Bugün inanmayanların sayısını bir istatistik yapsalar, sayım yapsalar "Yahu, sen bunlara inanıyor musun, inanmıyor musun?" diye bir sorsalar da, kaç tane inanan var, kaç tane inanmayan var bir belli olsa... Herkes ölünce musalla taşına getiriyorlar; filân bey öldü... Kendisi de karşıdan seyre bakıyor. Sonra biz de onun namazını kılıyoruz. Bize ne?.. Allah bilir işini... Sen ister kıl, ister kılma!. İnananın yeri cennet, inanmayanın yeri cehennem... Allah bizi affetsin... İnananlar zümresinden etsin cümlemizi... Ve Peygamber SAS'in hayatına kendisini uydurmağa çalışan kullarından etsin...
Bazan böyle, arpa ekmeğiyle de olsa yetinsek; yahut, oruç tutup da, "Bu akşam da iftar etmeyelim bakalım!" deyiversek... Ertesi sabah da "Bu sabah da yemeyiverelim de oruca öyle niyet edelim!" deyiversek.
Hazret-i Ali Efendimiz'in hikâyesi ne kadar güzel: Hazret-i Hasan'la Hazret-i Hüseyin hasta olmuşlar. Demiş ki "Yâ Râb, şifa verirsen sana üç gün oruç tutacağım." Cenâb-ı Hak şifayı vermiş... Verince o gün oruca niyet etmişler. Akşam üstü kapı çalınmış; tak, tak.. Ne o?.. Sail... "Yâ Fâtıma, ne yapalım?.." "Ne yapalım efendi, biz sabrederiz; yine oruca niyet ederiz. Bunları verelim o gelene..." Veriveriyorlar. Ertesi gün yine iftar edecekler.. İftar zamanı birisi geliyor, yine ona veriyorlar. Ertesi gün tam iftar edecekler... Yine birisi geliyor...
Hazret-i Ali de dar gelirli. Ancak o günün nafakası varsa, bir şey kazanabildiyse yiyecek... Kazancı da değil; onu da ödünç almış.. Hazret-i Ali Efendimiz o akşam yiyecekleri nafakayı ödünç almış; bu akşam oruçluyuz demiş birisinden ödünç almış getirmiş. Yiyecekleri sırada adam geliyor. Buyurun diyorlar veriyorlar.
Bu meziyyet-i İslamiyyeyi ne yapalım bilmem?.. (Müezzin efendi: "Biz olsak kapıdan kovarız." dedi.) Kapıdan değil, bacadan da kovarız...
Sübhâne rabbike rabbil izzeti ammâ yesifûn... Ve selâmün alel mürselîn... Vel hamdü lillâhi rabbil alemîn...
El-Fâtiha!..
IV. DERS
18 Mayıs 1975
İskenderpaşa Camii
Râmûzül Ehâdîs Dersi
Sayfa: 526/1 - 529/18
Euzübillâhi mineş şeytanir racîm.
Bismillâhir rahmanir rahîm...
Elhamdü lillâhi rabbil alemîn...Vel âkıbetü lil müttakîn...Ves salâtü, ves selâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve âlihi ve sahbihi ecmaîn...
İ'lemû eyyühel ihvân... Enne efdalel kitabi kitâbullah, ve enne efdalel hedyi hedyü muhammedin sallallahu aleyhi ve sellem... Ve şerrel umûri muhdesâtüha... Ve külle muhdesin bid'ah. Ve külle bid'atin dalâleh... Ve külle dalâletin fin nâr... Ve bissenedil muttasili ilen nebiyyi sallallahu aleyhi ve selleme ennehû kaal:
526/1 (Kâne izâ esâbehü ramadün ev ahaden min eshâbihî deâ bihâülâil kelimât) Cenâb-ı Peygamber SAS Hazretleri'nin gözlerine bir arıza olsa, veyahut ashabından birisinin gözlerine arıza olsa, rahatsızlık olsa, bu duayı buyururlarmış: (Allahümme metti'nî bibasarî, vec'alhül vârise minnî, ve erinî fil aduvvi se'rî, vensurnî alâ men zalemenî.)
