"Elmüslimûn kel bünyân" "Elmüslimûn kel cesedil vâhid." Bir cesed, bir binâ nasıl?.. Şimdi burada ufacık taşlar var... Kumlar da var, ufacık ufacık... Kocaman taşlar da var. Şimdi o koca taş dese ki, "Senin burda ne işin var, git burdan!" Gitti miydi, o koca taş durmaz orda, o da yuvarlanır. Çünkü, o koca taşı tutan ufak kum parçaları... Değil mi efendim?.. Demiriyle, çeliğiyle birbirine bağlanıyor; güzel bir şey meydana geliyor. Sen ayrılırsan, ben ayrılırsam, nasıl olur bu binâ?..
Allah kusurlarımızı affetsin... Bu kadarcık şeyi biz müslümanlar henüz idrak mi edemiyoruz?.. İdrak etmemek kabil de değil... İdrak ediyoruz ama, içerde ne kadar bir inatçılık var ki, nal diyor da mıh demiyor... Merkep köprüden gelir, bir türlü geçmez. Niçin?.. İnadı var işte... Biz de bu inadımızdan dolayı birbirimizle kaynaşamıyoruz vesselâm... Allah kusurlarımızı affetsin...
Onun için, gece dualarında yalvarırken, "Yâ Rab! Beni affet ama bu millete merhamet eyle yâ Rabbi!.. Bu millet İslâm milletidir. Senin peygamberine iman etmiştir. Kitabını da canı gibi sever. Kusurlarından dolayı bunları muâheze etme yâ Rabbi!.. Gönüllerini bunların birleştir yâ Rabbi!.. Bu millet yine bir araya gelsin..." diyerekten yalvaralım Allah'a...
Şimdi bazı gazetelerde okuyoruz: "Kırk milyon kardeş olacak!" Nasıl olur canım?.. Gönüller birleşmeyince kırk bir araya gelmez. Evvelâ gönüllerin bir araya gelmesi lâzım!.. Gönüllerin bir araya gelmesi için de, kötülüklerin ortadan kalkması lâzım!..
Birisi Rus kafası, birisi Çin'in kafası, birisi Amerika'nın kafası, birisi İngiliz'in kafası... Olur mu?.. İslâm kafası lâzım!.. Peygamber'in istediği: (allahümme ehillehû aleynâ bil'emni vel îmân, ves selâmeti vel islâm) Bu kafanın bulunması lâzım... Bu kafa olmadıktan sonra, perişanlıktan başka bir şey yok...
(vet tevfîk, limâ tuhibbu ve terdâ, rabbünâ ve rabbükellah.) Ey yıldızlar, hepiniz Allah'ın mahlûkusunuz. Bizim rabbimiz de Allah, sizin rabbiniz de Allah...
534/2 Yine tekrar bir ayrı duası: (Kâne izâ raal hilâl) Hiç ayı gördüğümüz vakitte dua edenimiz oluyor mu?.. Hiç yapanımız oluyor mu?.. Bakın, kaç çeşit dua geldi. Cenâb-ı Peygamber'in ayı gördüğü vakitte yaptığı dualar... Halbuki hepimiz me'muruz bunları yapmakla...
Onun için, dua kitaplarından birer tane edinmeniz ve bu duaları ezberlemeniz lâzım!.. Elham'ı nasıl ezberliyorsak, bu duaları da öyle ezberleyelim. Çünkü, "Her zaman kitap cebimizde gezsin de, ayı gördüğümüz vakitte bakalım, o duayı okuyalım!" desek, o olmaz tabii... Ama, kısa kısa olan bu duaları, insan sıkışırsa ezberler. İsterse ezberler. Ezberlediği vakit de, her zaman okuyabilir.
Şimdi ise, (izâ raal hilâl, kal, allahümme ehillehû aleynâ bil'emni vel îmân, ves selâmeti vel islâm, ves sekîneti vel âfiyeti ver rizkıl hasen.) Burda iman ve İslâmiyeti istedikten sonra, sekîneyi de istiyor. (sekine: Rahatlık, sakinlik, huzur.) Bir kimsede o sekine olunca, evinde de rahat eder, her yerde rahat eder. Ama o sekine olmazsa, eve gelirsin bir kavga, çıkarsın bir kavga... Şu yok, bu yok... Şundan şöyle, bundan böyle, rahatsızlıklar oluyor insanın içerisinde... Ki, onlara karşı sekineti isterim yâ Rabbi!.. Sükûnet hasıl olsun... Evimizde de, kendimizde de, etrafımızdaki insanlarda da hep sekînet hasıl olsun... Hepimiz rahat olalım...
