8. AİLE HAYATI
a. Ailede Sabır
1.Soru:
Aile içinde huzursuzluk ve mutsuzluğa karşı öneri nedir?
Sabır ve dervişlik. Her şeyin ilacı sabırdır. Benim eczanemde sıra sıra büyüklü küçüklü şişeler var. Hepsi sabır... Hepsinin içinde ilaç bir tane: Sabır ve dervişlik… Sabır ve dervişlik oldu mu her şey düzelir.
2. Soru:
Evimize nafakayı gücümüze göre götürüyoruz ama, hanım kızdı mı, “Senden hiç bir şey görmedim!” diyerek nankörlük yapıyor. Buna da sabretmek zor oluyor. Ne dersiniz?
Doğru, Peygamber Efendimiz kadınlara böyle dobra dobra söylemiş:
“—Ey kadınlar, siz biraz kızdınız mı hemen küfrân-ı nîmette bulunursunuz.” demiş.
Bizim hanımlarımız, Efendimiz’in de belirttiği bu hatayı yapmasınlar; “El-hamdü lillâh!” desinler, “Allah râzı olsun!” desinler. Böyle ters konuşmasınlar;
“—Senden hiç güzel gün görmedim. Anamın babamın evinden buraya geldiğimden beri hep bahtım kara.” Vesaire demesinler.
Halbuki doğru değil.
b. Bir Evde İki Aile
Soru:
Ağabeyim evli, ben de evleneceğim. Maddi durum müsait olmadığından, ikimizin bir evde kalmasında günah olur mu?
İkisinin bir evde kalmasından günah olmaz. Çünkü evler çok
odalıdır. Birisinin bir mahrem odası olur ötekisinin bir mahrem odası olursa günah olmaz. Bizim köyde odalara “ev” tabir ederler. Yaz odası, kış odası demezler; “ev” derler. Ne yapalım, evler bir odalı da olabilir. İlle üç katlı, tripleks köşk olma şartı yoktur, sekiz odalı olma şartı yoktur veya Mısır hidivinin köşkü gibi 300 odalı olma şartı yoktur!
Bir odada bir insan yaşayabilir. Olabiliyor. Ne yapalım, mutfak müşterek olur. Odalar küçük olabilir. Günah diye bir şey olmaz. Aile mahremiyetleri mahfuz kaldığı zaman olmaz.
Yalnız birisinin hanımını ötekisinin, ötekisinin hanımını
berikisinin görmesi ve birbirlerinin karılarıyla aynı mekânda yalnız kalmaları gibi tehlikeler çıkabilir. Bunlar hadîs-i şerîfte yasaklanmıştır.
Onun için, mümkünse kapısı bacası ayrı bir oda tarzında ayırmaya çalışmalı. Mümkünse böyle olması iyidir. Çünkü adam evde yokken abisi gelir. Kendisinin karısı da bilmem nereye gitmiştir. Bu sefer kardeşinin karısıyla aynı yerde halvet olmak hadîs-i şerîfte yasak! Kardeş bile olsa, kendisine ait olmayan bir kadınla yan yana olmak gibi mahzurlar olmasın. Onlara dikkat etsin.
c. Ailede Dargınlık
1. Soru:
Kayınvalidem ve kayınbabamla üç yıldır dargınız. Üç defa aracı gönderdim, barışmak istemediler. Dargınlığın günah olduğunu bildiğim için rahatsız oluyorum.
Dargınlık günah... Peygamber Efendimiz buyuruyor ki, “Dargınlıkta birisi barışmak istiyor, öbür taraf barışmıyorsa; günah barışmayana döner, barışmak isteyen kurtulur.” Elini uzatan kurtulur; el vermeyen cezayı çeker, vebal onun üzerine kalır.
Onun için, yine bu iyi niyetine sahip olsun, arada hediye
göndersin, mektup göndersin, tebrik göndersin; bayramda, seyranda barışmağa çalışsın. Cahildir, halkımızın çoğu bilmiyor.
Hacca gidecekmiş bizim kardeşlerimizden birisi... Ağabeyisine gitmiş, helâllik istemiş; vermemiş. Bu adam öldürmedi ki yâni, bu senin kardeşin... Nihayet ufak tefek bir şey varsa da, işte helâllik istiyor. Vermemiş. “Affetmedi beni, vermedi.” diyor. “O affetmezse, Allah affeder!” dedim ben de... Kızdım. Niye affetmiyor? Varsa bir şeyi, söylesin!
“—Sen mirasta bir tarla fazla aldın; onu verirsen barışırım!” desin.
“—Yok…” “—Öyle bir şey yoksa neden helal etmiyorsun?” “—Etmiyorum işte…” “—Etmiyorsan sen bilirsin. Allah affeder o zaman. Allah zalimi sevmez, haksızı sevmez.”
2. Soru:
Akrabamız bize dargın... Barıştığımız zaman zararı dokunuyor; ne yapmalıyız?
Barışacak, çünkü dargın durmak haram! Ama, ölçülü duracak. Mü’minin mü’mine üç günden ziyade dargın durması yasaktır. Günaha düşmemek için dargın durmayacak ama; mâdem muzır adam, barıştığı zaman zararı oluyor, dikkat edecek, ihtiyatlı davranacak!
3. Soru:
Küçük kardeşlerim benimle dargın... İllâ benim onların ayağına gitmem şart mıdır?
Giden sevap kazanır. Dargın olandan elini ilk uzatan, selâmı ilk veren, dargınlığı izâle etmek için ilk davranan en çok sevap kazanır. Küçüklük büyüklük önemli değil, sevap kazanmak bakımından yapılabilir. Nefsi yenmek bakımından da, gitmek iyidir.
d. Boşanma
1. Soru:
Bir senedir hanımımdan ayrıyım. İki çocuğum var. Üç dört defa götürdüm babasına... Yine iyi olur diye getirdim. Şimdi yine götürdüm. Hanım hangi hallerde boşanır?
Boşanmak, Allah’ın en sevmediği helâldir. Çünkü:9
أَبْغَضُ الْحَلًَلِ إِلَى اللهَِّ، الطَّلًَ قُ (د. ه. ك. عد. ق. عن ابن عمر)
RE. 8/2 (Ebğadu’l-halâli ila’llàh, et-talâk) “Allah’ın en sevmediği helâl, boşanmadır.” buyrulmuştur.
Helâldir ama, sevmez Allah... Neden? Allah yuva yıkılmasını sevmiyor. Şeytan seviyor, Allah sevmiyor. Mümkün olduğu kadar yuvayı kurtarmak lâzım!
Büyük insanların, kendisinden küçük insanlara karşı bir yönetim basireti, yönetme basireti olması lâzım! Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:10
9 Ebû Dâvud, Sünen, c.I, s.661, no:2178; İbn-i Mâce, Sünen, c.I, s.650, no:2018; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.VII, s.322, no:14671; Temmâmü’r-Râzî, el- Fevâid, c.I,s.21, no:26; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.IV, s.323; İbn-i Hibbân, Mecrûhîn, c.II, s.63; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.V, s.422; Abdullah ibn-i Ömer RA’dan.
Lafız farkıyla: Ebû Dâvud, Sünen, c.I, s.661, no:217; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.IV, s.187, no:19194; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.VII, s.322, no:14672; Muhàrib ibn-i Dessâr Rh.A’ten. Hàkim, Müstedrek, c.II, s.214, no:2794; Abdullah ibn-i Ömer RA’dan. Dâra Kutnî, Sünen, c.IV, s.35, no:96; Muaz ibn-i Cebel RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.IX, s.1160, no:27872; Keşfü’l-Hafâ, c.I, s.27, no:39; Câmiü’l- Ehàdîs, c.I, s.115, no:170.
10 İbn-i Mürdeveyh, Emâlî, c.I, s.215; İbn-i Hacer, Lisânü’l-Mîzân, c.II, s.26, no:93; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.II, s.15, no:251; Deylemî, Müsnedü’l- Firdevs, c.I, s.176, no:659; Hz. Aişe RA’dan.
İbn-i Ebi’d-Dünyâ, Müdârâtü’n-Nâs, c.I, s.25, no:4; Zeyd ibn-i Refi’ RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.728, no:7168; Keşfü’l-Hafâ, c.I, s.257, no:679; Câmiü’l- Ehàdîs, c.VII, s.474, no:6708.
إنّ اللهَ عَزَّ وَجَلَّ أمَرَني بِمُدَارَاةِ النَّاسِ، كَمَ ا أمَرَنـِي بِإِقَامَةِ الْ فَرَائِضِ (الحكيم الترمذي في النوادر، والديلمي عن عائشة)
RE. 87/2 (İnna’llàhe azze ve celle emeranî bi-müdârâti’n-nâs, kemâ emeranî bi-ikàmeti’l-ferâid) “Allah-u Teàlâ bana farzları eda etmeyi emrettiği gibi, insanları usûlüne uygun idâre etmeyi de emretti.”
Yâni, “Nabzına göre şerbet verip, azdırtmayıp, kaydırtmayıp, saptırtmayıp idare etmekle emrolundu.” Dilese, “Sen defol!” dese, defolur gider ama, idare etmekle emrolunmuş.
Kadın eksik etekli bir mahlûktur, zayıftır, hislerine mağlûbdur. Muhakkak, bizim memleketimizin şartlarına göre de kadının sosyal görüşleri, bilgisi, görgüsü erkekler kadar gelişmemiştir. Dinî bilgisi de gelişmemiştir. Dinî bilgi bakımından da maalesef, kâfi eğitim müesseseleri olmadığı için, kadın dinî bakımdan da Allah’ın emrini, yasağını tam anlayacak durumda değildir. Erkek onu sevk ve idare edecek, yönetecek!
Hocamız Rahmetullahi Aleyh bir söz söylerdi. Kardeşlerimiz darılmasın, bu kardeşim de bağışlasın... İsim olmadığı için ben onu bilmiyorum, cemaat de bilmiyor. Cemaate umûmî ders vermek için, ona da ders olsun diye söylüyorum. Dost acı söyler, düşman güldürür:
“—Bir kadını idare edemeyen erkeğe, ben erkek mi derim!” derdi Hocamız...
