yüzlü, sevimli, alımlı bir kimse idi. Gençken zayıf olduğunu, öksüzlükte yemek yerine yumurta içivererek böyle iri vücutlu olduğunu gülerek anlatırdı. İlk görüşte insanda sevgi ve saygı uyandıran bir hali vardı. Tanıdığına tanımadığına selâm verir, güleryüz gösterir, gönül alırdı. İlk nazarda koyu kestane renkli görünen, fakat dikkatle bakılması imkânsız, esrarlı ve derin mânâlı gözleri vardı. Gözü içinde kırmızılık, sırtında ve karnında ise avuç içi kadar iri bir ben mevcuttu.

10

Hafızası çok kuvvetli idi, konuşması tatlı ve safiyâne idi. Çok kere halk telâffuzu kullanır, karşısındakine söz fırsatı tanır; kesinlikle bildiği bir şeyi bile sanki ilk duyuyormuş gibi yumuşak bir tavırla dinler, mânâlı ve nükteli cevap verirdi. Sohbetleri hoş, hutbeleri fevkalâde celâlli olurdu. Hutbe esnasında sesini yükseltir, ordu önündeki bir komutan gibi celâdetle ve irticâlen konuşurdu.

Özel hayatında ev halkına karşı müşfik ve latîfeci davranır, kimseye doğrudan doğruya birşey emretmez, telmih ve remiz ile söyler, anlaşılmazsa sabrederdi.

Fevkalâde mütevâzi idi. Kerametleri zâhir ve şöhreti àlemgir olduğu halde, talebelerine bile tepeden bakmaz, şeyhlik tavrı takınmaz, kendisini ihvânı arasında lâlettayin bir fert gibi görür, makamını ve kemâlini büyük bir maharetle gizlerdi.

Kendi üstadlarına fevkalâde saygılı ve bağlı idi. Tekke arkadaşları olan yaşlılar, üstadının meclisine gittiğinde diz üstü oturup, baş eğip hiç ayak değiştirmeden edeple oturduğunu anlatırlar.

Çok uzun ve derin düşünürdü, sohbetlerindeki buluşlara, teşbihlere hayran kalmamak mümkün olmazdı. Bir ayetin, bir hadisin üzerinde haftalarca, aylarca durup konuştuğu olurdu.

11

Ele aldığı bir kimseyi terbiye edip yola getirinceye kadar büyük bir sabırla çalışırdı. İlk zamanlarda kusurlarına müsamaha ederdi. Yıllarca çalışır, yarı yolda bıkıp bırakmazdı.

Dostlarına vefâsı emsalsiz idi; onları ziyaret eder, arar sorardı. Akrabalarına karşı vazifelerinde kusur etmez ve onlara her türlü yardımı esirgemezdi.

Çok açık elli idi, verdiği zaman şaşılacak miktarda verir, geriye kalmamasından korkmaz, verdiğini doyururdu. Sofrasında ekseriya misafir bulunurdu. Hizmet edenleri bir vesile ile memnun eder, ziyaretçilere güleryüz gösterir, kapısını her zaman açık tutmağa çalışırdı.

Gece ve sabah ibadetlerine çok riayet eder, talebelerini de bunlara teşvik eylerdi. İnsanın kalbinden geçirdiğini bilir, gelenin sormadan cevabını verir, istemeden ihtiyaç sahibinin muhtaç olduğu şeyi bağışlardı. Gönüllere ve rüyalara tasarrufu vardı. Bereket gittiği yere yağar; bolluk onunla beraber gezer, en hücrâ, en kıtlık yerde o gelince nimet dolardı. Beraberinde seyahat edenler, tevafuklara, tecellilere, maddî ve mânevî hallere ve ikramlara şaşar, hayretlere düşerler, parmaklarını ısırırlardı.

12

Allah-u Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri derecâtını ulyâ eyleyip, biz âciz ü nâcizleri de füyûzat ve şefaatından feyzyab u nasibdâr buyursun...