(vel afiyeti) Hepimiz afiyette olalım... Afiyet isteriz. Afiyet, imandan sonra en büyük nîmet!.. Afiyet olmadıktan sonra, hiç bir şey olmaz. Afiyet, sağlık... O sağlık olmayınca ne gece kalkabilirsin, ne gündüz kalkabilirsin, ne bir şey yapabilirsin... Görüyoruz hastaları, Allah muhafaza etsin... Onun için Allah-u Teâlâ bu afiyetten de bizleri ayırmasın sonuna kadar...
(ver rizkıl hasen) Afiyetle beraber güzel bir rızık isterim yâ Rabbi!.. Haramdan olmasın. Helâlinden olan güzel bir rızık ver yâ Rabbi!.. Nâmerde muhtac etme, başkalarının eline baktırma!.. Para kazanmak için ağır yüklerin altında bizleri ezdirme!..
Meselâ şimdi görüyoruz, Allah yardımcıları olsun... Alıyor arkasına kırk tane, elli tane tuğlayı, tek tek merdivenleri çıkarmağa çalışıyor. Kolay iş değil bu... Çamuru taşıyor, bilmem neyi taşıyor. Ağır işler...
Bize kömürleri getiriyorlar, güzel güzel yakıyoruz ama, o kömürü çıkaranların halini bir kere düşünsek... Bazan göçüveriyor. Altına bakıyorsun beş kişi, on kişi, elli kişi ölüvermiş... Gaz patlıyor, şöyle oluyor, böyle oluyor... Bir sürü afetleri var...
Ama güzel rızık, helâlinden, tatlı tatlı, kolaycacık gelirse, ona can kurban... (ver rizkıl hasen) Güzel rızık... Yorulmadan, meşakkatsiz... "Meşakkatsiz olmuyor." dersin, meşakkatsiz niçin olmasın?.. Mülk Allah-u Teâlâ'nın... O istediği vakitte, böyle tabiatiyle her şey nasıl cereyan ediyor; o da öyle cereyan eder, rızkı verir.
534/3 (Kâne izâ raal hilâl) Ayı gördükleri vakitte, (kale hilâlü hayrun) "Yâ Rab, bu ayı hayırlı bir ay yap!.. Hayırlı bir ay olsun, bu bize..." Kavga olmasın, gürültü olmasın... Şimdi çocuklar okumuyorlar mektepte... O onunla döğüşüyor, o onunla döğüşüyor. Neden?.. Ay bir aydır amma, kimisi için hayırlıdır, kimisi için de şerlidir. Bir aydır amma herkese ayrı ayrı tecellî var... Sen hayrını istersin, sana hayrı gelir; rahat edersin. Öteki de istemez, ona da şerri gelir. O da belâların içerisinde kavgayla gürültüyle ömrü geçer. Hepimizi Allah muhafaza etsin...
(hilâlü hayrun) "Bu ayı hayırlı olarak isterim Yâ Rabbi!.. Her şeyleri hayırlı olsun... Huzur içinde olalım..."
(elhamdü lillâh) "Allah'a hamd olsun ki, (ellezî bişehrin kezâ) o ayı giderdi ama, (ve câe bişehrin kezâ) bak yerine başka bir ay daha geldi."
(es'elüke min hayri hâzeş şehr) "Yâ Rabbi, bu ayın hayrını isterim senden..." (ve nûrihî) Yukarıdaki dualara bakın, bir de bu duaya bakın: "Bu ayın nûrunu da isterim senden yâ Rabbi!.." orda rızk istedi, selâmet istedi, İslâmiyet istedi. Burda da şimdi bu duasında, hayrıyla beraber nûrunu da istiyor. Çünkü nur olmayınca, aziz kardeş, hiç bir şey olmaz!.. Şimdi şu ışıkları söndürelim... Birimiz çıkmak istese, hepimiz birbirimizi çiğneriz yâni... Ben bir şey okuyamamam, bir şey de söyleyemem... Göremem ki!.. Niçin?.. Işık yok... Nur dedikleri ışıktır. Bu ışık olmayınca hiç bir şey olmuyor.
