17. ÖZEL SOHBET

18. AİLE EĞİTİM TOPLANTISI KAPANIŞ



Eùzü bi’llâhi mine’ş-şeytàni’r-racîm.

Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm.

El-hamdü li’llâhi rabbi’l-àlemîn... Hamden kemâ yenbağî li- celâli vechihî ve li-azîmi sultànih… Ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ seyyidi’l-evvelîne ve’l-âhirîn, muhammedini’l-mustafâ… Ve alâ âlihî, ve sahbihî, ve men tebiahû bi-ihsânin ilâ yevmi’d-dîn... Emmâ ba’d.


a. Avustralya’da Yapılan Çalışmalar


Aziz ve sevgili kardeşlerim!

Hayatımızda, hafızamızda çok tatlı izler bırakan güzel bir Aile Eğitim Çalışmasını bitirmek üzereyiz, son gündeyiz. El-hamdü lillâh. Allah’ın üzerimizdeki lütfu, nimetleri, ihsanı, ikramı çok… Burada bunları daha açık olarak gördük, hamd ü senalar olsun. Yedik, içtik, dinlendik, sevindik, hoş vakit geçirdik. Yarın kardeşlerimiz geldikleri şehirlere doğru sabahtan itibaren yollarına koyulacaklar. Önlerinde bin kilometre, iki bin kilometre, bin beş yüz kilometre yol olan kardeşlerimiz var. Allah hepinizden razı olsun… Bu toplantıyı tertip edenlerden, emek sarf edenlerden, masraf edenlerden razı olsun…

Dün, Avustralya’da bu güne kadar yaptığımız çalışmaları birbirimize anlatalım diye mikrofonu ben arkadaşlara bıraktım. Maalesef, sizin çalışmalarınızın neler olduğunu çok istediğim halde dinleyemedim. Ama, bu Aile Eğitim Çalışması onuncu olduğuna göre; uzun yıllardan beri Avustralya’daki kardeşlerimiz, teşkilatlı güzel çalışmalar yapıyorlar. Dernekler kurdular, vakıflar kurdular, çocukların yetişmesi için çalışmalar yaptılar, yurtlar kurdular. Kız ve erkek çocukların yetişmesi çok önemli olduğu için, özellikle bu hususta çalışmalar başladı. Bu çalışmalar şu an da çok büyük çapta olmayabilir ama bir söz var Türkçe’de: “—Başlamak, bitirmenin yarısıdır.” Yani, hiç başlanmadığı zaman çok kötü oluyor durum. Başlandığı zaman da, yarısı bitirilmiş oluyor. Başlanmış bir şeyi

332

geliştirmek, büyütmek, güzelleştirmek, mükemmelleştirmek mümkün ve kolay. Elde mevcut olan bir şeyi, “Şöyle yapalım, böyle yapalım, şurası hatalı, burası iyi… Şurasını geliştirelim, burasını değiştirelim!” diye çalışmalar yapmak kolay oluyor. Onun için, bu başlangıçları hayırlı başlangıçlar olarak görüyorum. Allah rızası için başlanıldığı için, bir işin başında söylenilen Besmele gibi görüyorum. İnşâallah. arkası da hayırlı gelecek.


İlk önce büyük ölçüde Melbourne’da iken kardeşlerimiz, bu geçtiğimiz yıllarda Avustralya’nın başka yerlerindeki kardeşlerini de tanımak istediler. İstedik beraberce… Bakalım nerelerde müslümanlar varmış dedik, hem gezdik, inceledik; hem de oralarda müslümanları sorduk. Kuzeye doğru çıktık, baktık ki hakikaten birçok yerde müslüman kardeşlerimiz var. Taaa en kuzeyde gördüğümüz cami, Buranda’da, Meriba’da bayağı güzel, muntazam, bahçeli, cami olarak kullanılan çok güzel merkezi bir bina gördük.

Orada Muammer kardeşimiz, kulakları çınlasın, cuma hutbesini okudu, cuma namazını kıldık. Beykoz’dan, cemaatten kimseler tanıdık. İstanbul’dan oraya yerleşmiş, Yugoslavya’dan bazı kardeşler tanıdık, onlarla kardeşlik anlaşmaları yaptık. Halen onlarla konuşuyoruz, görüşüyoruz. Ara kasabalarda, şehirlerde cami var mı diye sorduk. Cami varsa, oralara gittik. Böylece, “Kendimiz de sadece Melbourne ve Sydney’de kalmayalım, Avustralya’nın buraları da güzel, buralara da yayılalım!” diye karar verdik. Yayılmak için karar vermek kolay bir şey değil, ama bunu başardık.


Bazı kardeşlerimiz, bizim için üçüncü önemli şehir olan Brisbane’a yerleştiler. Burada Hocamız adına bir Mehmed Zâhid Kotku Camii olsun diye on sekiz dönümlük yer aldılar. Aşk ile şevk ile ağaçlarını kestiler, hazırlattılar. Ama belediye o mıntıkada böyle bir cami yapılmasını uygun görmedi. Değiştireceğiz, yerini değiştireceğiz. Başka binalara bakıyorlar. Şimdi benim temennim, bu cami yeri mülk olarak güzel. On sekiz dönüm arazi… Bir veya iki kardeşimiz, birkaç kardeşimiz bunu satın alsın. Normal rayiç fiyatına satın alsın. Veya elbirliğiyle işte nasıl yapılacaksa, bir çaresine bakılsın.

333

Şimdi kardeşlerimizin buldukları bir başka bina var, o benim çok hoşuma gitti. Okul olabilecek aynı zamanda. Buradaki kardeşlerimizin eğitimi için, çocuklarının eğitimi için çok müsait… Biz Türkiye’de bunu çok güzel yaşıyoruz; elinizde okul oldu mu, her şeyiniz oluyor. Toplantı salonunuz oluyor, konferans salonunuz oluyor, düğün salonunuz oluyor, her şey oluyor. Yani, yeter ki elinizde bir binanız olsun.


Çok geniş bir bina… Kaç square? Yetmiş iki square. Yani, yedi yüz metre kare binası, yani alanı. Yirmi dönüm arsası var. Şimdikinden geniş. Çok güzel olabilecek bir yer… Bunun üstesinden gelmenizi rica ediyorum. İsterseniz bağış olarak alın, isterseniz borç verin. Bankada duran para, burada bu işin alınmasına, bağlanmasına sebep olsun. Sonra parası nasıl olsa ödenir. Öbür taraf satıldığı zaman, zaten ödenmesi kolay olacak. Brisbane’daki bu binayı aldığımız zaman, çalışmalarınız parlak bir gelişme gösterecek, bunu temenni ediyorum. Yapmanızı istiyorum.

334

b. Radyo Yayınlarının Önemi


Sonra, buradaki Sydneyli kardeşlerimiz dün konuştular mı bilmiyorum. Bizim Türkiye’deki Akra, Ak-Radyomuzun yayınlarını bu tarafa getirecek çalışma imkânları teklif edilmiş kendilerine; akşam da Melbourne’lu kardeşlerimizle çay içerken, bu meseleyi konuştuk. Yarın geniş olarak konuşuruz dedik. Radyomuzun yayınlarını ve Ak-Televizyonumuzun programlarını burada yayınlayabilme imkânını yakalayacağız. Yakalayabileceğiz gibi görünüyor. Bunun da masrafı çok fazla değil, aşılmayacak zor bir şey değil. Bunu da yapmanızı can u gönülden hararetle, heyecanla temenni ediyorum.


Yani, eğer bunu başarırsanız, o zaman Sydney’de, Brisbane’da, Melbourne’da, ara şehirlerde radyomuz dinlenebilecek. Televizyonumuz dinlenebilecek. Bunu başarırsanız, yani Avustralya’yı yarı yarıya fethetmiş olursunuz. Çok büyük hizmetler yapmış olursunuz.

Biz Türkiye’de hizmet olarak kitap evi, basım evi, kitap neşri işiyle başladık. Halkımızı eğitelim, bilgilendirelim diye. Sonra, aylık mecmualara geçtik. Amma en büyük gelişmeyi, patlama tarzında gelişme; yani tarif edilmeyecek kadar büyük gelişmeyi, böyle bir Aile Toplantısı’nda, bunun çok daha büyüğü bir Aile Toplantısı’nda kurduğumuz Akra ile sağladık.

Akbük’teki Akra’yı kurma teşebbüsümüzden sonra, Akra’yı kurduktan sonra; Türkiye çapında, hatta Avrupa’da, hatta dünya üzerinde çok güzel bir hizmet oldu. Adını duymadığımız yerlere, tanımadığımız insanlara vermek istediğimiz eğitim gitmeğe başladı, Radyo vasıtasıyla...


