• /
  • Kütüphane
  • /
  • Muhtelif Yazılar
  • /
  • 04. TASAVVUF VE SEFÎNE-İ EVLİYÂ
03. CENNET YOLLARI: MUKADDİME

04. TASAVVUF VE SEFÎNE-İ EVLİYÂ



Prof. Dr. M. Es’ad COŞAN


Dünya hayatı hiç şüphesiz, zamanı çok hızlı geçen, ciddî ve çetin bir imtihandır. Burada bizim, her şeyden önde ve en yüce gayemiz, bizi yaratan, yaşatan ve ahirette hesaba çekecek, sonuçta mükâfatlandıracak veya cezalandıracak olan ulu Rabbimizin sevgi ve rızasını kazanmak olmalıdır.

Allah-u Teàlâ’nın rızasını kazanmanın tek çıkar yolu ise, en sonuncu, en doğru ve en hakikî din olan İslâm’dır. Diğer yollar ve dinler, ya yanlış, bâtıl ve bozuk; ya da devri geçmiş, mer’iyyetten kalkmış ve geçersiz olduğundan; dünya ve ahiret saadeti isteyen herkesin, hayatını mutlaka ve mutlaka İslâm’ın emirlerini uygulayıp, yasaklarından kaçınarak geçirmesi gerekiyor. Kâfirlerin iki cihanda halleri perişan, àkıbetleri hüsrandır. Ancak ve sadece müminler felâh bulacak; Allah’a en mutî insan ve dinin ahkâmını en iyi uygulayan müslüman, kıyamet günü en sevgili ve en makbul kul olacaktır.


İslâm dininin çok güzel ve çok faydalı bir yapısı, çok engin ve çok derin anlamlı prensipleri vardır. O, insanın hem bedenini sağlıklı tutar, hem ruhunu besler, hem gönlüne nur ve huzur doldurur; hem dünya işlerini düzenler, hem ahiret saadetini sağlar; hem ferdi korur, hem aileyi kurtarır, hem de cemiyete, devlete dirlik ve kuvvet kazandırır; güçsüzü korur, zorbayı durdurur; herkese hakkını verir, görevini de düşündürür; kadını himaye eder, erkeği yüceltir; fakiri güldürür, zengini hayra yönlendirir; işçiyi sevindirir, ağayı, patronu duygulandırır...

Ne kusursuz, ne tam, ne hârika, ne şahane nizamdır İslâm! İslâm, her çağın ve özellikle şu hasta asrın şifası; tüm maddî ve mânevî, ferdî ve ictimaî dertlerin devası; akılların gıdası, gönüllerin sefası; karanlık gecelerin nurlu sabahı, ölümlü dünyanın âb-ı hayatıdır.

336

Fakat bir de, tasavvuf denilen çok sevimli ve çok önemli bir şer’î ilim vardır ki, o olmadan imanın tadını duyarak yaşamak; İslâm’ın özünü, iç yapısını, ruhunu, mahiyetini, inceliklerini, esrarını kavramak, bugünün ve belki her devrin insanı için, hemen hemen imkânsız gibidir.


Çünkü, tasavvuf Kur’an ahlâkıdır, Rasûlüllah’ın derûnî ahvâl ve hâlâtı, şeriatın ince âdâbıdır. Tasavvuf bencillik değil, diğerbînliktir, merhamettir, mahabbettir, hizmettir; laf ebeliği ve söz kalabalığı değil, samimiyet, ihlâs ve hikmettir; kalp temizliği, irfan yüceliği ve amel-i salih üreticiliğidir; kıyl ü kal değil, güzel haldir; taşa karşı gül, zehire karşı panzehirdir; gözlere nur, gönüllere sürûrdur. Tasavvuf deliyi velî yapar; taşkını uslu kılar; taş bağrı ısıtır, yumuşatır; merhametsizi rikkatli, katı kalpliyi gözü yaşlı eder; şaşkını, gafili zulümâttan nura çıkarır; deryada çırpınanı sahil-i selâmete ulaştırır; cahili eğitir, ma’rifet hazinesi eder; çölü, çorağı irfan pınarlarıyla sular, yeşertir; çobanı sultanlaştırır, sığ bilgiliyi ummanlaştırır; kişiyi halka makbul ve mergub, Hakk’a mahbub eder; topraktan yaratılan insanı nurlandırır, melekleştirir, Rahman’ın huzuruna lâyık eyler, iltifatına ulaştırır.