Onun için, Cenâb-ı Peygamber'in çeşitli dualarının içerisinde, "Yâ Rabbi! Benim nurumu üstümden ver, altmdan ver, sağımdan ver, solumdan ver, önümden ver, ardımdan ver... Nur ver bana yâ Rabbi!.. Nurumu artır, nurumu ziyâde eyle..." diye duaları da var...
Nuru istiyoruz. Işık olmayınca bir şey olmuyor çünkü... O nur olmasa, insan kör gibidir. Körün hali nasıl, nursuz insanın hali de öyledir.
Onun için, bu ayın hayrını isterken, nur zâten dahildir bu hayrın içine ama, tekrarlayarak: "Nûrunu da isterim bu ayın... Hayrıyla beraber ayrıca bir de nurunu isterim. Nurlu olayım, nurlanayım..." diyor.
Daha: (ve bereketihî) "Bu ayın bereketini de isterim senden..." Bereket bambaşka bir şeydir. Bereket senin benim bildiğim gibi değil...
"Tebârekellezî biyedihî"deki mübâreklik neyse, bu bereket o berekettir ki, Cenâb-ı Peygamber SAS, zannedersem Tebük Muharebesi'nde... O zaman böyle askerî teşkilâtlar yok, nakliye vasıtaları yok, bir şey yok... Herkes cebine ne koyduysa, onunla gidiyor. Nesi varsa erzak olarak sırtına almış, cebine koymuş; o onun nafakası... Bir kısmının nafakası bitti. Ashâb-ı Kirâm dediler ki, "Yâ Rasûlallah! Aç kaldık, nafakamız bitti!.." Rasûlüllah Efendimiz, "Herkes nesi varsa getirsin şuraya!.." dedi. Bir yaygı yaydılar. Herkes hazır olan, kalan nafakası neyse getirdi oraya... Koca bir öbek oldu. Cenâb-ı Peygamber, "Gelin!" dedi. Ordan bir kapla hepsine taksim etti.
Ordan, adını belki yanlış söylerim, ya Enes, ya Ebû Hüreyre... Ona da isabet ederekten bir tas neyse verdiği, "Hâlâ duruyor!" derdi. Duruyor, bitmiyor yâni o... Peygamber'in duası, nasıl çocuğunun çocuğuna, daha ileriye kadar gidiyor ya; bereket de bitmiyor aziz kardeş!.. Yalnız o mazhariyete nâil olmak lâzım... Allah'ın yasaklarından sakın, kendine yönel; bak, Allah-u Teâlâ'nın ne nimetleri tecelli eder üzerinde!..
Şimdi biz sabahleyin --başka camilerde yaparlar mı, yapmazlar mı bilmem-- camimizde oturuyoruz. Çünkü, --şimdi burda gelecek-- Cenâb-ı Peygamber böyle otururdu sabahleyin namazdan sonra... Tâ işrake kadar oturur, tesbihiyle meşgul olurdu. Cemaatiyle meşgul olurdu. İki rekât işraki kılar öyle çıkardı Peygamber SAS... Elhamdü lillâh biz de onu, bir vesileyle yapıyoruz. Ama bunu yapınca, hiç eksiksiz bir hac ve umre sevâbı veriliyor bir kere... Ondan sonra, "Rızkın senin arkandan koşar!" diyor.
Sen hani rızkı kazanmağa gideceksin ya... Sabahleyin erkenden dükkânını açmağa gidiyor. Gece yarısına kadar dükkânlarda duruyor. Kimisi demiriyle uğraşır, kimisi satmakla uğraşır. Bakarsın bazan kâr eder. bazan zarar eder. Fakat burda rızık senin arkandan, seni kovalar, "Nereye gidiyorsun? Dur bakalım, beni al da öyle git!" der.
Onun için, "Bu ayın nurunu da isterim, bereketini de isterim yâ Rabbi!.. (ve hüdâhü) İhdinas sırâtal müstakîm'de istediğimiz hidâyeti de isterim!.." O hidâyet olmayınca da olmaz. Günde beş vakit namazda kırk defâ --her rekâtımızda birer kere okuyarak-- "İhdinas sırâtal müstakîm." diye, Cenâb-ı Hak'tan o istikameti, o hidâyeti istiyoruz da, niçin nâil olamıyoruz, bilemem!.. Allah affetsin kusurlarımızı...
Çünkü onun altında, "Bu istediğim yol yahudinin yolu olmasın!.. Bu istediğim hidâyet yolu nasarânın yolu olmasın!" diyor. Biz ise nasarânın yolunu, yahudinin yolunu kendimize yol edindiğimizden dolayı, "İhdinas sırâtal müstakîm." dilimizin ucundan kayboluyor.