Şimdi ben İskenderpaşa’da vaaz verirdim, Ankara’da Özelif Sitesi Camiinde vaaz verirdim. Büyük cami bunlar. Dolardı ama yani iki bin kişi olurdu, üç bin kişi olurdu diyelim yani, ama Radyo olduğu zaman, yüz binler dinliyor. Yani, elli tane camide vaaz ediyor gibi oluyorsunuz, yüz tane camide vaaz ediyor gibi oluyorsunuz.

Ve işin bir güzel tarafı, camiye müslüman insanlar geliyor.

335

Namazlı, mütedeyyin, az çok dini bilen, ibadeti bilen insanlar... Zaten onlar İslâm’ı biliyor. Hani, karşılıklı sohbet etmiş oluyoruz biz, İslâm’ı daha iyi bilsinler diye çalışmış oluyoruz.. Asıl bizim amaç kitlemiz, yani ulaşmak istediğimiz kitle, camiye gelmeyen insanlar. Camiye gelen zaten Allah’tan korkar.

Allah’a ibadet etmek isteyen mütedeyyin insan. Biz asıl dışarıdakine nasıl ulaşacağız diye düşünmeliyiz. Radyo bunu sağlıyor. Radyo, camiye gelemeyen insanlara ulaşıyor. Evinden çıkamayan, çoluk-çocuğuyla meşgul olan hanımefendilere ulaşıyor, işçilere ulaşıyor. Adam atölyesinde çalışıyor harıl harıl, bizim radyomuz açık, bizim vaazımızı dinliyor. Yoksa o camiye gelemez, işini bırakıp gelemez, durumu müsait değil. Belki temiz değil, belki başka manileri var...


Onun için, radyo sahibi olmak kadar, bize fayda sağlayan bir başka atılımımız olmadı, Dergilerden de iyi oldu. Dergilerimizin tirajı bir ara yüz bini geçti, Türkiye’de büyük bir rekordur. Yüz bin tirajlı aylık dergi, görülmüş bir şey değil. Ancak devlet dergilerinde, hani böyle devletin, devlet gücüyle basıp da dağıttığı dergilerde olabilirdi bu. Biz bu rekoru kırdık. Ama, sonra başka gruplar başka dergiler çıkartınca, herkes kendi ihvanına hitab etmek isteyince, tabii bölündü okuyucular…

Dergiyle bir fayda sağladık, fakat radyo ile tarif edilemeyecek muazzam bir fayda sağladık. Onun için, benim size temennim, duam, ricam şu ki: bu radyo işini, radyo ve televizyon işini konuşun, sonuca bağlayın! Yani, Avustralya’da bizim radyomuz, doğrudan doğruya yirmi dört saat yayın yapan radyomuz dinlenebilsin En büyük hizmet sağlanmış olur.

Bizim Mahmut Kürkçü kardeşimizin, Hüseyin kardeşimizin babasını sordum ben. Nasıllar, ne yapıyorlar Ankara’da filan. O da nükteli bir cevap verdi, Hüseyin. Yani, sabahtan-akşama kadar çalışıyor dedi. Yani, Akra’yı dinlemekte çalışıyormuş. Yani, sabahtan-akşama Akra’yı dinliyormuş. Öyle anladım ben. Akrakolik oluyorlar. Hakikaten güzel programlar da oluyor, tatlı oluyor. Alkolik olduğu gibi alkol içenlerin, Akra’yı dinleyenler de Akrakolik oluyorlar. Ve beğeniliyor yayınlarımız.

Devlet Radyosundan da kültür bakımından daha ileriyiz, T.R.T. den ileriyiz. El-hamdü lillâh, devleti geçmiş durumdayız.

336

Yani, Allah bize tahminimizin çok üstünde büyük lütuflarda bulundu. Yayınlar da tabii, İslâmî amaçla olduğundan; art niyetli olmadığından, terbiyeli olduğundan; halkın, çocukların, hanımların iyi yetişmesine yönelik olduğundan, çok beğeniliyor.

Ben devletin radyosunu dinlerdim. Hanım programını açardı bizim hanım, ben de masamda çalışırken dinlerdim. Meselâ, devlet radyosunda hanımları kışkırtıcı yayın yapardı. Çünkü vermişler bir komünistin eline, kadın programını hazırla diye. Karı-kocanın arasını bozacak laflar, aile saadetini zedeleyecek laflar, yani gûya hanım programı… Çocukların ahlâkını bozacak şeyler filan böyle duyardım, çok üzülürdüm.


El-hamdü lillâh, şimdi Kur’an’ın, Sünnet-i Seniyyenin, İslâm’ın hizmetinde bir yayın olması güzel oluyor. Diyelim ki, bu işi başardınız. Yani, yüzlerce hoca tutmuş da, binlerce insana vaaz dinletiyormuş gibi sevap alacaksınız. Bunu başarırsanız. Uzayda var bizim uydumuz ama, Avusturalya’nnın üstünden geçmiyor. Buradan yayını alıp da, size vermek için bir çalışma yapmak gerekiyormuş. Bunu kardeşlerimiz bana bahsettiler, Sydney’de. Akşam da Melbourne’lular söylediler. Bunu başarırsanız, çok iyi bir çalışma olur. Bizim sesimiz halka ne kadar çok ulaşabilirse, halka sesimizi, mesajımızı, haberimizi, nasihatımızı ulaştıracak, halkı güzel eğitmeye yarayacak olan çalışmalar çok önemlidir.

Okuldan da önemlidir. Çünkü, okullar sadece çocuklara hitab ediyor. Halbuki radyolar bütün aileye hitab ediyor. Anneye, babaya, çocuğa, okul dışında okulu bitirmiş olana, okula başlamamış olana, herkese hitab ediyor. Bunu da temenni ediyorum, diliyorum, inşâallah Burada da güzel bir gelişme sağlarsınız, radyo-televizyon konusunda…

Brisbane’daki, Mehmed Zâhid Kotku Camii’nin alınması konusunda, Sydney’de alınmış olan Mehmed Zâhid Kotku Dergâhı yapılmış olan tesisin borçlarının ödenmesi konuşunda çalışmalar yapmanızı diliyoruz.

Bana ikidir kâğıt geliyor buraya, açmış olduğumuz yurtların, kızlarımız ve evlâtlarımızın, oğullarımızın yetişmesi için ne kadar faydalı olduğunu anlatan konuşma yapın hocam diye. Ben de düne bırakmıştım. Bugüne kalmış oldu.

337

c. Allah’ın Dinine Yardım Edin!


Bu yurtlar sadece yurt kelimesinin ifade ettiği, gençlerin yatıp- kalkıp barındığı yer mânâsına değil. Bunlar birer okulun çekirdeği durumunda, yarın bunların her birisi bir okul olacak. Kız okulu olacak veya kız koleji olacak veya erkek koleji olacak. Biz buralarda Allah’ın dinine hizmet edecek olan şuurlu, bilgili gençler yetiştireceğiz. Niye bunları yapıyoruz? Ben size bunun arkasındaki asıl düşüncemi söyleyeyim.

Bir insanın kendisini koruması için en iyi çare, başkasına da İslâmî anlatmak için yaptığı faaliyettir. İnsan başkasına öğretirken öğreniyor, başkasını korumağa çalışırken kendisi korunuyor. Böyle olmadığı zaman, kendisi de korunamıyor. Bunun sebebi şu: ayet-i kerimede buyuruluyor ki:


إِنْ تَنْصُرُوا اللهَ يَنْصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ أَقْدَامَكُمْ (محمد:٧)


(İn tensuru’llàhe yensurküm ve yüsebbit akdâmeküm) “Siz Allah’ın dinine yardım ederseniz Allah da size yardım eder, ayaklarınızı sapasağlam bastırır yere, sabitkadem tutar sizi.” (Muhammed, 47/7)


وَالَّذِينَ جَاهَدُوا فِينَا لَنَهْدِيَنهُمْ سُبُلَنَا (العنكبوت: ٩٦)


(Ve’llezîne câhedû fînâ lenehdiyennehüm sübülenâ) “Kim bizim dinimizin yolunda, bizim rızamız uğrunda çalışırsa; biz onlara, öyle insanlara rızamıza götüren güzel yolları öğretiriz, gösteririz, hidayet ederiz.” (Ankebut, 29/69) buyruluyor.

