12. HAYATTA EN ÖNEMLİ ŞEY!

13. ÖLÜME HAZIRLIKLI OLUN!



Eùzü bi’llâhi mine’ş-şeytàni’r-racîm.

Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm.

El-hamdü li’llâhi rabbi’l-àlemîn... Hamden kesiran tayyiben mübâreken fîh… Alâ külli hâlin ve fî külli hîn... Ve’s-salâtü ve’s- selâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve âlihî, ve sahbihî, ve men tebiahû bi-ihsânin ilâ yevmi’d-dîn…


Allah hepinizden razı olsun… Allah’a hamd ü senâlar olsun... Peygamber Efendimiz’e salât ü selâmlar olsun… Allah bizi sevdiği kullarından eylesin… Peygamber Efendimiz’in sevdiği ümmetlerinden olmamızı nasib eylesin…

İçinde bulunduğumuz ay, Şa’ban-ı Şerif’tir. Üç Ayların ikincisidir. Birincisi Receb ayıydı. Receb ayı girdiği zaman, Peygamber Efendimiz:47


اَللههُمه بَارَكْ لَنَا فَي رَجَبٍ وَشَعْبَانَ، وَبَلِّغْنَا رَمَضَانَ (طس. هب.

حل. كر. والديلمي عن أنس)


(Allàhümme bârik lenâ fî recebe ve şa’bân, ve belliğnâ ramadàn.) “Yâ Rabbi bize Receb ayını, Şa’ban ayını mübarek eyle, bereketli eyle! Bizi sıhhat ve afiyetle Ramazan’a eriştir.” diye dua ederdi.



47 Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.I, s.259, no:2346; Taberânî, Mu’cemü’l- Evsat, c.IV, s.189, no:3939; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.III, s.375, no:3815; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.VI, s.269; Bezzâr, Müsned, c.II, s.290, no:6494; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XXXX, s.57; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.I, s.485, no:1985; İbn-i Asâkir, Mu’cem, c.I, s.161, no:309; Enes ibn-i Mâlik RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.VII, s.138, no:18049; Keşfü’l-Hafâ, c.I, s.211, no:554; RE. 532/10; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XXXIII, s.24, no:35704, 36125.

373

Başka bir hadis-i şeriflerinde:48


رَجَبُ شَهْرُ الِلَّ، وشَعْبانُ شَهْرَي، وَرَمَضانُ شَهْرُ أُمهتَي

(أبو الفتح في أماليه عن الحسن مرسلاً)


RE. 289/2 (Recebü şehru’llàh) “Receb Allah’ın ayıdır, Allah’ın kullarını affettiği aydır. (Ve şa’bânü şehrî) Şa’ban benim ayımdır. (Ve ramadànü şehru ümmetî) Ramazan da ümmetimin ayıdır.” diye buyurmuştu.

O bakımdan, şu an da Şa’ban ayının ikinci yarısını geçmiş bulunuyoruz. Peygamber Efendimiz’in ayı olan Şa’ban ayının on beşi Berat gecesidir. Onu da geçmiş bulunuyoruz. Ramazan’a yaklaştık. Söyle bir buçuk hafta sonra, Ramazan-i şerif gelecek. Peygamber Efendimiz’in, “Bizi ulaştır ya Rabbi!” dediği Ramazan ayı gelmek üzere…

Onun için, Peygamber Efendimiz SAS’ın hadis-i şeriflerinden Bazılarını okumak üzere sayfayı çektim. Kur’a ile çektim, Besmele’yle çektim. Karşımıza gelen hadis-i şerifleri okuyorum. Bunlar bugünkü sohbetimizin konuşu olsun diye kur’a ile çektiğimiz hadis-i şeriflerdir.


a. Boş Konuşmaların Zararı


Birinci hadis-i şerif:49


إَنه أَكْثَرَ النهاسَ ذُنوُبًا يَوْمَ الْقَيَامَةَ، أَكْثَرَهُمْ كَلاَمًا فَيمَا لاَ يَعْنَيهَ



48 Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.II, s.275, no:3276; İbn-i Asâkir, Mu’cem, c.I, s.114, no:210; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.III, s.374, no:3813; Enes ibn-i Mâlik RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.XII, s.556, no:35164; Keşfü’l-Hafâ, c.II, s.341, no:1358; Câmiu’l-Ehàdîs, c.XIII, s.109, no:12682.

