05. BİRLİK OLMA ZAMANI
Prof. Dr. M. Es’ad COŞAN
—Efendim, İslâm aleminde en fazla birleştirici olan, yardımlaşmayı ve sosyal adaleti sağlayan mübarek Ramazan ayını değerlendirir misiniz?
Ramazan, Allah’ın bize büyük lütûflarından birisidir. Allah-u Teàlâ Hazretleri her şeyi sonsuz hikmetiyle tanzim buyurmuş. Zamanı da, senenin aylarını da o kadar güzel tanzim eylemiştir ki, senenin yapısı içinde bir kulun Cenab-ı Hakk’a dönmesi için güzel vesileler vardır. Binlerce, milyonlarca vesile vardır. Üç Aylar gelince, Peygamber SAS Efendimiz, daha çok ibadet ederdi. Hadis- i şeriflerinde bunları bizim de yapmamızı îmâ, işaret ve tavsiye buyuruyor. Bu mübarek gün ve gecelerin ihyası, insanın mâneviyatını kuvvetlendiriyor.
Ramazan ayı onbir ayın sultanıdır gerçekten. Allah’ın özel ikramlarının olduğu bir aydır. Bu ayı, Allah-u Teàlâ Hazretleri kulları için sebeb-i mağfiret eylemiştir.
Ramazan ayında, Allah-u Teàlâ Hazretleri bize bir ay oruç tutmayı farz kılmıştır. Oruç tutmak demek, insanın tabii olan, yaşaması için gerekli olan birtakım faaliyetleri bile engellemeye kendisini alıştırma ayıdır. Su içmek bütün canlıların ihtiyacı ve vazifesidir, su içmiyor. Yemek büyük ihtiyaçtır, yemek yemiyor. Evlilik, cinsi ihtiyaç da yasaklanıyor. Böylece insan, en tabii olan ve en çok alışmış olduğu kuvvetli arzularını, Ramazan’da kendi isteğiyle, Allah’ın emri ile frenliyor.
Ben bunu büyük bir idman olarak görüyorum. Allah-u Teàlâ Hazretleri avam ve havas bütün müslümanları, Ramazan ayı içinde nefsini yenebilme, iradesini kuvvetlendirme, mânevî gerçekleri görebilme ve ilâhî yola girebilme şansına sahip kılıyor. Bu, insan üzerinde şeytanın tesirini azaltıyor.
Bu hava içerisinde bir de, başka hiç bir ayda göremediğimiz bir güzel ibadet var, teravih namazı. Alışılandan çok uzun bir ibadet. Bu da gündüzün orucuyla safileşmiş olan ruhu, geceleyin Mevlâsının huzuruna çıkartan bir ibadet. Uzunca bir zaman rükûlarıyla, secdeleriyle Mevlâsının huzurunda tutan bir ibadet...
Peygamber Efendimiz SAS, oruç tutma sırasında sahura kalkmayı emretmiştir. Sahur ise, seher vakti, gecenin son bölümü demektir. Gecenin bu bölümünün ilâhi bakımdan mânevi ikramlarla dolu olduğunu birçok hadis-i şeriflerden ve ayet- i kerimelerden biliyoruz.
Ramazan’da muazzam bir Kur’an-ı Kerim okuma teşviki vardır, mukabele alışkanlığı vardır. Bu da Peygamber Efendimiz SAS’den geliyor. Cebrâil AS ile Peygamber Efendimiz, kendisine vahyedilen Kur’an-ı Kerim’i mukabele ederdi. Efendimiz kendisi okurdu, Cebrâil AS dinlerdi. Bu an’anevî olarak müslümanlara intikal etmiştir. Allah hepimizi bu ayın feyzinden, bereketinden âzami derecede istifade etmeye muvaffak eylesin...
—Efendim, bu ay vesilesiyle komşu hakkı gözetmek, fakir fukaraya yardım ve insanlar arasında dayanışma artıyor. Daha da artırılması için neler yapmak lâzım?
