Onun için bunlara hep hamd etmek lâzım. Cenâb-ı Peygamber bize delâlet ediyor: "Hamd ediniz; Cenâb-ı Hakk'ın size verdiği nimetlere!.." Nimet ne kadar çok olursa, hamdin de o kadar çok olması lâzım.
528/2 (Kâne izâ ûhiye ileyhi vükıze lizâlike sâaten kehey'etis sekrân.) Yine Cenâb-ı Peygambere vahiy geldiği vakitte, bir saat kadar, sarhoşların bayıldığı gibi --ona teşbih etmiş yâni-- bir baygınlık hali olurdu. Kendilerine malik olamıyorlar, hakim olamıyorlar, o vahyin verdiği ağırlığın, yükün altında... Allah şefaatine nâil etsin cümlemizi...
Bir salât-ü selâm okuyalım:
"Allaaahümme salli alâaa seyyidinaaa... muhammedinin nebiyyil ümmiyyi, ve alâ... Aaalihiii ve sahbihiii, ve sellim." (3 defa)
528/3 (Kâne izâ bâyeahün nâsü yülekkıhim fî mesteta'tü.) Müslüman olmak için geliyorlar, mübayaa yapıyorlar... "Ben müslüman oldum yâ Rasûlallah!" dediklerinde, herkese gücü yeteceği miktarda şey teklif edermiş.
Şimdi bizim dervişlikte bir bir usul var: Şu kadar "Allah" diyeceksin, şu kadar tesbih çekeceksin... Fakat herkesin gücü bir değildir ki!.. O adam bunu belki bu gün yapar da, yarın yapamaz. Belki hiç yapamaz. Herkesin gücüne göre ders vermek lâzım!.. Cenâb-ı Peygamber de kendisine gelip, mübayaa edip İslâm olanlara, güçlerinin yettiği nisbette tembihlerde bulunurlardı.
528/4 (Kâne izâ be'ase ehaden min eshâbihi fi ba'di emrihî kale beşşirû ve lâ tüneffirû, ve yessirû ve lâ tüassirû.) Birisini bir iş için bir tarafa yolladıklarında; "Gidin İslâm'ı bunlara öğretin, anlatın! Fakat, onları daima sevindirici şeyler söyleyiniz, tebşiratlı şeyler söyleyiniz! Ürkütecek, korkutacak şekilde, nefret verecek şekilde değil..." derlerdi. Onları sevindirecek şekilde; "İşte İslâm olursanız cennete girersiniz. İslâm olursanız, Allah'ın şu nimetlerine mazhar olursunuz. İslâm olursanız, vücudlarınız sıhhatte olur, afiyette olur." gibi.
(ve yessirû velâ tüassirû) Sonra, "İslâm olursanız şu kadar mükellefiyet var, bu kadar yasak var; bunları mükemmel surette yerine getireceksiniz. Gece uyumayacaksınız, gündüzleri tesbihten kalkmayacaksınız, namazdan kalkmayacaksınız." gibi değil. Kolaylık edin; "Sabahleyin işte, kalkarsın 2 rekat namaz... Öğlen üstü, 4 rekat namaz... Akşam üzeri, 3 rekat namaz..." gibi meselâ... Kolaylıklar daima...
Meselâ, Peygamber SAS çok okurdu namazda... Bunu da böyle yapın dersen, o adam ona takat getiremez. Sen işte "Elham"la "Kulhüvallahü"yü okursan olur diyeceksin. Ona nefret getirmeyeceksin, kolaylıklar göstereceksin, zorlaştırmayacaksın...
528/5 (Kâne izâ bease seriyyeten ev ceyşen) Asker sevkediyor bir tarafa... (beasehüm min evvelin nehâr.) ÊSabahleyin erkenden yola çıkarırlardı. Sabahleyin erkenden çıkarsa; sabahın bereketi vardır, hayırla giderler gelirler.
528/6 (Kâne izâ bease emîran) Bir emir yollayacak bir tarafa... (kale aksirül hutbe, ve ekıllül kelâm, feinne minel kelâm, sihran.) Adama dermiş ki, "Gittiğin yerde sözü kısa yap!" Şimdi bu Arapların da adetiymiş, söze başlamadan önce mukaddime dedikleri gibi uzun bir konuşma yaparlarmış. "O adeti bırakın, maksadınız neyse girin! Sözü de kısa ve az yapın, çok yapmayın! Konuşmalarda buna dikkat edin!" (ve ekillul kelâm) "Çok da konuşmayın, kısa kesin!.." Çünkü, çok söz ömrü zayi eder. Bu bir felakettir zaten...
