13. ÖLÜME HAZIRLIKLI OLUN!

14. HANIMLARA DERS TARİFİ



a. Önce Tevbe Edelim!


Gelin şu mübarek ayda beraberce aşk ile, sıdk ile Peygamber Efendimiz’in dualarını okuyarak, bir tevbe ederek şu tasavvufa girelim: Estağfiru’llaaaah... Estağfiru’llaaaah… Estağfiru’llaaaah… Estağfiru’llaaaah… Estağfiru’llaaaah… El-azim, el-kerîm, Er- rahîm ellezî lâ ilâhe illâ hu... El-hayye’l-kayyûme ve etûbü ileyh… Allàhümme ente rabbî, lâ ilâhe illâ ente halaktenî, ve ene abdüke, ve ene alâ ahdike ve va’dike, mesteta’tü eùzü bike min şerri mâ sana’tü, ebûu leke bi-ni’metike aleyye, ve ebûu bi-zenbî fagfirlî, feinnehû lâ yağfiru’z-zünûbe illâ ente…


Yâ Rabbi! Yâ Rabbi! Yâ Rabbi! Eğer benim mükellef olduğum, bulüğa erdiğim zamandan bu zamana kadar günâhlar işlemişsem; elimden, gözümden, dilimden, kulağımdan ve bütün azalarımdan günah sadır olduysa, vaki olduysa; ki, olmuştur. Biliyorum, çok hatalar işledim, hatalarımı biliyorum, senin Erhamü’r-râhimîn olduğunu biliyorum. Yâ Rabbi. ben o günahları, o hataları artık bir daha işlememeğe karar verdim; şu mübarek Şa’ban ayında, şu Ramazan’ın yaklaştığı zamanda sana tevbe ediyorum. Eski işlediğim günahlarıma çok pişmanım. Bundan sonra o günahlara bulaşmamaya niyetliyim. Azm ü cezm ü kasd eyledim. Beni Habib-i Edîb’in hürmetine afv u mağfiret eyle yâ Rabbi!

Bizi afv u mağfiret eyle yâ Rabbi! Bizi günahlardan pâk eyle yâ Rabbi! Pırıl pırıl, tertemiz eyle yâ Rabbi! Bundan sonraki ömrümüzde bizi şeytana uyanlardan etme yâ Rabbi! Nefsine uyanlardan etme yâ Rabbi! Dünyaya aldananlardan etme yâ Rabbi! Ümide kapılıp, ibadetleri ihmal edenlerden etme yâ Rabbi!

Yolunda daim eyle, zikrinde kaim eyle, ibadetine müdavim eyle… Sevdiğin kulların arasına dahil eyle… Sevdiğin şekilde ömür geçirmeyi nasib eyle… Sevdiğin güzel hayırları yapmayı

392

nasib eyle… Huzuruna sevdiğin, razı olduğun kul olarak gelmemizi nasib eyle yâ Rabbi! Tevfikini bize refik eyle yâ Rabbi!

Amentü bi’llâhi ve bimâ câe min indi’llâhi teàlâ… Ve amentü bi-rasûli’llâhi ve bimâ câe min indi rasûli’llâhi SAS…

Amentü bi’llâhi, ve melâiketihî, ve kütübihî, ve rasûlihî, ve’l- yevmi’l-âhiri, ve bi’l-kaderi hayrihî ve şerrihî mina’llàhi teàlâ, ve’l- ba’su ba’de’l-mevti hakkun, eşhedü en lâ ilâhe illa’llah, ve eşhedü enne muhammeden abdühû ve rasûlühû hakkan ve sıdkà…


Yâ Rabbi! Ben senin varlığına, birliğine inandım. Ben senin gönderdiğin peygamberin Muhammed-i Mustafa SAS’e bağlandım. Peygamberlerin evveli Hazret-i Adem Atamız AS’dır; âhiri Peygamberimiz Muhammed-i Mustafa AS’dır. Bunların arasında ne kadar peygamber geçtiyse, ben onların hepsini hak bilirim, hepsini tasdik ederim.

Yâ Rabbi! Sana inandığım gibi, meleklerine de inandım, kitaplarına da inandım, gönderdiğin peygamberlerine de inandım

ve kadere de inandım. Hayır ve şer hepsi şendendir. Ahiret gününe de inandım. Öldükten sonra dirilmek haktır. Şehâdet ederim ki, senin şerikin, nazirin yoktur. Sen birsin, teksin. Muhammed-i Mustafa da senin elçindir, peygamberindir, gönderdiğin rasûlündür, salla’llàhu aleyhi ve sellem...

Yâ Rabbi, şu bizim tevbemizi lütfunla, kereminle kabul eyle...


Şimdi biz tevbe ettik, Allah-u Teàlâ Kur’an-ı Kerim’de buyuruyor ki:


إَنه الِلّهَ يُحَبُّ التهوهابَينَ وَيُحَبُّ الْمُتَطَهِّرَينَ (البقرة:٢٢٢)


(İnna’llàhe yuhibbü’t-tevvâbîne ve yuhibbü’l-mütetahhirîn) “Allah tevbeyi çokça eden, boynu bükük, hata yapsa bile hemen dönüveren, dergâh-ı izzete ilticâ eden, tevbe eden kullarını sever; temiz, pak kullarını sever. Hem tevbe edip manevî temizliğe girişen, hem de maddî bakımdan da içini, dışını temiz tutan

393

kimseleri sever.” (Bakara, 2/222)

Allah-u Teàlâ bizi de sevdiği kulları arasına kabul etsin. Tevbeleri kabul eder, bizim de tevbemizi kabul etsin.

Yalnız, Bazı şeyleri söylemem lâzım: 1. Kul hakları silinmez. Kul haklarını düşünün, sahiplerine verin. Yani, birisinin malını aldıysanız, birisine borcunuz varsa, birinizin eşyası evinizdeyse, birisinin hakkı üzerinize geçmişse; onun çaresi, gidip onunla konuşmak, hakkını vermek ve helâlleşmektir.

Neden dünyada helâlleşmek lâzım? Ahirette insanlar, başı sıkıştığı zaman nezaketi filan bir tarafa bırakır, kimde hakkı varsa onun yakasına yapışır. Kimin yakasına yapışır? Anasının yakasına yapışır, babasının yakasına yapışır, kocasının yakasına yapışır, kardeşinin yakasına yapışır, evladının yakasına yapışır... Hocam, bu kadar iş orada böyle, bencillik mi olacak? Evet, orada bencillik olacak. Herkes (Nefsî, nefsî…) “Benim kendi başımın çaresi nedir?” diye herkes kendi nefsinin telaşına düşecek.


يَوْمَ يَفَرُّ الْمَرْءُ مَنْ أَخَيهَ. وَأُمِّهَ وَأَبَيهَ. وَصَاحَبَتَهَ وَبَنَيهَ. لَكُلِّ امْرَئٍ


مَنْهُمْ يَوْمَئَذٍ شَأْن يُغْنَيهَ (عبس:٤٣-٣٧)


(Yevme yefirrü’l-mer’ü min ahîh. Ve ümmihî ve ebîh. Ve sàhibetihî ve benîh. Li-külli’mriin minhüm yevme izin şe’nün yuğnîh.) [O gün kişi kardeşinden, annesinden ve babasından, hanımından ve çocuklarından kaçar. O gün herkesin kendine yetip artacak bir derdi vardır.] (Abese, 80/34-37) Bakın, bu ayet-i kerime ne diyor:

(Yevme) “O günde, (yefirrü’l-mer’u) kişi kaçacak; (min ahîhi) kardeşinden kaçacak.

“—Ah, şu benim dünyada kardeşimdi. Aman beni görmesin!”

Niye kaçacak? Kardeş ya... Onun şekerini yedi ya... Onun lokmasını yedi ya... Onun ayakkabısını giydi ya... Onun hakkını üstüne geçirdi ya... Şimdi isteyecek diye kaçıyor. Nereye kaçacak?

394

Kaçamaz ama, kaçmak isteyecek kardeşinden…

Başka kimden kaçar? (Ve ümmihî ve ebîh) “Anasından, babasından…”

“—Eyvaah, karşıdan anam babam geliyor.” diye kaçacak.

Niye? Anasına, babasına evlâtlık yapmadı. Anası, babası şimdi bundan hak isteyecek. Ondan kaçıyor. Kaçamaz ama, kaçmağa çalışır.


Sonra: (Ve sàhibetihî ve benîh) “Adam karısından kaçacak, çocuklarından kaçacak.”

“—Dünyada ben bu kadını dövmüştüm, ben ondan daha kuvvetliydim; hakkını çiğnemiştim, aldatmıştım. Kahvede oturmuştum, günah işlemiştim… Şimdi bu kadın benden hakkını ister.” diye kaçacak. Bakın ahiretin işine…


Yalnız bir de böyle, bu acı sözlerin arasında, tatlı bir müjde vereyim:


اْلأَخَلاهءُ يَوْمَئَذٍ بَعْضُهُمْ لَبَعْضٍ عَدُوٌّ إَلاه الْمُتهقَينَ (الزخرف:٧٦)


(El-ahillâu yevmeizin ba’dühüm li-ba’din aduvvün ille’l- müttakîn) “O gün bütün dostlar düşman olacak birbirlerine... Hem de ehillâ diyor, samimi, sırdaş dostlar. Halis muhlis dostlar bile, birbirlerine o gün düşman olacak. Ancak müttakî olanlar hariç.” (Zuhruf, 43/67)

Dünyadaki has arkadaşlar, ahirette birbirlerine düşman olacaklar; müttaki insanlar hariç. Onlar düşman olmayacak, onlar birbirlerini sevecek. Onlar ahiret kardeşi olmuslardı dünyada, takvâ ehli insanlardı. “Benim canım kardeşim!” diyordu, “Hacı kardeşim!” diyordu, “Tarikat kardeşim!” diyordu; onlar düşman olmayacak.

Bakın şu tarikat erbabının güzelliğine! Onlar birbirlerine düşman olmayacak, muttakiler düşman olmayacak; muttakiler kardeşlerini arayacak:

“—Nerede benim kardeşim? Nerede benim hacı kardeşim?

395

Nerede benim tarikat kardeşim? Ne oldu acaba, başına bir hal mi geldi. Yâ Rabbi! Şunu affeyle, bunu mağfiret eyle!” diye.

Tabii, hocaları onlara sahip çıkacak. Kardeşler birbirlerine sahip çıkacak.