49 Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.641, no:8293; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VII, s.202, no:6128.

374

(أبو نصر في الابانة عن عبد الِلّ بن أبي أوفى)


RE. 117/1 (İnne eksere’n-nâse zünûben yevme’l-kıyâmeti, ekserehüm kelâmen fîma lâ ya’nîh)

Bu çıktı ilk karşımıza, kur’ayla açılan sayfada birinci hadis-i şerif. Konusu konuşmak ile ilgili. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki, Ramuz kitabımızın 117. sayfasında yazıldığına göre:

Kıyamet gününde insanların günahı en çok olanları, dünyada boşu boşuna en çok konuşanlarıdır, mâlâyâni konuşanlarıdır. En çok günahı olanlar onlardır.

Biliyorsunuz, insanın önemli mühim azalarından birisi ağzıdır. Ağzıyla insan çok sevaplar da kazanabilir. Kur’an okur sevap kazanır, zikir yapar sevap kazanır, nasihat eder sevap kazanır; güzel şeyler, gönül alıcı tatlı şeyler söyler, sevap kazanır. Küfür eder, günaha girer. Kendisini küfre düşürecek şeyleri söyler, cehenneme uçar gider, yuvarlanır... Kalp kırıcı sözler söyler, günaha girer.

Bir de mâlâyâni denilen sözler vardır. Mâlâyâni demek, bir sebebi, bir anlamı, bir faydası olmayan söz demektir. Böyle mâlâyâni konuşmalar günah olduğundan, dünyada mâlâyâni konuşması en çok olan insanlar, ahirette günahı en çok olan insanlar olacaklar diyor, Peygamber Efendimiz. Bu hadis-i şerife binaen hepimizin konuşmalarımıza dikkat etmemiz lâzım! Bu yalnız hanımlar için gelmiş bir hadis-i şerif değil, erkekler için de bu konu bahis konusudur, hanımlar için de…

Peygamber Efendimiz’in bir hadis-i şerifi daha var:50


مَنْ كَانَ يُؤمَنُ بَالِلّ وَالْيَوْمَ الاخَرَ، فَلْيَقُلْ خَيْرًا اوْ لَيَصْمتْ



50 Buhàrî, Sahîh, c.V, s.2240, no: 5672; Müslim, Sahîh, c.I, s.68, no: 46; Tirmizî, Sünen, c.IV, s.659, no: 2500; Ebû Dâvud, Sünen, c.XIII, s.367, no:4487; İbn-i Mâce, Sünen, c.IV, s.339, no: 5154; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.267, no: 7615; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.II, s.273, no: 516; Bezzâr, Müsned, c.II, s.394, no:7895; Kudàî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.I, s.286, no:467; Abdü’r-Rezzak, Musannef, c.XI, s.7, no:19746; İbn-i Asâkir, Mu’cem, c.I, s.24, no:34; Ebû Hüreyre RA’dan.

375

(خ. م. ت. ه. حم. حب. عن أبي هريرة


(Men kâne yü'minü bi’llâhi ve’l-yevmi’l-âhiri, felyekul hayran ev li-yasmüt.) “Allah'a inanan, ahiret gününe inanan insan, mümkünse hayır söylesin. Bilgisi varsa, malûmatı varsa hayra ait; o hayırları söylesin. Böyle bir sözü yoksa sussun, sükût etsin!”

Ya hayır söyle, ya da sus! Hayır söylemeyeceksen, sus bari. Yani, hiç olmazsa boş konuşma.