Bu sebeplerden, bu mânevî sebeplerden dolayı, insan İslâm dinine yardım etmek istedikçe, kendisinin müslümanlığı yükseliyor, seviyesi yükseliyor, omuzundaki rütbesi yükseliyor, yıldızları artıyor, mânevî derecesi yükseliyor. Onun için, çocuklarınızı sadece müslüman çocuk olsunlar, yani alkolik olmasınlar, esrara alışmasınlar, asi olmasınlar, havai olmasınlar diye düşünüyorsanız; çocuklarınızı din adamı gibi yetiştirmeğe

338

çalışın ki, yani başkasını yetiştirecek gibi eğitmeğe çalışın ki, hiç olmazsa kendisi iyi bir müslüman olsun.

Aksi takdirde, başkasını eğitmek söyle dursun; kendisi biraz İslâmî öğrensin derseniz, İslâmî da öğrenemiyor. Anlatabiliyor muyum? Yani, başkasına öğretecek gibi yetiştireceksiniz ki, normal müslüman olsun. Normal müslüman olsun diye ayar yaparsanız, ondan daha düşük kalıyor. Normal müslüman da olamıyor. Onun için, çocuklarınızın her birini Allah’ın dinine hizmet edecek şekilde yetiştirmenizi tavsiye ediyorum.


Meselâ, ben kendi çocuğumu, kendi çocuklarımı bu şekilde yetiştirdim. Kendi üzerimde, kendi çocuklarımın üzerinde bunu denedim. Bunun faydasını gördüm. Başkaları üzerinde denedim, faydasını gördüm. Saf Suresi’nin sonunda, Allah-u Teàlâ Hazretleri buyuruyor ki, Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm:


يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا كُونوا أَنصَارَ اللهِ كَمَا قَالَ عِيسَ ى ابْنُ مَرْيَمَ لِلْحَوَارِيِّينَ


مَنْ أَنـْصَارِي إِلَى اللهَِّ، قَالَ الْحَوَارِيُّونَ نَحْنُ أَنصَارُ اللهَِّ فَآَمَنَتْ طَائِـفَـةٌ مِنْ


بَنِي إِسْرَائِيلَ وَكَفَرَتْ طَائِفَةٌ، فَأَيَّدْنَا الَّذِينَ آَمَنُوا عَلَى عَدُوِّهِ مْ فَأَصْبَحُوا


ظَاهِرِينَ (صف:٤١)


(Yâ eyyühe’llezîne âmenû) “Ey iman edenler! (Kûnû ensâra’llàh) Allah’ın yardımcıları olun!” Ensâr, yardımcılar. (Kûnû ensâra’llàh) Ne demek? “Allah’ın dinini yardımcıları olun!” demek. Allah yardımdan müstağnîdir, bizi dinine hizmet etmeye davet ediyor. Öyle iltifat ediyor bize... Allah’ın dininin yardımcıları olun, Allah’ın yardımcısı şerefini kazanın!

Allah emrediyor, bütün müslümanlara emrediyor:

“—Allah’ın yardımcıları, Allah’ın dinine yardım eden insanlar olun!” O halde kadınlar, hanımlar, beyler, delikanlılar, herkes

339

Allah’ın dinine yardımcı olacak.

(Kemâ kàle ise’bnu meryeme li’l-havariyyîne:) Nitekim hani eskiden İsâ AS havarilere demişti ki: (Men ensârî ila’llâh) Sizin içinizden kim bana Allah yolunda yardım edecek? (Kàle’l- havariyyûn) Havârîler de dediler ki: (Nahnu ensàru’llàh.) Biz Allah’ın yardımcılarıyız, Allah’ın dinine biz yardım edeceğiz.” dediler, İsa AS’a iman ettiler.

Havariler ki, dere kenarında çamaşır yıkayan gariban, işçi kimselermiş. Biz sana yardım edelim demişler. Onlar Havari oldular. Yani, çok kıymetli insanlar oldular. Peygamber Efendimiz’in de ashabi, kendisinin yardımcıları oldu. Şimdi de, siz ensar olacaksınız.

(Feâmene’t-tàifetün min benî isrâîle ve kefere’t-tâifeh) “Beni İsrail’den bir grup Hz. İsâ’ya iman etti, bir kısım da kâfir oldu. (Feeyyedne’llezîne âmenû alâ aduvvihim) Biz de iman edenleri, düşmanlarına karşı nusretimizle te’yid ve takviye eyledik, destekledik; (feasbahû zàhirîn) böylece gàlib oldular.” (Saf, 61/14)


Yine bir başka hususu size açıklamak istiyorum:

Diyebilirsiniz ki:

“—Yahu ben Allah’ın dininin yardımcısı olduğum zaman, benim geçimim ne olacak? Yani, işim var, gücüm var, mesleğim var, tarlam var, bahçem var… Pekiyi Hocam, Allah’ın yardımcısı olayım, ensar olayım ama; benim işim, gücüm, geçimim ne olacak? Çoluk-çocuk ne yiyecek, ne içecek?

Burada da bir ilahî kanunu söylüyor. Siz Allah’ın dinine yardım ettiğiniz zaman, Allah sizin işinizi rast getiriyor. Allah size rızıkınızı veriyor. Sahabe-i kirâmın hepsi sizin gibi, bizim gibi dünyada yaşayan insanlardı, ihtiyaçları olan insanlardı ama; hepsi Allah’ın dinine yardımcı oldular. İşlerini ön planda tutmadılar. Peygamber Efendimiz: Medine’ye geçin dediği zaman Medine’ye geçtiler, Habeşistan’a gittiler, başka yerlere göçtüler ama; Allah hepsini sonra çok yüksek mertebelere çıkardı. Hepsi bir eyalete vali oldu, komutan oldu. Çok büyük nimetlere sahip oldular, çok sayıda çocuklara sahip oldular, her birisi böyle bir aşiret sahibi oldu, Allah bereket verdi. Mallarına bereket verdi, kazançlarına bereket verdi.

340

Onlar dünyayı istemeyip, hayatlarını, mallarını Allah yolunda feda etmeye razı olunca; Allah onların dünyalarını da iyi etti, mallarını da çok etti, mevki ve makamlarını da yüksek eyledi. Onun için korkmayın, çekinmeyin, Allah’ın dinine yardıma yönelin! Allah-u Teàlâ Hazretleri sizin işinizi de kolaylaştırır.


Önemli gördüğüm bir hususu da belirtmek istiyorum.

Buradaki bazı şehirlerden sizlere haberler geliyor:

“—Bizim dedelerimiz müslümanmış, biz şimdi İslâm’ı bilmiyoruz; Hristiyan miyiz, Müslüman mıyız? Bir şeyden haberimiz yok. Bize hoca gönderin!” diyen şehirler var.

Bu sese kulak vermek zorundasınız. İçinizden Bazı insanların bu davete gitmesi lâzım. Oralara gidip İslâmî öğretmesi lâzım. Şimdi hocalarımız artıyor. Biz buraya evlilik yoluyla hocalar gönderdik. Gene hocalar bunlar. İyi gene ama, lisan öğrenecekler, tecrübe kazanacaklar, ilerleyecekler; hocaların sayısı artıyor. Allah’ın izniyle daha da göndereceğim. Allah’ın izniyle daha da göndereceğim. Allah bir mani vermezse ama, yayılacaksınız. Bu sizden hizmet isteyen, hoca isteyen yerlere özellikle, öncelikle gideceksiniz. Sonra mesul olursunuz. İstenmese bile gidecektiniz. Ama isteniyor. Onun için, ben dün tahmin ettim ki, ben buradan ayrıldıktan sonra, böyle şeyler konuşulacak. Kim gidecek filan diye söz açılacak burada, soru ortaya atılacak, parmaklar kalkacak. Tamam. Ben gidiyorum, ben gidiyorum, ben gidiyorum diyecekler. Tamam. Böylece o üzüntümüz dağılmış olacak diye düşündüm ben.


Bunu da halletmeniz lâzım. Burada da çok büyük sevap var, mânevî büyük kâr var. Onun için özellikle emekli olan kardeşlerime seslenmek istiyorum. Bu gibi yerlere gidin! Beş kişiden az olmayın. Beş arkadaş anlaşın, böyle bir şehre gidin. Gittiğiniz şehirde, sizin nasıl olsa emeklilik maaşınız var, geçim sıkıntınız yok; Allah sizin geçiminizi halletmiş. Siz oradasınız diye gelen bir insan rahat gelir, bir hoca kolayca gelir. Ama siz orada olmazsanız, hiç tanımadığı insanların içine bir hocayı göndermek kolay olmaz. Hoca çekinebilir, belki orada faaliyet yapamaz.