(El-ehillâu) Samimi arkadaş demek, sırdas demek, sırrını söyleyen. Herkes herkese sırrını söylemez ama, çok samimiyse söyler. Gel benim canım kardeşim. Benim bir derdim var, sana şu derdimi anlatayım... Kimseye söyleyemiyorum, bir çaresini gel beraber bulalım. Bak... Sırdas, samimi, her şeyini biliyorlar birbirlerinin; tamam. İşte bu dünyadaki has arkadaşlar, samimi arkadaşlar, ahirette birbirlerine düşman olacaklar. (İlle’l- müttakîn) “Ancak müttakîler hariç…” Müttakîler düşman olmayacak; onlar birbirlerini sevecek, onlar birbirlerini arayacak, onlar birbirlerine şefaat edecek...

Onun için, tasavvuf, tarikat kardeşliği çok güzel, ahiret kardeşliği çok güzel. Ahiret kardeşliği çok faydalı muhterem kardeşlerim!


Şimdi tevbe ettik, Allah tevbemizi kabul etsin. Kul hakları varsa, sahiplerine verin. Ahirette hesaplaşma zordur. İnsanın sevaplarını alıverirler, sevapsız ortada kalıverir. Verecek sevabı yoksa, günahı bırakıverirler başına; o günahların cezası bunun başına yığılıverir. Onun için, kul haklarını buradan ödeyin... İnsan hakkı, kul hakkı geçirmeyin üstünüze.

Şimdi kamp yaptık da, orada kampta bakkallık yapan kardeşimiz Elma tarttı, Karpuz tarttı, bakkallık; teraziyle işleri oldu.. En son gün diyor ki, kardeşlerim diyor ben burada bakkallık yaptım diyor, terazi hakkı mühimdir; tabii kendisi için yapmadı, cami için yaptı ama; yine tartan o, sorumlu o. Ben burada tarttım diyor, terazi hakkı çok mühimdir diyor. “Hak geçmişse, hakkınızı helâl edin kardeşlerim!” diyor. Bizde bağırarak, helâl olsun dedik. Yani üzülme, yani sen bunu kendin için yapmadın şimdi ama; kendisi için yapanlar da var.

396

Bir bakkal ölmüş de, Almanya’da bir hoca anlattı bunu bana; çok kötü olmuş ölümü... Nasıl olmuş? Hoca başına gitmiş, Lâ ilahe illa’llah de diyor, diyemiyor, Lâ ilahe illa’llah de diyor, adam diyemiyor. Böyle ter döküyor.

Yataktan doğrulmuş:

“--Yahu hocam, ne zorluyorsun be?” demiş. “Görmüyor musun, kantarın topuzunu boğazıma sokuyorlar. Nasıl diyeyim bu vaziyette?” demiş.

Hocaya kızıyor. Melekler demek ki kantarın topuzunu boğazına sokuyorlar. İnsan hani dişçi ağzını açtırınca, kerpetenle dişine yapısınca, bir şey diyebilir mi? Onun gibi demek ki. Kantarın topuzu neresiyse, onu sokuyorlarmış boğazına... Öyle ölmüş. Lâ ilâhe illa’llah, Eşhedü en lâ ilâhe illa’llah diyemeden ölmüş.


Tabii, hoca dehşete düşmüş, karısına demiş ki:

“—Yahu, senin bu efendinin hali nasıldı? Bir anlatsana…”

“—Niye sordun?” demiş.

“—Biraz kötü gördüm durumunu da… Laf aramızda ama vaziyetini biraz kötü gördüm.” demiş.

“—Ah hocam, ben ona çok söyledim. İki tane terazisi vardı vardı dükkânda… Bir mal alacağı zaman, hileli bir teraziyi çıkartıyordu, onunla tartıyordu; aldığı şeyi hafif gösteriyordu.”

Meselâ, on kilo aldığını, sekiz kilo gösteriyormuş. Terazi bozuk, ayarı bozuk, sattığı terazi de başkaymış; o da hileli. Malı aldıktan sonra o teraziyi indiriyormuş, sattığı teraziyi yukarıya koyuyormuş... O da dokuz kiloyu, on bir kilo gösteriyormuş... O da azı çok gösteriyor... İki taraf da hileli... Esas, öyle kulları aldatırsın ama Allah’ı aldatamazsın. Öyle insanın ölüm anında ağzına tıkarlar topuzu, tokmağı, terazinin kefesini; kantarın topuzunu, neresiyse artık, ağzına sokarlar da, insan Kelime-i Şehadet getiremez. Allah yardımcı olsun…


Muhterem kardeşlerim, bu iş çok mühim. Yani, yaşamak çok mühim bir iş. Ölmek de çok mühim, ahireti kazanmak da çok

397

mühim bir şey. Kul haklarını ödeyin! Kul hakkı geçirmeyin; bir...

İkincisi: Üzerinizde namaz borcu, oruç borcu, zekât borcu bırakmayın, ödeyin bunları… Şeytan insanı aldatır, namazı kıldırmaz. Şeytan insanı aldatır, orucu tutturmaz.

“—Hocam, bana doktorlar sen hastasın diyor, oruç tutma diyor.”

“—Kerata, sen turp gibi sağlamsın! Doktorları bahane ediyorsun, oruçtan kaytarıyorsun, kaçıyorsun.”

Orucu tutturmaz, namazı kıldırtmaz, zekâtı verdirtmez.

“—Verme parayı fakir olursun ha... Sen bunu ne zorluklarla kazandın, o da çalışsın. Sen alemin aptalı mısın? Çalış çalış da, parayı hayır diye sağa sola ver. Olmaz, yapma sakın ha... Verme!” der şeytan.

Ayet-i kerimede nasıl buyuruluyor? Nasıl buyuruyor, Allah-u Teàlâ Hazretleri:


إَنهمَا ذَٰلَكُمُ الشهيْطَانُ يُخَوِّفُ أَوْلَيَاءَهُ (آل عمران:٥٧١)


(İnnemâ zâlikümü’ş-şeytànü yuhavvifu evliyaehû) [İşte o şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur.] (Âl-iİmran, 3/175)

Şeytan kendisine dost olmuş, şeytanla dost olmuş, ahbap

olmuş olduğu insanları korkutur:

“—Aman yapma. Hayır verirsen fakir olursun, verme ha... Bu kadar para verilir mi? Hiç senin aklın yok mu? Havaya gidiyor paralar…” der.

Havaya gider mi, Peygamber SAS buyuruyor ki:

“—Vallahi, hayır vermekten, zekât vermekten, sadaka vermekten mal azalmaz.”


Bakın şimdi. Canberra’da bizim kampımız vardı. Toplandık, Aile Eğitim Kampı yaptık geldik. Oraya birileri geldi Canberra’dan, cuma namazına gittik, yakamıza yapıştı.

“—Hocam, bizim şurada lokantamız var, gel!”

Yahu, başka yere davetliyiz, sağ ol, teşekkür ederim. Yani,

398

yemiş gibi Allah sevap versin sana. Teşekkür ederim, gelemeyiz filan dedik.

Kampa pide göndermiş. Yaptığı pideler de kutu içinde, şöyle lüks karton kutularda filan. O da yetmemiş, ertesi gün bizim hocalardan, arkadaşlardan randevu almış:

“—İlle benim dükkânıma geleceksiniz, ben size dükkânımda pide yedireceğim, yemek yedireceğim!” diye.

“—Pekâlâ!” dedik, gittik ertesi gün.

Cuma günü başka sözümüz olduğundan gidemedik, cumartesi gittik arkadaşın dükkânına… Çok lüks bir dükkânmış, yani bu evin dört beş misli büyük bir dükkân. Böyle salonları var, Şark köşesi, Garp köşesi… Masalısı, minderlisi, sedirlisi, çok lüks bir dükkânmış meğerse… Kırk elli kişi gitmişiz, doldurduk Şark köşesini. O salonunu, her taraf böyle kilimler, minderler. Mindere bir oturduk kaybolduk, içinde gömüldük gittik. Böyle bir şeyler…


Wollongonglu hacı Kemal Bey anlatıyor, onunla tanışırmış daha eskiden beri… Biz gitmişiz, orada kırk kusur kimse yemek yedik biz.

“—Eyvah, dükkânda mal kalmadı.” dedim ben kendim.

Çünkü, hepimize ikram yağdı böyle masamıza… Çok güzel patlıcan ezmesi yapmış, humus yapmış, salata yapmış, pide yapmış, kızartma yapmış. İkram etti, Allah kabul etsin. Mübarek

Şa’ban ayında güzel bir ikram… Biz çıktık, dün Wollongong’da Hacı Kemal söylüyor: Ben onu eskiden beri tanırım diyor. Demiş ki:

“—Vallahi Hacı kardeşim, Hoca Efendiler çıktıktan sonra, lokantaya bir müşteri hücumu oldu... Ömrümüzde bu kadar müşteri görmedik. Hizmeti yetiştiremedik, lokanta kaynadı böyle…” demiş.

Çıktı paralar. Bize verdiği pideleri bedava verdi, hayrına verdi... Bizden para almadı. Hediye götürdüm, niye zahmet ettiniz? Mahcub ettiniz beni diyor kapıda; almaz parayı belli, davet ettiği için amma; Allah müşteri yağdırmış dükkânına... “Ömrümüzde bu kadar çok müşteri görmedik, bu dükkân

399

açılalı…” demişler. Allah böyle yapar.


Vallahi, hayır ve sadaka vermekten mal azalmaz kardeşlerim. Hayrınızı, sadakanızı cimrilik yapmayın, şeytana uymayın, zekâtınızı ihmal etmeyin, ahirette cezası büyük... Bu verilmeyen mallar kızdırılacak cehennem ateşinde, insanın yüzüne yapıştırılacak... Yanaklarına, sırtlarına yapıştırılacak.


يَوْمَ يُحْمٰى عَلَيْهَا فَي نَارَ جَهَنهمَ فَتُكْوٰى بَهَا جَبَاهُهُمْ وَجُنُوبُهُمْ


وَظُهُورُهُمْ هَذَا مَا كَنَزْتُمْ لأَنفُسَكُمْ فَذُوقُوا مَا كُنتُمْ تَكْنَزُونَ (التوبة:٣٥)


(Yevme yuhmâ aleyhâ fî nâri cehenneme) [Bu paralar o cehennem ateşinde kızdırılıp, (fetükvâ bihâ cibâhühüm ve cünûbühüm ve zuhùruhüm) bunlarla onların alınları, yanları ve sırtları dağlanacağı gün onlara denilir ki: (Hâzâ mâ keneztüm li- enfüsiküm fezûkù mâ küntüm teknizûn) “İşte bu kendiniz için biriktirdiğiniz servettir. Artık yığmakta olduğunuz şeylerin azabını tadın!”] (Tevbe, 9/36)

Bu ayeti duyunca sahabe-i kiram, ağladılar.