أوهلُ العَبادَةَ الصهمْتُ (هناد عن الحسن مرسلاً)


(Evvelü’l-ibâdeti es-samtü)51 [İbadetin evveli sükût etmektir.] Boş konuşmamak, sükût etmek, o da ibadettir.

Beni şaşırtan, sürpriz olan benim için; ilk okuduğum zaman hayret ettiğim konulardan birisi: sükûtun da ibadet olduğunu ilk okuduğum zaman şaşırmıştım. Namaz kılmak ibadettir, biliyoruz. Oruç tutmak ibadettir, biliyoruz. Hacca gitmek ibadettir, Kur’an okumak ibadettir, zikir çekmek ibadettir... Biliyoruz ama, sükûtun ibadet olduğunu ilk okuyunca, çok şaşırmıştım ben… “Allah Allah, bak, susmak da ibadetmiş!” diye.

Tabii, susmak da ibadet... Tefekkür etmek, düşünmek de çok büyük bir ibadet. En sevaplı ibadetlerden birisi, insanın düşünmesi…

Düşüneceğiz. Yani, şöyle neler düşünebilir insan?.. Allah’ın nimetlerini düşünür, kudretini düşünür, hikmetini düşünür, olayların arkasındaki derin anlamlan düşünür, yarattığı mahlûkatın güzelliğini düşünür...

Birileri hakkında hayır düşünür, kendisi hakkında iyi şeyler düşünür... “Yarın şuraya gideyim, şu hayrı yapayım, şu iyi işi yapayım!” diye düşünür... Ya da, eski hayatında yaptığı hatalarını düşünür... Onlara tevbe eder. Hàsılı, düşünmek çok sevaplı bir



51 Hünnâd, Zühd, c.II, s.546, no:1130; Hasan-ı Basrî Rh.A’ten.

Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.350, no:6885; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XLI, s.287, no:44930.

376

ibadettir.


لاَ عَبَادَةَ كَالتهفَكُّرَ (أبو بكر بن كامل ، وابن النجار عن علي)


(La ibâdete ke’t-tefekkür)52 “Tefekkür etmek kadar kıymetli ibadet de olmaz.”

Tefekkür ibadettir, bir de sükût etmek ibadettir. Demek ki netice itibariyle, elimizde tesbih olacak. Mümkün olduğu kadar az konuşacağız, gerektikçe konuşacağız, gerekli sözleri söyleyeceğiz. Gereksiz konuşma, mâlâyâni, yani anlamsız boş laflar ile ömür tüketmeyeceğiz, nefeslerimizi boşa harcamayacağız.

Boş sözler nerede olur? Boş sözler erkekler için, kahvede olur... Sabahtan akşama oyun oynuyorlar. Ömür de boşa gidiyor, laflar da boş... Kahvede hayırlı bir şey konuşulmaz, işe yarar bir şey konuşulmaz.

Bazen hanımların sohbetlerinde olur... Birbirlerini ziyarete giderler, o ziyaretlerde anlamsız, işe yaramayan sevapsız, hatta günah, hatta dedikodu, gıybet, konuşmalar olabilir. Tabii gıybet günahtır, dedikodu günahtır, laf taşımak günahtır, kalp kırıcı sözler günahtır. Bunları kesinlikle yapmaması lâzım erkek ve kadın müslümanların… Fakat, mâlâyâni konuşmak da tehlikelidir. Yani, anlamsız, boş konuşmak da tehlikelidir.

O halde biz dikkatli olacağız, boş da konuşmayacağız. Konuştuğumuz zaman, bir faydası olduğu takdirde konuşacağız. Ya konuşacağız, ya da faydasızsa, boşsa konuşmayacağız.


Bu bir büyük edeptir. Tasavvufî ahlâkın, tasavvufi âdâbın



52 Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.III, s.68, no:2688; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.IV, s.157, no:4647; Kudàî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.II, s.38, no:836; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.II, s.36; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.V, s.179, no:7889; Mizzî, Tezhîbü’l-Kemâl, c.VI, s.239; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XIII, s.256; Hz. Ali RA’dan.