Şimdi bu söz ne demek? Kadını idare edeceksin demek... Nasıl idare edeceksin? “Hanım sana dallı güllü bir fistan aldım. Al bakalım sana da çok yakışıyor.” dersin, bir şey dersin... Bak, divan edebiyatında o kadar şiirler var, halk edebiyatında o kadar şiirler var; o şiirlerden ezberlersin, okursun, gönlünü alırsın. “Nazlı nazlı gelişini sevdiğim!” dersin, şunu dersin, bunu dersin; memnun edersin. Çünkü câiz...
Peygamber Efendimiz, “Üç yerde yalan câiz...” diyor. Kadının kocasına, kocanın karısına gönlünü hoş etmesi için, geçim için yalan söylemesi câiz... “Sen dünyanın en güzel hanımısın!” dersin. Vardır muhakkak daha güzeller ama öyle dersin. Neden? Geçim olsun diye...
Evlenmişsin, iki tane çocuğun var... Baktın biraz tepesi atacak... Düdüklü tencere patlamasın diye ateşini kısıyoruz, değil mi? O zaman biraz geri gidersin, susuverirsin, belli etmezsin. Ertesi gün gelirken eve biraz helva, biraz börek çörek bir şey getirirsin. “Al sana şunu aldım!” filân dersin, gönlünü alırsın.
Bir evlilik okulu açacağım ben inşaallah... Başka çaresi yok! Evlilik okulu diye bir okul açmak lâzım! Çünkü, geçinemiyor millet birbiriyle... Karı kocasından şikâyetçi, koca karısından şikâyetçi, çocuklar ortada... Ayrılıyorlar. Koca karıyı dövüyor, kadın kocayı dinlemiyor. İki tarafta da kusurlar oluyor. Ama, Allah da boşanmayı sevmiyor. Mühim olan arasının düzeltilmesi, işin yürümesi, çocukların yetişmesi, dünya ve ahiret saadetinin sağlanması...
Benim rahmetli annem bize derdi ki, o kitaplarda okumuş kendisi:
“—Bir anne varmış, otuz yıl oğluna bir iş emretmemiş. ‘Evlâdım git ekmek al, git su getir... Şunu yap, bunu götür!’ dememiş. Yâni otuz sene evlâdına şunu şöyle yap diye bir emir vermemiş. Neden? ‘Sözümü dinlemezse, asi defterine yazılır da, Allah’ın gazabına uğrar.’ diye...”
Bak, işte bu büyüklerin yönetim tarzı...
Hocamız Rahmetullahi Aleyh, beni alır yanında gezdirirdi. Anadolu’da şu şehre, bu şehre beraber götürürdü. Hocamız’ı yakından tanıyanlar bilirler, Hocamız doğrudan doğruya, “Şunu şöyle yapın!” diye emir buyurmazdı. “Şunu şöyle yapsanız nasıl olur acaba?” diye soru sorar gibi söylerdi. Soru sormuyor aslında, öyle yapılmasını istiyor ama, “Yok Hocam, öyle yapmayalım, böyle yapalım!” denilince, “Eh, pekiyi...” derdi.
“—Arkadaşlık pekiyi demekle kaimdir.” diye bir de sözü var mübareğin... Levhaya yazmışlar. Koca şeyh efendi, müridi “Yok öyle yapmayalım, böyle yapalım!” deyince, “Pekiyi” derdi, biterdi.
Yâni emir vermemek, azdırtmamak, saptırtmamak, ayağını kaydırtmamak, üstüne varıp da kuyuya düşürttürmemek önemli... Yönetmek bir sanattır. Yönetmek zorluk ve zorbalıkla olmuyor.
2. Soru:
Hanımımdan otuz aydır ayrı yaşıyorum. Ben onu istemedim ve sevemedim. Ayrılmak istiyorum, beni bırakmıyor. Kendisi bizim cemaatimizden... Bir de oğlumuz var. Bir çaresini bulabilir misiniz, İslâm’a göre ne yapmam lâzım?
İslâm’a göre yuvayı devam ettirmek lâzım! Kurulmuş bir yuvadır, ortada bir çocuk vardır. Yuvanın devam etmesi esas oluyor. Ama, aralarındaki ince şeyleri bilmem... Sabrederse, devam ederse daha iyi olur. Eğer cemaatimizdense, demek ki kadın da çok da fenâ bir kimse değil... Sevememek mücerred
nefsânî bir şeydir. Nefsini yenip yuvayı kurtarmasını, ben acizâne tavsiye ediyorum.
3. Soru:
Dokuz yıllık evliyim. Beyimle anlaşamıyoruz, dokuz yıldır yatağıma gelmiyor. Ne tavsiye edersiniz?
Bu gibi şeyler olabiliyor. Müslümanlar evlilik hayatının vecibelerini bilmiyorlar. Kocanın karısına böyle bir ilgisizliği doğru değildir İslâm’da... Yoktur böyle bir şey! Kadının kocası üzerinde hakkı vardır, kocanın da kadın üzerinde hakkı vardır. Kadın da kocasını men etse, razı olmasa; onun da günahı vardır. Bunların izâle olması lâzım! Allah rızası için evleniliyor. Evlilikten maksat, hayırlı evlât sahibi olmaktır. Hayırlı evlât sahibi olmanın yolu da izdivac olduğundan, nikâh olduğundan, karı koca arasındaki ilişkiler olduğundan, bunların yapılmasına sevap verilmiştir İslâm’da... Sevap olduğu bildirilmiştir hadis-i şeriflerde... Böyle olması lâzım! Aksi de vebaldir, günahtır.
4. Soru:
Hanımım iki senedir annesinin evine gitti gelmiyor. Noterden evine dön çağrısı yaptım, gelmedi; mahkemeye verebilir miyim?
Verebilir de, boşayabilir de; hepsini yapabilir. Çünkü kadının böyle kalkıp gitmeğe hakkı yoktur. Dön deyince gelmesi lâzım! Aralarında geçen şeyler ne; onları bilmiyorum ama, tabii mahkemeye verebilir.
e. Tarikata Girmek
Soru:
Bir kadın beyinin rızası olmadan ders alıp, tarikate girebilir mi?
Zikir Kur’an-ı Kerim’de ayet-i kerimelerle emredilmiştir:
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اذْكُرُوا اللهَ ذِكْرًا كَثِيرًا (الاحزاب:٤١)
(Yâ eyyühe’llezîne âmenü’zküru’llàhe zikren kesîrâ.) “Ey iman edenler, Allah’ı çokça zikredin!” (Ahzab, 33/41) diye;
وَالذَّاكِرِينَ اللهَ كَثِيرًا وَالذَّاكِرَاتِ (الاحزاب:٣٥)
(Ve’z-zâkirîna’llàhe kesîran ve’z-zâkirât) “Allahı çokça zikreden erkekler ve kadınlar…” (Ahzab, 33/35) diye;
وَاذْكُرْ اسْمَ رَبِّكَ بُكْرَةً وَأَصِيلًً (الانسان:٥٢)
(Ve’zküri’sme rabbike bükreten ve esîlâ) “Sabah akşam Rabbinin ismini zikret!” (İnsan, 76/25) diye;
وَاذْكُرُوا اللهَ كَثِيرًا لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ (الجمعة:٠١)
(Ve’zküru’llàhe kesîran lealleküm tüflihûn) “Allah’ı çokça zikredin, umulur ki kurtuluşa erersiniz.” (Cuma, 62/10) diye nice ayet-i kerimeler vardır.
İbadetler başkalarının müsaadelerine tabi değildir. Ancak başkalarının hukukuna taallûk ederse, o zaman müsaadeye tabi olan bazı ibadetler vardır.
Meselâ; hanım farz değil de, kaza değil de nafile oruç tutacak... O zaman Peygamber Efendimiz hadis-i şerifte buyuruyor ki: “Beyinden izin alsın!” Bunun hikmeti nedir? Evlenmişler, karı- koca olmuşlar, hanım sofu; her gün oruç tutuyor, her gün oruç tutuyor... Bu ne haldir yâ? Bu efendinin bir hukuku yok mu? İnsan, Peygamber Efendimiz’in niçin öyle tavsiye ettiğini anlıyor. “Efendisinden izin almadan oruç tutarsa, orucunun sevabını
alamaz!” diyor Peygamber Efendimiz...
Diyecek ki:
“—Efendi ne dersin, pazartesi-perşembe oruçları hani sevap ya, yarın oruç tutalım mı beraber?” “—E, tutalım hanım!” Tamam, tutarlar. Ama o gün bey izinli, hanım oruçlu meselâ... E o zaman, aile muhabbeti olacak; olmuyor... Başka şeyler olacak; olmuyor... O zaman, kocanın hukukuna bir engelleme teşkil ettiği için, oruçta böyle bir şey söylenmiş.
Ama bunun dışında: Namaz kılsın mı kılmasın mı? Ona sormağa lüzum yok... Efendi sakal bırakacak, hanımdan müsaade alsın mı, almasın mı? Lüzum yok! Sakalın kesilmesi haram, bırakılması Efendimiz’in tavsiyesi; o halde yapacak.
Bakın ne kadar güzel bir şey öğrendik, bir arkadaş söyledi: Gümüşhaneli Hocamız, saçları dökülse aldırmazmış da, sakalından bir kıl dökülse toplarmış. Onu muhafaza eder ve gömermiş. Neden? “Sakalı ibadet diye bıraktım. İbadetten olan bir şeyin ayaklar altında kalmasına razı olmam!” dermiş. İnceliğe bak! Saçı insan ibadet diye uzatmıyor, normal olarak uzayabiliyor. Ama sakal ibadet olarak bırakıldığından, kılı yere düştüğü zaman alırmış. Büyük insanların inceliklerine bak!