Evvelâ yolu tesbit etmek lâzım: "Bu benim yolum, harekâtım, yaşayışım yahudinin yoluna mı benziyor, müslümanın yoluna mı benziyor?.. Allah'ın Rasûlü'nün yolu mu, yoksa yahudinin yolu mu?.." Giyimin, yiyimin, yatışın, kalkışın, bütün harekâtın nasıl?.. Hesapla bakalım... Götürseler bizi şimdi başka insanlarla mukayese etmeğe; "Ayır bakalım, bunların hangisi müslümandır, hangisi değildir?" deseler nasıl ayırt edeceğiz?..
Vaktiyle bilmiyorum hangi büyüğe on tane kız, on tane oğlan getirmişler... Körpe ama hepsi, birer ikişer yaşlı belki... "Bunları ayır; hangisi oğlan, hangisi kız?.." demişler. "Yüzleriniz yıkamamışsınız; çeşmenin başına gidin de yüzlerinizi yıkayın!" demiş. Şimdi, tabiatının îcâbı kız çocukları, şöyle serpiştirirler; nasıl yapıyorlarsa... Oğlan çocuğunun yıkayışı başkadır, kız çocuğunun yıkayışı başkadır. Ordan ayırıvermiş adam... "Bunlar oğlan, şunlar da kız!" demiş. Çünkü, yıkama tarzları farklı...
Kadının namazı da öyledir, abdesti de öyledir; her şeyleri ayrıdır, çalımları da ayrıdır. Ordan bulup çıkarıyor işte... E şimdi bugün biz nasıl ayıracağız birbirimizi?.. Allah affetsin kusurlarımızı...
Onun için, o nur olmazsa, o bereket olmazsa bir şeye yaramayız. Onun için dâimâ isteyelim ki, "Yâ Rabbi, nurunu da ver, bereketini de ver... İmânı da ver, emni de ver, afiyeti de ver, selâmeti de ver... İslâm'ı da ver hakkıyla..."
(ve tuhûrihî) "Temizliğini de ver yâ Rabbi!.." Temiz yaşayalım, temiz olalım... İnsan her zaman suyu bulamazsa, yıkanamazsa, abdest alamazsa, çamaşırını yıkayamazsa kokar; etrafındaki insanları rahatsız eder, tâciz eder. Bizim şimdi birçok şikâyetçilerimiz, "Aman, bu camilere giriyoruz; o ayakları pis adamların pis kokularından nefret ediyoruz." diyorlar. Bunu yapmak doğru mu?.. Çorabımız pek kirli ise, yenisini alamıyorsak, çıkarırız; ayağımızı yıkarız, temiz ayakla gireriz. Çorapla girmek şart değil ya...
(ve muâfâtihî) "Afiyetini de isteriz yâ Rabbi!.."
534/5 (Kân, izâ raâ mâ yuhibbü kal, elhamdü lillâhillezî bini'metihî tetümmüs sâlihât) Kendilerinin hoşuna giden bir hal olduğu, sevindiği vakitler dermiş ki: (elhamdü lillâhillezî bini'metihî tetümmüs sâlihât) "Cenâb-ı Hakk'ın nîmetleri, böyle güzel şeylerin gelmesiyle tamam olur, güzel olur. Elhamdü lillâh yâ Rabbi, verdin bu nîmetleri..."
(ve izâ raâ mâ yekrehu) Bazan da insanın sevinmeyeceği haller olur. Sevinmeyeceği hallerde ne yapacak?.. Yine bakın: (elhamdü lillâhi alâ külli hâl) "Yâ Rabbi, her halim üzerine sana hamd olsun!.. İyilik de senden; bazan iyilikler verirsin, bazan vermezsin... Bazan yükseltirsin, bazan indirirsin... Yükseltmek de senden, indirmek de senden... Binâen aleyh, senin her haline ben râzıyım." diyor.
(rabbi eûzü bike min hâli ehlin nâr.) "Şimdi ben senin her haline razıyım ama, şu ehl-i nâr olan, cehennemlik kâfirlerin halinden sana sığınırım yâ Rabbi!.."
Binâen aleyh, sen Cenâb-ı Peygamber'in sığındığı o küffârın hâlini hal edinirsen; kumar peşinde, içki peşinde, dans peşinde, balo peşinde... Karısı belli değil, erkeği belli değil... Hristiyanın yoludur o!.. Hristiyanın yolunu yol edindikten sonra, o yolun varacağı yer cehennemdir.