Kolay değil. Sen misin bu zekât paralarını vermeyen? Böyle ateşte kızdırıp kızdırıp, yüzlerine ve sırtlarına yapıştırılacak, alınlarına yapıştırılacak diye ayet-i kerime bildiriliyor.


Namazlarınızı kılın, oruçlarınızı tutun, zekâtlarınızı verin, Allah’ın emrettiği ibadetleri yapın!

“—Hocam, çok iyi söylüyorsun da; ben sonradan dönüş yaptım, evvelce böyle bildiğin gibi değildim; evvelce kılmadığım namazlar, tutmadığım oruçlar var…”

Tamam kardeşim, olabilir. Allah affetsin. Onlar ödenecek. Vaktinde kılınmamış namazlar ödenir, vaktinde tutulmamış oruçlar ödenir, vaktinde verilmemiş zekâtlar ödenir... Yanmaz, kalkmaz, bitmez, ille ödenecek...

400

Burada ödemedim ben? Ödemeyeceğim derse bir insan, ödemiyorum derse; ahirette cezası çok büyüktür. Hadis-i şerifler bildiriyor, ibadeti yapmadığından dolayı azabı vardır.


Onun için, tarikata girerken tevbe ettik. Allah tevbe edenin günahlarını siliyor. Kul haklarını kaldırmıyor. Kul hakları sahibiyle konuşacak. Git onunla konuş, ver. Sonra, namaz, oruç, zekât borçları ve sâire de kalkmıyor. Onları ne yapacak? Onları ödeyecek. Dünyadaki vazifelerini ödeyecek. Bunları ödeyin.

Olabilir, insanlık halıdır, insan şaşırabiliyor, saşkın devreleri olabiliyor; o devreleri telafi etmesi lâzım bir insanın... Esrarkeş olur, sarhoş olur, kumarbaz olur, çapkın olur, haylaz olur, tembel olur, hilekar olur, her şey olur. Bir çocuk tevbe etti geldi de: “—Hocam, ben küçükken hırsızlık yapardım, şimdi ne yapayım?” diyor.

Hırsızdı, tevbe etti. Tevbe edince iyi oldu da, ama hırsızlık yapmış zamanında; melek gibi oldu sonra, takvâ ehli oldu, İslâm’a çalışan bir insan oldu.

401

Eski şeyhlerden var, büyük kitapların yazdığı insanlardan var; yol kesici eşkıya imiş, silahını çekip yolu kesermiş, yoldan geçenleri soyarmış... Öyle insanlar var ama sonradan bir rüya görüyor, Rasûlüllah’i görüyor, tevbe ediyor, güzel hale geliyor filan.

Onun için, siz de eski borçlarınızı ödeyin!


Devamlı abdestli gezin. Devamlı abdestli gezdi mi, şeytan insanın yanına sokulamaz; sokulsa da söz geçiremez, tesir edemez. En iyi çarelerden birisi, abdestli gezmektir. Abdestli gezdiniz mi, şeytanın vesvesesi sinek vızıltısı gibi gelir insana. Abdestsiz oldunuz mu, şeytan kancayı taktı mi bırakmaz. Bırak yahu gideyim. Gidemez. Bırak yahu gideyim. Gidemez. İlle meyhaneye sokar insanı... Meyhanenin kapısından geçirtir, tin tin tin tin kanca takılı… Ondan sonra geri çeker, tekrar meyhaneye sokar.

Tevbe ettiydim yahu. Bir daha yapmayacaktım yahu. İçmeyecektim yahu… Hanım ağlamıştı, babam kızmıştı. Gene şeytan kancayı taktı mı çeker, gene getirir.

Ne yapmak lâzım? Şeytandan korunmak için, abdestli olmak lâzım. Devamlı abdestli gezin. (Bir).


b. Rabıta Görevleri


Her gün zikir vazifenizi yapın. Zikir yaptı mı insan, etrafi zikirle çevrili, zikirden bir kaleye sığınmış gibi olur. Zikrullah kaledir. Peygamber Efendimiz söylüyor:

Zikrullah kaledir, Kur’an-ı Kerim kaledir, mescidler kaledir. Mescide giren, kaleye girmiş olur. Kur’an okuyan, kaleye girmiş olur. Zikir yapan, kaleye girmiş gibi olur. Her gün zikir yapacaksınız. Dervişin zikri vardır, elinde tesbih vardır, dilinde zikri vardır; zikir yapacaksınız. Her zaman yapabilirsiniz.

“—Hocam, bugün benim öğleden sonra misafirlerim gelecek.”

“—Tamam, sabah yap!”

“—Sabah da ev işi yapacağım.”

402

“—Tamam, akşam yap!”

“—Akşam da bir yere ziyarete gideceğim.”

“—Tamam, geldikten sonra gece yap!”

“—Tamam, bugün gece yapayım da; yarın da gece mi yapacağım?”

“—Hayır! İstersen yarın gündüz yap, istersen öğleden sonra yap! Yani kolaylık vardır, zahmet yoktur. Her zaman zikrinizi yapabilirsiniz.”


Zikri yaptığınız zaman, hep abdestli gezeceksiniz ya… Abdestli olursanız, feyziniz çok olur.

Abdestli olarak zikre oturun! Kıbleye doğru diz çökerek oturun, gözünüzü yumun! Evvela yirmi bes defa Estağfiru’llah diye başlayın, Allah affetsin. Hatalarınızı silsin, günahlarınızı bağışlasın diye.

Sonra bir Fatiha, üç Kul huva’llah okuyun. Bunları Peygamber

Efendimize hediye edin. Peygamber Efendimizden- bize kadar yaşamış, gelmiş, geçmiş, göçmüş evliyaullah büyüklerimizin, sevgili mübarek şeyhlerimizin, mürşid-i kâmillerimizin ruhlarına hediye edin! O mübareklerin mânevî yardımlarını isteyin!

İnsan böyle mânevî büyüklerine Kur’an-ı Kerim okuyup, Fatiha okuyup, Kul hüva’llah okuyup, onların ruhlarına gönderdi mi; Melekler götürür... Onları melekler ona götürürler tebliğ ederler, sevabı ona gider. Peygamber Efendimiz böyle bildiriyor.

Onun için, onlara bir Fatiha, üç Kul hüva’llah okuyup gönderiverin... Onlar da sizi sevsinler. “Bak, bizim kızlarımız, evlâtlarımız bizi unutmamışlar, Kur’an gönderiyorlar!” diye onlar da size himmet eylesin, teveccüh eylesin...


Sonra Gözünüz kapalı üç şeyi hatırlayacaksınız, düşüneceksiniz.

1. Rabıta-i mevt, ölümü düşünmek. Ölümü düşüneceksiniz, kabri düşüneceksiniz, mahşeri düşüneceksiniz, mahkeme-i kübrayı düşüneceksiniz, cehennemi, cenneti düşüneceksiniz, sıratı düşüneceksiniz. Bunları böyle göz önünüzden geçireceksiniz,

403

diyeceksiniz ki:

“—Ya, evet; ahiret var, cennet var, cehennem var; sorgu var, sual var, mahkeme-i kübrâ var... Ben aklımı başıma toplayayım, ben günahlardan kendimi çekeyim, ben sevaplı işleri yapayım; günahlardan korunayım... Cehenneme düşmemek için, kendimi korumak için çalışayım; cenneti elden kaçırmamak için çalışayım!” diye ölümü düşünüp, kendinize nasihat edeceksiniz. Bu bir...

Bu bir vazifedir, sevabı çoktur. Kalbinizin pası gider de, kalbiniz pırıl pırıl nurlanır, sevabınız çok olur. Tarikattaki ilerlemeniz, yükselmeniz mümkün olur.


2. Düşüneceğiniz şeylerin ikincisi: Zikrullahı o şeyhlerimiz, mürşid-i kâmillerimiz, evliyaullah büyüklerimiz bir yerde oturmuşlar gibi düşünün; ben de onların yanındayım diye düşünün, siz de karşımızdasınız diye düşünün, zikri beraberce yapıyoruz diye düşünün!

Şuralara otursa, o evliyaullah büyüklerimiz, aksakallı nurani pirlerimiz; en başta Peygamber Efendimiz… Söyle bir mübarek toplantıda olsak Kâbe’nin karşısında, Peygamber Efendimiz’in mescidinde öyle zikretsek; ne güzel olur. İşte öyle düşünün!

Gönlünüzü gönlümüze bağlayın, gelecek olan feyz-i ilâhîye muntazır olun!

İnsan şeyhini düşündü mü, kalbini şeyhine bağladı mı; televizyonun düğmesini çevirip, görüntüyü yakalamış gibi olur; kendisine çok feyizler gelir, yaptığı ibadetin feyzini alır, faidesini görür, sevabını kazanır. Tarikatta yükselir, ilerler, ileriye doğru gider; sonunda Rasûlüllah SAS Efendimizi görecek hale gelir. O bakımdan rabıta-ı mürşid diyoruz buna…

Bizi böyle düşünmeyi de güzelce yapın! Göz önüne getirin. Böyle mübarek bir yerde, şeyhlerimizle beraber oturmuşuz, siz de karşımızda oturuyorsunuz diye. Sizin de yanınızda sevdiğiniz arkadaşlarınız, büyükleriniz, küçükleriniz var diye. Gönlünüzü gönlümüze bağlayıp, gelecek olan feyz-i ilâhiye muntazır olun, bu çalışmayı yapın. Buna da rabıta-i mürşid derler.

404

İnsan mürşidiyle beraber olunca. mürşidiyle bağlantısını korur. O mürşid-i kâmillerimizin vefat etmiş olanları zaten etrafımızdadır. Bakın, İstanbul’dan bir kardeşimiz bana anlattı. Ben dedi Topkapı Sarayı’nı ziyarete gittim dedi, kendisi Samsunlu. Oradan Ayasofya Camii’nin önüne geldim dedi, karşıma bir turist kadın çıktı dedi, başımı söyle çevirdim dedi. Açık saçık kadın, çok açık.

Ondan sonra türbeye doğru döndüm dedi, Türbenin o tarafından bu tarafından gene karşıma çıktı dedi, başımı gene çevirdim dedi. Şu tarafından gene karşıma çıktı dedi, gene çevirdim dedi. Yani, bakmamış kadına.

