01. İDEAL YOL

02. ASLÎ VAZİFE



Doç. Dr. M. Es’ad COŞAN


İslâm, dünya ve ahiret mutluluğunun yolunu göstermek üzere Allah tarafından gönderilen gerçek ve ebedî dindir. O, ferdin iç huzuruna ermesi için olduğu kadar; cemiyetin ahenk içinde yaşaması, içtimaî bünyenin sıhhatle çalışması için de gerekli bütün tavsiye ve prensipleri ihtiva etmektedir.

İslâm, insan hayatının her yönü ve insan faaliyetlerinin her çeşidi ile çok yakından ilgilenir. İslâm, fertte, ailede, iş hayatında, cemiyet faaliyetlerinde ve beynelmilel sahada prensipler koyan, her hak sahibine hakkını en adil ölçüler içinde veren, haksızlıkları en köklü tedbirlerle önleyen tek nizamdır. Onun için eskimemekte, her asırda dipdiri ve pırıl pırıl ayakta durmaktadır. Onda diğer dinlerin hurafeleri ve mânâsı kaybolmuş kuru merasimleri gibi boş şeyler bulunmaz.

Tarih boyunca onu gerçekten anlamış ve samimiyetle tatbik etmiş cemiyetler emsalsiz başarılar sağlamış, ferdî ve içtimaî mutluluğu tatmış ve yaşamıştır. Onun gerçekliğinden ve eşsiz meziyetlerinden gàfil olanlar ise mutluluğu başka sistemlerde aramış, başını taştan taşa vura vura akan sel suları gibi çırpınmış durmuş, fakat asla huzura kavuşamamıştır. İnsanlığın dertlerine çözüm olsun diye ortaya konulan her beşerî sistem, beraberinde binbir yeni dert ve problem getirmiştir. Çünkü onlar insanı madde ve mânâsıyla bir bütün olarak tanımamakta ve kavraya- mamaktadırlar. Bu kısır görüşlü sistemler yüzünden dünyamız büyük felâketlere uğramış olup halen de ciddî tehlikelerle karşı karşıya bulunmaktadır.


15. Hicrî Asr’ın eşiğinde şarkta, garpta nice acı yanılma ve tecrübelerden sonra şu gerçek anlaşılmağa ve görülmeğe başlamıştır ki; hasta insanlığın dertlerinin devası İslâm’dadır. Kurtuluş ve mutluluk sadece İslâm’la mümkün olacaktır. Geçen

29

asrın inkârcı ilmî ve felsefî cereyanlarının sahte yaldızları artık dökülmüş, bunlara kapılarak İslâm’a sırt çevirenler hatalarını anlamağa, bir ara yabancı ideolojilere bağlanan nesiller de mahcup ve tevbekâr, yuvaya dönmeğe başlamışlardır. Bunun müşahhas delili şudur ki; günümüzde, dünyanın her ülkesinde başka din ve milliyetlere mensub araştırıcılar ve ilim adamları içinden niceleri, hiçbir baskı olmadan müslüman olmakta, İslâm’ın üstünlüğünü belirten eserler yazmaktadırlar.

Hal böyle olunca, bize düşen en mühim vazife, çağımızın bu sevindirici gelişmesine yardımcı olmak, İslâm’ı önce en doğru şekilde öğrenmek ve anlamak, sonra da çevremize ve hattâ bütün insanlığa tebliğ etmek ve anlatmak için olanca varlığımızı, gayretimizi ve müktesebatımızı sarf etmektir.

Bu vazife şüphesiz, herkesten önce —kendi sahaları olmak münasebetiyle— ilâhiyat tahsili yapmış olan kimselere terettüb etmektedir.

Hazret-i Peygamber AS’ın müjdelediğine göre kişinin, bir şahsı doğru yola getirmesi ve hidayete ermesine vesile olması, üzerine güneşin doğduğu her şeyden —yani bütün dünya

30

zenginliklerinden— daha hayırlıdır. Fussilet Sûresi’nde de şöyle buyruluyor:


وَمَنْأَحْسَنُ قَوْلاً مِمَّنْ دَعَا إِ لىَ اللهِ وَعَمِلَ صَالِحًا وَقَالَ إِ نَّنِى


مِنَ الْـمُسْلِمِينَ (فصلت:٣٣)


(Ve men ahsenü kavlen mimmen deà ila’llàhi ve amile sàlihan ve kàle innenî mine’l-müslimîn) “‘Ben de gerçek Müslüman- lardanım!’ diyerek iyilikler yapan ve insanları Allah’a davet eden bir kimseden, sözce daha güzel kim olabilir?” (Fussilet, 41/33) O halde böyle hareket, faaliyetlerin en şereflisi ve en kârlısıdır. Bu asil hizmette kusur etmek ve gevşek davranmak ise, insanı büyük pişmanlıklara uğratacaktır.


Görmesin imdat yâ Rab, rahmetinden tâ ebed,

Sarf-ı makdur etmeyen hemcinsinin imdâdına...





(A. Ü. İlâhiyat Fakültesi Yıllığı 1978-1979, s.17)

31
03. ALLAH SEVGİSİ