"Yâ Rabbi, cehennem ehlinin halinden sana sığınırım!" derken, bize de: "Ümmetim siz de sığının Allah'a!.. Küffârın yolunu yol edinmeyin!" demek istiyor. O açık geziyormuş... Ne yapalım, kâfirdir; yeri zâten cehennem!.. İsterse, üstündekileri de çıkarsın öyle gezsin... O bizi alâkadar etmez. Biz müslümanız, müslümanca yaşamayı isteriz Allah'tan...
534/6 (Kân, izâ raâhü şey'ün kale allah, allah, rabbî lâ şerîke leh.) Bazı yerlerde üç defa demiş ama, burda iki defa diyor. Korkulacak, üzüntülü bir hal olduğu vakitte, (Allaaah... Allaaah... Allaaah... Rabbî lâ şerîke leh) "Yâ Rab, sen benim rabbimsin! Senin şerîkin de yoktur. Sen her şeyi kendin yaparsın. Kimseye danışmana lüzum yok, yardımcıya ihtiyacın yok..." dersin. Bakarsın ki, Allah-u Teâlâ, o korkuyu senden gideriverir.
Bazı insanlar geliyor, müracaat ediyor, "Çok korkuyorum!" diyor. "Gece korkuyorum, rüyamda korkuyorum... Şurda korkuyorum, burda korkuyorum..." diyor. En kolayı işte: "Allaaah... Allaaah... Allaaah... Rabbî lâ şerîke leh." de; tamam... Ama diyor ki, "Ben okuyorum, olmuyor..." Çünkü, günahlar varken olmaz!.. Günahlar varken, dualar olmaz. Günahlar perde... O perdenin içinde kapalı kaldıktan sonra dua et, ne edersen et... Ne yapalım?..
Bazıları derler ki, "Gâvurun duası kabul oluyor!.." Allah, gâvurun duasına, sussun diye verir. İstemez onun dua etmesini, onun için verir. Sevdiğinden değil...
534/7 (Kân, izâ radıye şey'en sekete.) Hoşuna giden bir şey oldu mu, sükût ederlermiş. Yâni râzı olduklarını ihbar ederlermiş.
534/8 (Kâne izâ refeel insâne izâ tezevvece kale bârekallâhu lek, ve bâreke aleyk, ve cemea beynekümâ fî hayrin.) Evliler evlendikleri vakitte, Cenâb-ı Peygamber onlara karşı derlermiş ki: (bârekallahü lek) "Hanımını Allah sana mübârek etsin! (ve bâreke aleyk) Seni de hanımına mübârek etsin!.. Güzel geçinin, mübârek olsun hayatınız... (ve cemea beynekümâ fî hayrin) Sizin aranızı da hayır ile cem etsin Cenâb-ı Hak... Evlendiniz, hayır mübârek olsun!.. Hayırla, mes'ud, bahtiyar olun, yaşayın!.." diye böyle dualar edermiş evlenenlere...
534/9 (Kâne izâ refea yedeyhi fid duâ' lem yahuttahümâ hattâ yemseha bihimâ vechehû.) Ellerini kaldırıp da dua ettikleri vakitte, ellerini yüzlerine sürmeden, bırakmazmış ellerini... Dua eder eder de, bırakıverir insan; öyle değil... Dua ettikten sonra, elleriyle yüzünü meshederlermiş, sıvazlarlarmış.
534/10 (Kâne izâ refea re'sehû miner rükûu fî salâtis subh, fî âhiri rek'atin kanete) Sabah namazının ikinci rekâtından sonra, --Şâfîlerin yaptıkları gibi-- kunut okurlarmış. Bizim imamımız tecviz etmemiş. Bizim o işlere aklımız ermez...
534/11 (Kâne izâ basaruhû iles semâ', kal, yâ musarrifel kulûb, sebbit kalbî alâ tâatike.) Şimdi böyle, semâya baktıkları vakitte diyor ki, "Yâ musarrifel kulûb!.." Çünkü, "Bütün kalbler Allah-u Teâlâ'nın iki parmağı arasında..." derler ki, celâl ve cemâl sıfatlarının arasındadır. İstediği gibi tasarruf eder, kullarının üzerinde... "Sen musarrifel kulûb'sün yâ Rabbi!.. Kalbleri istediğin gibi, istediğin tarafa çevirirsin... (sebbit kalbî alâ tâatike) Benim kalbimi de, sana tâatte tesbit eyle yâ Rabbi!.." Kalbim tâatinde tesbit olsun, dönmesin, bozulmasın...