Yâni, zikirde izin almağa lüzum yoktur. Beyi istese de, istemese de zikrini yapar. Ama tabii, karılık kocalık hukuku vardır. Bu hususta erkeğe salâhiyet vermiştir dinimiz... Erkek, “Hanım, gel şu yanı başıma!” dediği zaman, hanım hamur yoğuruyor bile olsa, elini yıkayıp gelecek deniliyor. Devenin üstüne binmiş bile olsa, —deveye binmek, inmek biraz yüksekçe olduğundan zor oluyor galiba— inmesi, gelmesi lâzım! Aile muhabbeti bakımından...
Canı çekmiş beyin: “—Gel hanım, şöyle bir muhabbet edelim!” diyor.
Hanım orada tesbihte, namazda, niyazda...
“—Yâ hanım, neredesin? Gelsene be mübârek! İşte mehtap var,
bülbüller ötüyor... Balkonda biraz çay höpürdetelim!” bilmem ne diyor.
Hanım oradan:
“—Dur... Bilmem ne...” diyor.
Burada bir hukuk ihlâli olduğundan, uygun olmuyor. Ama öteki ibadetlerde, sevap kazanacak herkes; kimse kimsenin sevabını engelleyemez.
f. Haremlik, Selâmlık
1. Soru:
“Müslümanım” deyip de bizi çok aşırı bulan kişilerin evine gidince evin büyüğü bize elini uzatıyor. Akraba ve komşulara gitmeye bu yüzden çekiniyoruz. Nasıl yapmalıyız? Gitmeli miyiz, gitmemeli miyiz?
Biz biraz böyle İslâm’a uygun, Allah’ın rızasına uygun yaşamak istiyoruz diye hakikaten akrabadan, eşten dosttan bazı kimseler bizi aşırı buluyor. Hanımla el sıkılmaz. Peygamber Efendimiz sıkmamış. Elini uzatıyor; sıkmayınca da kızıyor. “Bu kadar da gerici olma!” diyor. Sen niye bu kadar ileri gidiyorsun?
İslâm’da el sıkmak yok ki! Peygamber Efendimiz ashabın hanım olanlarıyla bey’at alırken bile el sıkmamış. El sıkmak yok işte, bizim töremiz böyle... Bunu tatlı tatlı anlatmak durumundayız.
Biz şimdi hakikaten İslâm’ı unutmuş bir toplum içinde bulunuyoruz. Bizim problemimiz var... Tabii her devrin müslümanının problemi vardır. Biz problemlerimizi güleç yüzle, tatlı tatlı, yumuşak yumuşak anlatmak durumundayız. Anlattığın zaman anlıyor. Hiç olmazsa gülerek söylediğin zaman kızmıyor.
Birisine bir tokat vursan, gülsen; güldüğünü görünce o sana kızmaz, “Şaka yapmış demek ki...” der. Tabii böyle bir şakayı tasvip etmiyoruz da... Tebessüm karşı reaksiyonu engelliyor. Mütebessim olarak tatlı tatlı, yumuşak yumuşak söylersek, biraz da şakayla buluşturursak iyi olur.
“—Amcacığım, kusura bakma. Ellerinden öperim, hatta ayaklarından öperim; ama Allah’ın emri böyle olduğundan beni hoş gör. İşte ben de böyleyim, ne yapacaksın...” diyerek, nâme yapıp birtakım tatlı sözlerle gönlünü alıp, yine de yolunda yürümeli insan...
Benim hayatımda gördüğüm, bu hususta sonuç almış güzel misaller var... En azılı muhalifi için, “Yumuşak davran; hem fikrini söyle, hem de ona sevdiğini söyle!” diye tavsiye etmişimdir bir kardeşimize... Sonunda onu yumuşatmıştır, hacca gitmeye razı etmiştir.
Onun için, hem Allah’ın emirlerinden fedakârlık yapmayacağız hem de yumuşak bir tarzda karşı tarafa anlatacağız. Adam blucin pantolon giyiyor, adam kot giyiyor, adam saçlarını omuzuna kadar uzatıyor, bıyıklarını aşağı kadar sarkıtıyor... O öyle yapıyorsa benim de kendime göre törem bu... Japon şöyle yapıyor, İngiliz böyle yapıyor... Ruslar, erkekler karşı karşıya geldiği zaman dudaktan öpüşüyorlar. Sıhhate uygun değil bu... Gayri sıhhî, gayri ahlâkî bir şey...
Bizim töremiz de, biz müslümanız, bizim her şeyimiz böyledir; hanımız örtülüdür, hanımlar erkeklerle el sıkmaz, erkekler kadınlar ayrı oturur. Peygamber Efendimiz böyle emretmiş, böyle tavsiye etmiş:
“—Yâ Fâtıma! Perdenin arkasına çekil kızım, yanımda başkaları, misafirler var.” demiş.
Peygamber Efendimiz ashabıyla kızının evine gittiği zaman haremlikli, selâmlıklı oturuyorlarsa biz de otururuz, ne var yani? “Bu bizim töremizdir, biz böyleyiz.” deriz, olur biter. Başından söyleriz. Dananın kuyruğu başından kopar, ne olacaksa olur. Ondan sonra, beğenen beğenir.
Zaten, herkese ziyarete gitmek de doğru değildir. Bir mahalleye gittin; bütün komşuları ziyarete gitmek, bütün komşuların evine gelmesi doğru değildir. Seçeceksin, tane tane etrafındaki arkadaş grubunu oluşturacaksın. “Filanca insan iyi insan, hanımı iyi insan; ben şunlarla ailevî ziyaretleşmeyi tesis
edeyim. Aman filancadan sakınayım.” diye bir çalışma içinde olacaksın.
Fedakârlık yapmak yok, tatlılıkla ikna etme metodu var...
2. Soru:
Eve gelen misafirlerin, akraba ve komşuların ellerini öpmek câiz midir?
Tabii, büyüklerin eli öpülüyor bizde, örf ve adet olarak... Öpülmediği zaman bir garip karşılanıyor. Olabilir. Ama nâmahremse, olmaz.
3. Soru:
Bir erkeğe eşinin kız kardeşi nâmahrem midir? Tokalaşma veya aynı odada oturmaları doğru mudur?
Hayır. Tokalaşamazlar. Eşinin kız kardeşi... Gerçi haramdır, iki kız kardeşi nikâhta tutmak yoktur. Bu İslâmî bir âdet değil. Aynı odada tek başına kalmak çeşitli bakımlardan mahzurlu olduğundan Efendimiz tarafından yasaklanmıştır. Gerek gelinin kocasının erkek kardeşiyle kalması, gerekse kocanın karısının kız kardeşiyle kalması tehlikeli olabileceğinden uygun değildir. Mahremi olmayan bir kadın ile bir odada yalnız kalması İslâm’da yasaklanmıştır.
4. Soru:
Haremlik ve selamlık olarak ayırmanın ölçülerini, kimlere ayrılmayacağına açıklar mısınız? Hanımı ile gelen bir akrabam veya arkadaşımla tesettüre uygun olarak bir arada oturabilir miyiz?
İnsan kendisine nikâh düşmeyen kimselerle, akrabalarıyla oturabilir, onun dışında nikâh düşenlerle oturmaması, haremlikli selâmlıklı oturması uygun olur. Her hangi bir şekilde eğer oturma mecburiyeti çıkmışsa, o zaman da dış tesettürün tam olması lâzım; saçın başın örtülü olması lâzım. Sokaktaymış gibi örtülü
olması lâzım ki günah olmasın.
5. Soru:
Beyimin amcasını ziyaret edeceğiz. Yalnız amcası ve diğer akrabalarında haremlik-selâmlık yok... Beyim bulunduğu halde, onların yanında oturmamızın hükmü nedir?
İlkönce, haremlik-selâmlığın olması gerektiğini fıkhen anlatmak lâzım! demek lâzım ki: Peygamber SAS Efendimiz, Fâtımatü’z-Zehrâ Validemiz’in yanına, sahabesinden bir kaç kişi ile gidiyormuş. Kapıya gelince:
“—Yâ Fâtıma kızım, yanımda birileri var; perdenin arkasına çekil!” buyurmuş.
O sahabe-i kirâm ki, ümmetin en yüksek mertebeli insanları... Yanında Peygamber Efendimiz var... Fâtımatü’z-Zehrâ Vâlidemiz de örtülüdür. Niye perdenin arkasına çekil dedi? Bu işin haremlik- selâmlık şeklinde olması gerektiğini gösteren bir misaldir. “Bunun böyle olması lâzım, sevabı budur.” diye söylenir.
Ama, bu mümkün olmadığı zaman... Çünkü herkesi değiştiremiyorsunuz, bir takım mecburiyetler de oluyor. O zaman, nasıl trene biniyorsunuz, istasyona gidiyorsunuz, çarşıda pazarda geziyorsunuz; öyle örtülü olarak, yabancıların yanında durduğunuz gibi durabilirsiniz. Ama söylemek mümkün olur da söylerseniz, onlar da bilmiş olurlar. “Allah’ın hükmü buymuş amca, dayı...” filân diye söylemek lâzım!
6. Soru:
Enişte, amca, amca ve kardeş çocuklarıyla ailece, tesettüre riayet ederek beraber oturabilir miyiz?
Herkes haremliği selâmlığı anlamadığı için, örtülü olmak şartıyla, tesettüre riayet etmek şartıyla, böyle yakın akrabalarla bir arada bulunmak mecburiyeti olabiliyor. Bunu ben şöyle düşünüyorum: Kişi çarşıya çıkıyor, otobüse biniyor, sokakta yürüyor; onun gibi...
Tesettüre riayet edecek, mümkün olduğu kadar dikkat ederek, onlara da bunları anlatmağa çalışacak. mümkün olduğu kadar ayrı yerde oturmağa çalışacak ama, bazen de tam yapılamıyor. O zaman, örtülü olarak oturulabilir.
g. Faizli Kazanç
Soru:
Hanımın babasından miras para kaldı. Hanım da bu parayı bankaya faize koydu. Bana mânevî zararı var mı?