İbn-i Ebi’d-Dünyâ, Vera’, c.I, s.122, no:216; Hz. Hasan RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.XVI, s.163, no:44135; Keşfü’l-Hafâ, c.II, s.2039, no:3038; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XVI, s.446, no:17233.

377

önemlilerinden birisidir. Biraz güldüm okuduğum zaman... Eski büyük evliyaullahtan birisinin hayatını okuyordum, Abdü’l-Ehad-i Nuri Hazretleri diye. Rasûlüllah Efendimiz’i rüyasında görmüş de, on yedi defa çağırmış. Her seferinde bir başka makam vermiş kendisine... Böyle büyük bir zat bu Abdü’l-Ehad-i Nuri Hazretleri.

Hacca gidiyormuş, bir başka şeyh efendi müridini buna hizmet için vermiş. Git o şeyh efendi hacca gidiyor, yolda lâzım olursun; hizmet et... Suyunu getiriverirsin, ibriğini tutuverirsin, peşkirini tutuverirsin, yemeğini hazırlayıverirsin ve sâire... Hizmet için onu göndermiş. Şeyh efendiyle beraber hac edip gelmişler.

Yolda şeyh efendi sormuş:

“—Evlâdım, senin ismin ne?” diye.

O da:

“—Efendim, benim ismim Ahmed, ben Aydınlıyım. Babam şu işi yapardı, dedem şu işi yapardı. İstanbul’a şu zamanda geldik…” filan diye geniş bilgi vermiş kendisi hakkında…

Ses çıkartmamış şeyh efendi, büyük zat, evliyaullah’tan... Çok kıymetli eserleri var, kütüphaneler dolusu eseri var.

Hacdan dönmüşler. Öbür şeyh efendi karşılamağa gelmiş bunu… Sormuş:

“—Efendim, bizim derviş size güzel hizmet etti mi? Huyu nasıl?” filan demiş.

“—İyi, fena değil, sağ olsun, hizmet etti ama biraz çok konuşuyor.” demiş. Yani, sorulandan birazcık fazla konuştuğuna bile razı olmamış, Eskiler böyle âdâba riayet ederlerdi.


Ben de hatırlıyorum. Ben çok eski bir insan değilim ama, biz babamızın yanında konuşamazdık, sofrada konuşamazdık. Babamız bir şey sorsa, kısaca cevap verirdik, susardık. Birbirimizle konuşmak mümkün değil, babamıza bir söz söylememiz mümkün değil, annemize bir söz söylememiz mümkün değildi. Böyle büyüklerin olduğu yerde küçükler hiç konuşmazdı, susarlardı. Böyle ince ince âdâbı vardı işin... Böyle bir aile ahlâkı vardı.

Tabii bunların hepsi, dini bir takım esaslara dayanıyor. Boş

378

konuşursa insan, ahirette başı derde girecek. Binaen aleyh, konuşmasın, elinde tesbih, Allah desin.

Geçen gün camide dua yapıyoruz, önümüze kâğıtlar geldi. Mâşâallah, çalışan çalışıyor. Kimisi yetmiş bin Kelime-i tevhid

çekmiş, kimisi dört bin dört yüz kırk dört Salât-ı tefriciye okumuş, kimisi bin Salâten tüncîna okumuş… Bunlar hep zamanı boş geçirmeyenlerin işleri… İşte, elinde tesbih çekiyor.

Ötekisi boşa geçirdi o vakti. İkisi de aynı günü beraber yaşadılar. Birisi yetmiş bin Kelime-i tevhid çekti, sevap kazandı; ötekisi sustu, bir şey yapmadı, boşuna sağa-sola baktı, bir şey kazanamadı. Bir de tabii günaha da girebilir. Birinci edep, birinci konu bu çıktı.