Allah affetsin cümlemizin kusurunu... Bu kahvehaneler icad olmuş, gazinolar icad olmuş, halk orda istirahat edeceğim diye gider. İster okusun bir şey --gazete vs.-- ister okumasın, orda ömür boşa gider. Allah dese de boşa gider, ne derse de boşa gider. Boş lafları çok ediyor ömrü zayi ediyor.
Paraların ziyâından ödümüz kopar, 5 kuruşumuz kaybolsa acırız, 5 liramız kaybolsa acırız. Beş yüz liramız, beşbin liramız kaybolsa acırız. Fakat bir dakika ömrü, acaba yüz milyarca para ödeyebilir mi? "Yüz milyar lira vereyim de sana, şu bir dakikanı bana ver!" deseler gelir mi elimize?.. Gitti gider.
Binaen aleyh ömrün zayiatı varidatların, servetlerin zayiatından çok acıdır. Onun için çok müteyakkız olmalı, bir anını bile zayi etmemek için uyanık bulunmalıdır.
528/8 (Kâne izâ tedavvera minelleyli) Geceleri uyanıyoruz ya; sağımızdan solumuza dönerken filân, bir uyanıklık oluyor. Böyle uyandıkları vakitte, sağa sola dönerken, (lâ ilâhe illallahul vâhidul kahhâr, rabbüs semâvâti vel'ardı vemâ beynehümel azîzül gaffâr.) derlermiş.
İnsan uykuda dönerken uyandığı vakitte, daima Allah'ın zikrini hatırlayacak... Dua bilmezsen "Elhamdü lillâhi rabbil alemîn."de! "Kul huvallahü ehad"i oku!.. "Vel asri"yi oku!.. Bir şey yap yâni... Uyandığın vakitte Allah'ın zikriyle meşgul ol!..
528/9 (Kâne izâ tekelleme bi kelimetin eadehâ selâsen) Bir söz söylemek murad ettikleri vakitte, onu üç defa tekrar ederlerdi ki, herkes anlasın. (hatta tüfhemü anhü) Herkes onu anlardı.
(feizâ etâ alâ kavmin feselleme aleyhim) Bir kavmin yanına gittikleri vakitte, onlara "Esselâmü aleyküm!" derlerdi. (feselleme aleyhi selâsen) Selâmı da üç kere yaparlardı. "Esselâmü aleyküm... Esselâmü aleyküm... Esselâmü aleyküm..." Ve yahut da burdaki üçten murad; kapıya geldikleri vakitte --şimdiki gibi zil yok-- "Esselâmü aleyküm!" der ses çıkmaz, "Esselâmü aleyküm!" der ses çıkmaz, "Esselâmü aleyküm!" der üçüncü defa; ses çıkmazsa dönerlerdi.
528/10 (Kâne izâ tearra minel leyli) Yine gece bir taraftan bir tarafa dönerlerken, (rabbiğfir verham) "Yâ Rabbî, mağfiret et ve merhamet eyle bizlere... (vehdî lisebîlil ekvâm) En doğru yola bizleri hidayet eyle yâ Rab!..." derlermiş. Ne güzel...
528/11 (Kâne izâ teğaddâ) Buna dikkat edin ama: (Kâne izâ teğaddâ lem yeteaşş) Sabahleyin yemek yedikleri vakitte, artık bir daha akşam yemeği yemezlermiş!..
Yemek yeyib de bizim gibi tatlı, tuzlu, baklavalı, börekli değil de; arpa ekmeğinden mübarek karınlarını doyurdukları malüm. Fakat bunu sabahleyin yediklerinde, bir daha akşama yemezlermiş.
Vücudun yapısını kendimiz bozuyoruz. Üç defa yemek suretiyle, belki dört defa yemek suretiyle vücudu o şeye alıştırıyoruz. O şeye alıştıktan sonra da bir daha önüne geçemiyoruz. Halbuki ona bir gıda yetiyor. Bir kere yediğimiz yemeğin gıdası 24 saat vücuda kâfi gelir. Kâfi gelir ama, alışmamışız biz... Alışmadığımız için, hemen karnımız acıkıyor; arkasından istiyoruz yemeği... Alıştırsak istemeyecek.