Önce siz oraya gideceksiniz, uçağın ineceği bir alan yapacaksınız. Ondan sonra sizin aranıza hoca gelecek, sizin İslâmî

341

yaşantınızı görecek. Cömert olacaksınız, kesenizin ağzını açacaksınız. Aborijinlere hayır yapacaksınız, yardım edeceksiniz, İslâm’ın güzelliğini göstereceksiniz, fedakârlığını göstereceksiniz, kardeşliğini göstereceksiniz, Allah’ın emirlerini tebliğ edeceksiniz.


Hidayet sizin ve bizim işimiz değil, hidayeti Allah veriyor. Bazı kulları Allah hidayetine lâyık görüyor, hidayet veriyor. Siz söylersiniz, anlatırsınız, Allah onların kalbini yumuşatır. Hazret-i Ömer gibi azılı peygamber düşmanı insanı, Peygamberimizin önüne gelip, diz çöküp, el öpüp müslüman olduğu gibi, İslâm’a getirebilir.

Siz ne yapacaksınız? Çalışacaksınız. (Bir): Çalışacaksınız. (İki): Cömert olacaksınız Para kazanmağa gitmeyeceksiniz, Allah yolunda para harcamağa gideceksiniz. Hayır yapmağa gideceksiniz. Kazan kaynatıp, bedava aş yedirmeye gideceksiniz, İslâm’ı yayacaksınız. Bunu da çok önemli bir iş olarak görüyorum. Bunu da ihmal etmezsiniz inşâallah.


Bunun dışında tabii, burada birbirini seven, tanıyan, takvâya dayalı bir yolda yürüyen, Allah yolunda ahiret kardeşi olan insanlarsınız. Bu, başkalarında yoktur. Bu, bize ait bir meziyet. Biz, Allah’a hamd ü senalar olsun. Kur’an-ı Kerim’in medhettiği, Rasûlüllah Efendimiz’in tavsiye ettiği, Kur’an ve sünnet yolunda ve takvâ yolunda yürümek istiyoruz. Takvâ yolunda yürümek istediğimiz için, bizim birçok yönden, başka insanlardan farkımız var. Yani farkımız, Allah’ın rızasını gözetmek. Farkımız, takvâ yolunda yürümek. Farkımız, menfaat için değil, dünya menfaati için değil, ahirette saadet ve selâmete ermek için çalışmak.

Onun için, zikirlerimizi, ibadetlerimizi yapmayı düşünüyoruz. İslâm’dan taviz vermeye hakkımız olmadığını, Allah dinini nasıl istese öyle indirmiş. Onu korumak vazifesinde olduğumuzu biliyoruz. Bu, bizi başkalarından ayıran bir hususiyet oluyor. Başkaları başka türlü hareket edebilirler, başka yollar

tutturabilirler. Onların isimlerini saymak istemiyorum, farklı yol tutturabilirler ama; biz takvâ yolunda yürüyoruz.

Onun için, takvâyı hiç unutmayın! Takvâ ehli müslüman olmayı unutmayın! Ve birbirinizle kardeş olduğunuzu, ahiret kardeşi olduğunuzu unutmayın. Dünya kardeşi değilsiniz, ahiret

342

kardeşisiniz. Ahirette devam edecek kardeşliğiniz var. Kur’an-ı Kerim’de buyruluyor ki:


الَْْخِلََّءُ يَوْمَئِذٍ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ عَدُو إِلََّ الْمُتَّقِينَ (الزخرف:٧٦)


(El-ehillâü yevmeizin ba’duhüm li-ba’din adüvvün) “O gün, dost olanlar bile birbirlerine düşman kesilirler; (ille’l-müttakîn) ancak takvâ ehli, ihlâs ehli, àrif, kâmil insanlar müstesnâ...” (Zuhruf, 43/67)

Sydney’de, Melbourne’da, Brisbane’da arkadaşının koluna girip, onu meyhaneye götüren; ona esrar ikram eden, onunla balığa çıkan, onunla gezmeye giden çok samimi insanlar, ahirette o samimiyet kalmayacak. Dünyada dost olanlar, ahirette birbirlerine düşman olacaklar. Ancak takvâ ehli insanların dostluğu devam edecek. (İlle’l-müttakîn) Ancak müttakî kullar ahirette de kardeşliğe devam edecekler, kardeşlerini arayacaklar, kardeşlerini kurtarmağa çalışacaklar.

“—Yâ Rabbi, benim bir kardeşim vardı, ben onu senin için, senin rızan için sevmiştim. O nerede?” diyecek, arayacak, elinden tutacak kurtaracak. Şefaat edecek, kurtaracak.


Onun için, bizim bu kardeşliğimiz, ahiret kardeşliğimiz, ihvanlığımız çok önemli bir husustur. Bunu unutmayın. Tasavvuf konuşunda tecrübesi fazla olduğu için, İlahiyat Fakültesinden mezun olduğu için, uzun yıllar Türkiye’de Dergimizde çalıştığı için; uzun zaman Türkiye’deki içtimai çalışmalarımızda, içtimai grupları tanıyacak şekilde çalışıp, tecrübe kazandığı için; ben Mehmet Ali Torlak hocayı burada başkan olarak görüyorum. Onunla işbirliği içinde çalışmanızı istiyorum.

Çünkü buradaki kardeşlerimiz Türkiye’nin bir takım şeylerini bilmeyebilirler. Tasavvufi bakımdan da gene kardeşlerimizdir, tecrübe gerekiyor. Bazı şeylerin arkasındaki esas meseleleri bilmek gerekiyor. O bakımdan ben Mehmet Ali kardeşinize, Mehmet Ali hocaya itimat ediyorum. Burada benim mümessilim idi daha önce de, yine aynı şekilde onu mümessilim olarak bırakıyorum. Elbirliği ile, iş birliği içinde, kardeşçe güzel bir

343

teşkilat olarak, uyumlu bir teşkilat olarak çalışmanızı diliyorum.

Dün yapılan toplantılardan sonra, şöyle kararlar alındı diye on tane madde toplanmış. Onları okuyayım: (Bir): Ticari şirketler kurmak. Bu şirketlerden elde edilen gelirin yüzde yirmisini hayır hizmetlerine, dernek ve vakıflarımıza vermek. Böylece hayır hizmetlerini geliştirmek. Birinci karar buymuş.

Bunu alkışlıyorum, tebrik ediyorum. Bu kararı alan kardeşlerime teşekkür ediyorum. Bu, bizim Türkiye’deki kararımızdır. Türkiye’de de böyle karar aldık. Ticari faaliyetler yaparak, kardeşlerimize mümkün olduğu kadar yük olmadan; Aynı zamanda ticari işlerde kardeşlerimizi omuz omuza çalıştırarak, kardeşliklerini de takviye ederek; yani dünyevi meselelerini de halletmelerini sağlayarak, gelir elde etmek, kimseye el açıp yük olmadan; hayır hizmetlerimizi yapmak istemiştik Türkiye’de.


Bir holding kurduk, ikinci bir holding kurma çalışmamız var. Birçok şubesi olan, satış şubesi olan SAV marketlerimiz var, yirmi iki şirketimiz var, muazzam faaliyetlerimiz var… Buralardan gelen gelirlerle büyük atılımlara yönelmek mümkün oluyor. Artık biz bir şehre gittiğimiz zaman, daha böyle serbest bir şekilde gidiyoruz. Oradaki çalışmaları onlara söyleyip, onların da daha rahat çalışmalarını sağlayabiliyoruz. Ve hani Milli Reasurance şirketi vardır, yani sigorta şirketleri vardır. Sigorta şirketleri tehlikeye düşse bile, onların arkasında milli reasurance şirketi onları destekler. Böylece garanti üstüne garanti, teminat üstüne teminat olmuş olur. Biz de öyle yapıyorduk.

Böyle yapınca, birçok ildeki kardeşlerimizin çalışmaları güzel oldu. Onun için, bu ticari şirketler kurmak güzel bir çaredir, iyi bir şeydir. Hem sizin dünyevi geçiminizi sağlar, hem de bunun gelirinin bir kısmını hayır hizmetlerine verince; hayır hizmetleri büyük bir gelişme gösterir. İsterseniz bir kimseyi, hocayı, maaşını verip falanca yere gönderirsiniz. İsterseniz başka türlü işler yaparsınız. İsterseniz işte radyoyu, televizyonu buraya getirecek masrafları çıkartırsınız.