Vardır tabii... Evlisiniz, beraber oturuyorsunuz. Hanım haram yemeye başlamış oluyor. Onu haramdan kurtarmak, sen ailenin reisi olduğundan;
قُوا أَنفُسَكُمْ وَأَهْلِيكُمْ نَارًا (التحريم:٦)
(Kù enfüseküm ve ehlîküm nâren) [Kendinizi ve ailenizi ateşten koruyun!] (Tahrim, 66/6) diye, Allah sana aileni ve çoluk çocuğunu haramdan, cehennemden korumak vazifesini emrettiğinden, ona o haramı yaptırtmayacaksın!
Bunun helâl yolu nedir? Faize vermemektir. Şimdi finans kurumları var... Kâr ortaklığı tarzında olduğundan, hiç olmazsa oraya yatırması uygun olur.
h. Babanın Haram Yemesi
1. Soru: Babam su ve elektrik parası fazla yazılmasın diye hile yapıyor. Bu durumdan haram diye rahatsızım, arkadaşlarını eve davet edemiyorum.
Elli beş, altmış milyonun hakkı geçiyor. Elektrik kullanıp da onun parasını az vermek, o kadar insanın hakkını yemek demektir. Bu gibi şeylerden şiddetle sakınmalı. İnsan bir kişiye
borcunu bir zaman sonra gelip gider öder ama altmış, yetmiş milyona borç ödemek zor olur.
2. Soru:
Annem ve babam faizli para yiyorlar. “Yemeyin!” diyorum, “Allah’ın emrettiği şekilde giyinin, namaz kılın!” diyorum. Biraz üsteleyince annem ve babam, “Sen kendine bak! Senin namazın kabul oluyor mu? Sana hakkımı helâl etmem, sen ana babaya nasıl davranılacağını okumuyor musun?” diyorlar. Bu durumda annemin babamın duasını nasıl alabilirim?
Bu kardeşimizin yaptığı doğrudur, annesinin babasının yaptığı yanlıştır. “Bir insana günah olarak, kendisine nasihat yapıldığı zaman, sen kendine bak demesi yeter.” diye hadis-i şerif var... Çocuk aklı başında, Allah’ın emirlerini ona hatırlatıyor. O, “Hakkımı helâl etmem!” diyor. Allah’ın hakkı daha önde geldiğinden, o ana babanın hakkını siler, süpürür. O çocuğun söylediği doğrudur. Annenin, babanın ona uyması lâzım! Anne baba hakları, çocuğun Allah’ın emrini yapma, tebliğ ve irşad etme vazifesini engellemede kullanılamaz. Onun namazı da kabuldür. Annenin babanın yaptığı yanlıştır. Yumuşak yumuşak yine anlatmağa çalışacak.
i. Miras Taksimi
Soru:
Miras taksimatında erkek ve kadının hissesi nasıl olmalı?
Allah-u Teàlâ Hazretleri Kur’an-ı Kerim’de buyuruyor ki:
يُوصِيكُمُ اللهُ فِي أَوْلاَدِكُمْ لِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ اْلأُنْثَيَيْنِ (النساء:١١)
(Yûsîkümu’llàhu fî evlâdiküm li’z-zekeri mislu hazzi’l- ünseyeyn) “Allah evlatlarınızın arasında mirası taksimde size,
erkeğe kızın hissesinin iki misli verilmesini tavsiye ediyor.” (Nisa, 4/11)
İslâm hukukuna, İslâm fıkhına, Kur’an’a, İslâm dinine göre evlâtlar arasında miras taksiminde ana kaide, kızın hissesinden erkeğin hissesinin iki kat olması. Allah onu tavsiye ediyor.
Misalle açıklayalım:
Bir adam öldü. Arkasından iki kızı var. Bir oğlu var. İşi sadece çözümlemek için hanımı da yok diyelim. Mesela hanımı da çok önceden ölmüştü diyelim. Şimdi bu adamın mirası bir erkek, iki kız arasında nasıl bölünecek?
“—Üçe mi bölünecek hocam?” bir Hayır.
“—Üç tane evi varsa her birisine bir ev mi verilecek?” Hayır.
“—Üç milyonu varsa bir milyon, bir milyon, bir milyon mu verilecek?” Hayır. Dörde bölünecek. Bir bir kızlara verilecek. Bir + bir: İki etti. İki erkeğe verilecek. Erkeğin hissesi kızlara düşen hissenin iki katı olacak.
“—Çok hocam.” Tamam ona göre hesabı bilmiyorsan bilene yaptırtırsın. Kızlar bir hisse alacak, erkekler iki hisse alacak. Böyle hesaplarsın.
Üç tane kız var, bir iki üç hisse. İki tane erkek var. İki iki daha dört hisse. Dört üç daha yedi… Mal yediye bölünecek, kızlara birer tane verilecek. Oğlanlara ikişer ikişer verilecek. Esas böyle.
Kadın nasıl olur? Adam öldüğü zaman karısı da varsa, karısına mirasın sekizde biri gider. Evlatları olduğu zaman.
2. Soru:
Dört kardeşiz, iki kız iki oğlan... Ağabeyimin birisi çok hayırsız... Annemi babamı aramıyor ve kalp kırıyor. Ama küçük ağabeyim annemin babamın gönlünü alıyor ve geçimlerini temin ediyor. Annem de bunun için, evin yarısını bu oğlunun üstüne vermek istiyor. Biz iki kız bu işe razıyız, siz ne dersiniz?
Evlâtlar arasında adalet yapmak, mirasta birisinden kaçırıp ötekisini mahrum etmemek Kur’an-ı Kerim’de emredilmiştir. Adalete riayet etmesi ve Allah’ın tavsiye ettiği şekilde adaletli taksim yapması uygun olur.
j. Mezheb Farkı
1. Soru:
Bir adamın kendisi Şafiî, hanımı Hanefî olsa, evinde hangi mezheb üzere ibadet etmeli? Bu karı-kocanın çocukları hangi mezheb üzere ibadet etmeli?
Herkes kendi mezhebi üzere ibadet eder. Beraber oldukları zaman, hanım beyine uygun olarak hareket edebilir. Ama, fırsat olduğu zaman herkes kendi mezhebinin şartlarını yerine getirir.
Şafiî imamın arkasında Hanefî namaz kılabilir. Hanefî imamın arkasında Şafiî namaz kılabilir. Bu câizdir, bunda hiç tereddüt etmesinler.
Bu karı-kocanın çocukları, o çevrede cârî olan hak mezhebe ittibâ ederlerse, rahat ederler. Meselâ etrafta hep Hanefîler varsa, ona uyabilirler; hep Şafiîler varsa, ona uyabilirler.
k. Zekât Vermek Yeterli
1. Soru:
Mehrimi ve epey bir miktar altını, zor bir günde muhtaç olmamak için, evimizde saklıyoruz. Acaba bu düşüncemiz doğru mu? Allah yolunda tasadduk etmediğimiz için vebalde miyiz?
Altın ve saire tasarrufların boş durmasından, atıl durmasından, değerlendirilmesi daha uygun olur. Ben bizim şirketlerin koordinatörlerine emir verdim. Dedim ki: “Bakın, kardeşlerimizden gelip bana müracaat edenler var, paralarını değerlendirmek isteyenler var... Paralarını değerlendirecek bir çalışma yapın!” dedim. İnşaallah o da yapılır.
Ama, şu anda da helâl yollarla işletme imkânları olduğu için, tutmak yerine onları değerlendirmek daha uygun olur.
İnsan zekâtını verince, cimrilikten kurtulmuş oluyor. Ondan sonrası fazilet oluyor. Verirse verir; vermezse sorumluluk kalkmış oluyor, zekâtı verdiği için...
2. Soru:
Çeyizimde kristal cam, sırça mutfak eşyaları var, takımlar var... Lüks olduğu kullanmıyorum. Hepsini Allah yolunda değerlendirmek istiyorum. Fakat, annem çok kızacak. Ne yapmamı emir buyurursunuz? Annemi kırmak vebal olur mu?
Çeyizinde gelmiş evde duruyormuş; dursun! Yeri geldiği zaman kullanarak değerlendirebilirsiniz. Kullanılan eşya olsun, fuzûli duran eşya durumunda olmasın! Annenizi kırmak vebal olur. Tabii, kırmamağa çalışmanız lâzım!
l. Oturulacak Yer
1. Soru:
Bir hanımın mesken olarak yerleşim konusunda söz hakkı var mı?
Hayır, o daha ziyade beyin hakkıdır. Nerede çalışmak gerekiyorsa, nerede yaşamak uygun oluyorsa, nereyi isterse, fıkha göre hanımın ona tâbi olması lâzım. Hanım; “Orada oturmam, burada oturacağım…” diyemez. Çünkü bu hususlarda salâhiyet erkeğindir.
2. Soru:
Beş senedir evli olduğum hanımımı ve iki çocuğumu, kızın annesi dün ben işte iken evimden almış, götürmüş. Öne sürdükleri hiç bir konuda hakları da yok... Kızın babası ile görüştüm, “Meseleleri görüşerek halledelim!” dedim. O da kabul etti. Ancak,
hanımımı ve çocuklarımı göstermediler. Herhalde uzaktaki bir akrabalarına götürmüşler. Emirlerinizi ve dualarınızı beklerim.
Maalesef ahali müslüman ama, hareketleri İslâmî değil... Kızını, bir beye vermiş; artık o, damâdın emrindedir. Oradan onu çekip almağa hakkı yoktur kendisinin... Dâmadın hükmündedir, dâmâdın sorumluluğundadır. Onun emrindedir. Onu alıp götürmek, yanlış bir şey oluyor. Hem de meşrû bir sebep yokken, ufak tefek kırgınlıklar, kızgınlıklar, geçimsizlikler böyle şeylere sebep oluyor. Bu doğru değildir. Allah ıslah etsin...
Alıp götürenler yanlış bir iş yapmışlar. Bir yuva yıkmakta adım atmış oluyorlar, şeytana uymuş oluyorlar. Mümkünse, onlara haber iletin, dönsünler! Çünkü, yaptıkarı şey şeytanın sevdiği, Allah’ın sevmediği bir şeydir. Yanlış bir şeydir.