Hep beraber Cenâb-ı Peygamber'e bir salât ü selâm okuyalım:
"Allaaahümme salli alâââ seyyîdinaaa, muhammedinin nebiyyil ümmiyyi ve alâ... Aaalihiii ve sahbihiii ve sellim." (3 defa)
Cenâb-ı Hak cümlemizi Peygamber SAS Hazretleri'nin şefaatine mazhar eylesin... Bu okuduğumuz dersler, Cenâb-ı Peygamber'in hayatındaki yaptığı şeylerdir. Göz ağrısı için okuduğu şu dua, kısacık bir duadır. Hepimiz de bunu ezberleyebiliriz. Kitabdan da okuyabiliriz. Kitablarda yazılısı da var. Bizim dua kitablarımız içinde de bunlar yazılı. Fakat şimdi anlıyoruz ki, duaları okumak kolay bir şey değil. Okuyoruz işte, meydanda... Fakat te'sirini göremiyoruz okuduğumuz duaların... Sebebine gelince, bu duaları okumanın şartlarından birisi, günahlardan arınmak, günahkâr olmamak... Günahları işlememek...
Günahların büyüğü var küçüğü var... Sayıları hemen 700' e kadar çıkar. Büyük günahların sayısı 125 ile 150 arasında... Ki, mühimdir; inşaallah yazmaya çalışıyorum. Dua buyurun da yazabilirsek, öğreniriz ki günah ne kadar mühim bir şey...
Onun için İmam Birgivî Hazretleri kitabında, (Terki zerretin min mehârimillah, hayrün min ibâdetis sakaleyn.) buyurur. Cenâb-ı Rasûlüllah Efendimiz'den naklen tabii... Bir zerre, en ufak yâni... "En ufak bir günahın terki, sakaleynin ibadetinden, nâfile ibadetlerinden hayırlıdır." demiş. Sakaleynin, yâni yer gök ehlinin yaptığı nafile ibadetlerden hayırlıdır. Çünkü nafile ibadetler başka, emr-i ilâhiler başka... Bu mehârimin terki emr-i ilâhidir. "O haramı yapma!" diyor Cenâb-ı Hak. Biz o haramı yaptıktan sonra, işledikten sonra; ister büyük olsun, ister küçük olsun... Kime karşı yapıyoruz?!. Varlıkların sahibi Allah'a!...
Büyüklen küçüğü şu kadar farketmişler: "Kur'an-ı Azimüşşan'daki ayetlerde onun yasaklığına dair emir varsa, onlar büyük günahtır." demişler. E bunların hepsi yasak olması itibariyle, hepsi büyük günahtır; küçüğü olmaz. Alt tarafı Hazret-i Allah'a karşı yapılmış bir isyandır!..
Binaen aleyh, bunların terki hepsinden evlâdır. Bunları terkettiğimiz takdirde, bizim okuduğumuz bir Fâtiha yeter, başka duaya lüzum yok!.. Dualar çok... Herkes bunları bulup da okuyamaz. Fakat Fâtiha-i Şerife'yi herkes bilir. Bir Fâtiha kâfi gelir, şifâ için her derde... Yalnız, o ağzı o kalıba sokabilmek lâzım.
Şimdi bakınız:
526/2 (Kâne izâ esâbehû gammün ev kerbün) Gam, gussa herkeste oluyor; peygamberlerde de olmuş. İnsanların her zaman hoşuna giden şeyler olmaz ki... Bazı hoşuna gitmediği hadiselerden, insan kederlenir tabiatıyla... Meşakkatler olur. Onlara daha çoğu oluyor. O zaman diyorlarmış ki: (Hasbiyer rab, minel ibâd... Hasbiyel hâliku minel mahlûkîn... Hasbiyellezî hüve hasbî... Hasbiyallah, ve ni'mel vekil. Hasbiyallah, lâilâhe illâhû, aleyhi tevekkeltü ve hüve rabbül arşil azîm.)
Bizim dua kitabımız içerisinde, işte her zaman okuduğumuz bir duadır bu dua...
Bağdat'da bir velî var. Maruf-i Kerhî derler kendisine. Mücerreb bir zattır, duası makbuldür. İhtiyaçları olanlar giderler oraya. O zatın huzurunda Cenâb-ı Hak'dan istimdad ederler. Duaları makbul olur.