Yani, mâşâallah bakmamış. Sonra dedi, camiye Hocamız’ı ziyarete geldim dedi. Hocamız demiş ki:

“—İyi ki bakmadın!”

“Daha bir şey söylemedim, ‘İyi ki o turist kadına bakmadın!’ dedi.” Arkadaş diyor ki:

“—Tahminim, o turist kadın filan değildi, Hocamızdı. Kılık değiştirmiş, karşıma öyle çıkmıştı.” diyor.

Yani, ya turiste bakmadığını biliyor, ya da turist kadın kılığında karşısına çıkıp imtihan ediyor müridini…


Yani, evliyaullah büyüklerin halleri böyledir. Onlar insanın etrafında dolanır dururlar. Onun için, iyi kul olmak istiyorsa, insanın aklını başına toplaması lâzım!

İmtihanı kaybetti mi, bir daha öyle şeyler filan olmaz. Tamam. İpini salıverirler, şalınmış hayvan gibi otlakta, ormanda dolaşır artık, Allah saklasın… Bu rabıta-i mürşidi de güzelce yapın; iki…


3. Yapacağınız şeylerin üçüncüsü: Rabıta-i huzur. Şöyle Allah’ın huzurunda olduğunuzu düşüneceksiniz. Anneleriniz, babalarınız söylemedi mi, “Allah her yerde hàzır ve nâzır…” diye. Hocalardan duymadınız mı, Kur’an-ı Kerim’de okumadınız mı?

405

وَهُوَ مَعَكُمْ أَيْنَ مَاكُنْتُمْ (الحديد:٤)


(Ve hüve meaküm eyne mâ küntüm) “Her nerede olursanız olun, Allah sizinle beraberdir.” (Hadîd, 57/4) demiyor mu Kur’an-ı Kerim? Diyor. Niye unutuyorsun?


أَفْضَلُ اْلإَيمَانَ، أنْ تَعْلَمَ أَنه الِلَّ مَعَكَ حَيْثُمَا كُنْتَ (طب. حل. عن عبادة بن الصامت)


RE. 76/9 (Efdalü’l -îmân ) “İmanın en yüksek derecesi, en faziletli, en kıymetli iman, (en ta’leme enne’llàhe meake haysü mâ künte) nerede olursan ol, Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin seninle beraber olduğunu bilmendir.”56 diye hadis-i şerif yok mu?

Var ama işte unutuverdim Hocam...

Zaten bir insan, imanı içindeyken günah işlemezmiş. Baktı günah işliyor adam veya kadın, imanı çıkarmış kalbinden; şöyle yukarıda dururmuş. İçinde iman varken insan günah işlemez, iman çıkar. “Dur ben çıkayım da sen ne halt edeceksen et!” diye iman çıkar.


Onun için, Allah’ın huzurunda olduğunuzu düşüneceksiniz. Hatırlayacaksınız daha doğrusu. Allah’ın huzurundasınız da, unutmayacaksınız. Allah’ı unutanlar gibi olmayacaksınız, Allah’ın bizi gördüğünü unutmayacaksınız ve Allah’ın huzurunda ona gözünüz kapalı diyeceksiniz ki:

“—Yâ Rabbi, biliyorum ki her yerde hazır ve nazırsın, söylesem de söylemesem de içimi, dışımı biliyorsun; kalbimden geçenleri



56 Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.VIII, s.336, no:8796; Taberânî, Müsnedü’ş- Şâmiyyîn, c.I, s.305, no:535; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.VI, s.124; Ubâde ibn- i Sàmit RA’dan.

Mecmaü’z-Zevâid, c.I, s.225, no:204; Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.37, no:66; Câmiü’l- Ehàdîs, c.V, s.194, no:3971.

406

biliyorsun, ben senin iyi kulun olmak istiyorum... Eski yaptığım hatalardan utanıyorum, sana güzel kulluk edemediğim için pişmanım; ama bundan sonra iyi kulluk yapmak istiyorum, senden yardım istiyorum... Sen yardım edersen iyi kulun olabilirim. Yardımını kesersen, gene beni şeytan da kandırır, nefis

de kandırır, dünya da kandırır, her şey kandırır…

Aman yâ Rabbi! Bana yardım eyle, tevfikini refik eyle... Beni de seni seven, sana güzel ibadet eden kullarından eyle... Senin sevdiğin kullarının arasına beni de kabul eyle ya Rabbi!” diye dua edeceksiniz.


Buna da rabıta-i huzur denir. Demek ki, zikre oturan derviş ne yapıyor? Bir Fatiha, üç Kul huva’llah okuyor, büyüklerine hediye ediyor. Sonra, ölümü düşünüyor, dünyanın faniliğini düşünüyor. Sonra, mürşidiyle bağlantısını kuruyor, kalbini bağlıyor şeyhine... Sonra, Allah’ın huzurunda olduğunu düşünüyor. Kalbi şeyhine bağlı, şeyhiyle yan yana, karşı karşıyaymış gibi; Allah’ın kendilerini gördüğünü biliyor, Allah’ın huzurunda olduğunun şuuruna varıyor, Onu idrak ediyor... Bu dünyanın boş olduğunu da anladı, mühim olan ahirettir... İnsan o zaman ne kadar güzel ibadet eder.


c. Zikir Vazifeleri


İşte bunları böyle düşündükten sonra, başlarsınız zikrinizi yapmağa. Neleri yapacaksınız zikir olarak? Beş tane zikir. Hadis kitaplarından, Efendimiz’in tavsiye ettiği bes tane zikir söyleyeceğim size: Bakın, Peygamber Efendimiz tavsiye ediyor zikirleri. Bir de utanmadan diyorlar ki:

“—Sen tarikata mı giriyorsun, zikirci mi oluyorsun? Hu çekici mi oluyorsun?”

“—Rasûlüllah’ın dediğini tutmak fenâ mı?” Yüz defa Estağfirullah… Diyor ki, Peygamber Efendimiz:

“—Ben dahi çekerim, siz de çekin! Ben Peygamber’ken çekiyorum, günahsızken, siz ne duruyorsunuz? Siz de çekin!”

407

diyor. Hadis-i şerifler var.

1. Yüz defa Estağfiru’llah çekeceksiniz. Ne demek Estağfiru’llah? “Beni affet Allahım!” demek, “Affet beni yâ Rabbi!” demek. Af isteyeni Allah affediyor.


2. Yüz defa Lâ ilâhe illa’llah diyeceksiniz. Lâ ilâhe illa’llah ne demek? “Yâ Rabbi, ben senin varlığını, birliğini bildim, sen birsin!

Şerîkin, nazîrin yok yâ Rabbi! Senden başka ilâh yok yâ Rabbi!” demek.

Bu da çok sevaplı. Bunu söyleyen cennete girecek. Er-geç girecek, günahkâr da olsa girecek. İhlâsla Lâ ilâhe illa’llah’a inanan, cennete girecek. Allah’a şirk koşan asla cennete girmeyecek, kâfir olan asla cennete girmeyecek. Kâfiri asla Allah affetmeyecek. Onun için, küfür kadar fenası yok. “—Hocam, ben Müslümanım! Ne korkayım?”

Kendinden korkmuyorsan, çocuklarından kork! Bu diyarda çocukların Lâ ilâhe illa’llah’ı unutursa, imandan çıkarsa diye ondan kork... Sen kendinden de kork! Hadi kendinden korkmuyorsun. Çünkü ben Lâ ilâhe illa’llah’ı öğrendim diyorsun. Çocuklarına öğretmezsen, müşrik olursa, kâfir olursa çocuğun; ondan kork.

Lâ ilâhe illa’llah sözü çok mühim. Yüz defa da onu söyleyeceksiniz.


3. Bin defa da “Allah, Allah, Allah, Allah, Allah, Allah…”

diyeceksiniz.

Küçücük çocuk şekerin tatlı olduğunu seviyor, biliyor, anlıyor da; babasının, annesinin bacağına yapışıyor, ille şeker isterim diyor. Şeker de şeker, şeker de şeker, şeker, şeker, şeker… Veyahut, çikolata, çikolata, çikolata... Onun zikri ne? Şeker, çikolata.

Sen kocaman olmuşsun, aklı başında insansın, iyi müslümansın; en tatlı, en güzel şeyin Allah olduğunu bilmiyor musun? Niye sen Allah demiyorsun? Niye Allah’ın zikrinden kaçıyorsun, bucak bucak… Şeytan mısın sen? Allah’ın zikrinden

408

şeytan kaçar. “Allàhu ekber!” dedi mi müezzin minareden, şeytan onun duyulmadığı yere kadar kaçıyor. Sen şeytan mısın ki, zikirden kaçıyorsun? Yok, şeytan değil. Diyanet görevlisi müftü, bilmem ne ama; zikrin aleyhinde… Olur mu? Bin defa Allah Allah diyeceksiniz. Her yüz defasında şu sözü söyleyeceksiniz, bunu yazın, ezberleyin:


إَلٰهَي أَنْتَ مَقْصُودَي، وَرَضَاكَ مَطْلُوبَي!


(İlâhî ente maksùdî, ve rıdàke matlûbî) “Yâ Rabbi, biz seni istiyoruz, senin sevgini kazanmak istiyoruz, senin rızanı elde etmeğe çalışıyoruz.”

Sigara içmesini biliyor, kravat takmasını biliyor, her türlü sinekkaydı tıraş olmasını biliyor; zikrin karşısında... Pekiyi, böyle sinekkaydı tıraş olmak sünnet mi? Kravat takmak sünnet mi? Kahvede oyun oynamak sünnet mi? Sigara içmek sünnet mi? Bunlara takılmıyor, bunları geçiyor geçiyor. Hem yapıyor, hem de Allah’ın Kur’an da emrettiği zikre gelince; arslan kesiliyor, kaplan kesiliyor. Çıkıyor karşısına, zikretme diyor.. “Ben zikre karşıyım!” diyor.

Sen kim oluyorsun yahu? Allah zikri emretmiş, Peygamber Efendimiz emretmiş. Sen kim oluyorsun?


4. Sonra, yüz defa salât u selâm getirmek. Peygamber Efendimiz’e salevat-ı şerife getirmek, bu da çok sevap… Salât u selâm getirmekle ilgili, bir gün konuşabilirim. Bir gün sabahtan akşama, sevabını okuya okuya bitiremeyiz.

Peygamber Efendimiz’e salevat getirmek ne demektir?


اَلصَهلاةُ وَالسَهلامُ عَلَيْكَ يَا رَسُولَ اللِّٰه!