Eğer, herhangi bir şekilde dâmâdın onların hoşuna gitmeyen bir durumu varsa, onu da kendileri kararlaştırmasınlar. Çünkü, ölçüyü tam güzel yapamadıkları, kızı alıp götürmelerinden anlaşılıyor. Bir bilen müftüye, hocaya, alim kimseye sorsunlar; o ne derse, öyle yapsınlar! Aksi takdirde, çok büyük veballer yüklenirler.
3. Soru:
Ben evlendim, fakat şimdi hanımım ailemle birlikte kalmayı kabul etmiyor. Sebebi;
“—Onlar beni istemiyorlar, bana ev bulmaya mecbursun.” diyor.
Anne ve babam da benden ayrı oturmak istemiyorlar. Ben hanımıma bunlara sabırlı olmasını söylüyorum, kabul etmiyor, ben ne yapayım?
Muhterem kardeşlerim! Bu gibi durumlarla çok karşılaşıyoruz. Ben âcizâne yani biraz böyle feleğin çemberinden istesek de istemesek de geçtiğimizden, yaşımız, mevkîmiz ve görevimiz dolayısıyla… Mümkün mertebe yeni evliler müstakil eve sahip olurlarsa rahat ederler diye düşünüyorum. Çünkü bu zamane
çocukları öyle sıkıntıya pek gelemiyorlar.
Eskiden hep büyüklerin yanında yetişilirmiş, gelinler hizmet edermiş evde filan ama şimdi birçok gelin kaynana problemleri falan çıkıyor. Mümkün olduğu kadar ayrı ev olursa rahat olur diye mümkün oldukça tavsiye ediyorum. Çünkü kaynanalar geline zulmediyor, gelin eziliyor veyahut daha başka problemler çıkabiliyor. Kayınbiraderlerle başka namahremlik meseleleri filan şey yapabiliyor diye genel tavsiyem müstakil evde olurlarsa rahat olurlar diye onu tavsiye etmeye çalışıyorum.
Ama bu olamadığı zaman ille bana ayrı bir ev açmaya mecbursun diyemez. Böyle bir şey yok. Barındırmaya mecbur da ayrı ev açmaya mecburiyeti yok ve karısı içinde anasını babasını feda etmesi istenemez. Çünkü anne baba hakikatten hürmet edilip duası alınması gereken insanlardır. Kardeşimizin yaptığı doğrudur, sabır tavsiye ediyor.
Ben de diyeceğim ki hem sabretsin hem de büyüklere hizmet etmenin çok sevabı vardır o sevabı kaçırmasın. Dişini sıksın. Kendisi de bir zaman gelecek kaynana olacak, kendisinin gelini de kendisini istemeyebilir. Et bul dünyasıdır. Onun için ona da dikkat etmek lâzım. Kocaya hürmet etmesi lâzım. Veya kocanın hanımına çocuklarına karşı sorumlulukları bunlar bilinmiyor, bunlarda İslâmî esaslara uyulmuyor... Herkes vazifesini bilsin, herkes sevaplı olan Allah’ın rızası tarafına gayret etsin.
m. Geçimsizlik
1. Soru:
Beyinden kardeşimin huzuru yok; dua eder misiniz?
Aziz kardeşlerim! Kimse kimseye zulüm ve haksızlık yapmasın! Kardeş kardeşe yapmasın, karı kocaya yapmasın, baba evlâdına yapmasın! Çünkü ahirette bu münâsebetler hesaba katılmayacak, kişi olarak herkes birbirinden dâvacı olacak! Evlât babasından dâvâcı olabilir, karı kocasından dâvâcı olabilir...
Binâen aleyh kimsenin hakkını geçirmemek, hiç kimseye zulüm ve haksızlık yapmamak prensibiniz olsun!
Kocaysanız, karınıza zulmetmeyin! Babaysanız, evlâdınıza zulmetmeyin! Kuvvetliyseniz, âcize zulmetmeyin! Komşunuza zulmetmeyin! Gözünüzde küçümsediğiniz insana zulmetmeyin! Çünkü, Allah hesabını sorar. Adaletli olun, Allah adaleti sever.
Hadis-i Kudsîde buyuruyor ki Mevlâmız: “Ben kendime zulmü haram ettim, kendim zulmetmiyorum. Ey kullarım, siz de zulmetmeyin birbirinize!” diyor.
Zulüm Allah’ın en sevmediği şeydir ve şiddetle cezâlandırır. Kocanın karısına zulmetmemesi lâzım, babanın evlâdına zulmetmemesi lâzım, komşunun komşuya zulmetmemesi lâzım!
n. İyiliği Emretmek
1. Soru:
İslâmî konularda ailemde benden başka tavsiyede bulunacak kimse yok... Küçük kardeş ve ağabeylerime, kız kardeş ve yengelerime de emr-i ma’ruf nehy–i münkeri maalesef sadece ben yapmak durumundayım. Bu konularda daha faydalı söz söylemek, hem de mahremiyete riayet edip nefret ettirmeden sevdirerek, zorlaştırmadan kolaylaştırarak nasıl bir usül izleyeyim?
Usûlü kendin söyledin aziz kardeşim! Sevdirerek, zorlaştırmadan, kolaylaştırarak, sıkmadan yapacaksın. Kendinden hiç taviz vermeyeceksin. Yumuşak yumuşak, güleç yüzle, “Allah’ın emri budur.” diye anlatacaksın.
ادْعُ إِلَى سَبِيلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ وَجَادِلْهُمْ بِالَّتِي
هِيَ أَحْسَن (النحل:٥٢١)
(Üd’u ilâ sebîli rabbike bi’l-hikmeti ve’l-mev’izati’l-haseneti ve câdilhüm bi’lletî hiye ahsen) “Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve
güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et!” (Nahl, 16/125) ayet-i kerimesi gereğince, mev’izâ-i hasene ile, hikmetle, yavaş yavaş, onlara kızmadan, sinirlenmeden anlatmak lâzım!
2. Soru:
Ailemde çok değişik fikirlere sahip kişiler var. Bunlarla bir araya geldiğimde, aşırı tartışmalara giriyoruz. Gerçekleri anlattıkça aramızdaki bağ kopuyor, üzülüyorum. Nasıl bir yol izlememi tavsiye edersiniz?
Bu işe devam edecek ama, üslûbuna dikkat edecek! Hakkı söylemeğe devam edecek, yumuşak yumuşak söyleyecek! Karşı tarafın kalbini kazanarak söyleyecek.
Münakaşadan sonuç hasıl olmaz. “Sen haklısın, ben haklıyım!” filân gibi sözler iyi sonuç vermiyor. İnsanla önce dost olmak; edeble, sevgi ile, güzel ahlâkla kendisini kabul ettirmesi gerekiyor. Ondan sonra gerçekleri olgun bir tarzda, karşı tarafı da dinleyerek söylersen, delilleri yumuşak yumuşak gösterirsen, kabul edebiliyor. Uslûbunu emr-i maruf, nehy-i münker uslübuna getirecek, vazifeye devam edecek.
Üzülebilir. Üzülmesinin sevabı çoktur. Harbe katılmış da yara almış, gazi olmuş gibi sevap alır üzüldükçe... Onun için işe devam edecek ama, emr-i ma’rufu nehy-i münkeri büyük evliyâullah nasıl yapmışsa, şekli şemâili neyse ona dikkat edecek. Onların hayatlarını okusun, ona göre yapmaya çalışsın!
3. Soru:
Hanımıma ders aldırmıştım, şimdi devam etmiyor. “Bana önceden söylemeden aldırdın.” diyor, dersini yapmıyor. Müzik çalıyor. “İlâhi çal!” diyorum, çalmıyor. Sakalıma karışıyor. Ne yapmamı tavsiye edersiniz?
Anlaşılan, İslâmî bakımdan zayıf bir kadın... Onu doğru yola getirmek için devamlı bir çalışma lâzım! Otoriter, ciddî bir çalışma gerekir. “Bak bu yaptığın yanlıştır, günahtır! Şu ayet-i kerimeye
göre şöyle, bu ayet-i kerimeye göre böyle...” diye müşterek hayatlarındaki tecrübelerden, müşterek inandıkları bildikleri yerlerden deliller getirerek irşed etmeğe çalışmak lâzım! İyi insanlar arkadaşlık ederek, iyi komşularla gidip gelmek sûretiyle iyileşebilir. Onlardan görüp yavaş yavaş düzelebilir. Bu da bir çaredir.
4. Soru:
Bölgemizde erkekler hanımlarına çok kaba davranıyorlar ve bildikleri halde çoğu hakkını vermek istemiyorlar. Bu konuda ne tavsiye edersiniz?
Böyle bir durum varsa, düzeltin! Olabilir. Bölgesel töreler olabilir. Meselâ kazaklık deniliyor. “Kazak erkek eve girdi mi, tabakları kırmalı, masayı devirmeli, perdeyi yırtmalı... Adam eve girdi mi, kadın tir tir titremeli, kaçacak delik aramalı! O zaman işte tam erkek olduğu anlaşılır.” filân... Böyle şeyler oluyor.
Bunların aslı esası yoktur. Peygamber Efendimiz yapmamıştır. Peygamber SAS Efendimiz hanımlarıyla ne tür konuşmuşsa, nasıl muamele etmişse; nümûne odur.
Peygamber Efendimiz hanımlarını döğmemiştir. “Hanımlarınızı döğmeyiniz!” diye emri vardır. “İyi muamele edin, hakkını koruyun!” diye nasihati vardır. Hele hele birisinin hakkı ise, o hakkı vermemek zulümdür. Haklara riayet etmek esastır. Aman bu kanaati bertaraf edecek şekilde hakkaniyetli davranın!
5. Soru:
Burada yüzlerce hanım var. Kocaları kendi ailelerini dinleyip de, hanımlara eziyet ederler. Buna ne dersiniz?
Burada kendi ailelerini dinleyip, hanımlara eziyet ederler derken; yani adam kendi anasının filan sözünü dinleyip, bu evlendiği kadına zulmediyor demek istiyor galiba... Öyle anlıyorum ben.