Bu zat gençlik devrinde iken, bir vâizin vaazını dinlemiş, müteessir olmuş ve hak yoluna dönmüş. Hak yoluna döndükten sonra tesbihi de bu imiş. Bu tesbihi için birisine diyor ki, "Ben de sana öğrendiğimi öğreteyim; senin dünyana da yeter, ahiretine de..." Öbürü diyor ki: "Yazayım!.." "Yok, yok! Bana nasıl öğrettilerse ben de sana öyle öğreteceğim." demiş.
Yazmaya lüzum yok, aklımız var işte... Eski ecdad nasıl ezberlediyse bunları, hafızlarımız nasıl ezberliyorsa, biz de öyle ezberliyeceğiz, kısacık bir dua...
(Hasbiyer rab, minel ibâd) Şuna buna ihtiyacımız olur başvururuz. Allah varken sen onu bırakıb da onun yarattığı kula boyun bük; çok acı bir şey!.. (Hasbiyer rab) Allah kâfi... Allah'ın kâfi olduğunu bildiğimiz halde "Ahmet!.. Mehmet!.." diye imdat bekliyoruz şundan bundan...
Arapların bir adeti var... Şimdi bizim nakliye arabalarında nasıl reklamlar varsa, onlar da reklam olaraktan yazmışlar; "Allahdan başkasından isteyen zelil olur." diyerekten. İsteyeceğini Allahdan iste!.. Allah neler yaratmaz? Yokları yaradan Allah, insanların isteklerini yaradamaz mı? Yalnız günahtan dönelim, Allaha yönelelim, bak neler oluyor.
(Hasbiyel haliku minel mahlûkin) Hâlik dururken mahlüka niye gidiyorsun?.. Kâinatın sahibi, varlıkları yaratan Hâlik var ortada... Dileğin varsa ona arzet!..
(Hasbiyer râziku minel merzûkîn) Rızkı Allah verir. Rızkı yiyenlerden niye rızık istiyorsun?.. Rızkı verenden iste kâfidir o... Kâinatın rızkını veriyor da seninkini mi veremeyecek?.. Sana da veriyor ama, sen ona kanaat etmiyorsun başka... Hepimizi rızıklandıran o... Allah kendi yolundan ayırmasın... Kendisine dâimâ yönelip, emrini tutan kullarından eylesin ve yasaklarından da korunanlardan etsin...
Çünkü iki hat: Birisi müsbet, birisi menfi... İkisi birleşmeyince lâmba yanmıyor. Doğru mu?.. Lâmba ikisi birleşmeyince yanmıyor. Hattın birisi bozuksa olmaz. İkisini de düzelteceğiz. İbadet yapıyoruz; iyi. Ama yasaklardan da o nisbette korunmak lâzım.
Yasakların hesabı çok... En ufak bir yasak ki en büyüktür o; Allah'ın yarattığı bir mahlüku hakir görmek, onu beğenmemek... Bu kâfidir günah olarak insana, başka günah istemez!.. Niçin?.. Yaradana bak, sen yaratmadın ki onu!.. Onun o yaradılışının altında ne hikmetler vardır, aklımız erer mi?..
Deliyi yaratmış, onda bir hikmet var. Hastayı yaratmış bir hikmet var. Bak bakalım o delinin senden ne farkı var?.. O hastaya bak bakalım ne farkı var?... Sağlam gürbüz adam işte. Ama, akıl olmayınca... Demek ki o aklı veren Allah (Celle ve Alâ) bize de vermese, biz de delinin biri oluruz. Onlar ibret için verilmiştir. Onları hakir görmek değil, onları görünce Allah'a şükretmek lâzım. O fakiri de, o zelili de yaradan yine Allah'dır. Ona bak ibret al ki, "Oh yâ Rabbî, beni de böyle yaratsaydın, ne yapardım?.." dersin.
526/3 (Kâne izâ esbaha ve izâ emsâ) Sabaha çıktıkları vakitte ve akşama dahil oldukları vakitte --ki, bunlar hep bizim vazifelerimizin içinde-- (yed'û bihâzihid deavât) şu duları okurlarmış: (Allahümme innî es'elüke min fücâetil hayr ve eûzübike min fücâetişşer) Ansızın gelen hayırları isterler ve ansızın gelen şerlerden Allaha sığınırlardı.