Tabiat-ı sâniye diyorlar, alıştığı şeyi insan istiyor. Sigaraya alışmış içmeden duramaz... Çaya alışmış içmeden duramaz... Alıştırmanın cezası oluyor. Kahveciler de öyle...
(ve izâ teaşşâ lem yeteğadd) Eğer akşam yemeği yemişse, o zaman da sabahı yemezlermiş. E biz, ramazanda bile yapamıyoruz bunu... Ramazanda da hem sabah yiyoruz, hem de akşam yiyoruz. Kilomuz da hiç eksilmiyor. Allah kusurlarımızı affetsin...
528/12 (Kâne izâ teheccede yüsellimü beyne külle rek'ateyn) Sonra bu gece namazı çok makbul bir namazdır. Bu günlerde (18 Mayıs) geceler kısaysa da yine imkânı olanlar yapabilir. Fakat uzun gecelerde, geç vakte kadar oturmak suretiyle öldürüyoruz geceyi... Laflarla, bol bol laflarla öldürüyoruz. Yattıktan sonra da kalkmaya meydan kalmıyor. Erkenden yatsak ki, emr-i Rasuldür. Yatsıdan sonra oturmayın zaruret olmadıkça!.. Yatın, gece kalkın; hiç olmazsa bir koyun sağacak kadar bir kaç dakika içerisinde iki rekat namaz kılın!..
Bu gece namazları ki; herkes uykuda, ses yok sedâ yok... O saatte kalkmışsın, seni gören de yok... Hani şimdi camide herkes birbirini görüyor. Ama, gece evinde seni kimse görmüyor. Kalktın abdestini aldın güzelce... Allah'ın divanına durdun... Cenâb-ı Hak bundan çok memnun ve razı olur ve ona büyük mükâfatlar ihsan eder. Niçin?.. Hak için olduğu besbelli...
Onun için, Medine-i Münevvere'de bir namaz onbin namaza bedel... Mekke-i Mükerreme'de bir namaz yüzbin namaza muadil... Ama şimdi bizim hepimizin Mekke'de olması mümkün mü?... Medine'de olması mümkün mü?.. Değil... İşte gitsek de, orda 5-10 gün oturup dönüyoruz, mecburen... Fakat, herkesin evinde her gün namaz kılabilmesi çok mümkün... Gece kalkıp da iki rekat namaz kılarsan, yüzbinden efdal!..
Kalk gece vakti herkes uyurken, al güzel bir abdest, dön Cenâb-ı Allah'a... "Yâ Rabbî senin rızan için durdum divana!.." diyerekten iki rekat namaz kıl... İster Kul huvallahü'yle kıl, ister Kul'euzü'lerle kıl. Bildiğin surelerle... Yâsin'i bilirse hele... Gecenin yarısı gecenin kalbi derler. Kur'an'ın kalbi 'Yasin' derler; insanın da bir kalbi var... Bu üç kalb bir araya geldi miydi, yıkılır dünya... Böyle huzur ile Allah'ın divanına durdun, Yasin'i güzelce okudun mu; ister hepsini oku, ister ikiye böl iki defada oku... Nasıl yaparsan caiz.
Cenâb-ı Peygamber SAS her iki rekatta bir selam verirlermiş teheccüd namazında ve sekiz rekat kılarlarmış teheccüd namazını... 13 rekat gece namazı varmış Efendimiz'in. Bunun sekizi gecede teheccüd namazı, üçü vitir, ikisi de sabah namazının sünneti imiş. Vitri akşamdan kılmıyor. Vitri biz hep hazır yatsının arkasından hemen ekleriz. Yatsının arkasından vitri eklemek doğru değil. Vitri, gecenin yarısına varırken, evimizde kılacağız.
528/13 (Kâne izâ tevaddaa fadala mâen yesîlehû alâ mevdıı sücûdihî.) Abdest alırken, abdestlerinden artan suyu da secde mahalline serpiştirirlermiş. Secde mahalleri --Arabistan'da bulunanlar bilir--Ê o sıcak mevsimde ateş gibi oluyor. Ateş gibi olduğu vakitte, insan alnını koyunca, yanar. Onun için oraya biraz su serpiyormuş.