İsterseniz yeni bir şekilde, yeni bir cami kurulacağı zaman; Paramız yetmiyor, biz size sonra ödeyelim dedikleri zaman; ona

344

kesenin ağzını açabilirsiniz. Bu çok güzel. Bunu alkışlıyorum, tebrik ediyorum, güzel bir karar.


d. Çocukların Eğitimi


İkinci karar: İslâmî kolejlerin kurulması. Bu da çok güzel, Türkiye’de bizim pek çok kolejimiz var, birçok şehirlerde. Ve

İstanbul’daki meselâ, Asfa Kolejimiz derecelere girdi. Daha biz lise biri okutuyoruz, kolejde. Lise iki, lise üçü açmadık. Çünkü kendi öğrencilerimizi alıp, iyi terbiye edilmiş öğrencilerle, öteki sınıfları açıp yükseltmek istiyoruz. Dışarıdan toplama öğrenci aldığımız zaman, bizim kalitemiz düşüyor. Yani istiyoruz ki, kendi öğrencimizi alarak, adım adım onu yükselterek, sınıfları geliştirelim. Bu daha başarılı oluyor.

Sadece lise biri açmıştık bu sene, yarışmalara girdiler, derecelere girdiler. Yani öteki liselerden, lise iki, lise üçten insanlar da katılıyor yarışa… Köklü liseler var; Galatasaray Lisesi var, Avusturya Lisesi var… Paralı, pullu, zengin, köklü, tarihi müesseseler var. Onların içinde dereceye girdi, bizim daha küçük çocuklar. Lise bir, lise hazırlıktaki çocuklar zehir gibi, pırıl pırıl el-hamdü lillâh. Yani, müslüman çocuğu çalışkan oluyor. Böyle hele iyi yetiştirebilirse, idealist olursa; hoşuma giden bir şey.


Meselâ ben bizim koleje gittim, namaz kılacaktım. Mescidine girdim, sünneti kılıyorum. Nefes nefese üç beş tane çocuk girdiler içeriye ama nasıl, fırtına gibi. Güüm. Kapı açıldı, arka tarafa çarptı. Huh..huh..huh..huh, koşmuşlar çocuklar... Ceketi bir tarafa attılar, çantayı bir tarafa attılar. Ondan sonra Allahu ekber deyip namazlarını kıldılar. Ondan sonra gene çantayı, ceketi toplayıp gittiler.

Bayıldım, yani çocuk oyun içinde, çocukluk çağının heyecanı içinde, enerjisi içinde namazı unutmuyor; anası zorlamıyor, babası zorlamıyor; kendiliğinden geliyor, orada namazı kılıyor gidiyor. Çok hoşuma gitti. Bu önemli. Yani, sizin çocuğunuz için en mühim ölçü: Sizin baskınız olmadığı zaman, çocuk ne olacak? Siz dövmediğiniz zaman, siz zorlamadığınız zaman, siz kaş çatmadığınız zaman, siz cezalandırmadığınız zaman, çocuğunuz

345

serbest kalınca ne yapacak?

Bu çok önemli, işte ölçü bu… Serbest kaldığı zaman, çocuk tek başına kaldığı zaman, nereye gidecek? Hangi haltı yiyecek, hangi suçu işleyecek? Hangi kabahati yapacak? Alının, darılın, kendimi ortaya atıyorum. Yanlışlık varsa, tecrübe benim üzerimde yapılsın diye.


Şimdi benim çocuğum, bir tane oğlum var benim, İmam Hatipte okuttum. Baba dedi, ben şunu okuyacaktım. Yok, İmam Hatip’i bitir, ondan sonra nereye istersen git. İmam Hatip’i bitirdikten sonra, Suudi Arabistan’a gönderdim. Üç yıl Suudi Arabistan’da kaldı, Arapçası güzel. Arapça şarkıları bile dinleyecek kadar kulağı hassas… Gene insan bunlar, teyp gibi alıyorlar, yani güzel anlıyorlar. Ben anlayamıyorum, biraz böyle şarkı, türkü, ne dediğini bir türlü anlayamıyorum. Ama, onların kulakları alıyor.

Sonra, Amerika’ya geçmiş. Suud’dan Amerika’ya geçmiş. Haber geldi, oğlunuz Amerika’ya geçti diye. Ben istiyordum ki, Suud’da okusun. Ama, onun Suud’da müracaat ettiği yerlere yabancılar giremiyormuş. O da istediği tahsili orada yapamayacağını anlayınca, Amerika’ya geçmiş.

Şimdi ben başladım merak etmeye... Delikanlı çocuğum Amerika’ya geçti, gelenden, gidenden haber soruyorum. Mektuplaşıyoruz, telefonlaşıyoruz ama; acaba ne yapıyor orada bu çocuk? Gelene gidene soruyorum.

“—Bizim Nureddin’i gördünüz mü, ne yapıyor?” diye birisine sordum.

Çok önemli, muhterem kardeşlerim. Birisine sordum, dedim:

“—Benim orada oğlum var, Nureddin. Acaba gördünüz mü, ne yapıyor?” filan.

“—Kim dedi, nasıl bir çocuk?” dedi.

Ben de tarif ettim filan..

“—Haaaa, şu hep camide duran bir çocuk var. O mu?” dedi.

Dedim ki:

“—Ya Rabbi, el-hamdü lillâh, çok şükür, El-hamdü lillâh. Başında ben yokum ama, çocuk camiye devam ediyor.” Korktum, bir Amerikalı kız alır, evlenir. Ondan sonra koluna takar getirir. Baba ben bununla evlendim der. Her türlü şey

346

mümkün, olabilir. Çünkü bekâr bir çocuk. Ama, o lafı duyunca hoşuma gitti.


Bir şey daha hoşuma gitti: Adapazarı’nda araba tamiri için sanayi çarşısına gitmiştik, namaz kılacaktık dört, bes arkadaş. İki tanesi rahmetli oldu, Allah cümle geçmişlerimizle beraber, ona da rahmet eylesin. Camiye gittik, cami kapalıymış. Câminin son cemaat yerinde, dışarıda namaz kıldık. Bir iki cemaat daha geldi, bir de çocuk geldi, on dört yaşlarında filan.. Namazı kıldık. Sen kimsin, sen kimsin, tanıştık. Çünkü camiye gelen insanlar tanışmalı birbiriyle... Böyle birbirini tanımadan dağılması iyi değil.

“—Sen kimsin?” “—Ben Trabzonluyum.”

“—Ne arıyorsun burada, Adapazarı’nda?” “—Bir tanıdığım var, onun için geldim.”

“—E, sen kimsin?” “—Ben falanca yerliyim”.

“—Niye geldin? Adapazarı’nda ne arıyorsun?”

“—İşte ziyaret için geldim.” Bir de bir çocuk.

“—Sen kimsin?” Dedi:

“—Ben Erzurumluyum.” “—Niye geldin? Adapazarı’nda ne arıyorsun?”

“—Çalışmaya geldim.” dedi.

“—Pekiyi, hayırlı olsun!” filan dedik.

“—Tanıdığın kimse var mı?” “—Yok…” dedi.


Merdivenlerinden indik câminin, herkes bir tarafa dağıldı.. Baktım o çocuk biraz ileriye gitti, ayakkabı boyama sandığı var, omuza asılıyor. Yere koyduğu zaman, ayağını üstüne koyuyorsun; fırçalıyor, ayakkabıyı boyuyor. Sırtına oradan ayakkabı sandığını aldı, gidiyor ileriye doğru… Çocuk yani, ayakkabı boyacılığı yaparak geçimini sağlayacak, Erzurumlu bir çocuk. Yanımdaki müteahhit bir arkadaşa dedim ki:

“—Bu arkadaşın peşinden koş, bu arkadaşı işine al, bu genci

347

isine al. Neden? Erzurum’dan gelmiş, yabancı bir şehre. Hiç bir tanıyanı yok, hiç kimse baskı yapmıyor, kendiliğinden camiye geldi namaz kılıyor. Bu çocukta iş var! Bunu kaçırma, bunu yanına al, kasanı buna teslim et, her isinde bunu şey yap. Çünkü kendi başına namaz kılıyor.” dedim.

Eğer senin çocuğun da, sen olmadığın yerde; senin kontrolün olmayan yerde senin haberin yokken günah işlemiyorsa, suç işlemiyorsa, halt karıştırmıyorsa; namazını kılıyorsa, ibadetini yapıyorsa, Allah’tan korkuyorsa; maya tutmuş, tebrik ederim, mübarek olsun. Çocuğun iyi bir çocuk.

Eğer şu anda çocuk senin yanında namaz kılıyor, oruç tutuyor ve sâire... Sen yokken, veya o bir yere gittiği zaman namazını kılmıyorsa, ibadetini yapmıyorsa; maya tutmamış, çocuğunda iş yok. Bu çok önemli bir husus… Çocuklara bu şuuru vermek lâzım.