Tabii, insan bir konuşmada dinin her şeyini anlatamaz. Ama kısaca tabii, dini de anlatmak mümkün. “İslâm nedir? İslâm tevhid dinidir. İslâm nedir? İslâm güzel ahlâk dinidir.” dersin kısaca. İslâmî bütünüyle de anlatırsın ama bütünüyle anlatmak başka…

Bir de insanın çocuğuna bir şeyi güzelce öğretmesi başka, teferruatlı öğretmesi başka… Bak evlâdım. İğneyi böyle al, şuradan şöyle batır, buradan şöyle çıkar. Sonra, şuradan şöyle dola, şuradan şöyle geçir.

Bak, bu dikişe teğel derler, buna sarma derler, buna bilmem ne derler… Yani bir şeyi öğretmek için, işi teferruatlı anlatmak gerekiyor. Onun için, teferruatlı bilgi de kıymetlidir, o da lâzım! Bu da, İslâmî âdâbın teferruatından birisi oldu ama inşâallah faydasını görürüz. Çünkü boş konuşanlar dünyada, ahirette günahı en çok olanlar olacakmış. Boşuna konuşmayalım, boşuna nefes tüketmeyelim, harcamayalım da; dolusuna harcayalım!

Dolusu nedir? Zikretmektir, Kur’an okumaktır, tefekkür etmektir.


b. Deccal’dan Önce Aldatıcı Seneler Olması


Sayfada ikinci hadis-i şerif… Deccal’le ilgili hadis-i şerif çıktı

379

karşımıza… Peygamber Efendimiz buyurmuş ki, Ahmed ibn-i Hanbel’in, Enes RA’dan rivayet ettiğine göre:53


إَنه أَمَامَ الدهجهالَ سَنَينَ خَدهاعَةً، يُكَذهبُ فَيهَا الصهادَقُ، وَيُصَدهقُ فَيهَا


الْكَاذَبُ، وَيُخَوهنُ فَيهَا اْلأَمَينُ، وَ يُؤْتَمَنُ فَيهَا الْخَائَنُ، وَ يَتَكَلهمُ فَيهَا


الرُّوَيْبَضَةُ. قَيلَ: وَمَا الرُّوَيْبَضَةُ؟ قَالَ: الْفَاسَقُ يَتَكَلهمُ فَي أَمْرَ الْعَامهةَ (حم. عن أنس)


RE. 117/2 (İnne emâme’d-deccâli sinîne haddâaten, yükezzebü fîhe’s-sàdıku, ve yusaddaku fihe’l-kâzibu, ve yuhavvenu fîhe’l- emînü, ve yu’temenü fîhe’l-hàinü, ve yetekellemü fîhe’r-ruvaybıdah.

Kîle: Ve men ruveybidah? Kàle: El-fâsiku yetekellemü fî emri’l-âmmeh) Sadaka rasûlü’llah.

Şimdi, biliyorsunuz ahir zamanda Deccal çıkacak... Bu dünyanın sonu yaklaştığı zaman, ahir zaman diyoruz; dünyanın bozulmasına yakın zamanda Deccal çıkacak ama, Deccal’ın gelmesinden evvel de, aldatıcı seneler geçecek. Yani, insanlar ters, aldanan, insanların aldandığı, yanıldığı seneler olacak. Deccal’dan evvel... Yani, dünya bozulacak ama, bozuluncaya kadar da, Deccal’dan evvel bir çok şeyler olacak.

Şimdi bu aldatıcı senelerde, Deccal’dan evvel gelecek kötü insanların yaşadığı zamanlarda neler olacak? Peygamber Efendimiz anlatıyor:


(Yükezzebü fihe’s sàdık) “Doğru sözlü insan yalancı sayılacak, o devirlerde, (ve yusaddaku fihe’l-kâzibu) yalancı insan da, baş tacı



53 Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.III, s.220, no:13322; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.VI, s.378, no:3715; Tahavî, Müşkilü’l-Âsâr, c.I, s.466, no:398; Enes ibn-i Mâlik RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.XIV, s.229, no:38511; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VIII, s.393, no:7559.