Şimdi, eziyetin hepsi zulümdür, hepsi günahtır. Eziyetin bir
sevaplı, makbul, meşru, yapabilir, caiz tarafı yoktur; bu is günahtır. Kadına eziyet ancak şeyde var. Allah’ın emrini tutmadığı zaman… Namaz kılmıyor, asi oluyor filan.. Yani, o belli bir ölçüde vardır. Yoksa başka şekilde eza-cefa yoktur. Anasının hatırına, karısına eza-cefa etmek hiç yoktur. İşte. Erkekliği orada belli olacak zaten. Ne zulmedecek, ne zulmettirecek. Yani, ne anasının hakkını eksik şey yapacak, ne karısının hakkını eksik verecek. İdare etmesin bilecek. İki tarafın gönlünü hoş edecek. Haksızlık edene de haksızlığı yaptırtmayacak. İşin doğrusu budur.
Allah-u Teàlâ Hazretleri, zulmü kime yaparsanız yapın, ahirette bunu sorar. Meselâ, çocuğunu dövdü bir adam.?. Haksız dövmüşse, yarın analık-babalık-evlâtlık kalmadığı günde; evlât babasından davacı olacak. Diyecek ki: babam beni aşırı dövdü, haksız yere dövdü; hakkımı isterim diyebilecek. Adam karısını dövdü.? Yarın, Allah-u Teàlâ Hazretlerinin divanında davacı olununca; o ondan hakkını alacaktır.
O bakımdan, İslâm’da zulüm yoktur. Peygamber Efendimiz SAS Efendimiz erkeklere hitaben buyuruyor ki: Hanımlarınıza karşı hayırlı olun. Ben de hanımına karşı en hayırlı olanınızım sizin diyor Peygamber Efendimiz. Peygamber SAS Efendimiz’in hayatında, hadis-i şeriflerinde, hiç bir kimseye karşı olmadığı gibi; hanımlarına karşı da bir kötülüğü, bir ezası-cefası hiç rivayet edilmemiştir,
Sadece, Peygamber Efendimiz hanımlarına bir kere darıldı. Camiye gitti, bir süre camide kaldı. Hazreti Ömer, Peygamber Efendimiz’in yanına vardığı zaman ağladı. Onun böyle şey halinden, perişan halinden. Kırıldı hanımlarına, hanımlarının tavrına; ailevi bir şey oldu, o zaman mescidde kaldı. Sonradan hanımlar hatalarını anlayıp, özür dileyip, Allah’ın emrettiği hizaya gelince; tekrar eve döndü ama, o zaman bile; ne vurma, ne dövme, ne sövme, ne aleyhte bir söz, bir şey yok. Peygamber Efendimiz’in hayatı, bizim için en büyük örnektir.
Kadın dövmek, sadece çok büyük serkeşlik yaptığı zaman; belli
ölçüler içinde birazcık var... Yani, hiç yok değil ama, çok belli ölçüler içinde vardır. İtaatli bir kadını dövmek yoktur.
Allah hepinizden razı olsun. Dünya ve ahiretin hayırlarına erdirsin. Sevdiği, razı olduğu bir şekilde güzel işler yaparak, Ömür geçirmeyi nasib etsin. Hem dünyada, hem ahirette mutlu eylesin. Hem kendinizi, hem sevdiklerinizi mutlu eylesin... Evlâtlarınızla, ana-babanızla, çevrenizle, sızı iki cihan saadetine nâil eylesin... Cennetiyle cemaliyle müşerref eylesin… Burada buluştuğumuz gibi, cennette de buluştursun.
o. Kurban Kesmek
Soru:
Evli hanımın zînet eşyasından dolayı kurban kesmesi gerekir mi?
Kurban kesmek için insanın nisab miktarından fazla malı olması lâzım. O anda altın kimin elindeyse, kim zengin durumundaysa, onun kurban kesmesi lâzım! Eğer altın hanıma aitse, hanım namına kurban kesilmesi lâzım! Beye aitse, beyi keser. İkisi de zenginse, ikisinin de kurban kesmesi lâzım!
p. Beyine İsmiyle Hitap Etmek
Soru:
Kadının kocasına ismiyle hitap etmesi câiz midir? Yoksa nasıl hitap etmesi lâzımdır? Kadının başka bir erkeğe selam göndermesi câiz midir, değil midir? Hanımın erkeğiyle kardeşine selam söylemesi gibi...
Bizim töremizde kocasına ismiyle hitap etmesi yoktur. Bey
nezaketen hanım der, “Ayşe, Fatma” demez. Hanım da efendisine efendi der. Meselâ:
“—Efendi hoş geldin, nasılsın? Bugün seni üzüntülü görüyorum.” Diyebilir.
İsimle hitap etmek ayıptır. Töre bu. Yoksa normal bir şey. Madem o isimle tanınmış, onunla konuşabilir. Ama öyle değildir, hürmet vardır. Babasına insan, “Ahmet nasılsın?” diyemiyor. Onun gibi... Büyüğe saygıdan dolayı isim olmuyor.
Akrabalık münasebetleri olanlara selâm, Allah’ın selamet dileğidir, bir çeşit duadır. Aralarında akrabalık münasebetleri olanlara gönderilebilir.
r. Annenin Rızası
Soru:
Doktor bir tanıdığımız İstanbul’da çalışıyor, annesi memleketine gidip orada işine devam etmesini istiyor fakat bu kişinin ailesi, çocukları burada yerleşmişler, okulları burada, gitmek istemiyorlar. Kişinin ailesini ve işini, annesinin isteği için memleketine taşıması gerekir mi?
Bu işinden aldığı para, işinin durumu, gideceği yerde iş bulup bulamayacağı ve saire gibi birçok şeyle bağlantılı bir meseledir.
Anneler evlatlarının mürüvvetini görmek isterler, yüzünü görmek isterler, hasretini duyarlar. Elbette evladın annesine hizmet etmesi iyi olur, yanına gitmesi faydalı olur.
Mümkün olduğu kadar annenin rızasını almaya çalışmak esastır. Ama şartlar uygun değilse, “Anneciğim, oraya gelirsem böyle iş bulamam, çoluk çocuk okulda… İnşaallah fırsat olursa yapmaya çalışırız.” filan diye karşılıklı mutabakatla, konuşarak gönül alarak bu iş halledilebilir.
s. Yuva Yıkmak
Soru:
Hanımım son zamanlarda geçimsiz oldu. Allah şahittir, bir insan olarak elimden geleni yapıyorum. Kendisini bırakmamı istiyor. Ben böyle bir şey düşünmek istemiyorum.
Evet, tabi “Allah şahittir.” dedi, biz de inandık. Elinden geleni yapıyor. Anlaşılan kabahat erkekte değil, kadında. Bazı kadınlar kafadan hasta olur, bazen eksiklik oluyor. Erkeklerde de olur, hanımlarda da olur ama doğru bir şey değildir. Ayrılmak istemek kadın için doğru değil.
“Bir kadın haksız yere kocasından ayrılmak isterse cennetin duvarlarından dışarıya beş yüz yıllık mesafeye kadar dağılan, yayılan cennetin kokusunu bile koklayamaz.” diyor Peygamber Efendimiz.
Ayrılmak güzel bir şey değildir. Yuvayı bozmamaya çalışmak lâzım. Sabredip devam ettirmeye çalışmak lâzım. Çünkü nefis ve şeytan yuvayı bozmaya gayret ederler.
Şeytan sabahleyin avenesini toplarmış. Hadîs-i şerîfte bildiğimize göre büyük şeytan mahiyetinde küçük şeytanları toplarmış:
“Bugün hepiniz dağılın, gittiğiniz yerlerde şeytanlıklarınızı yapın. “Hanginiz benim beğendiğim işi yaparsa akşam taç giydireceğim.” dermiş.
Akşam gelince de sorarmış:
“—Sen ne yaptın?” “—Ben adama içki içirdim.” “—Eh, bir şeytanlık yapmışsın.” “—Sen ne yaptın?” “—Ben adama namaz kıldırtmadım.” En sonunda bir tanesi;
“—Ben karı kocayı birbiriyle kavga ettirdim, kocaya karısını boşattım.” “—Tamam, ente ente, sen sen, benim aradığım sensin!” der, onun başına taç giydirirmiş.
Bu hadisten anladığımıza göre, şeytanın en çok hoşuna giden şey nedir? Yuva yıkmak.
Onun için şeytana uymamak, alet olmamak lâzım. Erkekler de kadınlar da yuvayı iyi tutmaya gayret etsinler. Bize kim gelirse
diyoruz ki; “Aman, yuvayı korumaya gayret edin, aman sabredin, aman alttan alın, aman şeytana uymayın.” diye söylüyoruz.
Çünkü sevap var, sabrederse sevap var, yuvaya devam ederse sevap var. Bozulursa şeytan gülecek, sevincinden şamata edecek.
Onun için çok dikkat etmek lâzım. “—Allah şahit ki kabahat bende değil.” dediği için, tamam kabul.
Tabi insanın, müslümanların biraz yönetmeyi öğrenmesi lâzım. “—Bu nasıl bir şey hocam?” Erkek kadını yönetmeyi öğrenmeli, koca kadını idare etmeyi öğrenmeli.
“—Hocam bu hangi mektepte öğrenilir?” Ben İskenderpaşa’da “Karı kocalık Sanatı” diye bir mektep açacağım, orada öğrenirsiniz ama daha açılmadı.
Bu bir sanattır; insanları idare etme sanatı.
Hocamızın bir sözü var:
“—Bir kadını idare edemeyen adama adam mı derim? derdi.
Nasıl döndürecek? O bir hüner…
“—Hocam, kabahat benim kocada. Koca hakkında da bir şey söyle.” Kadın da kocasını idare etmeyi öğrenmeli. Bu da bir sanat. Dışarıdaki aşüfteler nasıl evli kocaları kandırıyorlar.
Kandırmıyor mu? Kandırıyor. Evliyi yoldan, raydan çıkarmıyor mu? Çıkarıyor. Sen niye kendi has kocanı kandıramıyorsun?