Oralarda --şimdi olmaz o kadar ama-- sıcak mevsimlerde, temmuz-ağustos aylarında yatarken uyuyamazsın. Altına biraz soğuk su dökersin. O suyun soğukluğu ile yarım saat, on dakika bir şey uyuyabilirsen uyursun. Ondan sonra yine ateş kesilir orası. Onun için Efendimiz artan suyu yere serpermiş. Bir rivayette de, Cenâb-ı Peygamber'in yüzündeki sular, eğildiği vakitte secde yerini ıslatırmış.
528/14 (Kâne izâ tevaddaa ehaze keffen min mâin fenedaha bihi fercehû.) Abdest aldıktan sonra bir avuç su alırlar, o aldıkları suyu avret yerlerine, ön taraflarına serpiştirirlermiş ki; namaza durduğu vakitte bir ıslaklık gelirse, "Ben su serptim ya, o suyun ıslaklığıdır." diye düşünüp, insanı vehim denilen o şeyden kurtarmak için...
528/15 (Kâne izâ tevaddaa harrake hâtemehû) Abdest alırken yüzüğünü oynatırlarmış ki, yüzüğün altına su geçsin. Çünkü yüzük biraz sıkıca olursa, altına su geçmez. Biraz enlice olursa yine altı kuru kalır. Mutlaka onu oynatmak lâzım. Cenâb-ı Peygamber de öyle yaparlarmış.
528/16 (Kâne izâ tevaddaa edârel mâe alâ mirfekayh.) Abdest alırlarken kollarını, dirseklerini de geçmek suretiyle oğalıyarak, suyu üzerlerinden akıtırlarmış.
529/1 (Kâne izâ tevaddaa hallele lihyetehû bilma'.) Abdest alırken sakalı ıslanıyor ama, ayrıca bir suyla bunları hilallerlermiş.
529/2 (Kâne izâ tevaddaa ehaze keffen min mâin) Abdestten sonra bir avuç su alıyor, (feedhalehü tahte hınkihî) çenesinin altına, sakalına vuruyor; (hâkezâ emerani rabbî.) "Bana Rabbim böyle emretti." diyerekten bize de tavsiyede bulunuyor.
529/3 (Kâne izâ tevaddaa) Abdest aldıkları vakitte, (arreke aridayhi) yanaklarını böyle ovarlarmış. Yâni, her âzâda da bu gerekiyor; suyu akıtmak kâfi gelmiyor. Suyu akıtmakla su akar gider, bazı yerler kuruda kalır. Fakat bunu böyle oğalamak, o da ayrıca bir sünnettir. (sümme şebbeke lihyetehû bi esâbiahû min tahtihâ.) Ondan sonra böyle parmaklarıyla sakallarını hilallerlermiş.
529/4 (Kâne izâ tevaddaa sallâ rek'ateyni sümme harace iles salâh.) Abdest aldıktan sonra 2 rekat mutlaka namaz kılarlarmış. Buna abdest namazı "tahiyyetül vüdû'" diyorlar. Kerahat vakti olmamak şartıyla, bu müstehabdır. Fakat Şafiîler kerahat vaktini tanımazlar; bu sünnettir diyerekten abdestin arkasından, o iki rekat namazı mutlaka kılarlar.
529/5 (Kâne izâ tevaddaa deleke esâbia ricleyhi bihunsurihî.) Abdest alırlarken, şu küçük parmaklarıyla ayak parmaklarının altlarını, aralarını oğarlarmış. Ayak parmakları sık olur. Parmak aralarını oğalamazsanız, aralarına su geçmez. Onun için parmak aralarına suyu emdirmek lâzım geliyor.
529/6 (Kâne izâ tevaddaa meseha vechehû bitarafi sevbihî.) Rasûlüllah SAS'in bazan, abdest aldıktan sonra yüzlerini eteklerine de sildikleri olurmuş. Her zaman evde bulunmazlar ki, havlu versinler. Dış tarafta bir yerde abdest aldıkları vakitte, havlu nerde diye aramazlar, işte öyle kurulanıverirlermiş. Hep işin kolayına gitmek yâni...