380

olacak; tamam, sen doğru söylüyorsun denilecek. (Ve yuhavvenü fîhe’l-emîn) Güvenilen iyi insan, hain damgası yiyecek; (ve yu’temenü fihe’l-hain) ve asıl hain insanlara da itimad olunacak.” Yanlış.

(Ve yetekellemü fihe’r-ruvaybıdah) “O zamanlar, böyle basit- değersiz insanlar konuşacak. (Kîle: Ve men ruveybidah?) ‘Kim bunlar, nedir bunlar?’ diye soruyorlar. (Kàle: El-fâsiku yetekellemü fî emri’l-âmmeh) ‘Bu fasık kimselerdir ki, Halkın, umumi işleri hakkında konuşurlar. Yani, halkı yönetirler, söz sahibi olurlar.’ deniliyor.”


Şimdi, bu hadis-i şeriften biliyoruz ki, dünya yavaş yavaş bozulacak. Peygamber Efendimiz geldi, Allah’ın emirlerini insanlara bildirdi... Ondan sonra da haccettiği zaman insanlara hem sözlerini söylemiş, hem de elini kaldırmış demiş ki:

“—Ya Rabbi, şahid ol, bak! Tebliğ ettim. Ya Rabbi, şahid ol, bak! Tebliğ ettim!” demiş.

Hepsini tebliğ etti, emaneti eda eyledi, Peygamberliğini güzelce yaptı, insanlara hakkı öğretti ve yaşadı... Ahirete, Mevlâsına kavuştu... Ahirete irtihal eyledi. Ondan sonra gelen insanlar aşk ile, sevk ile Kur’an’a sarıldılar, ilimleri geliştirdiler; çok büyük alimler yetişti müslümanların arasından… Müslümanlar çok ilerledi, dünyaya hakim oldular. Asya’ya, Afrika’ya, Avrupa’ya yayıldılar.

Hatta, Afrika’nın çok büyük bir Mali İmparatorluğu varmış. O imparatorun oğlu, iki yüz gemiyle Okyanus’a açılmış, Amerika’ya bile gitmiş... Kristof Kolomb’dan ne kadar, ne kadar önceki yıllarda Amerika’ya bile varmışlar. Mâşâallah, müslümanlar zamanında…


Şimdi bunlar böyle olacak da, ondan sonra dünya tekrar bozulacak. İnsanlar kötüleşmeye başlayacak. İslâm unutulacak, İslâm gerileyecek. Yayıldığı yerlerden geriye, geriye, geriye, geriye gelerek sadece Medine’de kalacak. Yani, Deccal her tarafa hakim olacak, bir Medine’ye giremeyecek. Peygamber Efendimiz’in

381

Medine’sini melekler kolladığı için, oraya giremeyecek ama, her yer bozulacak.

O zaman, dünyanın bozulduğu zamanda, iyi insanlara kötü insan muamelesi yapılacak, hor gözle bakılacak, itilip- kakılacak; kötü insanlar baş tacı olacak. Hain insanlar iyi insan, güvenilir insan gibi işlerin başına gelecekler... İyi insanlar da, hain insanmış gibi hapislerde çürüyecekler.

Bu neden oluyor? İnsanlar dini unuttuklarından oluyor. Hakikaten şimdi zamanımızda, İslâm ülkelerinde böyle haller başladı. Onun için, bu hadis-i şerif önemli.


Şimdi bakıyoruz, soruyorum:

“—Endonezya’da iki yüz milyona yakın müslüman varmış. Nasıl durumları?”

“—Hocam, müslümanların alimleri hep hapiste... Müslüman olanlar takibat altında… Misyonerler geliyorlar, köylerdeki halkı kandırıp hristiyan yapıyorlar. Para verip hristiyan yapıyorlar.” diyorlar.