Çünkü, bir şey ki sallanır; sallanan bir şeyi rüzgâr iki tarafa sallar durur. Ama tesbit olunursa, bağlarsan bir yere; olduğu yerde kalır. Binâen aleyh, (sebbit kalbî alâ tâatike) "Yâ Rabbî, benim kalbimi senin tâatin üzerine tesbit et!.. Tâatinden başka ayıp bir şey yapmasın!.."
534/12 (Kâne izâ rüfiat mâidetühû kal) Bakın şimdi sofra duası... Dün bir misâfir geldi. Onaltı yaşındaymış çocuk; yemekte bulundu. "Hadi bakayım, bize bir duâ et!" dedim. Çocuk Kırıkkale'den... Kırıkkale'nin imam-hatip mektebinde okuyormuş. Güzel bir dua etti, hoşuma gitti. Kendisine bir de kitap verdim.
Diyor ki Peygamber SAS, sofra kalkarken: (Elhamdülillâhi hamden kesîran tayyiben mübâreken fîh. Elhamdü lillâhillezî kefânâ va evânâ gayra mükeffiyyin ve lâ mekfûrin ve lâ müveddain ve lâ müstağnin anhü rabbenâ.)
Tabii çok duaları var, bu bir duası... Başka çeşit duaları da var ki, onlar da çeşit çeşit... Bizim de kocakarılarımızın bir duası var: "Yâ Rabbi, eksiltme! Artsın, taşsın..." diye çeşitli dualar ederler. Nasıl edersen et, Allah'a hamd et ki, bu nimeti bize verdi; güzelce yedik içtik, karnımızı da doyurduk.
Allah esirgeye hayvanlar gibi olmamalı... At; boyna yer, doymaz. Bir taraftan yer, bir taraftan da çıkarır. O kabiliyette yaradılmış... Ama biz elhamdü lillâh, iki parça yedik mi doyuyoruz. O doygunlukla üç saat, beş saat rahat rahat yaşıyoruz meselâ...
Efendimiz SAS de ancak bir kere yermiş günde... Sonra geçenki derste de geçti, hâne-i saâdetlerini dolaşırmış: "Yemek var mı?.." "Yok!" "Öyleyse ben de bugün oruca niyet ettim." dermiş. Tabiatının îcâbı hiç zorlanmıyor. Bize de öyle olması lâzım, ortalığı ellialtıya kaldırmamak lâzım...
"Aman aç kaldık, üç gündür açız, hadi bize yardım edin!" diye gelen gelene... "Ben memlekete gideceğim, para verin!.." Seninle biz pazarlık mı ettik, memleketine gitmek için para vermeğe?.. Bunların ne olduğu belli değil ya, Allah kusurlarımızı hepimizin affetsin... Ayıp şeyler yâni... Ama bazan insan zarûrette kalır, ihtiyaç içinde olur. İhtiyaç sahiplerine yardım etmek vazifemiz. Ama, ne olduklarını bilmiyoruz, kim olduklarını da bilmiyoruz. Sarhoş mudur, nedir?..
534/13 (Kâne izâ rakea sevvâ zahrahû) Cenâb-ı Peygamber, rükûa vardıkları vakitte, arkası böyle dümdüz olurdu. Bazı insanlar dik durur, bazıları da belini aşağıya indirir. Öyle değil; beli gayet düz dururdu. (hattâ lev subbe aleyhil mâ', lestekarra.) Hattâ suyu döksen oraya, ne aşağıya gider, ne yukarıya gider, orda durabilirdi. O kadar düz dururlardı. Yâni, siz de böyle yapın.
Allah cümlemizi affetsin... Tevfikat-ı samedâniyyesine mazhar etsin... Razı olduğu ve sevdiği kulları arasına cümlemizi kabul etsin... Hüsn-ü hâtimelerle de ahirete göçmeyi cümlemize nasîb ü müyesser eylesin...
El-fâtiha!..
VI. DERS
1 Haziran 1975
İskenderpaşa Camii
Râmûzül Ehâdîs Dersi
Sayfa: 538/1 - 540/14
Euzübillâhi mineş şeytanir racîm.
Bismillâhir rahmanir rahîm...