Sizin bu sorunuz, Ramazan’ın öbür güzelliklerini de hatırlattı bana... Ramazan’da bir de maddî, mâlî ve iktisadî başka insanlara yardıma yönelik bir yön var. Müslüman bu faaliyetlerini de Ramazan’da artırıyor. Ekseriyetle zekâtlar Ramazan’da verilir. Çünkü, Ramazan’da verilmesinin sevabı fazladır. Çok büyük bir mâlî yardımlaşma faaliyeti başlıyor.
Ayrıca Ramazan Bayramı’na ermeden önce, fakirlerin sevinmesi için, sadaka-i fıtr vardır. Bu da bir vacibdir, mecburiyettir. Müslüman, böylece eli cebinde, kesesinin ağzı açık, hayır hasenat yapan bir insan durumuna geliyor.
Bunun dışında akşam iftarlarına, sahurlara tanıdıkları, fukarayı çağırarak, umuma açık ikramlar yaparak sevab kazanıyor. Böylece Ramazan’da aç kimse, açık kimse kalmıyor, fakirlerin cebi doluyor. Bayrama güzel girme imkânı oluyor.
Biz müslümanlar, Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin emirlerini uygulamakta ne derecede başarılıyız?.. El-hamdü lillâh, Türkiyemizde halkımızın, ecdaddan adet yoluyla İslâmî ahkâmı tevarüs ettiğini görüyorum. Bu ecdadımızın çok dindar ve çok alim olmalarından kaynaklanıyor. O kadar müslümanca yaşamışlar ki, örfümüze adetimize girmiş İslâm, her şeyimiz İslâmlaşmış. Evimiz, soframız, yememiz, içmemiz, kalkmamız sünnet-i seniyyeye, hadis- i şerife göre olmuştur.
Örfümüz ve adetimizde ikram vardır, yardımlaşma vardır. Yetimlere bakmak, dulları gözetmek, kimsesiz çocukları başgöz etmek vardır. Hayır, hasenat, çeşme yaptırmak, para harcamak vardır. Devlete bir mali yük yüklemeden, asırlarca İslâm cemiyetinin bütün sosyal müesseseleri, hayır sahibi insanların bağışları ile yapılmıştır, işlemiştir. Devlet mecbur etmediği halde, sevab kazanmak için herkes, paşalar, padişahlar, hanım sultanlar bu işleri yapmışlardır.
Meselâ, şu Bezm-i Alem Vâlide Sultan’a ben çok hayranlık duyuyorum ve dualar ediyorum. Mekânı cennet olsun. Bir Valide Sultan ki, Gureba Hastanesi’ni yaptırmış. İstanbul’a Terkos suyunu getirmiş... Hayrının, hasenatının hissesi muazzam büyük işlerle dolu. Saymak için bayağı bir zaman lâzım!.. O sadece hayırseverlerden bir tanesi. Onun gibi nice insanlar var.
—Efendim, değişen dünya dengeleri karşısında İslâm dünyasının durumu ne olacak? Müslümanlar nereye doğru gidiyor?
Avrupa bütünleşiyor, Avrupa Birliği, AB haline geldi. Ortak Pazar dediğimiz teşkilat İsveç’in ve diğer ülkelerin de katılmasıyla, daha da güçlendi. Entegrasyonlarını, birbirine uyumlarını sağladılar. Amerika, Avrupa’dan endişe ettiği için, Kanada ve Meksika ile NAFTA dediğimiz ekonomik birliği kurdu. O daha büyük bir birlik teşkil etti. Doğu Asya’da da Japonya ve diğer ülkeleri organize ederek, büyük bir güç meydana getirdi. Orada kendisinin nüfuzu var.
Şimdi önümüzde kuzeye hakim, Güney Amerika’yı da kimseye bırakmaya niyetli olmayan bir Amerika var. Güney Amerika da, kuzeyin eli altında gibidir. Avrupa’da, AB’de bir şey yapma imkânı yoktur. Çin fevkalade kuvvetlidir.