(Es-salâtü ve’s-selâmü aleyke yâ rasûla’llàh) “Ya Rasûlallah,

salât ve selâm sana olsun! Dünyada da, ahirette de her türlü

409

selâmet, saadet senin olsun!”

Sen ona salat u selâm getiriyorsun, böyle demiş oluyorsun. Altında kalır mı Rasûlüllah Efendimiz? O da ne diyecek:

(Ve aleyke’s-selâm) “Sana da olsun be... Ha, madem sen bana salât ü selâm getirdin, haydi sana da olsun...” Rasûlüllah’ın duasını alacaksın, Rasûlüllah’ın selâmını alacaksın, Rasûlüllah’ın mukabil hitabına mazhar olacaksın. Rasûlüllah seni bilecek.

“—Sydney’de filancanın kızı falanca bana salât u selâm göndermiş, haydi bakalım kabul ettim!”

Ne güzel! Yüz defa salevât-ı şerife; dört…


Yüz defa da, Kul huva’llàhu ehad suresi; beş…

Beş tane zikir yapacaksınız, vazifeniz: Yüz Estağfiru’llah, yüz Lâ ilâhe illa’llah, bin defa Allah demek, yüz defa salevat-ı şerife getirmek, yüz defa da Kul huva’llahu ehad Sûresi okumak.

Yalnız bir şey var dinde, utanılacak şey de olsa söylemek lâzım. İslâm’da, Peygamber Efendimiz de söylemiş. Sahabe’nin erkekleri, yaşlıları, Hazreti Aişe anamıza gelip de; böyle utanılacak şeyleri de sormuşlar. Dinde öğrenmek için sorulur diye.

“—Bir hanım namaz kılamadığı, oruç tutamadığı, adet gördüğü günlerde bu zikirleri çekebilir mi?”

Bazılarını çeker, bazılarını çekemez.

Estağfiru’llah diyebilir, Lâ ilâhe illallah diyebilir, Allah

diyebilir, Salât u selâm getirebilir. Kul huvallah’ı okuyamaz. Neden? Kur’an okuyamıyordu da ondan, namaz kılamıyordu da ondan; Fatiha’yı Kul huvallah’ı okuyamaz, ötekileri çekebilir... Allah demek serbest, Lâ ilâhe İlla’llah demek serbest, Estağfiru’llah demek serbest, Salât u selâm getirmek serbest. Onlar yasak değil. Bunları bilin, soranlara söyleyin!


Bu zikirler bitince, el açın dua edin. Dua da ibadettir, duayı güzel yapın. İhmale getirmeyin, aceleye getirmeyin, duayı güzel güzel yapın, düşüne taşına yapın. Kendinize dua etmek hakkınızdır. Kendinizin dünyanıza- ahiretinize dua edin. (Bir).

410

Anne-babanızı kat’iyyen duadan unutmayın. Anne-babasına duayı ihmal eden evlât perişan olur. Ana-babanıza dua edin. Evlâtlarınıza, eşinize-dostunuza, arkadaşlarınıza dua edin. Çünkü, başka müslümana dua edeni Allah sever. Aferin bak. Başkasına da dua ediyor, kendisinden başkasının da iyıliğini istiyor diye başucunda bir melek ona “Âmîn!” der.

“—O kardeşine istediğin şeyi Allah hem ona versin, hem de sana versin!” der.

Onun için, birbirinizi duadan unutmayın, birbirinizin iyıliğini isteyin! Şu kardeşimin bir hastalığı var, onu geçir yâ Rabbi! Şu kardeşimin bir kusuru var, onu düzelt yâ Rabbi! Söyleyemiyoruz, biraz kendini beğenmiş, biraz gevsek, biraz sabah namazlarına kalkamıyor, biraz şöyle… Dua edin böyle. Kardeşinizin, yakınlarınızın, dostlarınızın da iyıliğini isteyin!


Şimdi ben size zikir telkin edeyim, beni dinleyin:

—Lâ ilâhe illa’llah... Lâ ilâhe illa’llah... Lâ ilâhe illa’llah...

Buyurun, siz de hep beraber söyleyin, Allah şahid olsun:

—Lâ ilâhe illa’llah... Lâ ilâhe illa’llah... Lâ ilâhe illa’llah...

—Allah...

—Allah...

—Allah...

—Allah...

—Allah...

—Allah...

—Şimdi ağzınızı kapatın, gözünüzü de kapatın! Allah demeyi içinizden devam ettirin, sessiz olarak...

........................

Devam, devam…

Allah mübarek etsin... İşte böyle sessizce, dil dudak kıpırdamadan, kimse anlamadan yapılan zikre de zikr-i kalbî

derler. İçinden yapıldığı için, kalbinden yapıldığı için kalbî deniliyor. Bunun sevabı çok yüksektir. Bunu kimse bilmez, gösteriş tehlikesi olmaz, başkasının dikkatini çekmez. Melekler de duymazmış, bilmezmiş bunu... Allah’ın bildiği bir zikir...

411

Bu zikri size öğrettim. Böyle işte diliniz, dudağınız kapalıyken, kıpırdatmadan içinizden Allah demeyi her zaman yapın! Elinizde tesbih var veya yok, mutfakta iş yapıyorsunuz, bıçak var, patlıcan soyuyorsunuz; tamam, kalbiniz Allah Allah desin! Yolda yürüyorsunuz, kalbiniz Allah Allah desin! Vasıta da gidiyorsunuz, kalbiniz Allah Allah desin. Yatağa yattınız, daha uyumadınız, kalbiniz Allah Allah desin!


İçinden Allah demenin sevabı çok yüksektir, milyonlarca misli sevabı vardır. Dört milyon dokuz yüz bin misli sevabı vardır. Bir kere Allah dese;


Bir kez Allah dese aşk ile lisân,

Dökülür cümle günah misl-i hazan.


Onun için, dervişler evliyaullah oluyor da; müftüler olmuyor, hocalar olmuyor. Neden? Zikri yapan sevabı çok kazanıyor, ilerliyor... Zikri inkâr eden geri kalıyor. Bilgi yeterli değil. Biliyor, kitap okuyor, kitap yazmış.

“—Benim kitaplarım var, ben çok kitap yazdım.”

Yazdın ama, yazdığını uygulamıyorsun. Yazdın ama, zikrin Kur’an’da olduğunu bildiğin halde, hadiste olduğunu bildiğin halde uygulamıyorsun! Yapan kazanır, yapmayan kazanmaz.

Peygamber Efendimiz diyor ki:

Bir insan günde yüz defa Lâ ilâhe illa’llah dese, ahirette mizanın başına geldiği zaman; öyle çok sevapla gelir ki, hiç kimse o kadar sevap elde etmiş değildir. Hiç kimsenin sahip olmadığı sevapla mizana gelir; ancak onun kadar zikreden, ya da ondan daha çok zikreden üstün sayılır. Ötekisi iki yüz yapıyorsa, o gelirse tabii onu geçecek. Allah’ın adaleti bu da, çok zikredene daha çok mükâfat normal.


Onun için, bu zikirleri güzelce yapın! Böylece sevapları kazanın! Kalbiniz her zaman Allah desin her yerde. Tarlada, bahçede, mutfakta, evde, dışarıda, içeride sevapları kazanın.

412

Şimdi ben kısaca bu dervişlik nedir, onu anlatayım size, bizim yolumuzu anlatayım.


d. Yolumuz Rasûlüllah’ın Yolu


Yollar çoktur dünyada, herkes bir yoldan gidiyor. Kimisi çıkmaz yoldur. Gidersin, ha, burası no through road… Çıkış yok, geri dönmek zorunda kalırsın.

Kimisi yanlıştır. Sen Melbourne’a gitmek istersin, haydi bakarsın başka bir yere gitmiş.

“—Hay Allah, yanlış yola girdik.” dersin.

Yollar çoktur, yolun doğrusu Kur’an yoludur. Yolun doğrusu

Peygamber Efendimiz’in yoludur.

Bizim yolumuz, Peygamber Efendimiz’in yoludur, Kur’an yoludur. Bakın, bizim ders kitabımız hadis kitabıdir. Bizim şeyhimiz Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevî Hazretleri Peygamber SAS Efendimiz’in hadislerini toplamış, bunları okuyoruz. Bakın, burada bugün sohbeti de buradan yaptık. Çünkü yol Peygamber Efendimiz’in yoludur. Peygamber Efendimiz’in eteğine yapışan, onun arkasından giden kurtulur.


“—Hocam, ben başka insanlar duydum.”

Bir İngiliz müslüman olmuş, kampa geldi. Diyor ki:

“—Hocam, Sydney’de bazı tasavvuf grupları var, namaz filan kılmıyorlar. Hatta Allah’a bile inanmıyorlar.” Hoppala... Yani, bunu da ilk defa duydum. Cemiyet varmış, bir cemiyet, adını söyledi: İngiliz olduğundan, telaffuzunu da insan kolay anlayamıyor.

Cemiyet varmış, tasavvuf cemiyetiymis, Muhiddin ibn-i Arabi’ye bağlı diyor. Yani, onu kendisine örnek almış bir toplum ama Muhiddin ibn-i Arabi’yi anlamak için müslüman olmak lâzım, Kur’an okumak lâzım, hadis okumak lâzım. Öyle kâfir insan onu anlamaz ki, şeytan onu kandırır. Bak, Muhiddin-i Arabi böyle diyor der, yanlış bir fikre sürükler. Muhiddin-i Arabi’nin fikrini anlamak için tasavvuf erbabı olmak lâzım...

413

Adam Yunus’u anlayamıyor. Yunus, koskoca Yunus Emre Yılı geçti, Yunus hakkında kitaplar yazıldı, Yunus’u anlamıyor millet, ne dediğini anlamıyor Yunus’un. Yunus ne güzel sözler söylüyor. Dinleyen yok, anlayan yok. Yunus’un bir ilahisinde diyor ki, çok hoşuma giden ilahisi:


Yunus sen bu dünyaya niye geldin?


Soruyor, kendi kendine soruyor, maksat bizi uyandırmak.


Yunus sen bu dünyaya niye geldin,

Gece gündüz Hakkı zikretsin dilin.

Evliyaya uğramaz ise yolun,

Göçtü kervan kaldın dağlar başında…


Eğer Allah’ın Evliyasına rastlamazsan, bağlanmazsan, kervan göçmüş de, dağın başında ıssız yerde kurtların, çakalların,

ayıların, sırtlanların, kaplanların arasında kaldın demektir. Yani, yol çoktur. Bizim yolumuz Peygamber Efendimiz’in yoludur, takvâ yoludur, ihlas yoludur, Kur’an yoludur.