Elhamdü lillâhi rabbil alemîn...Vel âkıbetü lil müttakîn...Ves salâtü, ves selâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve âlihi ve sahbihi ecmaîn...
İ'lemû eyyühel ihvân... Enne efdalel kitabi kitâbullah, ve enne efdalel hedyi hedyü muhammedin sallallahu aleyhi ve sellem... Ve şerrel umûri muhdesâtüha... Ve külle muhdesin bid'ah. Ve külle bid'atin dalâleh... Ve külle dalâletin fin nâr... Ve bissenedil muttasili ilen nebiyyi sallallahu aleyhi ve selleme ennehû kaal:
..............................
538/2 (Kân, izâ ferağa min defnil meyyiti vekafe aleyhi fekal: İstağfirû liehîküm) Cenâb-ı Peygamber, cenâzeyi defnettikten sonra kabrin üzerinde dururlar, "Kardeşiniz için istiğfar edin!" buyururlardı... Cenâzeyi kabre koyduktan sonra, herkes mevtâ için, gömülen zat için Cenâb-ı Hak'dan mağfiret dileyecek; hepimizin vazifesi... Efendimizin tavsiyesi: (İstağfirû li ehîküm) "Kardeşiniz için istiğfar edin; (ves'elû lehû ettesbît) ve Allah-u Teâlâdan onun için tesbît isteyiniz. Yâni, "Lâilâhe illallah, muhammedür rasûlüllah" kelimesini dünyada nasıl söylüyorsa, bugün de orda söyleyebilsin. (feinnehül ân yüs'el) Çünkü, o sual olunmaktadır şimdi... Hani, öldü bittti diyorlar ya; nerde bitti o?.. Şimdi şu dakikada o sual olunuyor. Binâen'aleyh, sizin vazifeniz: "Yâ Rab, bu kardeşimizi sen mağfiret et!.. Ona da kelime-i tevhidi nasib et, söylesin... Sorulara cevab versin." diye dua etmektir.
Kütûb-i Sitte'den Ebû Dâvud, Hazret-i Osman RA'den rivayet ediyor.
Sual beş tane: (Men rabbük?) "Kim senin Allah'ın? Kime ibadet ettin dünyada? Söyle!.." Tabii Allah'a ibadet eden, "Allah" diyecek. Allah'ı tanımadı mı; ne diyecek, o düşünsün... Allah'ı tanımayan ne der; hiç bir şey diyemez.
Peygamberinden sorulacak, kitabından sorulacak, kıblesinden sorulacak... "Kitabın hangi kitaptır?.. Hangi peygamberi tanırsın sen?.. Kıblen neresi senin?.." Şimdi bugün diyorlar ki, bir çok evlerde kıbleyi bilmeyenler çok... Allah muhafaza etsin... Yâni, alâkasızlığı var demek o kimsenin ki, kıbleyi bilmekten de aciz. Allah kusurlarımızı affetsin...
Bu ölüm, hepimizin başına gelecek bir hadise... Onun için, hepimiz ona hazırlanmak mecburiyetindeyiz. İster hazırlan, ister hazırlanma; o muhakkak başa gelecek... Nasıl bu dünyaya geldiysek, bu dünyadan da gidiş saatimiz, dakikamız tesbitlidir. Herkes kendi başına, istediği gibi ne gelebiliyor, ne de gidebiliyor. İstediği gibi gelebilen var mı?.. Yok!.. Neyse mukadder, o gün geliyor. Gideceği vakit de kimsenin elinde değildir. Ne zaman ki "Gel!" diyecekler; o zaman gidecek. Gittikten sonra da işin bitmediği mâlûm...
Şimdi, bu hadiseler bazı şeylerde birbirini kovalar. Meselâ, şimdi orda soru sordular; sormakla da iş bitmiyor. Sorulduktan sonra, eğer biz lâyık olan cevabı verebildiysek, bizim yerlerimiz cennette hazır elhamdü lillâh... Cenâb-ı Hak, herkese bir ev cennette, bir ev de cehennemde yaratmış... Bizi yaratmakla beraber, bir yerimiz cennette, bir yerimiz de cehennemde hazırdır yâni. Burda hangisini kazandıysak, oraya gideceğiz. Orda suali verip de, cennetteki yeri kazandık mı, derhal pencereler açılır; karşındaki televizyon gibi cennnetteki yerini görürsün, bayılırsın artık tabii... "Oh yâ Rabbi, kurtuldum; ne güzel bir yer!" diye. Bu, her sabah ve akşam gösterilecek, o yatan kimseye...