Tasavvufla samanlık seyran, daracık yerler adetâ meydan olur; tasavvufla gaflet ve körlük izale edilir, mü’minin basiret gözü açılır; dünya sevgisiyle harabe haline gelen kalbler, Allah aşkıyla mamur olur; mânevî zulmetler dağılır, insanın içi dışı pür-nûr olur; mü’mine bir zindan olan şu köhne cihan, gerçek bir gülistan haline gelir.

Tasavvuf, dinimizin özü ve gerçek anlamı; asıl gaye olan insan- ı kâmil olmanın yolu ve yöntemidir.


Özetle tasavvuf, tüm devirlerde olduğu gibi, hattâ onlardan da fazla, 20. Yüzyıl’ın şu stresli, sinirli, gerilimli, bunalımlı, şüpheci, aceleci, dertli, hasta ve bedbaht insanının da; “Nerede?” diye gece gündüz aradığı, yalan-yanlış yerlerden sağlamaya çalıştığı gerçek mutluluğun ilâhî yolu ve anahtarıdır.

337

Ama insan, tasavvufun hakîkîsini sahtesinden nasıl ayıracak, kimden öğrenecek, mürşid-i kâmili nasıl bulacak?.. Mâneviyât yolunun sahtekâr ve haramilerinden nasıl korunacak, hangi kitapları okuyacak?.. Eğrisini, hurafesini, hastasını, safsatasını, doğrusundan, sahihinden, ilmîsinden nasıl ayıracak?.. İşin aslını, faslını neyle fark edecek?

İşte gerçek tasavvuf erbâbının, kaynakların, bilgi ve görgülerin günümüzdekinden çok daha fazla olduğu, daha mutlu ve kutlu bir dönemde yetişen, bizzat kendini de değerli bir alim ve àrif ve mutasavvıf olan Hüseyin Vassâf Efendi —kaddesa’llàhu sırrahû ve nevvere darîhahû ve rahimehû rahmeten vâsiaten— tasavvuf konusunda çok değerli bir irfan hazînesi ve mâlûmat külliyesi teşkil eden şu Sefîne-i Evliyâ adlı muazzam eseri cem’ ve te’lif eyledi. Sa’yi meşkûr, ameli makbul, ruhu şad, derecâtı müzdâd olsun!..


Bu kitap genel olarak tasavvuf tarihi, özellikle de Türkiyemizin dinî ve millî kültürü bakımından çok önemli bir kaynak ve emsalsiz bir àbide mahiyetindedir. Kendisi tasavvuf konusunda yapılan ilmî

338

araştırmalarda daima zikredilmekte ve kullanılmakta; fakat elyazması tek nüsha halinde bulunması, istifadenin yaygın olmasını engellemekte bulunuyordu. Neşri, çok faydalı bir hizmet olacaktır.

Eserin, her müslüman münevver tarafından mutlaka dikkatle okunması, her kütüphanenin en mûtenâ köşesinde lâyık olduğu yerini alması, dileğimiz ve temennimizdir.

Allah-u Teàlâ neşrinin itmam ve ikmâlini, en yakın zamanda ihsan eylesin... Hazırlanmasında emeği geçenleri en büyük lûtuflarla taltif buyursun... Okuyanların ecri, sevabı, feyzi mezîd; dünya ve ahiretleri ma’mur ve saîd olsun... Âmîn, bi-hürmeti seyyid’l-mürselîn muhammedini’l-emîn, salla’llàhu teàlâ aleyhi ve âlihî ve men tebiahû bi-ihsânin ecmaîn, ve selleme teslîmen kesîran ilâ yevmi’d-dîn...




(Sefîne-i Evliyâ, Hüseyin Vassaf, c. 1, s. 5, Seha Neşriyat, İstanbul 1990)

339
05. TASAVVUFUN ESASLARI: TAKDİM