Kadın da böyle düşünecek. “Ben allem edeceğim, kallem edeceğim, bunu idare edeceğim.” diyecek. Bu böyle çocuk idare eder gibi olmaz. İdare edildiğini anlayan her insan, fena halde kızar. İdare edildiğini anlamadan, anlatmadan idare edecek.
Alttan alacak, üstten alacak, sağdan alacak, soldan alacak, idare edecek.
Ölçecek, adam neden hoşlanıyor? Yemekten. Tamam, “Erkeğin kalbine giden yol yemekten geçer.”
Avrupalıların sözü. Öyle diyorlar. O zaman güzel yemekler yapacak. Akşam; “Ben sana şunu yaptım.” diyecek.
“—Vay be, bizim hanıma ne oldu? Hep yanık yemek yapıyordu, maşaallah güzel yapmaya başladı.” diyecek.
Veyahut süslenecek. Neden? Kadın kocasına süslenebilir. Güzel koku sürünecek, taranacak.
“—Olur mu hocam?” Birileri Peygamber Efendimiz’i ziyarete gelmiş. Peygamber SAS oradaki kovaya, eğilmiş; kovanın yüzeyi ayna gibi görünüyor ya, orada saçını, sakalını düzeltmiş.
İnsanlar derbederlikten hoşlanmazlar. Ben bugün ne kadar güzel süslendim; tıraş oldum, güzel kokular da sürdüm. Yanıma gelseydiniz ne güzel kokuyordu. Neden?
Güzel koku, insanın hoşuna gider. Peygamber Efendimiz güzel koku kullanırdı, dişlerini fırçalardı. Dişler nasıl olacak? Pırıl pırıl. Efendimiz ağzını açtığı zaman dişlerinden etrafa nur saçardı ama neden?
Tabii, Peygamber olduğundan da… Ayrıca misvak kullanırdı, güzel koku kullanırdı. Peygamber Efendimiz’in kendisinin kokusu da çok güzeldi. Ama ayrıca güzel koku kullanırdı, taranırdı, tıraşlanırdı, Efendimiz’in tavsiyesi; koltuk altlarını kazırdı.
Kadınların da olur, mısır püskülü gibi kıl olur. Bunları temizlemezsen teke gibi kokar. Erkeğin yanında, kokusundan duramazsın. “Konuşmasını bitirse de gitse” diye burnunu tutarsın, insanın burnunun direği kırılır.
Neden? Koltuk altını tıraş etmeyi hiç bilmiyor. Mısır püskülü gibi sararmış, ter gelmiş, kurumuş. O ne olacak? O kazınacak.
İnsanın kasıklarında kıl biter, kazınacak. Sakal düzeltilecek, saç düzeltilecek, taranacak.
Neden? İnsanlar güzelliği severler, çirkinliklerden nefret ederler. Nefret ettirmeyecek, güzel davranacak. Doğru mu doğru, sevap mı sevap… Güzel elbise giyecek. Adam eve geliyor, kadın mutfakta, üstü
yağlı, paslı, kirli saçı başı dağınık, yüzü asık...
“—Hanım ben geldim, selamün aleyküm!” “—İyi, tamam, şu işi bitireyim.” Adamın hayalleri yıkılır. Bunları anlatmak lâzım. Bunları kadınlar da bilir. Erkekler de bilmelidir.
Kadın adamı sevmiyor. Neden? Git bir aynaya, kendine bak. Sen hiç berber dükkânına uğramaz mısın? Git bir tıraş ol, koku sürün, güzel giyin, güzelliğine bir gayret et, kendini güzelleştir, çeki düzen ver.
Neden? “Aile muhabbeti olsun.” diye, böyle yapmak doğru. Yuvayı yıkmak şeytanın işine yaradığı için, yuvanın devamı için yapılması gereken şeylere de Allah sevap veriyor. Millet bunları bilmiyor.
Kadın, kocası geleceği zaman en güzel elbiseyi giyecek, taranacak, güzel kokular sürecek, öyle karşılayacak. Güzel yemek koyacak. Masa temiz olacak, yemek güzel olacak. Üç gün aynı yemeği önüne getirirsen olmaz!
“—Bitmedi, daha sıyrılmadı, hadi şunu sıyıralım.” filan, böyle şeyler birikir, başka şeyler olur. Bunlara dikkat etmek lâzım, aziz ve muhterem kardeşlerim!
t. Ailede Hanımlar
Soru:
Buradaki ailelerin içinde şiddetli problem var. Kadınlar dayak yiyorsa birincisi pisliklerinden; ikincisi, çocuk ve evi idare edemediklerinden; üç, çalışıp kazandıkları için beylerine kafa tuttuklarından; dört, beylerin yemek, çamaşır vesaire işlerini hiç yapmadıklarından. Lütfen hanımlara tavsiyenizi söyler misiniz? Her geçen gün ayrılanların sayısı artmaktadır.
Dünkü yazının devamı bu. Hanımlar! Siz öyle yazı gönderirseniz beyler de böyle yazı gönderiyorlar. Görüyorsunuz, onların da şikâyetleri var.
“Bir; evi temiz tutmuyorlar, pisliklerinden.” İkincisi; “Çocuğu, evi idare etmiyorlar.” diyorlar. İthamlar size karşı. Kendi para kazanıp beye eyvallah etmiyor, kafa tutuyorlarmış. Ondan sonra beylerin çamaşırını yıkamak gibi işlerini hiç yapmadıklarından, beylerden de şikâyet var.
Bu işin aslı nedir, doğrusu nedir?
Tabii evde de iş bölümü olacak. Bu iş bölümü içinde kadına yakışan görevler var, erkeğin yapacağı görevler var. Erkek o görevleri yapacak, kadın bu görevleri yapacak. Bu, örfle aşağı yukarı belli olmuştur. “Kadın temizliğe bakacak da, erkek hiç bakmayacak.” diye bir şey yok. Erkek de çorabını yıkayabilir, mendilini yıkayabilir bazen. Veya çamaşır makinesini çalıştırabilir. Bir şey değil. Ama örfle tespit edilen, ev işlerini hanımlar yapıyor, dış işlerini erkekler yapıyor; bir iş bölümü vardır.
Bu dengeye riayet eden aileler mutlu yaşıyorlar. Bazen kadınlar bazen erkekler bu dengenin dışına çıkıyorsa o zaman denge bozuluyor. Kadın raydan, çizgiden, daireden dışarıya çıktığı zaman erkek şikâyetçi oluyor. “Çocuğa bakmıyor, bana bakmıyor, kafa tutuyor, evi temizlemiyor.” diyor. Onun için onları suçluyor. Tabi bu bütün kadınlar için geçerli değildir. Çünkü böyle yapmayan birçok kadın vardır. Onun söylediği, düşündüğü bir iki kadındır.
Dünkü derste de kadınların haklı olduğu taraf vardı. Mesela diyordu ki;
“—Ben çalışıyorum, kocam paramı zorla elimden alıyor.” Bu haksızlık!
“—Beni dövüyor.” Bu haksızlık! İslâm’da lüzumsuz yere dövmek yok.
Demek ki suç varsa, olayı tek olarak getirirsiniz; kadı olarak, hakim olarak tarafları dinleriz, şahitleri dinleriz, delilleri toplarız, bir karar veririz, bir ceza yazarız. Coburg camiinden makbuz keserler, ödersiniz, meseleyi öyle hallederiz. İki tarafta da suç olabilir, iki taraf da haklı olabilir. Ama tek olaylarla
değerlendirme yapmamak lâzım. Hakikaten bu tipte kadınlar vardır.
Hanımlar ve beyler arasında biraz gerilim oldu. “Gerginlik yumuşasın.” diye söyleyeyim: Erenköy’de dayımın oturduğu evin önünde bir villa var, görüyorum. Bizim yengeler, dayımlar da görüyorlar. Adam erkenden kalkıyor, beyaz önlüğünü takıyor, arkasını fiyonkluyor, mutfağa giriyor. Perdeleri filan kapatmadığı için her şey âşikâr görünüyor. Bulaşıkları yıkıyor. Hanım daha yatakta. Bulaşıkları yıkıyor, kahvaltıyı hazırlıyor, çayı pişiriyor; elinde tepsi, hanıma götürüyor. Hanım yataktan kalkmadan yastığın birine koyarak yatakta kahvaltı ediyor.
Bey kahvaltıdan sonra tabakları topluyor. Şaka değil, gerçek! Şahitlerim var. Ondan sonra adam apar topar işine gidiyor; memur. Kadın da keyfi ne kadar isterse yattıktan sonra kalkıyor, süsleniyor, taranıyor, donanıyor, boyanıyor, giyiniyor, çıkıyor. Nereye gittiğini Allah bilir. Ondan sonra belli bir zaman sonra geliyor. Adam eve geldiği zaman yine önlüğü giyiyor, yine mutfağa gidiyor, yine yemek yapıyor. Tabi bu dengesiz bir durum.
Erenköy’de bizim oturduğumuz sokakta bir binbaşı vardı, beş vakit camiye gelirdi. Çok iyi bir amcaydı, komşuydu. Hanımı poker masasından kalkmazdı, çocuklara bakmazdı. Konakta otururlardı ama çocukları sefil, perişandı. Bu durum, kadının kadınlık vazifesini yapmadığı, dejenere olmuş bir şekli sembolize ediyor.
Bunun karşısında öyle erkekler de oluyor ki evine bağlılığı yok, hanımdan başka kadınlarla ilişkisi var, eve bir şey getirmez. Hanım saçını süpürge eder, para kazanır evin geçimini sağlar. Adam gelir döver, elinden parayı alır, kumara götürür. Kadın, çoluk çocuğunun hatırına -işte ne sebeple ise ne düşünüyorsa- sabreder, bekler. Bey; “Ben seni istemiyorum. Nereye gidersen git, ananın evine git, babanın evine git.” diye efelik yapar. Bu tipler de var. Tabi bu da doğru değil. O kadının yaptığı da doğru değil, bu
erkeğin yaptığı da doğru değil.
İslâm’da aile tipi nasıl olur?
İslâm’da; evin kazancını sağlamak, kadının giyimini, yemesini ve barınmasını sağlamak erkeğin vazifesidir. Kadının da erkeğe itaat etmesini bizim dinimiz söylüyor.