Eğer maazallah, o günkü suallerin cevabını veremedi ve cehennemlik bir hayat ile gitti ise; o cehennemdeki yeri gösterilecek, "İşte senin de yerin burası!" diyecekler. O da, sabah ve akşam o yerini görecek. Ama vücud dağılmış... Ne olursa olsun; zerreler mevcud ya!.. O zerrelerin her birisinde de hayat var. Senin atomunun zerresinde hayat hayat var da, Allah'ın yarattığı zerrelerde hayat olmaz mı?.. Olur tabii... Bir de diyorlar ki: "Öldükten sonra, toprak olduktan sonra..." Toprak olmak ne demek yahu?.. İnsan kadar eşref-i mahlûkat, öyle yok olur mu?..
538/3 (Kân, izâ ferağa min taamih) Bak, Cenâb-ı Peygamber'in çeşitli duaları var, kaç gündür okuyoruz hep. Yemeklerden sonra nasıl dua ederlermiş, yine şimdi bir tane daha geldi. Bir evvel okuduk, şimdi bir daha: (İzâ ferağa min taamihî) Yemekten kalkınca, hemen elini ayağını toplayıp gitmek müslümana yakışmaz. Cenâb-ı Peygamber kalkınca: (Allahümme lekel hamd) "Yâ Rabbi, hamd sana mahsus. (et'amte ve sakayte, ve eşba'te, ve ervayte) Yedirdin, doyurdun, içirdin, kandırdın. (felekel hamd) Sana hamd olsun. (gayra mekfûrin, velâ müveddein velâ müstağnin ank) diye dualarında bu sûrette buyurmuşlar.
Bunları ezberlemeye tabii, hepimizin gücü yetmez. Hiç olmazsa kısasından bir tanesini öğrenerek, "Peygamberimizin yaptığı dualar gibi yâ Rabbi, benim de duamı kabul et!" deyiversen, o da olur inşaallah.
538/4 (Kâne izâ feriğa min telbiyetihî seelallahe rıdvânehû, ve mağfiretehû, vesteâze birahmetihî minen nâr) Telbiye; "Lebbeyk, allahümme lebbeyk..." diyoruz hacca gittiğimiz vakitte. Bu telbiye, şeytanı taşlarken biter. Şeytanı taşladığı vakitte, telbiye bitince, Cenâb-ı Peygamber Efendimiz, (seelallahe rıdvânehû ve mağfiretehû) Cenâb-ı Hakk'ın rızâsını ve mağfiretini istermiş: "Yâ Rabbi, bizi mağfiret eyle ve bizden razı ol! Bizi razı olduğun kulların arasına kabul et!.." diye.
Peygamber zaten, Allah'ın razı olduğu en sevgili kul... Bu deyiş bize karşı. Yani, siz böyle deyin demek. "Yâ Rabbi, bizi mağfiret et ve bizi sevdiğin, razı olduğun, hoşnud olduğun kulların arasına kabul et!.. 'Radıyallahu anhüm ve radu anh' sırrına mazhar olan kullarından et yâ Rabbi!.." diye dua ediniz demektir bize.
Bunu dedikten sonra, (vesteâze birahmetihî minen nâr) "Yâ Rabbi, rahmetinle bizi cehenneminden koru!.. Hem razı olduğun kulların arasına kabul et, hem de cehenneminden koru bizi... Kusurdan, kabahatten ari olmaz insan; binaen'aleyh cehennemine girecek kullarından olmayalım yâ Rabbi!.. Rahmetinle bizi ondan uzak eyle!.." diye dua buyururlarmış. Cenâb-ı Hak, bizi de o duaların içine kabul buyursun inşaallah.
538/5 (Kân, izâ fekader racülü min ihvânihî selâsete eyyâm) Bakın iyi dinleyin, Cenâb-ı Peygamber'in ihvânı diyor... Kardeşlerinden yâni. Ashâbına ihvân diyor. İhvânından birini kaybettiği vakitte... Yani, kaybolmuş değil de, gözükmüyor meydanda. Bir yere gitmiş, işe gitmiş; veyahut nedense görünememiş. (selâsete eyyâm) Üç gün yok meydanda, onu göremiyor. Göremeyince, (seele anhü) onu sorardı. "Ahmed görünmüyor üç gündür yâhu, nerde o acaba?.."