İslâm alemi bu saydığımız bölgenin altında, yeşil bir kuşaktır. İslâm aleminin çevresindeki olaylara karşı tedbir alma zamanı, artık gelmiştir. Amerika, nasıl Avrupa birleşiyor diye toparlanıp NAFTA’yı kurdu ise, nasıl Doğu Asya’da milletler birleşip bir birlik meydana getirdiler ise; müslümanların bu gelişmeler karşısında birleşmesi lâzımdır.
—Sovyetler dağıldıktan sonra Rusya Federasyonu ortaya çıktı. Ancak bu federasyon da yamalı bahça gibi... İçinde müslüman Türk ve diğer ırklardan cumhuriyetler var. Son günlerde Rusya’nın dağılacağına dair beklentiler de yaygınlaştı. Siz bu durumu nasıl görüyorsunuz?
Rusya sanırım Batı’nın oyununa geliyor. Kafkasya’da Çeçenlerle mücadelesi Rusya’nın aleyhinedir. Bir Rus milliyetçisinin, vatanseverinin buna razı olmaması lâzım! Bu yanlış bir politikadır, kendisini zayıflatıyor.
Harp kolay bir şey değildir. İki taraf ta yıpranır. Rusya Federasyonu, harbi yürütecek ekonomik yapıya sahip değildir. Sovyetler’in dağılması sırasında, büyük katliamlara uğrayarak büyük kargaşa içine düşmekten kendisini kurtarmıştır. Ekonomik durumunu düzeltmeye başlamıştır. Ardından bu harbin içine girmiştir. Bu yanlış, kendi zihniyetinin bozukluğundan, kızıl ordunun hükümete tesirinden kaynaklanıyor; ama, bu Rusya’nın aleyhine olacaktır.
Afganistan’da ister istemez güç kaybetti. Afganistan savaşı, sonunda Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği’nin dağılmasına yol açtı. Bünyeyi o savaş sarsmış, ekonomisi perişan olmuştur. Hatta, “Üç günlük yiyeceğimiz kaldı, bize yardım edin!” dediklerini gazetelerden okumuşuzdur. Doğru değildir, yalandır ama, tam da gerçek dışı değildir. Çünkü, ekonomileri çok bozuktur. Çok hantal
bir ekonomik sistemleri vardır. Üretimleri ve teknolojileri çok geri idi. Şimdi aynı durum devam etmektedir. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği, Afganistan’da çarpışırken yara aldığı gibi, Rusya Federasyonu da Kafkaslar’da yorulmakta ve yara almaktadır.
Bu savaş yayılabilir. Kafkasya’da yayılma istidadındadır. Müslümanın silaha sarılması, müslümanların silaha sarılmaya mecbur bırakılması, İslâm düşmanlarının aleyhinedir. Müslüman sulhçu olduğu için, silaha kolay sarılmıyor. Ama silaha sarıldığı zaman, kimse onun önünde duramaz. Bunu bilmiyorlar veya Allah bu gerçeği onlara göstermiyor.
Bir de, “Sulh ve sükun içinde, aşırı rehavet içinde olan müslümanları, Allah çeşitli vesilelerle cihadın içine çekiyor.” diye yorumluyorum ben bu olayları...
Balkanlar’da öyle olmuştur. Balkanlar’da halkın cihada hiç hevesi ve niyeti yok iken, komünizm dahil her türlü İslâm dışı yaşayışı sinesine çekmiş ve benimsemişken, Allah onlara müslüman olduklarını hatırlatıp, onları cihadın içine itmiştir. Kader onları mücahid yapmıştır. Kafaları ve gönülleri mücahid olma niyetinde değilken, mücahid durumuna getirmiştir.
Fakat Kafkasya öyle değildir. Kafkasya bozulmamıştır. Gerçekten de mâneviyatı yüksek insanlardır. Şimdi bir güzel tarafı müslümanlar için şudur: Müslümanlar Rusya’nın içinde, yani kalenin içindedir. Çeçenistan’da çarpışıyorlar ama Rusya Federasyonu’nun her yerinde müslümanlar var... Bunların birbirinden haberi yok... Telekominikasyon, iletişim eksikliği var... Ama kaynaşma var...