Âmîn, bihürmeti seyyidil-mürselîn SAS ve âlihî ve sahbihî ve men tebiahüm biihsânin ilâ yevmid-dîn, vel-hamdü lillâhi rabbil-àlemîn.

Halil Necâtioğlu

MEHMED ZÂHİD KOTKU

HAZRETLERİ'NİN ESERLERİ

1. Tasavvufî Ahlâk (5 Cild)

2. Cennet Yolları

3. Mü'minlere Vaazlar (2 Cild)

4. Ehl-i Sünnet Akaidi

5. Ana Baba Hakları

6. Hadislerle Nasihatlar (2 Cild)

7. Nefsin Terbiyesi

8. Tezkiretül-Evliyâ Tercümesi

9. Risâle-i Hàlidiyye Tercümesi

10. Evrâd-ı Şerif

11. Faydalı Dualar ve 32 Farz Mecmuası

12. Yemek Âdâbı

Konuşmalarından Hazırlanan Kitaplar

1. Zikrullahın Faydaları

2. Özel Sohbetler

3. Peygamber Efendimiz

4. Tenbihler

13

I. DERS

4 Mayıs 1975
İskenderpaşa Camii
Râmûzül Ehâdîs Dersi
Sayfa: 519/1 - 521/23

Euzü billâhi mineş şeytanir racîm.

Bismillâhir rahmanir rahîm...

Elhamdü lillâhi rabbil alemîn...Vel akıbetü lil müttakîn...Vessalâtü, vesselâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve âlihi ve sahbihi ecmaîn...

Eyyühel ihvân... Enne efdalel kitabi kitâbullah... Ve enne efdalel hedyü hedyi muhammedin sallallahu aleyhi vesellem... Ve şerrel umûri muhdesâtüha...Ve külle muhdesün bid'ah... Ve külle bid'atün dalâleh... Ve külle dalâletün finnâr... Ve bissenedil muttasili ilen nebiyyi sallallahu aleyhi veselleme ve ennehû kaal:

Kitap iki kısımdan ibarettir. Birisi Peygamberimizin sözlerini nakleden kısım; burda bitmiştir. Bundan sonraki kısımları Peygamber SAS'in hayatına aittir. Bir kere kendisini tarif eder. Kendisini tarif ettikten sonra, neler yapmış kendisi bilfiil, neleri işlemiş; onları tarif edecektir. Onun için ilk hadis-i şerif:

519/1 (Kâne resulüllah sallallahü aleyhi vesellem, ebyada) Rasûlüllah SAS Hazretleri, Arap olmakla beraber beyaz idi. Ama böyle kireç beyazı değil, buğday renkli bir beyaz... En makbul bir renk... (melîhan mukassidâ.) Çok şişman da değil, zayıf da değildi. Orta bir vücudlu idi. Müslim Hazretleri ile Tirmizî Hazretleri, bunu şemaili şeriflerinde beyan etmişler.

14

519/2 (Kâne ebyada ke ennemâ sayğa min fiddatin raccileş şa'r.) Efendimiz SAS beyaz olmakla beraber, gümüşü eritirsin de erimiş gümüş nasıl bir parlaklık verir, onun parlaklığı gibi idi. Saçları da siyah idi. Kara saçlı idi.

519/3 (Kâne ebyada müşraben beyâduhû bihumratin) Resûlullah Efendimizin beyazlığı kırmızı ile karışmış idi. Beyaz olup da bembeyaz değil, kırmızı olup kıpkırmızı da değil; kırmızı ile karışık en güzel bir renk... (ve kâne esvedel hadekah) Gözünün bebeği gayet siyah idi. (ehdebel eşfâr.) Gözünün kirpikleri de hem uzun, hem de çok sık idi.

519/4 (Kâne ebyada müşraben bihumratin dahumel hâmeti eğarra eblece ehdebel eşfâr.) Beyhakî'nin Hazret-i Ali'den rivayet ettiği hadis-i şerifte de yine, beyazı kırmızıyla karışmış gayet güzel bir renkte; büyük, etli baş, öyle zayıf, ufak başlı değil de büyükce bir baş ve fiili (başının hareketi) gayet kerim; kaş araları bitişik değil, açık; ve kirpikleri de yine bol, uzun ve sık olaraktan beyan buyurmuşlar.