Bir adamı çok çok medhediyorlar. Etrafında çok insan toplanmış, çok büyük adammış. İşte namaz filan kılmıyor.

Tamam, o adam çok kötü bir adam. Neden? Peygamber Efendimiz namaz kıldı da ondan. Bu kılmıyor, demek ki kötü. Peygamber Efendimiz ölünceye kadar namaz kıldı.

“—Efendim. Namaz ham insanların ibadetidir, biz ham değiliz, olgunuz, yükselmişiz, kâmil olmuşuz.”

“—Haydi oradan yalancı şeytan! İnsanların da şeytanları vardır. En olgun insan Peygamber Efendimizdi. Peygamber Efendimiz namazı hiç senin gördüğün gibi görmüyor, Peygamber Efendimiz namaz için diyor ki:57



57 Neseî, Sünen, c.VII, s.61, no:3939; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.III, s.128, no:12315; Hàkim, Müstedrek, c.II, s.174, no:2676; Taberânî, Mu’cemü’l- Evsat, c.V, s.241, no:5203; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.VI, s.199, no:3482; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.VII, s.78, no:13232; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.V, s.280, no:8887;

414

قُرهةُ عَيْنَي فَي الصهلاَ ةَ


(Kurreti aynî fi’s-salâh) “Gözümün şenliği namazda...” Yâni, “Ben namaza aşığım, namaz benim gözümün bebeği. Benim gözümün, gönlümün serinliği namazda…” diyor.

“—Allahu ekber!” dediği zaman, ne zevkler duyuyor o evliyaullah…


Hazreti Ali Efendimiz yaralanmış, zırh batmış, kırılmış; vücudunun neresiyse şişmiş. Zonk zonk, zonkluyor; ateşler içinde

yanıyor. Yanaşıp tutmak, sıkıp cerahatını akıtmak istiyorlar. Çok acıyor, dokundurtmuyor.

“—Allahu ekber!” diyor, namaza duruyor. Yarayı kesmişler, cerahatı akıtmışlar, sarmışlar, haberi yok.

Neden? Evliyaullah namazı öyle kılar İşte. Namazın dışındayken değdirtmiyordu. “Uf... Çok açıyor, dur, sıktırma!” diyordu ama namazın içinde her şeyi yaptılar, haberi olmadı.


Hocamız’ı ben bazen görürdüm, şimdi şurada namaza dururdu; ben yandan bakıyorum, yani korkardım. Kendi kızları var, torunları var, hepimizin gördüğü şey bu... Sanki Hocamızın vücudu boş... Vücudu orada, sanki kendisi başka yerde. Vallahi korkardık, böyle yüzünün görünüşünden korkardık.

Evliyaullah namaz kıldığı zaman Kâbe’de mi kılıyor, nerede kılıyor belli olmaz. Yani, onun vücudunu ameliyat da ederler, keserler, gık da demez.


Bizim yolumuz, Peygamber Efendimiz’in yoludur. Aman... Başka cafcaflı sözlere, fiyakalı laflara, yaldızlı, boyalı işlere


Ebû Avâne, Müsned, c.III, s.14, no:4020, 4021; Bezzâr, Müsned, c.II, s.317, no:6879; İbn-i Asâkir, mu’cem, c.I, s.89, no:159; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.II, s.143, no:2733; Enes ibn-i Mâlik RA’dan.

Keşfü’l-Hafâ, c.II, s.73, no:1089.

415

aldanmayın! Kur’an’a aykırı ise bir insanın işi, o adam şeytanın adamıdır. Namaz kılmıyor? Şeytanın adamı. İçki içiyor? Şeytanın adamı.

Çok büyük bir dergâhın şeyhiymiş. Nereden büyüklüğü? Metreyle mi ölçtüler, mezurayla mı ölçtüler? Çok büyük bir dergâhın şeyhiymiş. Nasıl geçiniyormuş? Düğün salonu çalıştırarak geçiniyormuş. Düğün salonunda da içkili düğünler oluyormuş, içki içiliyormuş. Şimdi bunun büyüklüğü nerede kaldı?

Cehennemde insan büyüyecekmiş, bir dişi Uhud dağı kadar olacakmış. Cehennemî büyüklük bu… Onların büyüklüğü filan yok, aldanmayın; sakın aldanmayın! Kur’an’da olmayan bir şey, hadis-i şerifte olmayan, Efendimiz’in yapmadığı bir şey.

“—Efendim, filanca şeyh efendi varmış, kadınlara ellerini öptürüyormuş, musafaha ediyormuş kadınlarla…”

Olmaz. Neden? Peygamber Efendimiz hanımlarla musafaha ederek, el tutarak, tokalaşarak bey’at almadı. Öyle şey yapmadı,

onun için olmaz.


Efendim, bizim fakültede profesörler çıktı: “—Ben sizin hocanızım, ben sizin babanız sayılırım. Binaen

aleyh, açın başınızı...” Oradan kalktı, bilen talebeler var, bilgin talebeler var.

“—Hocam, öyle şey olur mu? Sen profesörsün ama,

profesörlerin karşısında baş açılacak diye bir şey yok ki…” dedi.

Fakültede kavga çıktı, boykot oldu.

Adam mason, adam namazsız, niyazsız, adam içkici, gelmiş talebelerin başını açmağa çalışıyor:

“—Ben sizin babanız sayılırım, başınızı açın!”

Öyle yağma yok, öyle saçma iş yok… Yâni o bakımdan aldanmayın.


Hürriyet gazetesi yazdı, Cumhuriyet gazetesi, Sabah gazetesi yazdı… Onlar yazdysa yalandır. Onlar yazdıysa yalandır. İşte falanca gazete de yazılar yazıyor.

Olmaz. Ölçü, Peygamber Efendimiz’in sünnet-i seniyyesi ve

416

Kur’an-ı Kerim’dir... Bu ölçünün dışındaysa, aldanmayın! Aldanırsanız, siz de mahvolursunuz, siz de şaşırırsınız. Şaşırmayın!

Bizim yolumuz budur, takvâ yoludur. Takvâ yolundan yürüyeceğiz, Kur’an’in emirlerini tutacağız, Kur’an’ı çok okuyacağız. Peygamber Efendimiz’in hadis-i şeriflerini çok okuyacağız, Efendimiz’in yolunda gideceğiz.

Şimdi bizim burada Mehmed Zâhid Kotku Dergâhının salonunu doldurmamız yeterli değildir, çok çalışacağız... Evlâtlarımızı müslüman etmeğe çalışacağız... Hatta, gayri müslimleri müslüman etmeğe çalışacağız... Sahabe-i kiram gibi çalışacağız.


e. Nafile Namazlar


Çünkü, yolumuz sahabe-i kiram yoludur. Onun için, sakın namazları ihmal etmeyin, geçirmeyin; evvel vaktinde kılın! Hatta, ben size farz namazlardan ayrı; bes tane namaz tavsiye ediyor Peygamber Efendimiz, onları öğreteceğim: 1. İşrâk namazı. Sabah namazından sonra seccade de oturup Kur’an okuyup, tesbih çekip, dua edip; güneşin doğmasından yirmi bes dakika, yarım saat filan geçtikten sonra; İşrak namazı kılmak.

Nedir bunun sevabı? O gün böyle yaparsa, tam bir Hac ve Umre yapmış kadar sevap kazanır. Sevabı büyük. Hadis-i şerif var hakkında, İşrâk namazını kılın. (Bir).


2. Duha namazı vardır, o da gene öğlenden evvel kılınır. İster onda kıl, ister on buçukta kıl, ister on birde kıl, ister on iki de kıl... Öğlene çok yaklaştırma, kırk beş dakika kalıncaya kadar bir arada Duha namazı… O da çok sevaptır. Allah sevdiği kulları arasına kabul edermis Duha namazı kılanları. Muhsin kulları zümresine katarmış. Muhsin kul ne demek? Allah’ı görüyormuş gibi candan ibadet eden kul demek. O sevabı alırsınız. (İki). Bunlar sevaplı namaz.

417

3. Evvâbîn namazı: Akşam namazının sünneti arkasından, Peygamber Efendimiz Evvâbîn namazı kılardı ve tavsiye ederdi.

Evvabin namazının fazileti nedir? Bir insan Evvabin namazını kılarsa, denizlerin köpükleri kadar günahı çok olsa bile, affına sebep olur... Bu da çok sevaplı bir namaz. Şu deniz kenarını düşünüverin, Okyanusun dalgalarını düşünüverin; köpürdüğü zaman köpüklerin ne kadar çok olduğunu düşünüverin... Denizlerin köpükleri kadar günahı çok olsa bile, affına sebep oluyor diyor. Evvabin namazına da devam edin. Kaçırmayın.


4. Gece namazı. Gece yatarken onda mı yatarsınız, on ikide mi yatarsınız, Birde mi yatarsınız. Hani yatsıyı kılıyor insan, işleri oluyor, misâfirliği oluyor; ondan sonra yatıyor.

Yatacağı zaman derviş nasıl yatmalı? Nasıl yatarsa sevabı çok olur? Abdest alacak. Abdestli geziyordu gündüz zaten… Abdestini tazeleyecek, rahatlayacak. İnsan bir abdest aldı mı rahatlıyor, yorgunsa dinleniyor. Yorgun insana tavsiyem: Abdest alsın. Dinleniyor. Tazeleyecek, iki rekât, dört rekât namaz kılıp, öyle yatacak.


Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: “Abdestli yatan bir insanın iç çamaşırıyla vücudu arasında bir melek sabaha kadar:

‘—Yâ Rabbi, bu kulun abdestli yattı, bunu afv u mağfiret eyle!’ diye dua eder.”

Gökyüzünden melekler yığılırlar. Onun vücudunu gökyüzünden görürlermiş, bu kul abdestli yattı diye uçup gelirlermiş. Odasında izdihamlı bir şekilde üst-üste yığılırlarmış.

Şeytan yanına sokulamazmış. Şeytan yanına sokulamazsa, ne olur? Şeytan insanın yanına sokulamazsa, olsa bile imanına kasdedemediği için imanla göçmesine de sebep olur. O bakımdan çok güzel bir şey. Abdestli yatmak prensibiniz olsun. Bugünden itibaren abdest alacaksınız, taze abdestle abdestli yatacaksınız.