Rusya çok sağlam yapıda değildir. Rusya bu zulmü götürecek kuvvetli şahısların elinde değildir. Rusya’nın içinde Tataristan ve diğer özerk cumhuriyetler var... Oralarda eninde sonunda, ya harp veya baskı yoluyla, üzerindeki Rus zulmünü itecekler. Rusya kafasını değiştirmez, ileriye dönük büyük fedakârlıklar yapmazsa, zorla belli bir çizgiye gelmesi sağlanacaktır.
Rusya’nın bu zulmü ileriye dönük çok istikrarlı görünmüyor. Kafkas savaşı yıpratacaktır onu... Afgan savaşını durdurmaktan elde ettiği avantajı, tekrar kaybedecektir. Rusya federasyonu içinde yeni karışıklıklar olabilecektir diye düşünüyorum. Temenni de ediyorum, çünkü zulüm ve haksızlık vardır. Halkların isteklerine saygı gösterme zamanı gelmiştir. Hak yerini bulsun diye temenni ediyorum. Zulüm sonunda mutlaka felâket getirir. Hadis-i şeriftir:
العدل اساس الملك
(El-adlü esâsü’l-mülk) “Egemenliğin temeli adalettir.” Adalet olmazsa, egemenlik devam etmez, sonunda çöker.
—Efendim, sizin Türkiye dışında da hizmetleriniz var mı?
Türkiye dışında, oralara gitmiş olan kardeşlerimizin yürüttüğü faaliyetlerimiz var. Meselâ, Avustralya’ya gitmişlerdir. Benim
İlâhiyat Fakültesi’nden talebem olan birtakım hocalar da gitmiştir. Onlar muhtelif şehirlerde bazı dînî grupların hizmetlerini yüklenmiş ve götürüyorlar. Orada bir takım güzel faaliyetler var. Meselâ, Sydney’de bir cami yapmışlar, Mehmed Zahid Kotku Dergâhı kurmuşlar. Beni misafir ettiler. Grafton şehrinde de cami yapmak için faaliyetleri var. Vakıfları, dernekleri var.
Muhtelif Avrupa ülkelerinde kardeşlerimizin çalışmaları var; işçi olarak gitmişler, çeşitli camiler kurmuşlar. O camilerde dînî hizmetleri götüren kardeşlerimiz var... Muhtelif şehirlerde ve muhtelif Avrupa ülkelerinde... Meselâ İsveç’te, Danimarka’da, Almanya’da, Hollanda’da çok sayıda kardeşlerimiz var; ziyaret ettim. Fransa’da, İngiltere’de, Amerika’da var. İslâm’ın bütün cihanın halklarına tebliğ edilmesi, duyurulması lâzım!...
Peygamber SAS Efendimiz hayatında bütün imkânları kullanmıştır. Meselâ, çevre ülkelere elçiler göndermiştir. Meselâ, Sâsâni, Bizans ve Habeş imparatorlarına, Bahreyn ve Mısır hükümdarlarına elçi göndermiştir. İslâm’ı anlatmıştır, İslâm’a davet etmiştir. O zaman için, o zamanın imkânlarıyla, insanı hayretler içinde bırakacak genişliğe İslâm’ı tebliğ etmiştir. Bizim de, onun ümmeti olarak bu işi devam ettirmemiz gerekir. Dünya artık kolayca ulaşılabilen, insanların birbiriyle kolayca buluşabileceği, fikirlerini söyleyebileceği noktaya doğru gitmektedir.
—Efendim, diğer ülkelerin insanlarına İslâm’ı anlatmakta bir zorlukla karşılaşılıyor mu?
Aramızda en büyük engeli ben, lisan olarak görüyorum. Meselâ, Avustralya’da cuma namazını Goldkost’ta bir camide kılalım dedik. Orada cemaatte başka ülkelerden müslümanlar da vardır diye, bir kardeşimiz hutbeyi İngilizce olarak okudu. O kadar akıcı o kadar tatlı; bizim heyecanla zevkle dinlediğimiz, cemaati coşturan üslupta çok güzel bir hutbe okudu.