Şu Endonezya, Avustralya’nın üst tarafındaki büyük İslâm memleketi…

Mısır’da şehirlerde, müslüman, mütedeyyin insanları takip ediyorlar, sokaklarda öldürüyorlar.

Cezayir’de müslümanlar seçimi kazandığı halde, hükümeti ona vermedi ordu… Silahı eline aldı, müslümanları öldürüyor sokaklarda... Yani, Allah diyen, dürüst olan, haram yemeyen, rüşvet almayan insanlar hapiste… Onlara kötü insan gibi bakılıyor, görülüyor ama; gerçekten kötü insanlar da işin başında... Hükümetin başına geçiyor, bakan oluyor, hırsızlık yapıyor, arsızlık yapıyor.


Yani, bu şunu gösteriyor ki, ahir zamana gelmişiz, dünyanın sonuna yaklaşmışız; Deccal’in çıkması zamanı yakınlaşmış. Ne yapmak lâzım? O zaman kendimizi kurtarmağa çalışmamız lâzım!

“—Yaaa, demek ki kıyametin kopması yakın… O halde ben tevbe edeyim, o halde ben iyi insan olayım, o halde ben gafleti

382

bırakayım, o halde ben Allah’ın emrini tutayım, Allah’ın yolunda yürüyeyim. Ne olur, ne olmaz; bakarsın Deccal çıkıverir, bakarsın kıyamet kopuverir.” diye tedbirli olmak lâzım!

Peygamber SAS Efendimiz bir hadis-i şerifinde buyurmuş ki:54


إَذَا مَاتَ أَحَدُكُمْ، فَقَدْ قَامَتْ قَيَامَتَهُ (الديلمي عن أنس)


(İzâ mâte ehadüküm, fekad kàmet kıyâmetehû) “Sizden biriniz öldü mü, onun kıyameti kopmuştur.”

İnsan öldü mü, vefat etti mi, onun kıyameti kopmuş demektir. Artık ona başka kıyamete lüzum yok! Onun için, ne zaman öleceğimiz belli olmadığından; belki biraz sonra oluveririz.

Onun için, kıyameti beklemekten ölüm bize daha yakın olduğundan; ölüm insanın özel kıyameti olduğundan; insanın daima ölüme hazırlıklı olması lâzım! Hele hele iyi bir müslümanın, iyi bir dervişin daima ölüme hazır olması lâzım!


Hatta, ben bazen anlatıyorum dervişliği, tasavvufu. Burada da kâğıt göndermişler, ders tarif edin. Tasavvufa girmek istiyoruz filan diyor. Tasavvuf güzel Ahlâk demek, tasavvuf takvâ yolu demek, tasavvuf ihlaslı müslüman olmak demek de; bir de diyorum ki, tasavvuf ölüme hazırlanmak demek… Derviş, ölüme hazırlanmış insan demek, ölüme hazırlanan insan demek...

Yani, ne demek? “Hadi bakalım artık vâden yetti, ver bakalım emaneti; ver canını!” deseler, her şeyi yerli yerinde hazır. Arkada çözümlenmemiş bir problemi kalmamış.

Ölümün ne kadar yakın olduğunu anlamak için bir misalle, yakın bir zamanda olmuş bir hadiseyi size anlatayım:


Mirac kandilinde bir doçent [Selçuk Eraydın], bir profesör, İlahiyat Fakültesi’nden geldiler. İstanbul’da bizim camimizde,



54 Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.1, s.285, no:1117; Enes ibn-i Mâlik RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.XV, s.686, no:42748; Keşfü’l-Hafâ, c.1, s.189, no:500; Câmiü’l-Ehàdîs, c.IV, s.65, no:2781.

383

İskender Paşa Camii’nde; yani Mehmed Zâhid Kotku Hocamız’ın camisinde vaaz ettiler. Mirac kandili üzerine, Mirac’ın ehemmiyeti üzerine vaaz verdiler. Yatsı’yı kıldıktan sonra izin istediler. Zaten konuşma olmuştu. Otomobil’e bindiler, gittiler.