5. Teheccüd namazı. Uykuyu bölüp kalkacaksınız, abdest

418

alacaksınız, geceleyin namaz kılacaksınız... “Bu namaz, dünyadan ve dünyanın içindeki her şeyden daha kıymetlidir.” diyor Peygamber Efendimiz. Daha hayırlıdır. Ben söyle anlatıyorum:

İstanbul’da Dolmabahce Sarayı vardır deniz kenarında. Bu tarafta, Köprünün bu ucunda Beylerbeyi Sarayı vardır. Boğazda nice Villalar var. Sizde burada Sydney’in deniz kenarlarını, çok güzel manzaralı yerlerdeki büyük malikhaneleri, köşkleri

düşünün... Yani, dünya ve dünyanın içindeki her şeyden daha hayırlıdır diyor. Bunların hepsini size verseler, ne kadar sevinirsiniz. Bir tanesini verseler bile, ne kadar sevinirsiniz.

Geceleyin iki rekât kılmak, dünyadan ve dünyanın içindeki her şeyden daha hayırlıdır, sevaplıdır diyor Peygamber Efendimiz. Onun için, Teheccüd namazını da kılın. Çünkü, geceleyin namaz çok feyizli olur, dualar da kabul olur. İşleriniz rast gider, muradlarınız da yerine gelir.


Bu beş namazı da tavsiye ediyorum. Hem namazları kılacaksınız, bir de üstelik bu beş namazı Peygamber Efendimizden naklen size tavsiye ediyorum.


f. Diğer İbadetler


Pazartesi perşembe günleri oruç tutun. Tabii, hanımların orucu beyleri ile istisâreyle tutması lâzım. Hadis-i şerife göre sünnet öyledir. Efendi, ben bugün oruç tutmak istiyorum. Ne haber, sende var mışin bu işte, tutalım mi? Tutalım. Böyle istişâreyle olur, müsaadeyle olur. Hanım sen bugün oruç tutma derse, nafile orucu tutamaz hanım. Hadis-i şerif böyle. Bunu da bilin, âdâbı budur.

İşte artık Peygamber Efendimiz Ramazan’dan sonra altı gün- (Sevval) de orucu tavsiye etmiştir.

Hacıların hacca gittiği günlerde, Zilhiccenin dokuz günü çok sevaptır. Arafe günü oruç tutmayı hiç kaçırmayın. Yazın bir yere, takviminizin o sayfasına; Hacıların hacca gittiği o Arefe günü, yani ertesi gün Kurban bayramı olacak. O Arafe gününde oruç

419

tutarsa bir insan; bir geçmiş senesinin günahları affoluyor, bir gelecek senenin... İki senelik günahı affoluyor. Onu takviminize işleyin. O bir yerde bulunsun. Kırmızı yazın, etrafını böyle kırmızı boyayın; aman bugün orucu kaçırmayayım diye.

İşte ma’lum, kandillerde oruç tutulur... Muharrem ayında, dokuzunda, onunda, on birinde oruç tutulur. Her Arabi ayın on üc, on dört, on beşinde oruçlar vardır. Bu gibi oruçları tutun. Oruçtan insan çok kâr eder, sevap kazanır.


Namazları söyledim, oruçları söyledim, zikri söyledim... Başka? İşte böyle çalışmalar çok sevaptır. Bak. Burada kitap var, dernek var, toplantılar var.. Hatimler indiriliyor, güzel çalışmalar yapılıyor.. Ne güzel, ne mutlu... Yani, başkaları eğlence yerine giderken; buralara, sevaplı yerlere geliyor insanlar, sevaplı işler yapıyor... Dinini öğreniyor, İslâmî faaliyetlerle saşkın olan, gafil olan, cahil olan insanlar da uyandırılıyor, onlar da doğru yola geliyor...

Bunlar da çok sevaplıdır. Böyle hayırlı-sevaplı işleri de hiç kaçırmayın yapın, insan kazanmağa çalısın. Evlâtlarınızı, akrabanızı, komşularınızı doğru yola çekmeğe çalısın. Çok sevaplıdır.

Sevaplı işlerin hepsini yapın. Paranız varsa, hayır-hasenat yapın. Cami yaptırın, yurt yaptırın!


Biz bir okul açtık Yalova da Asiller Koleji diye. Ama, öbür okullar açılmıştı, on beş gün geçti; müsaadeyi geç verdi Milli Eğitim Bakanlığı bize…

Dediler ki hocalar:

“—Hocam, maalesef müsaadeyi geç aldık, devre geçti, öğrenci yok; artık bu sene okulu açamayız.”

Pırıl pırıl okul. Kaç dönüm arazide, kışla gibi yüksek, güzel bir bina, manzaralı yer, tertemiz gıcır gıcır... Yemekhaneleri, sınıfları harika… Dedim olmaz, bu sene açılacak.

“—Öğrenciyi nereden bulacağız?”

Bizim Vakfımızın şubeleri var, Yüze yakın şubesi var

420

Türkiye’de; her şube bir öğrenci bulsa, Burası kalkınır... Hadi bakalım, öğrenci bulacaksınız dedik.

“—E, benim çocuğum yok?”

Senin çocuğun yoksa bir fakir çocuğu bul, onun parasını ver, o burada okusun dedik. Okulu açtık El-hamdü lillâh. faaliyete geçti.


Yâni, şunu demek istiyorum: Hani fakir çocuk okutursun, hayır yaparsın, sadaka verirsin, cihada para gönderirsin; dünyanın öyle fakir yerleri, öyle fakir insanları var ki, işte onlara yardımcı olursun, sevap kazanırsın. Sevaplı işlere koşturacağız, daima sevaplı işleri yapmağa çalışacağız...

İkinci yapacağımız şey: günahlardan kaçınmak. Günahlardan kaçınmağa da çok dikkat etmemiz lâzım. Bazen kaçınılmıyor. Meselâ, evlerde televizyonlar var, herkesin evinde var... Televizyonu olmayan ev yoktur, kalmadı. İnat edenler, direnenler de yenildiler, yenik düştüler; herkesin evinde televizyon var.

“—Haberleri seyrediyoruz hocam!” diyor.

Tamam, pekiyi.

421

Yusuf İslâm gelmişti Türkiye’ye, Yusuf İslâm’la televizyoncular konuşma yapmışlar. Reklam etti, reklam etti, reklam etti. Yusuf İslâm, Yusuf İslâm, Yusuf İslâm…

Bu adam Yunanlıydı, İngiliz’di, müslüman oldu. Bu kadar, okka kadar sakalı var. Cübbeyle, sarıkla geziyor, iyi müslüman…

Bakalım ne diyecek, herkes merak ediyor. Biz de merak ettik. Ben, Perşembe günü Ankara’da, —Halime hanım bilir.. bizim Özelif Sitesi’ndeki camide vaazımı verdim. Abdestimle, hani ağzımın vaazıyla, dilimin duasıyla televizyonun karşısına geçtim.

Mendebur, alçak, hain herifler! Şimdi orada Yusuf İslâm’ı gösterecek ama ondan evvel öyle programlar koydu ki, bizi ofsayta düşürdü. Açık saçık sahneler koydu, mahvetti bizi.

Yusuf İslâm’ı böyle balık yemi gibi; hani böyle bir kuşu, taneyi gösterip; ondan sonra yakalamak gibi; Yusuf İslâm’ı da av yemi gibi yem yaptılar. Herkes Yusuf İslâm’ı seyredeceğim derken…


Bir başka televizyon programında Nazlı Ilıcak, Korkut Özal’ı çıkardı. Hatta Korkut Özal’a ilâhi söyletti:


Sen Allah’ı seversen,

Allah seni sevmez mi?

Emrince kulluk etsen,

Hak ecrini vermez mi?


Aman Allah illallah

Dertlere dermân Allah

Gönüle şifâ veren

Lâ ilâhe illallah


Bu ilâhiyi Korkut Özal söyledi televizyonda. Tamam, orası güzel ama, Nazlı Ilıcak mendebur, mel’une; onun hemen arkasından Saray halılarının reklamını yapan bir karı vardı, onu çıkarttı.

Yani, ne yapıyorlar? Müslümanları aldatıyorlar kardeşlerim, aldatıyorlar. Haber seyredeceğim. Tamam, haberleri seyrediyoruz,

422

dur bakalım hükümet kurulmuş mu, bilmem ne filan derken; haberi kesiyor, şimdi reklam diyor. Tamam anladık, halı satacaksın, buzdolabı satacaksın. Pekiyi, bu karının işi ne burada?

Haydi bir dansöz çıkıyor, haydi başka bir şey oluyor. E, günah…

Yani, baktı mı günah. Gözle günah, kulakla günah, dille günah, elle günah, ayakla günah…


Günahın çeşitleri var... Bir kadın güzel koku sürse… E, sürer ya, çeşitli parfümler var…

Kadın dışarıda koku sürer mi? Süremez, İslâm’da süremez. Kadın dışarıda kokusunu kimseye duyuramaz. Bir kadın bir güzel koku sürse, dışarıya çıksa; evine dönünceye kadar lânete maruz kalır, günah kazanır. Evinde sürebilir amma, “Aman kokum duyulmasın!” diye yıkayacak, öyle çıkacak. Evinde süslenebilir ama dışarıya çıkarken örtünecek. Allah’ın emri böyle...

Koku sürüyor çıkıyor, geçiyor gidiyor da; sen oradan geçerke n, kokuyu hala duyuyorsun. Geçtiği yerde kokusu kalıyor. O kadar sabit kokular var… Pahalı, şu kadarcığı bilmem kaç dolar, muazzam paralı şeyler yani.


Onun için, koku sürünmek günahtır dışarıda… Bir kadın kapıyı çalar, hop kalkar gider.

“—Hayrola hanımefendi, nereye gidiyorsun? Beyinden izin aldın mı?”

“—Yirminci Yüzyıl’da bir de beyden izin mi alacağız, git işine!”

Tamam, beyinin izni olmadan gezen kadın, akşama kadar günah kazanır, öyle gelir.

Soracak efendisine:

“—Efendi, ben falancaya gidebilir miyim?”

Yahu, biz esir miyiz? Hayır, esir değilsin, İslâm âdâbı böyle...


Kocanın da görevleri var’ Koca da başka kadına bakmayacak, o da namuslu olacak. Onun da vazifeleri var... O da çalışacak- çabalayacak, hanımına temiz, helâl gıda getirecek. Kadın çalışmak zorunda değil İslâm’da…

423

Hatta hanımın ve çocukların nafakası erkeğin vazifesi olduğundan, kadın kendi doğurduğu çocuğuna süt vermese, erkek zorlayamaz.

“—Benim görevim değil ki, senin çocuğun… Besle bakalım!” diyebilir.