Buradan şunu anlıyoruz ki, dünyada başka milletlerin konuştuğu dillerle çalışmalar yaptığımız zaman faydalı olacaktır.
Hiç olmazsa önce yaygın olan dillerle...
Avustralya’da Yunan asıllı, hristiyan iken müslüman olmuş, bize intisab etmiş kimseler var... Güney Amerika’dan, Avustralya’dan İngiliz asıllı kardeşlerimiz var... Meseleleri anlattığımız zaman, kabul ediyorlar. Benim tanıdığım tıp doktoru olan bir budist vardı, müslüman oldu; şimdi İslâm teşkilâtının içinde bir de aktif görev aldı.
Singapur’da bindiğimiz taksinin şoförü budistmiş. Buda’nın heykelini koymuş taksinin önüne... Beraber seyahat ettiğimiz kardeşimizin İngilizcesi güzeldi. Dedi ki:
“—Bu ne?..” “—Buda’nın heykeli...”
“—Nereden aldın?..” “—Çarşıdan...”
“—Kim yaptı?..”
“—Birisi yaptı.”
“—Elle yapılan şeye tapılır mı?..” dedi.
Güzel şeyler anlattı. Sonunda o şahıs, siz haklısınız dedi. Demek ki, biraz daha uğraşsak olacak.
Ben bu çalışmayı yapabilmek için fakültede hoca iken şöyle bir şey düşündüm. Diyordum ki:
“—İçinizden her biriniz bir ülkeyi kendisine ilgi ülkesi olarak seçsin. Meselâ, ben Brezilya’yı seçiyorum; Peru’yu, Meksika’yı, Kanada’yı, İspanya’yı, Güney Afrika’yı seçiyorum desin. O ülkenin dilini, tarihini, aktüalitesini öğrensin. O ülkeyi ziyarete gitsin. O ülkeden dostlar edinsin. Hatta, belki orada iyi bir müslüman bulursa, onunla evlensin. Akrabalık tesis etsin ve orada İslâmı anlatacak bir köprü kurulmuş olsun!”
Bunu söylediğim zamandan itibaren 10-15 yıl geçmiştir. Bunu düşünerek hareket etmiş kardeşlerimiz vardır. Evliliğini dışardan yapmış kardeşlerimiz vardır. Malezya’dan, şurdan, burdan evlenmiş kimseler vardır. Bunlar meyve vermeğe başladığı zaman durum daha iyi olacak.
Avustralya, Türkiye’ye çok uzak bir ülke... Ben Türkiye’ye daha yakın yerleri düşünüyorum. Bir kere Orta Asya’yı düşünüyorum. Orta Asya için kardeşlerimi teşvik ettim, “Bir kere alfabeyi ve dilleri öğrenin!” dedim. Misal olarak söylüyorum, bir doktor kardeşimiz [Metin Erkaya] bu tavsiyemi o kadar güzel benimsedi ki, Özbekçe’yi öğrendi. Özbekçe gramer kitabı yazdı; geçen sene Ramazan’da Özbekistan’a gitti, vaaz etti.
Güneydoğu Asya ülkeleri çok önemli ve çok kalabalık yerler, oralarla ilgi kurmayı düşünüyoruz. Endonezya 190 milyonluk bir nüfusa sahip. Oralarla ilgimizin olması lâzım!.. Afrika ile, Güney Amerika ile ilgimizin olması lâzım!.. Şahsen ben, birkaç sene önce Amerika’ya gittim, “Amerika’da nasıl İslâmi faaliyetler yaparız?” diye... İslâmî faaliyetler zaten var da, “Biz nasıl girebiliriz bu faaliyetlerin içine?” diye, o çalışmaları yaptım.