Allah-u Teàlâ Hazretleri:
الرِّجَالُ قَوَّامُونَ عَلَى النِّسَآءِ (النساء:٤٣)
(Er-ricâlü kavvâmûne ale’n-nisâi) [Erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudur.] (Nisa, 4/34) buyurmuş.
İslâm’a göre evin reisi erkektir, eşitlik yoktur. Evin reisi erkektir, söz onundur, yönetim esas itibariyle ondadır, eve bakmak yükümlülüğü ondadır. Hanımın ana vazifesi, hanımlık yapmaktır, beyinin hanımı olmasıdır; çocuklarının annesi olması, annelik vazifesini yapmasıdır.
Bir kadının nâmahrem erkeklerle, yabancı erkeklerle çalıştırılması doğru değildir. Onun için kadını çalıştırmaz, çünkü geçimi kendisinin boynunun borcudur. Kadın da evde durduğu için evin işlerini yapar, böylece bir iş bölümü sağlanmış olur. Evde işleri hanım yapıyor, dışarıda işleri erkek yapıyor; böylece harama, günaha bulaşmadan aile yaşar.
Ama İslâm’da; “Kadın hiç çalışmayacak.” diye bir kaide yok. Kadın çalışabilir. Evinde çalışabilir, terzilik yapabilir. Kadınların gitmesinin yasak olmadığı yerlere gidebilir. Tarlaya gidebilir, pamuk toplayabilir vesaire. Örtülü olarak, tesettüre riayetle, Allah’ın emrine uyarak çalışması da mümkündür.
2. Soru:
Kadın hayızlı; Allah rızası için yapılan sohbetleri dinleyebilir mi?
Dinleyebilir. Kadın hayızlı iken Kur’an okuyamaz, namaz
kılamaz, oruç tutamaz, camiye giremez. Ama cami olmayan bir yerde durup dinleyebilir, mahzuru yoktur. Caminin içine girmesi, Kâbe’ye girmesi, tavaf yapması olmuyor. Ama dinlemesinde hiç mahzur yoktur. Kur’ân-ı Kerîm’i bile birisi okusa dinleyebilir. Kendisi okuyamaz. Dinlemekte mahzur yok.
u. Çocuklara Vakit Ayırmak
1. Soru:
Babaların çocuklarına daha fazla vakit ayırmak için hayatlarını ona göre planlamaları gerekmiyor mu?
Allah razı olsun, benim söyleyeceğim sözleri de sorunun içinde zaten söylemiş oldunuz. Hem soruyu sordunuz hem cevabı verdiniz.
Biz vaaz ederken hatırlatmaya çalışıyoruz. İnsanın Rabbine karşı görevleri var, hadis-i şerifte bu böyle…
Selmânü’l-Fârisî ile Ebü’d-Derdâ RA’ın bir olayı var. O olayda Peygamber SAS Efendimiz Ebü’d-Derdâ RA’a hitaben şöyle buyurdu:11
يَا أَبَا الدَّرْدَاءِ! إِنَّ لِجَسَدِكَ عَلَيْكَ حَق ا، وَلأَهْلِكَ عَلَيْكَ حَق ا، وَلِرَبِّكَ
عَلَيْكَ حَق ا؛ وَأَعْطِ كُلَّ ذِي حَقٍّ حَقَّهُ! صُمْ وَ أَفْطِرْ، وَقُمْ وَنَمْ، وَائْتِ
أَهْلَكَ (حل. عن أبي جحيفة)
RE. 492/10 (Yâ ebe’d-derdâ!) “Ey Ebü’d-Derdâ! (İnne li-cesedike aleyke hakkan) Hiç şüphe yok ki bedeninin, vücudunun senin
11 Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.XXII, s.112, no:285; Beyhakî, Sünenü’l- Kübrâ, c.IV, s.275, no:8128; Dâra Kutnî, Sünen, c.II, s.176, no:20; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XLVII, s.116; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.I, s.188; Ebû Cuhayfe RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.45, no:5403; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XXIII, s.27, no:25480.
üzerinde hakkı vardır. Bu hakkı bu vücuduna vermezsen, bu elin, bu ayağın, bu vücudun senden davacı olur.” (Ve li-ehlike aleyke hakkan) “Aile efradının, zevcenin ve çoluk çocuğunun senin üzerinde hakkı vardır.”
(Ve li-rabbike aleyke hakkan) “Rabbinin senin üzerinde hakkı vardır.” Allah-u Teàlâ Hazretleri’ne karşı görevler var.
(Ve a’ti külle zî hakkın hakkahû) “O halde, her hak sahibine hakkını ver!” (Sum ve eftir) “Bazı günler oruç tut, bazı günler tutma, iftar et! (Ve kum ve nim) Geceleyin namaza kalk, bazı zamanlarda uykunu da uyu! (Ve’ti ehleke) Eşinin yanına da git!” buyurdu.
Buradan anlaşılıyor ki, insanın Rabbine karşı görevleri var; hanımsa kocasına karşı, beyse hanımına karşı görevleri var... İnsanın kendi vücuduna karşı görevleri var.
Onun için, bilmiyorum belki Türkiye’de benim gibi böyle hanımları fazla kayırmaya çalışan başka hoca yoktur. Bunu her zaman söylüyorum. Erkeklere her zaman söylüyorum. Hanımlarla ilgili konuşmalarda da söylüyorum:
İnsanın faaliyetlerini, çalışmalarını dengeli ve ölçülü şekilde bölümlemesi lâzım! İslâmî faaliyetler yapıyor; tamam, güzel, Allah razı olsun. Ama, İslâmî faaliyetleri yapıyorum diye hanımını ihmal etmemesi lâzım. Çünkü hanımının da onun üzerinde hakları var!
“—Hanımla ilgili vazifelerini yapıyor da, çocukla ilgili vazifelerini yapmıyor…” Hayır, çocuğa karşı da vazifeleri var!
“—Bunların hepsine karşı vazifelerini çok candan yapıyor da kendisini helâk ederek yapıyor…” Hayır, o da doğru değil! Kendisinin vücuduna karşı da görevleri var. Vücudunu koruması lâzım, dinlendirmesi lâzım. Çok yaşayacağını düşünerek yıpratmaması lâzım!
Bunların hepsi; her hak sahibine hakkını vermek, kâmil Müslümanlığın şiarıdır. Sizin kendinize karşı görevleriniz var,
çocuklarınıza karşı görevleriniz var. Beyleriniz varsa -evliyseniz- beyinize karşı görevleriniz var, anne-babanız varsa anne-babanıza karşı görevleriniz var, eviniz varsa evinize karşı görevler var. Hepsinin dengeli yapılması lâzım. Bir ödevin yapılması, öteki ödevin yapılmasını engellememeli. Engelliyorsa, düzenlemede bir kusur var demektir. Kusurun giderilmesi lâzım.
Yemeğin içine bir kaşık tuz atarsanız o yemeği kimse yemez. Neden? Ölçülü koymadık. Bir kaşık tuz atılmaz bu kadarcık yemeğin içine kocaman kepçeyle tuz atılmaz der, değil mi? Fazla oldu, der. Demek ki dışarıdaki çalışma fazla geliyor, çocuğuna karşı vazifeyi yapmıyor. Tuzu fazla geldi, acısı fazla geldi veyahut şekeri fazla geldi… Dengesiz oldu. Aş güzel olmadı, yenilecek gibi olmadı.
Her tarafa karşı görevleri güzel yapmak lâzım. Peygamber Efendimiz SAS erkeklere hitaben buyuruyor ki:
“—Sizin en hayırlınız, hanımlarına karşı en hayırlı olandır!”
Ebü’d-Derdâ RA; evini, hanımını ve kendisini ihmal ettiği için Peygamber Efendimiz ona nasihat etmişti. Hanımına karşı da görevi var, çocuğuna karşıda görevi var. Akıllı bir baba, olgun, güngörmüş bir baba veyahut güngörmüş insanların nasihatlerini kabul edebilecek bir baba; çocuğuna karşı da görevi olduğunu bilir ve ona da zaman ayırır. Ayırması lâzım! Ayırmadığı takdirde çocukta ruhsal sıkıntılar olacağını bilmeli. Bu sıkıntıların hayatında onu ömür boyu zarara uğratacağını bilmeli. Biz bunları anlatmaya çalışıyoruz.
Doktor orada bir teşekkür ile başladı:
“—Ruhsal konularla ilgili paylaşımlarından dolayı M. Esad Coşan Hocamız’a teşekkür ederiz.” dedi.
Benim de biraz koltuklarım kabardı. Ondan dolayı biz bu ruhsal şeylere önem veriyoruz, bunların ilişkilerini biliyoruz.
Ben not aldım, kâğıt yanımda değil ama, bir insanın bir yaş ile altı yaş arasındaki hayatının, ondan sonraki kişiliğinin
teşekkülünde çok önemi olduğu söyleniliyor. O da okul öncesi çağdır. Annenin sorumluluğu zamanındaki çağdır. Çok dikkat etmek lâzım.
O arada annenin çocuğuna verdiği şeyler kadar, babanın da vermesi gereken şeyler var: Sevmesi lâzım, dinlemesi lâzım, konuşması, gezdirmesi, bahçeye götürmesi, çocuk bahçesinde oynatması lâzım vs. Bunların gerekli olduğunu biz beylere duyurmaya çalışıyoruz. Dengesiz hareket edenlere de söylemeye çalışıyoruz.
2. Soru:
Yetim hakkı yemek kötü bir şey... Yetim yakının ise, evine gidip yemek yemek de buna girer mi? Onlar da darılıyorlar.
Davet ederse, gidersin. Darılıyorsa, çok aşikâr bir şekilde gelmenizi istiyor. Yetim malı yemek demek, çocuğun aklı ermiyorken, mirastan kendisine kalmış olan malı, onun çocukluğundan yararlanıp yemektir. Yoksa, adam yetim olmuş ama malı var, davet ediyor. Kendisinin gönül huzuru içindeki bir ikramı haram değildir.