Meselâ --Allah esirgeye-- otomobil devriliveriyor, çarpışıyor, ansızın gidiyor insan... Gözü kararıyor, araba geliyor vuruyor, gidiyor bir anda... Ansızın gelen şer bunlar... Ansızın gelen hayırlar da olur böyle... Müslümanın sabah akşam, "Yâ Rabbi hayırları senden ister, şerlerden de sana sığınırım." diye dua etmesi lâzım. İçerden gelerekten ama...
526/4 (Kâne izâ esbaha ve izâ emsâ) Yine sabah vakti ve akşam vakti, (Esbahnâ alâ fıtratil islâm) "Yâ Rabbi sana çok şükür, beni sabahleyin fıtrat-ı İslâm ile uyandırdın, kaldırdın." buyururlarmış.
Gözümüzün önünüde bugün hayat... Ne dönüşler oluyor... Akşam bakıyorsun çok müslüman bir adam, sabahleyin bakıyorsun gâvur olmuş herif... Değiştirivermiş bir gecede akidesini... Çok zor değil ki, bunlar hep gözümüzün önünde olan, bu günkü vak'alar bunlar... Azıcık ararsak buluruz hepsini... Onun için, sabahleyin böyle müslüman olarak uyandığımızdan dolayı Cenâb-ı Hakk'a bir hamdetmek vazifemiz.
(ve kelimetil ihlâs, ve dini nebiyyinâ muhammedin SAS, ve milleti ibrâhîme hanîfen, müslimen vemâ kâne minel müşrikîn) "Bizi elhamdü lillâh bu hal üzere hayatlandırdın, yeniden hayata kavuşturdun; elhamdü lillâh müşriklerden de kılmadın yâ Rabbi!.." derlerdi.
Müşrikler deyince, bugün yazdığım yazının bir tanesinde, zekâtı vermeyenler müşriklerden addedilmiş: (Ellezîne lâ yü'tünez zekâte minel müşrikîn.) Çok güzel incelemiş orasını... Zekatı vermeyen neden müşrik oluyor?.. İşte bugünkü dünya intizamının bozulmasına, onlar sebeb oluyor. Zekâtı vermeyenler sebeptir. Zekâtlarını muntazaman verseler, Peygamber SAS zamanındaki gibi olur, dünya nizamı bozulmaz. Çünkü, fakir de rahat eder. Niçin kavga etsin, gürültü etsin?.. Herkes de rahat eder. Fakat verilmeyince muhtaç olanlar sıkıntıya düşüyor, ve fitneler patlak veriyor. "Fakirlik ateşten gömlektir." derler.
Bizim Eşref bey bir yazı yazmış hasetçiler hakkında, güzel temsiller yapmış: "Dağın içerisinde kaynayan volkanlar var ya --yanardağlar-- içerisinden yanıyor yanıyor, bir gün de patlak verip etrafı ateşe boğup mahvediyor. Bu içerideki hased denilen şeyler de bunun gibidir." diyor. Bu fakirlikten neler doğar. O zengine karşıdan bakan, ona bir vakit sabreder, imanın kuvvetiyle... İman zayıflayınca pat diye patladı mıydı, kıyamet kopar ortalığa...
526/5 (Kâne izâ ittalâ bedee bi avretihi fetalâhâ)
Kırk günü geçmemek şartıyla, insanların avret yerlerini, koltuk altlarını temizlemesi şarttır. Yirmi günde, otuz günde olursa daha evlâdır. Fakat, "Kırk günü geçmemelidir!" derler.
Rasûl-i Ekrem SAS de, böyle gerek koltuk altlarını, gerekse avret yerlerini temizlerlermiş. Avret yerlerinin temizliğini kendileri yaparlarmış.
Sonra sıcak memleketlerde, onların yağlandıkları bir yağ oluyor ki, vücudlarını ve başlarını yağlıyorlar. Biz bunu bilmeyiz de, sıcak memleketlerde bu yağlanmalar başı ve vücudu bitlerden muhafaza ediyor. O gün böyle DDT'ler yok, bitleri öldürecek... Ancak böyle yağlanmak suretiyle, onların önüne geçmeye çalışırlarmış.