519/5 Buhârî ile Müslim'in Hazret-i Berâ'dan rivayet ettiklerine göre: (Kâne ahsenen nâsü vechen) İnsanların en güzeli idi. Yusuf AS'ın güzelliği meşhurdur. Fakat Yusuf AS'ın güzelliği, Peygamberimizin güzelliği yanında hiç kalırdı. (ve ahsenehüm hulükan) En güzel ahlâk da yine Peygamber SAS'de toplanmıştı. Onun ahlâkı Kur'an-ı Azimüşşan'ı toplayan bir tek vücud yani... Ahlâk-ı Kur'an idi. Sormuşlar Hazret-i Aişe validemize, "Peygamberimiz'in ahlâkını nasıl tarif edersin bize?.." diye. "Hulükuhül Kur'ân!.. " Ne kadar kısa bir söz... İşte şöyleydi, böyleydi diye uzun uzun anlatmak lâzım gelse, saatler yetmez. O bir kelime ile ne güzel anlatıyor: "Onun ahlâkı Kur'an'dan ibarettir." Kur'an ne diyorsa ona teslim olmuş, onu bilfiil yaşamış.

15

(leyse bittavilil bâyin) Çok uzun boylu değil, (velâ bilkasîr.) kısa da değildi. İşittiğimize göre, uzun boylunun yanında durursa, --mucize-i peygamberî-- ondan uzun görünürmüş. Allahın hikmeti...

519/6 (Kâne ahsenel beşerü kademen.) Ayak itibari ile beşerin en güzel ayağı da onun ayağı idi. Hırka-i Şerifte, Efendimiz SAS'in ayağının resmini almışlar. O mübareklerin biri Hırka-i Şerif'te, biri Topkapı'da biri de Eyüb Sultan Hazretleri'nde, birisi Şam'da, birisi de Almanya'da imiş. Bir mermer üzerine basmışlar; mermere ayakları oturmuş, yerleri belli... Bunlar mucize-i peygamberiler...

Meselâ Mekke-i Mükerreme'de Makam-ı İbrahim'de cam kafesin içerisinde taş var. İbrahim AS, o taşın üzerine basıp da oraları yapıyormuş. O ayak oraya gömülmüş. Taş dayanamamış yâni, peygamberin ağırlığına... Oyulmuş. Öyle kalemle değil...

Cenab-ı Peygamber SAS, bir yere çıkmak istedi. Hazret-i Ali Efendimizin omuzuna bastılar. Omuzuna bastıkları vakitte, Hazret-i Ali dedi ki: "Göçecektim..." Peygamber ağırlığı... Sıklet değil de ruhaniyyetin ağırlığı ile tahammül edemedi Hazret-i Ali; o gençliğiyle beraber...

16

519/7 Müslim Hazretleri, Ebû Davut Hazretleriyle beraber Hazret-i Enes'den rivayetinde; (Kâne ahsenennâs, hulükan.) İnsanların ahlâk cihetinden en güzeli, Peygamber SAS idi.

519/8 (Kâne ahsenen nâs, ve ecveden nâs ve eşcaan nâs.) Beyhakî, Tirmizî, İbn-i Mâce Hazretleri Hazret-i Enes'den... Diyor ki; "Nâsın en güzeli olmakla beraber, nâsın en cömerdi idi." Ecved, cömert... Cömertte üç sıfat var. Birisine dersin ki, "Yahu benim bu akşam ihtiyacım var, bana biraz yardım eder misin?" Eder yardımı... Ona cömert derler, bizde... Fakat 'ecved' olunca, gözünden onun muhtac olduğunu anlar, ve onun ihtiyacını yapıverir. İstemeden vermek... Halini anlar ve istemeden yardım ederdi.