529/7 (Kâne izâ telâ gayril mağdubi aleyhim veleddâllîn) Elham'ı okuyorlar, en nihayet "gayril mağdûbi aleyhim veleddâllîn" dedikleri vakitte, (kale âmîn) "Âmîn"i de arkasından söylerlermiş. (hattâ yüsmea men yelîhi mines saffil evvel.) İlk saf, bu âmîn sesini duyacak kadar sesli okurlarmış amîn'i... Birinci saf onu güzelce duyarmış.
Onun için Mekke-i Mükerreme'de okunduğu vakitte, --orda Şafîler filân ekseriyette--Ê "Âmîn..." diye bir çınlar. Biz de iltihak ederiz onlara... Bizim de yapmamız belki lâzım ama, imamımız "Bunu gizli yapın!" demiş.
Bunlar hadistir. Bunların hulâsası fıkıh kitablarındadır. Bunlarla amel bize câiz değil. "Ben hadiste gördüm de, bunu böyle yapayım!" olmaz. Fıkhında ne dediyse onu yapacaksın. Bunlar süzgeçten geçiyor. Çeşitlisi var bu hadislerin; kaç çeşit gelmiş. Başka kitablarda da var... Bunlar toplanmış, toplanmış; fakihler bunları ölçmüşler, biçmişler, "Böyle olacak!" demişler. Bize lâzım olan, o fakihin dediğidir. Hadiste okuruz, amennâ deriz; fakat amel fıkıh kitabındaki karara göredir. Çünkü bizim kudretimiz yoktur ki, bu hadisin hangi hadislerle karşılaştığını bilelim.
529/8 (Kâne izâ câeş şitâü) Kış geldiği vakitte, (dehalel beyte leyletel cumuah) Evler iki çeşit; yazlık ve kışlık olmak üzere... Odalar da öyle; kışlık oda, yazlık oda... Yazın serin tarafa oturur insan, kışın da güneşe karşı ve rüzgârdan muhafazalı yerlere oturur. Demek ki evleri öyleymiş. Kış gelince, bu kışlık evine cuma günü girerlermiş.
Bazıları bu beyt tabirinden Kabe-i Muazzama'yı murad ederekten, "Cuma günü Kâbe-i Muazzama'ya girerlerdi." demişler. (ve izâ câes sayf) Yaz gelince de, (haraca leyletel cumuah) kışlık evden cuma günü çıkarlarmış. Cuma gününü tercih edişleri, yukarıda da geçmişti geçen derslerde...
(ve izâ lebise sevben cedîden) Yeni bir elbise geldiği vakitte, cuma günü giyerlerdi yeni elbiselerini... Yeni bir elbise geldi, giyecek mesela; (hamidallahe ve sallâ rek'ateyn) hem hamd eder, hem de iki rekat namaz kılarlardı. "Elhamdü lillâh yâ Rabbi, bu esvabı bana verdin!" diyerekten.
Esvab insanın ziynetidir. İnsanlar arasındaki şerefine uygun olması lâzım gelir. Adî bir esvabla, ne kadar bilgin olsanız da kimse kıymet vermez size... Ama elbiseniz düzgün olduktan sonra, iş değişir. Nasreddin Hoca bile, "İtibar kürke!" demiş.
(ve kesel halika) iki rekat namaz kılar, o üstündeki eski elbisesini de hemen bir fakire verirlermiş. İki tane yapmıyorlar. Yenisi geldi; eskisini hemen bir fakire veriyorlar.
529/9 (Kâne izâ câehû cibrîl, fekarae bismillâhir rahmânir rahîm) Vahyi tabii, Cebrail AS getiriyor. Kur'an'ın ayetlerini getirirken, "Bismillâhir rahmanir rahîm." ile başlarsa, Cenâb-ı Peygamber bilirmiş ki, bu sure başı...
Ayetler tedricî bir surette geliyor. Meselâ, Sûre-i Bakara şu kadar ayet... Kaç günde kimbilir nazil oldu?.. Ama birbirine eklenmesini, Cenâb-ı Peygamber Levh-i Mahfuz'da görmek suretiyle, öyle tensib etmişler. Ama "Bismillâhir rahmanir rahîm." geldi miydi, demek bu sure ayrılıyor. Mesela; Bakara bitti, Al-i İmran geldi... Elemtere bitti, Liilâfi geldi arkasından. (alime ennehâ sûreh.) Cebrail AS'ın "Bismillâhir rahmanir rahîm." ile başlamasından yeni bir sûrenin nâzil olduğunu anlardı.