Bu da kendi okullarımızda oluyor. Biz Ankara’da mahallemizde Özel İmam Hatip Okulu açtık, arkadaşlarla… Muradiye Kız Kur’an Kursu dedik, özel bir şey açtık. Ama, dedik ki:

“—İmam Hatip Okulu olarak burayı çalıştıralım!”

“—E, resmi müsaadesi yok?” “—Olsun.” “—Diploma veremez?” “—Vermesin. Diploma filan aradığımız yok, çocuk dini öğrensin de; diploması eksik olsun.” Bizim o açtığımız özel, gizli, müsaadesiz okuldan yetişen kızlarımız; Devletin İmam Hatip okulundaki, o kadar hocayla, o kadar masrafla yetiştirilmeye çalışılan çocuklardan daha bilgili oldular, daha üstün bilgili oldular, daha başarılı oldular. Neden?

Aşk ile sevk ile, imanla, ihlas ile çalışma yaptın mı, çocuk iyi oluyor. Onun için, çocuklarımızı kendi okulumuzda okutacağız. Kendi aşkımızı, şevkimizi, ihlasımızı, imanımızı aşılayacağız. Onun da gönlü pırıl pırıl nurlu olacak, o da İslâm için çalışma yapacak. Başka türlü olmuyor.


Çocuğu başka okula gönderirsin, çuval dolusu da masraf yaparsın. Çocuk bale öğrenir, kravat takmayı öğrenir, dans etmeyi öğrenir, şan dersleri alır, bangir bangir bağırmayı öğrenir; ama

348

İslâm’ı öğrenmezse, ölsen bile, mezarda kemiklerini sızlatır o çocuk. Guslü bilmez, abdesti bilmez, namazı bilmez, Kur’an’ı bilmez, imanı bilmez, ana-babaya itaati bilmez, Allah’ın rızasını kazanmayı bilmez; isterse Mısır’a sultan olsun, isterse diplomat olsun, isterse en yüksek mesleği kazansın, isterse en zengin adamı olsun dünyanın, kıymeti yok.


Bizim İlahiyat Fakültesi’ne birisi çocuğunu göndermiş. Daha doğrusu, çocuğunu mahalle arkadaşı kandırmış, bizim İlahiyat’a kandırarak getirmiş. Üniversiteye kaydolacak çocuklar o zaman. Babası çok kızmış, oğluna sormuş:

“—Nereye kaydoldun?

“—İlahiyata kaydoldum!” deyince, çok kızmış.

Bir oğlu doktormuş, bir oğlu diplomatmış, bir oğlu mühendismiş, bu çocuğu olacak ilâhiyatcı hoca. Hoca olacak, ölü yıkayıcısı olacak. Böyle diyorlar:

“—Ölü mü yıkayacaksın?” “—Ölüleri yıkamadan mı gömelim? Ölü yıkayacak insan lâzım değil mi?”

Çok kızmış, bağırmış, çağırmış filan. Al oradan kaydını, doğru düzgün bir fakülteye yazıl filan demiş. Fakat bizim öteki arkadaşı gitmiş, ben demiş babanla konuşayım demiş, konuşmuş.

Ne haliniz varsa görün demiş babası, yani baş edememiş demek ki, tatlı şeyleri söylemiş çocuk; “Ne haliniz varsa görün. Gözüme görünmeyin, yıkılın karşımdan!” filan demiş.


Çocuk İlahiyatta okumuş. O aynı baba sonradan diyormuş ki:

“—Aaah ah! keşke bütün çocuklarımı İlahiyatta okutsaymışım. En hayırlı evlâdım, İlahiyatta okuyan evlâdım oldu. Diplomattan da, doktordan da, mühendisten de iyi oldu. Ah keşke bütün evlâtlarımı İlahiyatta okutsaymışım.” demiş.

Bu olmuş bir hadise, bizim Fakültede cereyan eden bir iş. Onun için, İslâmî okullar açacağız. Resmen açılmıyorsa, gayrı resmi açacağız. Samanlıkta açacağız, (Shead) de açacağız, ağaç gölgesinde ders yapacağız, böyle dağ başında kamp yapacağız, çadır içinde ders yapacağız ama; çocuğumuza kendi bilgilerimizi vereceğiz. Allah’ın emrettiği bilgiyi, formasyonu vermemiz lâzım. O bizim vazifemiz.

349

Allah diyor ki:


قُوا أَنفُسَكُمْ وَأَهْلِيكُمْ نَارًا (التحريم:٦)


(Kù enfüseküm ve ehlîküm nâran) “Kendinizi de, çoluk- çocuğunuzu da cehennem ateşine düşmekten koruyun!” (Tahrim, 66/6)

O çocuğun müslüman yetiştirilmesinin sorumluluğu bizde. Biz onu müslüman yetiştiremezsek, o bizim yakamıza yapışacak. Ahirette Allah’a şikâyet edecek:

“—Ya Rabbi, bu benim babam olacak herif, bana İslâm’ı öğretmedi, beni müslüman yetiştirmedi. Benim günah işlemem ondan oldu, sen buna evvel cezayı ver!” diye babasından davacı olacak.

Kur’an böyle bildiriyor, hadis-i şerifler böyle bildiriyor. Onun için, Kolej kuracaksınız. Bunun ben bir kopyasını alacağım, bu kararların. İkincisi, bu da güzel!


e. Teşkilatlanmanın Önemi


Üçüncü karar: Hizmetlerin daha teşkilatlı bir şekilde yürümesi için, bir Avustralya çapında teşkilat kuracağız. Federasyon deniliyor, tamam, bu da güzel! Çünkü teşkilatla yapılan çalışmalar, tek başına yapılan çalışmalardan daha verimli olur. On tane insan, on ayrı yerde kendi başına çalışsa, on kiloluk hayır yaparlarsa; on tane insan teşkilat kurup, aletli-edevatlı teşkilatla çalışırsa; bin kiloluk hayır yapar. Teşkilat, bakın makineler var şurada, koca koca makineler; yüz tane adamın yapmadığı işi dakikada yapıyor. Teşkilat ve alet çok önemlidir.

Teşkilat da mânevî alettir. Teşkilat niçin kuruyor insanlar? Bu İngilizler niye bir sürü teşkilatlar kuruyor? Bakın, çocukları zaptetmek için (Boys Scouts)’ları kuruyor, asker gibi ciddi yetiştirmek için, adamları yola getirmek için, meşgul etmek için çeşitli kulüpler kuruyor. (Salvation Army) diyor, (Bovvling Club) diyor, bilmem ne diyor, bilmem ne diyor, herkesi bir teşkilata bağlıyor. Teşkilatsız bırakmıyor.

Hatta bir işe alacağı zaman; hangi teşkilatlarla ilgin var, hangi

350

kulüplere, derneklere üyesin diye soruyor. Hiç bir yere üye değilse, “Sen adam olmazsın, sen teşkilatta çalışmasını bilmiyorsun!” diye işe almaktan vaz geçiyor.

İngiliz biliyor, dünya çapında teşkilat kurmayı biliyor, teşkilatı sayesinde işini götürüyor. Commonwealth ülkelerini götürmek. Bu bir tecrübe…


Teşkilat nedir? Mânevî alettir. Şu karşıda gördüğümüz demirden kocaman şey nedir? Vinç. Bu ne yapar? Bin tane insanın kaldıramadığı yükü kaldırır, bin tane insanın çıkartamadığı yere çıkartır. Ne bu? Alet.

Hah, teşkilat da mânevî alettir. Onun için, teşkilatı kuracaksınız. Teşkilatsız iş olmaz. Biz ibadeti bile teşkilatlı kılmıyor muyuz burada? Teşkilat değil mi bizim işimiz? Önde imam, yanda müezzin, arkada cemaat, cetvel gibi düz olacaksınız diyoruz. “Yönünüzü Kıble’ye döneceksiniz!” diyoruz, intizama alışmak için; “Kalbinizi Allah’a çevirin!” diyoruz. O bile teşkilat… Namazımız bile teşkilatlı kılınıyor bizim.

Onun için, teşkilatı çok güzel bir şekilde kuracaksınız. Teşkilatlı çalışmada, Peygamber SAS Efendimiz buyuruyor ki:


عليكم بالسمع والطاعة وإن تأمر عليكم عبد حبشي


(Aleyküm bi’s-sem’i ve’t-tàati ve in tüemmira aleyküm abdün habeşiyyün) “Başınıza bir Habeşi köle bile tayin edilse, itaat edeceksiniz.” Teşkilatta başarının şartı itaattir. İtaatle çalıştığı zaman, başarılı olur. Her kafadan bir ses çıktığı zaman, teşkilat yok demektir. Teşkilata, idareye şey diyorlar. Meselâ, bir kişinin idaresine Monarşi. Mono, bir demek. Arsi, monarşi: bir kişinin idaresi. Bir grup idare ediyorsa, diyorlar ki: oligarşi. Yani, bir grubun idaresi. Din adamları idare ediyorsa, diyorlar ki: teokrasi. Din adamlarının teşkilatı, idaresi.