(ve eşcaannâs) İnsanların da en şecaatlisi idi. Şimdi biz bugün --Allah affetsin kusurlarımızı...-- çok korkağız!.. Şundan korkuyoruz, bundan korkuyoruz, gölgemizden de korkuyoruz... Bu hale geldik. Cenab-ı Peygamber, her taraf gâvur olduğu halde tek başına Taif'e gitti. Yanında bir adamı vardı kendisinin... Taif halkını imana davet etti. Taif halkı isyan etti. Efendimizi taşa tuttular. Köpeklerin hücumuna uğrattılar. Mübarek ayakları yarıldı, kanlar aktı. O, o halde iken melekler geldi; dediler "Yâ Rasulüllah, emrine âmâdeyiz. İstersen dağları, istersen yağmurları, istersen ne gibi felâketler varsa yaptıralım; bunlar mahvolsunlar!.." "Yok!" dedi. "Onların zürriyetinden Allah'a iman edecekler var!.. Onun için, onlara Allah hidayet eylesin..."

17

Muharebenin ismi aklıma gelmedi. O muharebeye (Huneyn Muharebesi) gittiler. O kabile sert bir kabile idi. Ateşci kabile, vurucu kabile... İslâm askerleri dağıldı. Peygamber yalnız başına kaldı. Düşmana karşı tek başına kaldı. O, katırının üzerinde tek başına kaldığı halde, katırını sürüyor yine düşmana karşı!.. "Ey cemaat, ben Abdülmuttalib'in oğluyum. Nereye gidiyorsunuz?.. Ben peygamberim, yalan söylemem; zafer bizimdir!.." diye ilanlar yaptı. Müslümanlar yine peygamberin etrafına toplanıp bir hücum yaptılar. Perişan ettiler düşmanı, o anda... Ama o Peygamber SAS, asker kaçınca, kendi başına da kalınca, onun da çekilmesi lâzım gelirken o sebat etti. Daha, ateşe karşı katırını sürüyor... Hazret-i Abbas katırına yapıştı, "Yâ Rasûlallah ne yapıyorsun, yapma!" diyerekten. O dinlemedi ama, cemaat-i islamiyyenin de toplanıp hücumuna vesile oldular ve zaferi kazandılar, elhamdü lillâh... Çok büyük ganimet aldılar orda...

519/10 (Kâne ezherel levn keenne arakahû, ellü'lüü izâ meşâ tekeffâh.) Renk itibariyle en güzel bir renk olmakla beraber, terledikleri vakitte ,bir inci danesi gibi akarmış mübarek yüzlerinin terleri... Ve yürüdükleri vakitte bazen sağa, bazen sola meylederek ve önüne doğru da böyle meylederek yürürlermiş. Hani öyle dik değil...

18

519/11 (Kâne eşedde hayâen minel azrâi fî hıdrihâ.) Gelinlik bir kız, cibinliğinin içerisinde nasıl utanırsa, Peygamber SAS'in hayâsı ondan daha fazla idi. Cibinlik içerisindeki kız tabiri var ki; yani, eski zamanda kızlar böyle serbest gezemezlerdi. İlerde bir misal varki, "Seni filan kimse istiyor yavrum" diye, kapının arkasından Rasûl-i Ekrem Efendimiz soruyor... --İyi dinle!-- Rasûl-i Ekrem akrabasından birinin kızını birisine vermek istediği vakitte, kapının arkasından, --önünden yüzünü görerek değil-- "Kızım seni filan kes istiyor. Eğer razı olursan ne âlâ, sesini çıkarma; sükut ikrardandır. Eğer razı olmuyorsan, 'Hayır!' de!.." Ama kapının arkasından soruyordu, kıza bunu... Yüz yüze karşı karşıya gelerekten değil... Allah şimdi hepimizi affetsin, mağfiret etsin... Ne acaib alem oldu.