Dış ülkelerde bu tip çalışmalar yapılırsa, bunun Türkiye’ye de fayda getireceği kanaatindeyim. Çünkü oradan buraya haber akacak, ekonomik ilişkilere canlılık getirecek, Türkiye kültürel
zenginlik kazanacak ve içe kapalı olmaktan kurtulacak; bütün dünya ile ilgili modern bir ülke haline gelecek. Türkiye bu noktaya doğru gidiyor.
—Efendim, dünya her geçen gün dine daha fazla sarılıyor. Bazıları ise İslâm’dan korkuyor.
Bizdeki insanlar İslâm’dan korkmuyor; İslâm’dan korkan Avrupa, bizdeki bazı insanları kullanıyor. Çünkü, Avrupa ile müslümanlar yüzyıllar boyu karşı karşıya gelmişler, aralarında rekabet var. Onların dinleri modası geçmiş ve bozulmuş olduğu için, İslâm’la boy ölçüşecek durumda değil; ama teşkilatları kuvvetli... Onların dinlerinin mensupları, dinlerini elden bırakmak istemiyorlar; İslâm da bastırıyor. Onlar da müslümanların bastırmasını engellemek için, müslümanları zarara uğratmaya ve İslâm’ı doğduğu yerde boğmaya çalışıyorlar. Aracı kullanıyorlar, özel okulları kullanıyorlar.
Bakın Türkiye’de misyonerlerin kurduğu ve işlettiği bir sürü özel okul var. Cizvit tarikatı, Fransisken tarikatı, bilmem ne tarikatı hristiyanlık amaçlı okullar işletiyor. Yetiştirdikleri insanlar içinde, onların ilkelerine inanmış kimseler var...
Bir de gittikleri İslâm ülkelerinde gayrimüslim azınlıkları organize etmeğe çalışıyorlar. Lübnan’a gittiler, hristiyanları organize ettiler; Mısır’a gittiler, hristiyanları organize ettiler; İran’a gittiler, ateşperestleri organize ettiler... Hangi ülkeye gitmişlerse, o ülkedeki anti-islâm güçleri organize etmeye çalışıyorlar. Onların menfaatlerini ortaya atıp, onlara destek verip bir çalışma yapıyorlar.
Türkiye’de perdenin arkasında gayrimüslimlerin, emperya- lizmin, Avrupa devletlerinin faaliyetleri var... Ben hatırlıyorum, geçtiğimiz senelerde Rusya’nın Türkiye için bir günde harcadığı para, muazzam rakamlara ulaşıyordu. Yazarlara ve yayınlara, müesseselere para vererek Türkiye’de bir şeyler yapmak isteyen dış güçler vardır. Faaliyetlerle biraz ortada görünüyor ama, bunlar yeterli olmayacaktır. Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar ama, onlar istemeseler de Allah nurunu devam ettirecektir, tamamlayacaktır.
—Günümüzdeki gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Onlar bir yekün tutmuyor ama, basın var İslâmî gazeteler, radyolar, televizyonlar var... En çok dinlenilen, seyredilen ve okunan onlardır. Yaygın olarak onlar tesir ediyor. Okul yirmi sene sonra mahsül verir. Bir insanı yetiştireceksiniz, büyüyecek, hayata atılacak, sonra da meyva verecek... Şimdiki meyvalar daha acil çalışmalardan...
—Efendim, son olarak tavsiyeleriniz nedir?
Ben bütün insanları İslâm’ın hizmetlileri olarak görüyorum. Bütün insanların vazifesi Allah’ın dinine hizmettir. Öteki meslekler talîdir. Sanmayın ki, İslâm sadece başında sarık, sırtında cübbe olan insanların omuzuna yüklenmiştir. Bu yanlış bir kanaattir. Her müslümanın İslâm için yapması gereken şeyler vardır. Ve bu, asıl vazifedir. Kendisinin bütün özel faaliyetlerinden önce gelir. Bütün faaaliyetlerin ona göre ayarlanması lâzım!.. Bütün faaliyetlerin altından İslâma hizmet çıkarılması lâzım!.. Bütün müslümanlar bu şuura erdiği zaman durum daha iyi olacaktır.
(Türkiye Gazetesi, 03. 02. 1995)