529/10 (Kâne izâ câehû mâlün, lem yübeyyithu ve lem yükayyilhü.) Bir mal-ü ganimet bir taraftan gelirse kendilerine, onu kat'iyyen geceletmezlermiş. Gelen mal, hemen o gün dağıtılsın isterlermiş.
Hatta, bu gün bir kardaş okuyordu da, böyle Cenâb-ı Peygamber'in SAS son demlerinde, mal-ü ganimetten yanlarında 7 dinar kalmış, verilmek üzere fakirlere... Artık kendi kuvveti kudreti kaybolmuş. Hazret-i Aişe validemize diyorlarki, "O bizim dağıtamadığımız 7 dinar var ya, onları Hazret-i Ali'ye ver; muhtaçlara versin!" sonra dalıyorlar. Hastalığın şiddetiyle baygınlık geçiriyorlar. Ayıldıkları vakitte soruyor; "Yâ Aişe o parayı verdin mi Ali'ye?.." Hazret-i Aişe validemiz dedi ki, "Yâ Rasûlallah, sana bakmaktan, seninle meşgul olmaktan, Ali'ye veremedim." "Çabuk onu Ali'ye verin!.." Yine baygınlık geçiriyorlar, ayılıyorlar. Hatırına geliyor; "Ya Aişe, o paraları verdin mi?.." Onu derhal yerlerine vermelerini isterlermiş.
529/13 (Kâne izâ celese meclisen feerâde en yekume istağfirallahe aşren ilâ hamse aşreh.) Bu çok güzel... Efendimiz'in çeşitli dua tavsiyeleri var; bu en kolayı...
Şimdi, bir dua var: "Sübhanekallahümme ve bihamdik. Eşhedü enlâilâhe illâ ente vahdeke lâ şerike lek. Estağfirüke ve etübü ileyk." Bir toplulukta oturduk, yarım saat bir saat muhabbet ettik; dağılacağız. "Dağılırken, bu duayı okuyun da, öyle dağılın!" diyor Efendimiz SAS... Ki, meclisimiz rahmet meclisi olsun. Eğer böyle Allah'ın zikri yapılmadan dağılırsanız, o meclisteki günahlar, üzerinizde yığılı kalır. Ama bunlarla, Cenâb-ı Hakk'ın mağfiretine mazhar olmuş oluyoruz.
Şimdi, bu duayı herkes ezberleyemiyor. Kolaydır ama, üzerine düşülmeyince bellenilmez. Fakat, "Estağfirullah" demesi zor değil... Bu herkesin yapabileceği bir şey... Onun için Cenâb-ı Peygamber SAS, "Estağfirullah" kelimesini 10 dan 15 e kadar yaparlarmış; 10, 11, 12, 13, 14, 15'e kadar "Estağfirullah... Estağfirullah... Estağfirullah..." der, öyle dağılırlarmış.
Yâni bu mecliste, beşeriyet itibariyle belki dedi kodu yaptık, belki başkalarının aleyhinde konuştuk, belki hatır gönül yıkıcı bir şeyler de oldu, neler olduysa oldu. Kusurlarımızın, kabahatlerimizin affını Cenâb-ı Hak'dan dileyerekten öyle kalkmayı tavsiye buyurmuşlar.
Cenâb-ı Hak kusurlarımızı affetsin... Tevfikat-ı samedaniyyesine de mazhar etsin...
529/18 (Kâne izâ hazebehû emrün sallâ.) Kendilerini üzen bir şey olduğu vakitte, hemen kalkar, namaza dururlarmış ki, Cenâb-ı Hak'dan gelecek yardım ile onu defetmek mümkün olsun, O mutsuzluğu, o üzüntüyü, o gamı, o kederi gidermenin en güzel yolu...
Geliyorlar çünkü bir çok kardaşlar: "İşte şöyle sıkıntımız var, böyle sıkıntımız var..." Namaza durun!.. Hele gece durursanız daha alâ olur. Bu suretle de, bakarsınız ki, o sıkıntılar üzerinizden gitmiş olur.