526/7 (Kâne izat talea alâ ehadin min ehli beytihî kezebe kezbeten) Ehl-i beytinden birisinin yalan söylediğine muttali olurlarsa, (lem yezel mu'ridan anhü) artık onun yüzüne bakmazlarmış. (hattâ yühdise tevbeten.) Taa o tevbekâr olup da, "Bir daha yapmayacağım!" deyinceye kadar...
526/8 (Kâne izâ eftara kal, zehebez zamâi vebtelletil urûk, ve sebetel ecrü inşâallah.) Efendimiz SAS Hazretleri, ekseriyetle oruç tutarlardı. Oruçlu olduklarında, akşam iftar ederlerken bu duayı okurlardı: (Allahümme zehebez zamâi vebtelletil urûku ve sebetel ecrü inşaallah.) (Susuzluk gitti, damarlar ıslandı, sevab da takarrur etti inşaallah.)
526/9 (Kâne izâ eftara kal, allahümme leke sumtü, ve alâ rızkıke eftartü.) Efendimiz'in hergün çeşitli duaları var. Başka bir günde de yine iftar edeceği vakitte, (Allahümme leke sumtü, ve alâ rızkıke eftartü.) diye dua etmişler. Bizde de vardır dualar, toplamışlardır, ramazanlarda okunur ama, burdakiler Efendimiz SAS'in yaptığı dualardır.
(Allahümme leke sumtü) Ya Rabbi bu orucu senin için tuttum. (ve alâ rızkıke eftartü.) Bugün verdiğin bir rızıkla da iftar ediyorum.
526/10 (Kâne izâ a'temme sedele imâmetehû beyne ketfeyh.) Sarıklarını mübarek başlarına kendileri dolarlar, uçlarını da arkalarına, omuzlarının arasına sarkıtırlarmış. Bizim sofu tabir ettiğimiz bazı kimseler bunu yapıyorlar. Efendimiz SAS'in sünnetidir yâni...
526/11 (Kâne izâ a'temme ehaze lihyetehû biyedihî yenzuru fîhâ) Bazan üzüntüleri olur tabii, o üzüntüleri sırasında mübarek sakallarını elleriyle şöyle tutar ve ona doğru bakarak, hüzünlerini giderirlermiş.
526/12 (Kâne izâ eftara kale) Yine iftarda bu duayı buyurmuşlar: (Allahümme leke sumtü, ve alâ rızkıke eftartü, ve tekabbel minnî, inneke entes semîul alîm.) Bu da ayrı bir dua...
527/1 (Kâne izâ eftara kaal:) Yine bir iftar dualarında da şöyle buyurmuşlar: (Elhamdü lillâhillezî eânenî fesumtü) Yâ Rabbi bana yardım ettin, kuvvet verdin, kudret verdin, orucu tutturdun; (ve rezakanî) rızıklar da verdin, (feeftartü.) şimdi onlarla iftar ediyorum, rızıklanıyorum.
527/2 (Kâne izâ eftara inde kavmin kale) Yine bir dualarında, cemaatle iftar ettikleri vakitte şöyle dua yaparlarmış: (Eftara indekümüs sâimûn) Yâ Rabbî, oruçluların hepsi senin bu vermiş olduğun şeyle iftar ediyoruz. (ve ekele taamekümül ebrâr) Bu güzel insanlar, temiz insanlar da verdiğin nimetleri yiyorlar. (ve tenezzelet aleykümül melâikeh.) Fakat bununla beraber, şimdi buraya melekler de inmişlerdir ve iftarımızdan onlar da memnundurlar.
527/3 (Kâne izâ eftara inde kavmin kale) Yine bir dualarında: (Eftara indekümüs sâimûn ve sallet aleykümül melâikeh) buyururlarmış. Oruçlular huzurunuzda iftar eyledi ve melekler de şimdi "Yâ Rabbî, bunların günahlarını affeyle, mağfiret eyle!" diye dua ediyorlar.