Emzirmek zorunda değildir. İslâm’ın adaletine bak, görev taksimi yapıyor.

“—Efendi, sen çık dışarıya şu cadalozlarla, haydutlarla ne yapacaksan dış alemde yap! Bu hanımları bu kirli işlere bulaştırma! Sen kazan bunları, hanımefendiye bak!” diyor.

Hanıma da diyor ki:

“—Sen de bak, bunun rütbesi senden yüksek, bu evin reisi!” diyor. “Bunu dinle, kendi bildiğin yere gitme!” diyor.


Dayımların karşısında komşular var, Dayımlar apartman yaptılar yüksek; onlar villada oturuyor, görünüyor. Perdeleri açıyorlar, görünsün diye, canlı televizyon…

Yengem anlatıyor: Adam erkenden kalkıyormuş, önlüğü takıyormuş, mutfağa giriyormuş; bulaşıkları yıkıyormuş, kahvaltıyı hazırlıyormuş, tepsiye koyuyormuş; kadının yatak odasında önüne koyuyormuş...

Kadın orada yemeği yiyormuş. Kahvaltıyı ediyormuş, bey kaldırıyormuş bunları... Bulaşıkları yıkıyormuş, kravatını takıyormuş, tıraşnı oluyormuş; giyiniyormuş, dairesine gidiyormuş.

Kadın daha yatıyormuş. Saat dokuz, on, on bir, filan… Ne zamana kadar nefsi istiyorsa yatıyormuş. Artık yatakta canı sıkılmağa başlayınca her halde, kalkıyormuş. Donanıyormuş, boyanıyormuş, giyiniyormuş, kuşanıyormuş; takıyormuş, takıştırıyormuş, sürüyormuş, sürüştürüyormuş; ondan sonra kürkünü giyiyormuş, tin tin tin... Evden bir çıkıyormuş, çıkış o çıkış... Akşam ne zaman gelirse...


Öyle şey yok İslâm’da... Bu, gâvur adeti... İslâm adeti böyle değil.

424

İslâm’da çocuğun anasına, babasına karşı görevleri var, saygılı olacak. Adam babasının karşısında masaya oturmuş, koltuğa... Masaya da ayaklarını çapraz koymuş, babasıyla öyle konuşuyor. İslâm’da öyle şey yok; hürmet var, sevgi var, saygı var...

Adam anasını alıyor, acizler yurduna götürüyor, bırakıyor. Neden?

“—Ben çalışıyorum, hanım da çalışıyor.” diyor.

Zaten gelin bakmaz Avrupa’da kaynanaya… Kaynanaya kim bakacak? Düşkünler evine kapatıyorlar kadıncağızı… “Artık bunun kirasını da veremeyiz; biz de başında bulunamayız.” diye.

E, senin de başına gelecek. Sen ihtiyarlamayacak mısın?


Bizde öyle değildir. Bizde büyüğe hürmet etmek, hizmet etmek sevaptır. Biz elini öperiz, ayağını öperiz, “Bir emrin var mı?” deriz, öyle çıkarız. İslâm bu... Yani, İslâm başka bir din, başka bir yol, Hristiyanlık başka bir yol, dinsizlik başka bir yol... Avrupalıların adeti başka, Rusların adeti başka…

Rusları televizyonda görüyoruz; karşı karşıya geliyorlar, adam adama, dudak dudağa öpüşüp, öyle selâmlaşıyorlar. Hay mendeburlar... Bunların adetleri, selâmlaşması böyle.

İslâm’da selâm nasıldır?

“—Es-selâmü aleyküm ve rahmetu’llah!” demektir.

El bile tutmak yoktur. Eli belki mikropludur. Musafaha olabilir ama o bile yoktur aslında… En güzeli İslâm’ın tavsiyesi; “Es-selâmü aleyküm ve rahmetu’llah!” demek.

Öpüyorlar, burunlarını sürtüyorlar, bilmem ne… Yahu adam mikropludur, hastadır, şudur, budur… Yani, İslâm adetinin iyi olduğunu bilin, başka adetlere uymanın günah olduğunu bilin! Haramlardan, günahlardan şiddetle kaçının! Müslümanca giyinin, müslümanca yaşayın!


Eviniz İslâm evi olsun, mobilyanız İslâm’a göre olsun! Düğününüz İslâm’a göre olsun! Her işiniz Kur’an’a göre olsun, Rasûlüllah’a göre olsun, sevap olsun... Her işiniz İslâm’a aykırı olursa, her işten günaha girersiniz.

425

Sol eliyle yemek yiyor. Veriyorsun çocuğa yiyeceği, sol eliyle yiyor.

“—Hayır evlâdım, onu cici eline al... Bak, bu elle yiyeceksin!”

“—Efendim, işte okulda böyle öğretiyorlar.”

Öyle öğretirler. Bunların adetine göre bıçak sağ ele alınır, çatal sol ele alınır. Sağ elle kesilir, sol elle yenilir.

Bizde öyle değil. Biz sağ elle yeriz.

Peygamber Efendimiz:

“—Sağ elle ye!” dedi birisine, o da:

“—Yiyemiyorum.” dedi.

“—Yiyemez ol!” dedi, adamın eli felç oldu.

Rasûlüllah yap diyor, yapmıyor. “Yiyemez ol!” dedi, yiyemedi ondan sonra. Bizde sağ el ile yenilir, sağ ayakla çıkılır kapıdan; Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm diye çıkılır.

Sevaplı işleri yapmağa koşacaksınız; bir… Günahlardan titizlikle kaçınacaksınız; iki…


Hicaz’dan hediye alıyoruz torunlara, hac hediyesi götüreceğiz. İnsanın torunları var, çocukları var ya.,. Hani bir şey götüreceğiz. Dükkâna giriyorsun, eteği uzun, kolu kısa… Kız için, bunun uzun kollusu yok mu diyoruz. Yok... Burası Hicaz yahu! Burası hacıların geldiği yer... Yani, şu bilekten yukarısı haram, burasını gösteremez kadın…

Hoşuma gidiyor, çok sevdiğim bir zat, Allah rahmet eylesin. Nimet-i İslâm kitabının yazarı Mehmed Zihni Efendi, çok alim bir kimse. Diyor ki:

“—Ah bu zamane kadınları, ne kadar bozuldular, ne kadar bozuldular, ne kadar bozuldular. Ah, ah, ah… Çarşaflarının kenarından yenlerini, ziynetlerini, süslerini, nakışlarını gösteriyorlar. Ah, bu zamane kadınları!” diyor,

Gelsin de şimdi, mezardan bir kalksın da şöyle müslüman diyarlarda bir dolaşsın; kadınların, hele yazlıklarda, Ege’de, Akdeniz’de, Antalya’da, İzmir’de şehid torunlarının, müslüman evlâtlarının giyimini, kuşamını bir görsün... Çarşafın altında iç elbisesinin nakışı görünüyor diye kızıyor Hoca Efendi. İç

426

elbisesinin buradaki nakışı görünüyor diye homurdanıyor. Çünkü

Allah ziynetlerinizi saklayın demiş. Yani, ziyneti göstermeyecek. Yani, İslâm’da dışa ziynet göstermek, reklam etmek yok.

İçte var, evde var... Dışarıda yok, öyle yapıyor.


Üçüncü yapacağınız şey de: Huylarınızı güzelleştirmek. Çünkü

Allah’ın en sevdiği şey güzel huydur. En büyük günahlar da kötü huylardan çıkar. Huylarınızı güzelleştireceksiniz, kötü huyları atacaksınız. İyi huylu olacaksınız.

Şimdi her biriniz bir Fatiha, üç Kul huvallah okusun. Duanızı yapayım. Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm:


إَنه الهذَينَ يُبَايَعُونَكَ إَنهمَا يُبَايَعُونَ الِلّهَ، يَدُ الِلّهَ فَوْقَ أَيْدَيهَمْ، فَمَنْ


نَكَثَ فَإَنهمَا يَنْكُثُ عَلَى نَفْسَهَ، وَمَنْ أَوْفٰى بَمَا عَاهَدَ عَلَيْهُ الِلّهَ


فَسَيُؤْتَيهَ أَجْرًا عَظَيمًا (الفتح:٠١)


(İnne’llezîne yübâyiùneke innemâ yübâyiùna’llàh... Yedu’llàhi fevka eydîhim... Ve men nekese ve innemâ yenküsü alâ nefsihî... Ve men evfâ bimâ àhede aleyhu’llàhe feseyü’tîhi ecran azîmâ.) Sadaka’llàhu’l-azîm.

[Muhakkak ki sana bey’at edenler, gerçekte Allah-u Teâlâ’ya bey’at etmişlerdir. Allah’ın kuvvet ve yardımı bey’at edenlerin üstündedir. Şu halde kim bu bağı çözerse, kendi aleyhine çözmüş olur. Kim de Allah ile sözleştiği şeye vefa, onun hükmünü îfâ ederse, Allah da ona büyük bir ecir verecektir.] (Fetih, 48/10)


Tabii, huylarınızı güzelleştirin dedim, kısa keşeyim diye ama; huy guzelligi kolaylıkla kazanılmaz. İnsanın huyu içine girdi mi, çıkması çok zordur; can çıkmayınca huy çıkmaz demişler. Onun için, iyi huyları küçükten almak lâzım.

Küçükten alınmamışsa da, tasavvufi terbiyeyle olur bu... Zikir

427

yaparsın, halvete girersin, uğrasırsın filan filan... Ondan sonra kötü huylar atılır, iyi huylar alınır. İnsan söyle harika bir saliha hatun olur. evliyaullah büyüklerimiz gibi olur. Fatıma Anamız gibi olur, Hatice Validemiz gibi olur ama; çalışmakla olur o, dikkat etmek lâzım. Kötü huylarınıza dikkat edin, onlardan kurtulmağa çalısın. İyi huyları almağa çalışın!

Ahdinize sàdık olun, Allah’ın yoluna vefâlı olun, sırat-ı müstakîmden sapmayın! Allah-u Teâlâ sizleri bundan sonra nefse şeytana yenilmeyenlerden eylesin... Yolunda dâim eylesin, zikrinde kàim eylesin... Tarikatın âdâbını, ahlâkını öğrenip, tekke âdâbına sahib kâmil, sàlih, velî, mahbub bir kul olmayı nasib eylesin...

Bi-hürmeti esrâri sûreti’l-fâtihah!..


08. 01. 1996 - M. Zâhid Kotku Dergâhı

Sydney / Avustralya.

428
15. ZİKİRLE İLGİLİ SORULAR