Bir salât ü selâmla bitirelim dersimizi... Ama şunu okuyalım... Kaideyi tutturamayınca da gelmiyor insanın aklına... Hadi yine bildiğimizi okuyalım:
"Allaaahümme salli alaaa seyyidinaaa muhammedin nebiyyil ümmiyyi ve alâ, aaalihi ve sahbihiii ve sellim." (3 defa)
İmam-ı Gazali Hazretleri'nin ve daha başka birçok büyüklerin bir çok duaları vardır; hep Peygamber Efendimiz'in dualarından alınmış. Bu dualarda Fâtiha-i Şerife'yi çok medhederler. Fâtiha-i Şerife'yi 100 kez okumanın yolunu da gösterirler. İki çeşit yolu var. Birisi; sabah namazından sonra 30 kere, öğleden sonra 20 kere, ikindiden sonra 20 kere, akşamda 10 kere, yatsıda 20 kere; bu, yüz kere ediyor.
Bir de demiş ki, sabah namazında 21, öğlede 22, ikindide 23, akşamda 10, yatsıda 24; bu da yüz ediyor. Böylesi de olur.
Sabahın sünneti ile farzı arasında 41 defa okumayı, çok tavsiye etmiş. Sonra, --o günahlardan sakınmak tabiatıyla şart da-- günde 100 defa Fâtiha-i Şerife'yi okuyanlara; günde 100 kere İhlâs-ı Şerife'yi okuyanlara, çok büyük mükafatlar addedilmiş.
Onun için, beraberce şimdi bir hatim okuyacağız. Adam başına yarımşar cüz düşüyor. Yarımşar cüz 15 dakikada bitiyor; ama, bir hatim indirilmiş oluyor. Bir hatimin aslı --belki bir günde okuyan hafızlar var amma-- en hızlı üç günde ancak okunur. Daha yavaş okuyan 5 günde, 10 günde okur. Ama böyle topluca olunca çok kolay...
Şimdi birer Fâtiha-i Şerîfe okuyalım:
............ (Sesli olarak cemaatle okundu.)
Bir de Elemneşrahleke okuyalım:
............................
Estağfirullaaah... (15 defa)
El'azîm, elkerîm, ellezi, lâ ilâhe illâ hû, elhayyel kayyûme ve etûbü ileyh... Ve es'elühüt tevbete... vel mağfirete... vel hidâyete lenâ... innehû hüvet tevvâbür rahîm... Tevbete abdin zâlimin linefsihî, lâ yemlikü linefsihî, mevten velâ hayâten velâ nüşûrâ...
Cenâb-ı Peygamber'in çeşitli duaları var ya, Buharî ile Müslim'in de bildirdiği "Seyyidül İstiğfar" diye --bizim dua kitabının başında da yazılı-- bir istiğfar vardır. Onu akşam okursa, o gün gidecekse ahirete; şehid olarak, mağfiret olarak gider. Sabah okursa, o gün nefesi bittiyse, tükendiyse; yine şehid olaraktan ölür. Bunu ezberlemenizi tavsiye ederim. Beraberce bir kere de okuyalım:
"Allahümme ente rabbî... lâ ilâhe illâ ente halaktenî... ve ene abdük, ve ene alâ ahdik... ve va'dike, mesteta'tü eûzü bike min şerri mâ sana'tü, ebûüleke bini'metike aleyye ve ebûü bizenbî, fağfirlî fe innehû lâ yağfirüz zünûbe illâ ente."
Cenâb-ı Hak kabul etsin inşaallah... Bizleri de mağfirûn zümresine ilhâk eylesin.
El-Fâtiha!..
V. DERS
25 Mayıs 1975
İskenderpaşa Camii
Râmûzül Ehâdîs Dersi
Sayfa: 532/11 - 534/13
Euzübillâhi mineş şeytanir racîm.
Bismillâhir rahmanir rahîm...
Elhamdü lillâhi rabbil alemîn...Vel âkıbetü lil müttakîn...Ves salâtü, ves selâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve âlihi ve sahbihi ecmaîn...
İ'lemû eyyühel ihvân... Enne efdalel kitabi kitâbullah... Ve enne efdalel hedyi hedyü muhammedin sallallahu aleyhi ve sellem... Ve şerrel umûri muhdesâtüha... Ve külle muhdesin bid'ah. Ve külle bid'atin dalâleh... Ve külle dalâletin fin nâr... Ve bissenedil muttasili ilen nebiyyi sallallahu aleyhi ve selleme ennehû kaal:
532/11 (Kâne izâ dehale ramadân, etlaka külle esîrin ve a'tâ külle sâil.)