519/12 (Kâne asberan nâs alâ akzârin nâs.) Tabii insanlar muhteliful elvân oldukları gibi, muhtelifüt tabia, çok çeşit tabiatı vardır. O peygambermiş... Ona lâzım gelen hürmet, saygı nasıl olacak?.. Aklına bile gelmez onun... Bedevî insan... Bir medeniyet görmemiş. Bazan Peygamber'e karşı şedid hareketlerde bulunurlardı. Hattâ bir zaman, mübarek yakasından yakaladı birisi, "Bana da vereceksin ganimet mallarından!" diye... Yahut kendisinden para istiyor ama, sıkıyor boğazını Peygamberin... Gömleğinden, mintanından yakalamış. Hatta iz etmiş mübarek boyunlarında... Bunlara karşı, Peygamber SAS çok sabırlıydı. Buna iki tane tokat vurup da def edebilirdi. Yahut yanındakine diyebilirdi ki, "Alın şunu, defedin şurdan!.." Bunların hiç birisini yapmaz, sabırla mukabele ederdi.

19

519/13 (Kâne efleces seniyyeteyn) Şu iki dişe senayâ diyorlar. İki üstte iki de altta... Bu dişlerinin araları açıkmış mübareğin... Sık değil... (iza tekelleme) Konuştuğu vakitte, (ruiye kennûr yahrucü min beyne senâyâh.) ağzından nurun çıktığı görülürmüş. O aradaki boşluklardan, nur böyle fışkırıyor; o görülüyormuş. Allah cümlemizi şefaatine nail eylesin...

519/14 (Kâne hâtemün nübüvveti fî zahrihî bıd'aten nâşizeh.) Cenab-ı Peygamber SAS'in peygamberlik alâmeti olaraktan arkasında, zannedersem sol küreğinin üzerinde bir et kabarcığı; "Hatemün Nübüvve" dedikleri bir et kabarcığı ki, içerisinde "Lâ ilâhe illallah, muhammeder rasûlüllah " diye yazılı idi.

519/15 (Kâne hatemühü ğuddeten hamrâ') Peygamberlik mührü, --biz bez tabir ediyoruz, kabarcık oluyor ya hani, bazı kimselerin ellerinde yahut başka yerlerinde, onun gibi-- etten kırmızı bir kabarcık şeklinde idi. (misle beydatil hamâm.) Güvercin yumurtası gibi idi. Bunu da Tirmizî Hazretleri Cabir RA'dan beyan buyurmuşlar.

Ukkâşe denilen, Ashâb-ı Kiram'dan bir zat var. O'nun bir duasını buldum, yazmakla meşgulüm. Çok güzel, büyük bir zat... Bir sefere giderken, nasılsa Peygamber SAS ona bir kamçı vurmuş. Geri mi kaldı, yürümedi mi nasıl olduysa... İhtiyarlığında, son günlerinde Rasûl-i Ekrem SAS cemaati toplamış, demiş: "Kimin bende bir hakkı varsa, şu dünyadan daha göçmeden, istesin hakkını benden ki, burda ben onu mümkünse ödeyivereyim!" Ashâb-ı Kiram sükût etmişler... "Yâ Resûlallah özürler dileriz, sende kimin hakkı olabilir?.. Senin hakkın var bizde!" diye özürler beyan etmişler. Bunu Efendimiz üç defa böyle tekrar edince, bu Ükkâşe denilen zat kalkmış: "Yâ Resûlallah, benim bir hakkım var!" demiş. Filan zamanda giderken, bana bir tane kamçı vurdunuz." demiş. Onun kısasını isterim gibi bir şeyler... Kamçıyı getirttirmiş... "Ama sizin bana vurduğunuz vakitte vücudum çıplak idi. Ben de sizin vücudunuza çıplak olarak vurmam gerekir!" deyince, Rasûlallah Efendimiz arkasındaki örtüsünü atmış... Hemen sarılmış, öpmüş, özürler dilemiş, "Yâ Rasulallah ben sizi, hatem-i nübüvveti görmek için, öpmek için yaptım bu işi, affedin beni!" diyerekten özürler dilemiş... O da buyurmuş ki, "Ehl-i Cennetten görmek isteyen, baksın Ükkâşe'ye!.." Çünkü, Peygamber SAS'in temas ettiği kimseler, hep ehl-i cennettir. Allah şefaatlerine nail etsin...

20
21 ilâ 40. sayfalar