Şimdi bu ramazan dersine intikal edersek, bu iftar ettirmek büyük bir nimettir. Eski dedelerimizden bugün hatırımızda kalanlar, ramazanda hep iftarlar yaparlardı. Hallerine göre, beş kişi, on kişi evlerine davet eder, yedirir, içirirlerdi. Bazen de diş kirası olarak para verenler de olurmuş, içlerinde... Ki, oraya zaten melekler nazil oluyor, bir de fakirlerin duasıyla zengin, iki kat zengin olur. Çünkü, fukaranın duası reddolunmaz bir kere... Sonra, Allah-u Tealâ da o ikrama mukabil daha fazla ikramlar yapar.
527/4 (Kâne izâktehale iktehal, vitran) Cenâb-ı Peygamber SAS, gözlerine sürme çekerlerdi. Fakat bu sürmeyi, gece vakti yatarken çekerlerdi. Gündüzün çekmezlerdi. Çektikleri vakit de 3 defa çekerlermiş.
(ve izestecmera istecmer, vitran.) Bir de buhur dediğimiz koku yakarlarmış. Bunu da ateşin üzerine çubuğu 3 veya 5, 7 gibi tek olaraktan korlarmış.
527/5 (Kâne izâ ekele taamen leaka esâbiahû, esselâs) Yemek yediği vakitte --tabii şimdi bizimki gibi kaşıklar filan yok-- elleriyle yerlermiş. Elleriyle yedikleri vakitte 3 parmağını da yalarlarmış. "Belki bereket, bu parmakta kalan cüzlerdedir, parçalardadır; o bereket zayî olmasın." diyerekten onları yalamaları da sünnet-i seniyyelerindenmiş.
527/6 (Kâne izâ ekele lem ta'dü esâbiahû mâ beyne yedeyhi) Yemek yerlerken, sofrada önüne isabet eden yerden yerlermiş ve etrafındakilere de "Siz de önünüzden yeyin!" derlermiş. Meselâ, öte tarafa belki biraz et gelmiştir, yahut tatlı bir şey gelmiştir. Onun önünden almak gibi çirkinliği sevmezlermiş. Kendileri tabii yapmadıkları gibi, etrafındakilere de yapılmamasını tavsiye ederlermiş.
527/7 (Kâne izâ ekele ev şerabe) E tabii, beşeriyet icabı yenilib içiliyor. Bu yemekle doyuyoruz, içmekle de hararetimiz kayboluyor. Yiyib içtikten sonra bu nimeti verene hamdetmek vazifemiz. Kısacık, "Elhamdü lillâh..." Başlangıçda "Bismillâh..." arkasından "Elhamdü lillâh..."
Peygamber SAS, bir şey yedikleri veya içtikleri zaman: (Elhamdü lilâhillezî et'ame ve saka, ve sevveğahû veceale lehû mahracâ.) "Ya Rabbî, yedirdin doyduk elhamdü lillâh... Suyu da içtik kandık. Bir de buna çıkış yolu verdin de bizi rahatsız etmiyor." buyururlarmış.
Çıkış da bir nimettir. Onun da ayrıca bir duası var yine... Çünkü yediğimizi çıkaramazsak, ölürüz. Ona da Cenâb-ı Hak ne güzel bir yol vermiş, def'-i hâcet yapıyoruz. O da öylece vücudumuzdan gidiyor.
527/8 (Kâne izeltekal hıtânâni iğtesele) Kadınla erkek bir araya geldikleri vakitte, sünnetlik yerlerinin birbirine teması, guslü icap ettirir. Muamele-i cinsiyye... İster su çıksın, ister çıkmasın; o iki yerin teması kâfi geliyor.
527/9 (Kâne izentesebe lem yücâviz fî nisbetihî müaddebni adnan ibni udedin) Cenâb-ı Peygamber'in silsilesini sayması vardır. Filan, filan, filan diyerekten kitablarda yazılıdır. O yazıda bu "Muad ibn-i Adnan" denene kadar, Cenâb-ı Peygamber silsilesini saymış. Benim silsilem burdan geliyor diyerekten...
Ondan ötesi için sayanlara, "Yalancıdır onlar!" demiş. Ondan sonrasını saymak mümkün değil; çünkü çok genişlemektedir. Onları zabdetmek mümkün değil. (Sümme yemsik ve yekûlü kezeben nessâbûn kalallahü teâlâ ve kûrûnen beyne zâlike kesîrâ) Çok insanlar gelip geçmiş olduğundan ondan ötesini bilmek herkese mümkün değil...