Bu okuduğumuz hadis-i şerifler... Peygamber SAS'in hayatındaki harekâtı tesbit edilmiş zamanında... Nasıl yapmış, nasıl yatmış, nasıl kalkmış, nasıl oturmuş, nasıl yemiş, nasıl içmiş?.. Bu gayet güzel bir şekilde tesbit edilmiştir. Dünyada bu devlet hiç kimseye verilmemiştir. Hiç kimsenin böyle hayatı tesbit olunmuş; daha dünya görmemiştir böyle bir şey... O zamanki insanlar, üzerinde gayet titizlikle durmuşlar, Efendimiz'in her halini gayet güzel bir şekilde tesbit edip bize emânet etmişler... Allah hepsinden razı olsun...
Bize yakışan şimdi, bu dinlediğimiz tesbit edilmiş hayatı, kendimize mümkün mertebe mal edebilmek; onun yaptığını yapabilmeye çalışmak... Yerken nasıl yiyormuş?.. İçerken nasıl içiyormuş?.. Misvağı nasıl kullanıyormuş?.. Helâya nasıl gidiyormuş, nasıl okuyormuş?.. Çıkarken nasıl çıkıyormuş, neler okuyormuş?.. Bunlar, hepimizin bilmesi ve yapması lazım olan şeylerdir ki, Efendimiz'in bunları bize ta'lim buyurmasının sebebi, "Siz de böyle yapın!" demektir. Bunu okumaktan maksad, bunları yapabilmeye çalışmaktır.
Geçenki derslerimizde helâya girip çıkmanın ehemmiyeti üzerinde çok durdular. Helâya gitmeyi biz basit görürüz. İşte bir zaruret hissediyoruz kendimizde... Gidiyoruz, o def-i haceti yapıp çıkıyoruz. Her insanda ve her hayvanda olan bir hadise... Bu, kolay bir şey değil... Bunun inceliklerini insan biraz düşünüp, Efendimiz'in dualarının ne kadar yerinde olduğunu takdir ederse, insan bunları kendi de yapmaya çalışır.
E, yiyoruz elhamdülillah... Bu yediğimiz yemekler vücûda kuvvet veriyor. "Bugün bir insanın içerisinin yaptığı şeyleri, makinalara yaptırmak lazım gelse, dünya makina kesilir!" diyorlar. Dünya makinaları insanın şu içeride yaptığını yapamaz yine lâyıkı vechiyle... Ama Cenab-ı Hak bu kuvveti içeriye vermiş. Hiç haberimiz olmadan burdan yuvarlıyoruz; taksimat olaraktan, bütün azalarımıza kuvvetler gidiyor. En nihayette bir de aşağıdan def'-i hacet hadisesi var... O da olmasa, olmaz.
Bunların ne kadar yerinde olduğuna, ne güzel: "Elhamdü lillâhillezî... Evveline ahirine, yâ Rabbî sana hamd olsun... Güzel güzel yedirdin, tadı damağımızda... Vücûdumuz kesb-i kuvvet etti. E, bize zarar verecek bazı fuzûliyetler vardı içerde; onları da kolaylıkla bizden çıkardın. Çıkaramayanlara bir sormalı!.. Def-i hacet edemeyen, kabız haline tutulan bazı insanlar var; eczanelerden ilaç alırlar, "Aman şunu yapalım, bunu yapalım..." Bazen fayda da vermez. Derken bir sıkıntının içerisinde, ateş yükselir; şu olur, bu olur...
Onun için, girdiğin vakitte hamd edeceksin: "Allah'ım çok şükür... Güzelce yedik, içtik, vücûdumuz kesb-i kuvvet etti. Şimdi o fuzûlî olan şeyler de, güzelce bizden defolup gitti." diyerekten...
Giderken de dua edeceksin: "Yâ Rabbi, bu pislik yeridir, habis yerdir. Burası şeytanların bulunduğu bir mahaldir. Onların şerrinden de beni muhafaza et!.. Sonra, bu gıdalara verdirmiş olduğun kuvvetlerle de, bizi senin taatlerinde daim eyle!.." gibi çeşitli dualar... Çünkü, bir çeşit değil kaç çeşit dua buyurmuş Efendimiz... Ama hulâsası şuna geliyor.