Ama bir idare, bir teşkilat olmazsa; ne diyorlar oraya? Anarşi. Normal, anormal… Anarşi ne demek? İdare yok demek. İdare yok, curcuna var demek. “Çingen çalar, çıfıt oynar” derler bizde… Bir zımbırtı, bir gürültü, bir patırtı, o kadar. İş çıkmaz. Onun için,

351

teşkilat kuracaksınız.


Dört: Kooperatif kurmak. Bunu da konuşmamışsınız dun, ben anlamadım ki. Bak burada bu adamlar böyle bir mahalle kurmuşlar, ucyüz kişiye yetti. Burası bizim olsa, gayet güzel bir şey. üç yüz kişiye yetti. Bunda çok fayda var.

Kooperatifi biz Türkiye’de kaç yerde kurduk.. İlk önce Ankarada Özelif de kurduk kooperatifi, üc yüz aitmiş haneyi bir araya getirdik. Bir numaralı üyesi benim. İlk bin liralik maaşı da, Hocamız Mehmed Zâhid Kotku Hazretleri verdi. Biz bu şeyi kurunca, Doğu Almanya’dan kominist Radyolardan aleyhimize haber ve duyuru oldu. Türkiye’de gericiler, mürteciler teşkilatlanıyor diye korktular. Teşkilattan korkuyorlar. Ve biz bu kooperatifi kurduk. Çok güzel çalışmalar yapıyor.

Türkiye’de İstanbul’da kurduk, Konya’da kurduk, İzmir’de kurduk, bir çok yerde, her yerde kuracağız.. Her yerde kurulusu güzel yapmak için, bir de Ümran İnşaat ve Ticaret Anonim Şirketi diye bir ümran Şirketi kurduk, ümran, ma’murluk demek. Yani, bir şeyi imar etmek demek, ümran şirketi kurduk. Kooperatifleri yapalım diye. Siz de biraz mesafe.. Yirmi’ymis. Oh..oh..oh, mâşâallah. Yani, hem de şehrin merkezi oradan görünüyormuş. Dürbünsüz filan, çıplak gözle... Kooperatif kuracaksınız. Bu çok önemli, hayırlı bir çalışma..


Bizim Ankara’daki ilk kooperatifimiz: Özelif’tir. İkinci kooperatifimiz: Hava alanı yolu üzerinde, Gümüşköy. Gümüşhaneli Hazretlerinden ismini verdik. Gümüşköy’dür. Bahçeli, manzaralı, Ankara’nın en havadar yeridir, çok güzel.

İstanbul’da şeyi kurduk, Ravza Toplu Konut Kooperatifi dedik, yanında Kemer Anonim Şirketinin bilmem kaç milyara, her bir Villasını sattığı atlarla gezilen, yüzme havuzları olan bir mahalle var.


Kreşler açmak. Bu da çok güzel. Anneleri bunaltan bu küçük afacanlar, minik canavarlar, minik tatlı canavarlar; bunlar annelerinin etlerini yiyerek büyüyorlar. Hart hurt, ham hum, annelerinin canına okuyorlar. Bunları kreşlere alacaksınız. Anneler rahat edecek. Terbiye edeceksin, besleyeceksin,

352

uyutacaksın; çocuk orada intizamlı bir hayata alışacak. Kreşte yetişen çocuk, anaokuluna gelecek. Anaokulunda yetişen çocuk, ilkokula gelecek. Böyle bir çizgiyi takip eden çocuk başarılı oluyor. Çünkü sosyal hayata alışıyor. Anne de rahat ediyor.

Birer yaş arayla üç tane çocuk, beş tane küçük canavar, tatlı haydut, sevimli haydut… E, ne olacak bunlar? Oraya saldırırlar, burayı dökerler, saksıyı çekerler, perdeyi yırtarlar, bardağı düşürürler, tabağı kırarlar… Kırsınlar, feda olsun. Ama yazık değil mi anneye? Anneler rahat edecek.

Toplu halledeceğiz bu işi. Belli saatlerde çocuklar orada okuyacak, yetişecek, yatacak, kalkacak. Paralı mürebbiyeler olacak, onlar bakacak. Anne de gidecek dinî dersini görecek. Kur’an’ı öğrenecek, İslâmî çalışmasını yapacak. Düzenli çalışma için bu şart. Bu da çok güzel. Harika. Ben bir şey yapılmadı diyorum, neler olmuş.


Altıncı karar… On karardan altıncısı, beş tanesi bir kere güzel, sınıfi geçtiniz. Beş tanesi, ondan beşi olunca; yüzde elli tamam. Bir kere sınıfı geçtiniz şimdi, korkmayın, diploma alırsınız. Bakalım daha dereceye girecek misiniz? Aile Eğitim toplantıları yapmak için bir yer satın almak. Ah, bu Avustralya yakın olacaktı ki, ben alacaktım. Ben alacaktım bir yer, görecektiniz siz.

İçinden iki kilometre river geçen, kenarında ormanı olan, su kadar dönüm arazisi olan bir yeri alacaktım, görecektiniz. Ah. ama, çok uzak Turkiye’ye. Bizim hanım istiyor. Ben istemiyorum derken, böyle yapamıyoruz. Çok ucuz yerler var. Brisbane’dan buraya gelirken, kenarda levhaları görmüşsünüzdür, (Real State)’lerin ilanları, ne kadar ucuz arazier var. İçinde ev dahil, çok rahat alabilirsiniz.

Bayram harçlıklarıyla çocuklar alabilir. Bayram harçlıklarıyla çocuklar, buranın tüm alanı ne kadar, şuranın? Çok az. On dönüm içinde bir yer, çok küçük bir yer. Yani, siz beş yüz dönüm yer alırsınız, güzel bir yer seçersiniz. Ben diyorum ki, eskiden beri söylediğim bir söz. Akıllı bir çocuğunuzu (Real state)’ci yetiştirin. Cin gibi, fıldır fıldır gözleri böyle, akıllı bir çocuğunuzu emlakçı yetiştirin. Çünkü emlak işleri önemli. Bunun mevzuatı var tabii, incelikleri var, bu çok önemli.

353

Bir yer satın alırsınız, söyle merkezi bir yerde; havası, suyu müsait bir yerimiz olursa, bu kadar paralar boş yere gitmez. Kendi mülklerimizde camimiz olur, konferans salonlarımız olur, her şeyimiz olur.

Bak, burada bir tane yüzme havuzu var, çocuklar zorlanıyorlar. İki tane, üç tane olsa çok rahat olacak. Evet, bu da güzel, oldu. Altı da güzel, tam not aldınız.

Yedi: Yapılmış olan ve yapılması hedeflenen hizmetler için, Avustralya çapında belirli zamanlarda toplantılar yapmak. Güzel. Düşüne düşüne insan, daha güzel şeyleri bulur. Onun için, zaman zaman toplanıp düşünmeniz lâzım! Topluca düşünmeniz lâzım! Bir arada konuşmanız lâzım! Biz tek tek arkadaşlarımız çağırdı, gittik. Çok güzel fikirler duyduk, çok güzel teklifler duyduk. Tabii, bu teklifleri o kardeşlerimiz hayat tecrübelerinden çıkartmış, bize söylüyorlar. Ama, öteki kardeşimiz gene, onu bilmiyor; o noktaya gelmemiş. Onun için, toplantı olursa, böyle şeyler konuşulursa; herkes istifade eder.

Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:

“İki müslüman bir araya geldi mi, Allah mutlaka her ikisini de faydalandırır.” O da faydalanır, bu da faydalanır. Onun için, arada belli zamanlarda bir araya geleceksiniz. Çok güzel.


Sekiz: Mehmed Zâhid Kotku Hocamız’ın kitaplarının İngilizceye tercüme edilmesi. Çok güzel, biz müsaade ediyoruz. Gördük. Bir takım eserlerimiz, konuşmalarımız İngilizceye çevrilmiş, broşür haline getirilmiş. Ben de bazılarını aldım. Çok güzel, Allah razı olsun. Yapın! Bu da güzel…


Dokuz: Evlerinden kaçan kız çocukları için sığınacakları bir mekân oluşturmak. Burada moda… Avustralya’da gördük bunu. Kadınlar kocalarından kaçıyor, kızlar evlerinden kaçıyor. Kocasından biraz zorluk gördü mü, kaçıyor. Kadınlar teşkilatlanmışlar, devlet destekliyor bu şeyi... Bir kadın kaçarsa, kalacak yer buluyor. Devlet para veriyor. Kız kaçarsa, kiliseye sığınıyor. Devlet destekliyor.