527/10 (Kâne izâ nezele aleyhil vahy) Cenâb-ı Peygamber'e üç çeşit vahiy gelirdi: Ya bir melek vasıtasıyla gelirdi, ya bir gürültüyle gelirdi, ve yahut bir uğultuyla gelirdi. Melekle gelişi en hafifi idi. Fakat o vahyi ilahi geldiği vakitte, (nekese re'sehü) başlarını böyle önlerine eğerlerdi. (ve nekese eshabühû ruûsehüm) Orda bulunan eshabın hepsi başlarını eğer; bakalım ne zuhur edecek, bakalım ne gelecek?.. Herkes öyle düşünce içinde... (Fe izâ üklia anhü refea re'sehü) Vahiy bittikten sonra başlarını kaldırır, rahatlanırlardı. Müslim'in bir rivayetidir.
527/11 (Kâne izâ enzele aleyhil vahyü küribe lizâlike) Kendisine vahiy geldiği vakitte, bundan kendisine bir ağırlık gelir; (ve terebbede vechuhû) siması değişirdi, tegayyür ederdi. En soğuk havalarda bile şapır, şapır terlerlerdi; o vahiy hali olduğu vakitte...
527/12 (Kâne izâ nezele aleyhil vahyü) Vahiy geldiği vakitte, (sümia inde vechuhû kadeviyyin nahli.) arıların bir uğultusu oluyor ya, hani oğul verdikleri vakitte vuuu vuuu diye; işte onun yüzü üzerinde, alnında böyle bir uğultu işitilirdi. Arıların uğultusu gibi bir uğultu var ama, bir şey yok ortada... Yalnız o uğultu var. Onu başka kimse anlamıyor. Cenâb-ı Peygamber'in içine nasıl nazil oluyorsa, o şekilde bir izahatda bulunuyorlar.
527/13 (Kâne izensarafe min salâtihî) Namazı kıldılar, namaz bittikten sonra, (istağfera selâsen) üç kere istiğfar ederlermiş.
Bazıları derlerki, "Namaz hayırlı bir ibadettir, bu hayrın arkasından istiğfar nasıl oluyor?.. Hem hayır işledik, hem de arkasından tevbe yarabbi diyoruz..." Haa, namazı lâyık-ı vechiyle kılamadık... Namazı Allah-ü Teâlâ'nın istediği gibi kılamadık. Emretti; evet, okuduk, yattık, kalktık ama gönlümüz Allaha dönmedi... Lâyık-ı vechile dönmedi. Döndürüyoruz işte kıbleye yüzümüzü... Şöyle biraz çevirsek, "Olmadı hoca efendi namazın!" derler. "Niçin?.." "Kıble burda; sen niçin böyle döndün?.." derler. Yüzümüzü çevirmekle namaz bozuluyor. Bozulmaz mı?.. Yüzümüzü kıbleden ayırdık mı, namaz bozulur. Kıbleye dönmek şart... Asıl maksat, gönlün Allah'a dönmesidir. Gönlü Allah'tan uzaklaştırınca... Allah kusurlarımızı affetsin...
Onun için bu beşeriyettir. Herkesin öyle 3 dakika, 5 dakika ibadet saatı içinde gönlünü Allah'a karşı tutabilmesi kolay değil... Peygamber'in ki bozulmaz da, bunu bize tembih yapıyor. "Siz yapamazsınız bu benim yaptığım gibi... Binaen aleyh, bundan dolayı istiğfar edin evvelâ!" demek istiyor.
(Sümme kale) Ondan sonra dedi; (Allahümme entes selâmü ve min kesselâm, tebârekte yâ zelcelâli vel ikrâm) Evvelâ istiğfar edilecek, sonra "Allahümme entes selamü" okunacak. Biz bu "Allahümme entes selamü'den sonra istiğfar ediyoruz ki, bu yanlıştır.
524/14 (Kâne izâ insarafe inharafe.) Namaz bitti miydi, Cenâb-ı Peygamber SAS ya sağa, veya sola çekilirlerdi. Araplar bunda daha ileri gitmişler, ifrat etmişler; namaz kıldıktan sonra mihrabtan çıkıyorlar. Halbuki ona dair bir şey görmedik. Belki, İmam-ı Hanbeli Hazretleri'nin kitablarında böyle yazılmış olabilir.