Tabii, bu neden? Diyorlar ki:

“—İnsanların hürriyetleri var, herkes hür olmalı, kimse kimseye baskı yapmamalı, ezilenler korunmalı!” diyorlar.

354

Demek ki, bunun bizler için de ilgili bir yönü oluyormuş anlaşılan; ben bunu bilmiyordum. Bizim kızlarımız kaçar mı? Başka kızlar kaçtığı zaman mı, biz onlara şey yapacağız bilmiyorum. Böyle bir ihtiyaç var demek ki, düşünmüşler. Ben bunu anlamadım ama siz anlıyorsunuzdur, buranın halini daha iyi biliyorsunuzdur. Böyle bir ihtiyaç varsa, onu da yaparsınız.


On: Ak Televizyon ve Ak Radyo’nun Avustralya’da yayınlarını gerçekleştirmek. Tamam, bu da varmış. Bunları düşündüğünüz için teşekkür ediyorum, tebrik ediyorum, Allah razı olsun... Daha başka teklifleriniz varsa, onları söyleyebilirsiniz. Ben sorulara bakayım, siz de düşüne durun.


f. Sorular:


1. Soru:

Bir hanım bir kulağına iki küpe takabilir mi?


Takabilir. Yani, böyle bir küpenin bir tahdidini duymadım ben. Peygamber Efendimiz diyor ki:

“—Kız çocuklarınızı süsleyin!” diyor.

Hadis-i şerif var, okuduk. Râmuz’da geçiyor, size de bulabilirim yerini. Kız çocuklarınızı güzel giydirin ve süsleyin diyor. Biraz altınla, gümüşle süsleyin diyor. Kızlar nazlı olacak, süslenecek.

Bir de, babalara diyor ki:

“—Evlâtlarınıza, çocuklarınıza asil insan muamelesi yapın!” diyor. Peygamber Efendimiz’in tavsiyesi. Yani, sizin çocuğunuz, sultanın şehzadesi gibi gözünüzün önünde öyle olacak. Bağırmayacaksınız; hürmetkâr, tatlı, soylu insan muamelesi yapacaksınız.

Neden? Çocuğa ne kadar soylu muamelesi yaparsanız, çocuk o kadar soylu olur. Çocuğa ne kadar sert muamele yaparsanız, döverseniz, söverseniz; çocuk o kadar problemli, dertli çocuk olur, gerilimli çocuk olur, asi çocuk olur. Çocuklarınızı hem seveceksiniz, hem sayacaksınız.


Biz hocalara da, Peygamber Efendimiz’in tavsiyesi, diyor ki:

355

“—Kendisine ilim öğrettiklerinize saygı gösterin!”

Onlara da diyor ki:

“—Kendisinden ilim öğrendiklerinize saygı gösterin!” Çok hoşuma gidiyor bunlar benim. Talebeme saygı göstermek, ne tatlı bir şey… Bir babanın evlâdına soylu insan muamelesi yapması, asilzade insan muamelesi yapması çok güzel bir şey! Asil olsunlar, asaleti bilsinler! Kendilerinin müslüman olmak dolayısıyla ne kadar asil olduklarını bilsinler diye davranışlara dikkat etmek lâzım!


2. Soru:

Beş yaşında bir kızım var, siz münasip görürseniz, ders almasını istiyorum. Ne tavsiye buyurursunuz?


Evliyaullah’tan birisinin yeğeni varmış. O mübarek, gözyaşları içinde seccadesinde ibadet ederken; o yeğeni de, benim bu dayım ne yapıyor diye gelir bakarmış, onu böyle uzaktan hayran hayran seyredermiş. O ağlayarak ibadet ediyor, tesbih çekiyor. Allah’a yalvarıp, yakarıp niyaz ediyor. Küçücük çocuk da elini arkasına koyup, bakarmış.

“—Ne yapıyor bu, niye ağlıyor? Bir yeri mi acıdı acaba, niye ağlıyor dayım?” diye.

O da onun yanağından okşamış, demiş ki:

“—Bak, ben sana bir şey öğreteyim, yapar mısın?” “—Yaparım.”

“—Tamam, her gün on defa şu üç sözü söyler misin?” “—Tamam, söylerim.” Demiş.

Üç sözün bir tanesi:


الله معي


1. (Allàhu maiy) “Allah benim yanımda…” Kur’an-ı Kerim’de geçiyor ya.



وَهُوَ مَعَكُمْ أَيْنَ مَاكُنْتُمْ (الحديد:٤)

356

(Ve hüve meaküm eyne mâ küntüm) “Nerede olursanız olun, Allah sizinle beraberdir.” (Hadid, 57/4) diye geçmiyor mu? Geçiyor.

“(Allàhu maiy) diyeceksin çocuğum.” demiş.


الله ربي


2. (Allàhu rabbî) “Benim yaradanım, Rabbim Allah.” Tamam. Rabbini bilsin. Kendisini kim yaratıyor, kim rızıklandırıyor bilsin.

Allàhu Rabbî, Allàhu maiy…


الله شاهدي


3. (Allàhu şâhidi) “Allah benim ne yaptığımı görüyor, şahit oluyor, müşahede ediyor.”

Bu üc şeyi onar defa söyleyeceksin!

Parmakların kaç tane? On tane. Allahu Rabbi.. Allahu Rabbi.. Allahu Rabbi.. Allahu Rabbi.. Allahu Rabbi.. Allahu Rabbi.. Allahu Rabbi.. Allahu Rabbi.. Allahu Rabbi.. Allahu Rabbi, (Bir). Allahummaiy.. Allahummaiy.. Allahummaiy.. Allahummaiy.. Allahummaiy.. Allahummaiy.. Allahummaiy.. Allahummaiy.. Allahummaiy.. Allahummaiy, (İki). Allah benim yanımda, her yerde hazır ve nazir.


Allàhu şâhidî… Allahu şahidi.. Allahu şahidi.. Allahu şahidi.. Allahu şahidi.. Allahu şahidi.. Allahu şahidi.. Allahu şahidi.. Allahu şahidi.. Allahu şahidi…. Allah, ben ne yapıyorsam görüyor. Bakı.yor bana, görüyor benim ne yaptığımı, içimi, dışımı görüyor, niyetimi görüyor, her şeyimi görüyor..

Bunları söylemeye devam etmiş o çocuk, çok büyük bir Evliya olmuş. Çok büyük bir Evliya olmuş, çok güzel kitaplar yazmış.. Çok büyük bir Evliya olmuş. Siz de olun. Allahu Rabbi, Allahummaiy, Allahu şahidi.


3. Soru:

357

Hocam, az önce okuduğunuz birçok çalışmalar bizleri bekliyor. Acaba bizler hanımlar arasında ne gibi çalışmalar yapabiliriz?


Haydi, al bakalım Mehmet Ali Hoca… Hep erkekleri düşünürsünüz, hanımları ihmal edersiniz. Bak hanımlara ne yapacağınızı da düşünün bakalım!

Tabii, hanımların ilk önce dernekler kurması lâzım. Hanım dernekleri kurması lâzım. Sydney’de Salihat Hanımlar Derneğimiz var, Wollongong da Şefkat Hanımlar Derneği var, her yerde hanımlarımız dernek kuracak. Hanımları çağıracak, hanımlarla toplantı yapacak. Çünkü hanımlar bazen camiye gelebilir, bazen gelemez. Bazen de gelmesi uygun olmaz. Hanım dernekleri olacak, toplanacaklar. Haftada bir, haftada iki, gündüzleri, falanca zaman dini konuşmalar yapacaklar. Beraberce hatim indirecekler, beraberce tesbih çekecekler, konferanslar verecekler, kız kursları açacaklar, çeşitli çalışmalar yapacaklar. Hanımlara yönelik. Çünkü erkekler, hanımlara her zaman gidemez, hanımlarla muhatab olamaz; istese de olmaz, toplayamaz da; kadınlar yapacaklar bu işleri..


4. Soru:

Erkeklerin Avustralya çapında yapacakları genel toplantılar gibi, hanım cemiyetleri de böyle bir genel toplantı yapabilir mi?


Yapabilirler tabii. Erkekler toplandığı zaman, bir de erkek toplantılarının hanımlar bölümü olacak. O kurulacak dernekler, kurulmuş dernekler orada toplanacak, görüşecekler.


02. 01. 1997 - Kamp Konferansı

Toowoomba / Avusturalya

358
19. KAPANIŞ KONUŞMASI