Bu sefer Haleb'e gittik. İkindi namazını camide kıldık. Namazdan sonra baktım, imam efendi mihrabda yok... Yahu dua edeceğiz hani biz, imam efendi de önde duracak tabii. Baktık ki imam yok. Nereye gitti?.. Baktım geride bir yerde oturmuş, orda kendisi duasını yapıyor. Yatsıda baktık, yatsıda yine yok. Niçin?.. İşte buna imtisâlen... Ama burda ya sağa, ya sola diyor. İfrat ve tefrit vardır ya; ifrat ve tefritin ortasındadır elhamdü lillâh işimiz.
527/15 (Kâne izenkesefetiş şemsü vel kamerü sallâ hattâ yetecellâ.) Ay ve güneşin tutulması oluyor ya; ay bazen tutuluyor, bazen de güneş tutuluyor. Gerek ayın tutulmasında, gerek güneşin tutulmasında, --Bizim çocukluğumuzda adet, her kapıdan silah patlatılırdı ayı kurtaracağız diyerekten tak-tak, tak-tak... Bir taş da ben attıydım küçüklüğümde... Allah kusurlarımızı affetsin, işte bilmeyerek tabii... Herkes yapıyor çünkü...-- Cenâb-ı Peygamber ise namaza dururmuş; tâ güneş açılıncaya kadar, yahut ay açılıncaya kadar namazda bulunurlarmış. Hatta bir de cemaatle namazı vardır ayrıca...
527/16 (Kâne izehtemme eksere min messi lihyetihî) Kendilerine üzüntü geldiği vakitte, ekseriyetle sakallarını böyle meshederlermiş, sıvazlarlarmış ki, o sırada o gammı gidermek için.
527/17 (Kâne izâ ehemmehül emrü refe a re'sehû iles semâ', ve kale sübhânallahil azîm) Kendisini rahatsız eden böyle bir üzüntü olduğu vakitte, başlarını semaya kaldırır ve dermiş ki: "Sübhânallahil azîm."
(ve izectehede fid düâi kale yâ hayyü yâ kayyûm.) Dualarında en çok dedikleri de, "Yâ hayyü yâ kayyûm." imiş. Tirmizî Hazretleri Ebû Hureyre'den rivayet etmişler.
Bu "Yâ hayyü yâ kayyûm." Esmâ-i Hüsnâ'dan olduğu gibi, --İsm-i Âzam diye bir dua var ya-- İsm-i Âzam'dan ma'dûddur. "Ayetel kûrsi"de bu ikisi de mevcuttur. Onun için, "Ayetel kürsi'yi kim çok okursa, bir çok müşkilatları hallolur." derler.
528/1 (Kâne izâ evâ ilâ firâşihî) Şimdi yatağa girmek... Uykumuz geldiği vakitte, gidiyoruz yatağımıza... Ama bakın, Cenâb-ı Peygamber SAS yatağa girerken ne diyormuş: (Elhamdü lillâhillezî et'amenâ) Yâ Rab, sana hamd olsun; ekmekler verdin yedik, yemekler verdin yedik... (ve sekanâ) Sular verdin, içtik... (ve kefânâ) Eh kifâyet olacak her şey bize yetti, arttı. (ve evânâ) Barınacağımız güzel bir de ev verdin bize, barınıyoruz içinde... Yağmurdan, soğuktan korunuyoruz. Sana nasıl hamd edelim şimdi?.. Evimiz var, yemeğimiz de var, suyumuz da var. Cenâb-ı Hakk'a hamd etmenin tam yeri işte... Daha başka ne istiyoruz?..
(fekem men lâ kâfie lehü velâ me'vâ) Ama ne insanlar vardır ki, o yiyeceği bulamazlar; o barınacak yeri de bulamazlar, açıkta kalırlar. Arabistan acaib bir memleket... Tabii sıcak... Orda yer aranmaz. Fakat bizim memleketler için bir zarurettir. Dışarıda kaldın mıydı; bir gün, iki gün tahammül edersin. Yahut gençliğinde biraz tahammül edersin ama, ihtiyarlığında hiç edemezsin.