Biz de camide, çok hatimler indirilmişti, çok kelime-i tevhidler çekilmişti, onların duasını yaptık. Hatta, ben onların gitmesini istemedim.

“—Yahu, bu mübarekler madem vaaz verdiler, gitmeseler, camide biraz daha otursalar da, bu hatimlerin duası yapıldığı zaman onlar da istifade etseler.” dedim.

Çünkü duaya katılanların hepsi istifade edecek. Gitmelerini

istemedim. Hatta yol tıkalıymış, çok izdihamlıymış, köprü tıkalıymış, bir tanesi demiş ki:

“—Yahu bak, Hocamız razı olmadı galiba? Bak yol tıkalı... Bu akşam evimize gidemeyeceğiz galiba?” demiş, ağzından böyle bir söz de çıkmış.

Neyse, tıkanıklıkta beklemişler, ilerlemişler, köprüyü geçmişler; ileride bir kaza olmuş, trafik kazası… Evine gitmeden, bir tanesi orada kanlar içinde vefat etmiş.


Bir gece evvel Mirac gecesinde, bizim caminin vaaz kürsüsünde vaaz veren insanın, ertesi gün cenaze namazını kıldık; ertesi gün kara topraktaydı. Bir gün evvel vaaz veriyordu. Bu bize çok dokundu, çok ağlattı, bizi üzdü. İyi bir insandı, Allah rahmet eylesin... Cümle geçmişlerimizle beraber, ona da...

Yani, ecel başımızda, ne zaman geleceği belli olmaz. Dervişlik, ölüme hazırlıklı olmak demektir. Borçlarını ödeyecek, haklarını ödeyecek, herkesle helâlleşecek; günahlardan uzak olacak, hayırlı bir yolda olacak.

Bak şimdi, o kardeşimiz için biraz sevindik. Gündüz oruç tutmuş, Mirac kandilinde camide vaaz vermek için vazifeli geldi. Vaaz ne demek? Sevaplı bir şey demek... Gündüz oruç tutmuş, akşam doğru düzgün yemek de yememiş; iftarı da tam yapamamış. Bir arkadaşın verdiği üzümle, cevizle orucunu açmış. Aç, orucun açlığı midesinde... Vaazını verdi, daha evine

384

gidemeden, vazifede sayılır yani… Dinî bakımdan vazifeden dönüyor, vazife daha devam ediyor sayılır. Gitmek de vazifede sayılır, dönmek de…


İnsan hacca gitse, dönünceye kadar vazifede sayılır... Dönünceye kadar hacının duası makbuldür... Onun gibi yani. Hacıyı neden karşılarlar, evvelden? Evine girinceye kadar duası makbuldür hacının. Hac yolculuğu evine gelinceye kadar devam ediyor. O mübarek durumu. Ondan sonra evine geldi, çoluk- çocuğuna kavuştu mu, tamam... Artık mesele bitiyor, perde kapanıyor.

Şimdi o tabii böyle oruçluydu, Mirac kandilindeydi, yatsı namazını kıldıktan sonra arabaya bindiğine göre, abdestliydi de her halde… Evine gidemeden, abdestliyken vefat ediverdi.

İşte, ölüme her zaman hazırlıklı olması lâzım müslümanın… Yani, ne zaman geleceği belli olmaz. Hele dervişse, dâimâ hazırlıklı olmalı!..


Bir de hocalarımızdan bir esrarengiz hadiseyi size anlatıvereyim:

Bizim Hocamızın hocası, Mehmed Zâhid Kotku Hocamız’ı yetiştiren hoca... Halvete alıp da, ona hilafet veren hoca Mustafa Feyzi Efendi... Tekirdağlı’ydı Mustafa Feyzi Efendi Hazretleri… Mübarek bir ailedenmiş. Erkek kardeşi de Tekirdağ müftüsüymüş. Bakın olaylara şimdi, neler oluyor dünyada anlayın!

Bu Tekirdağ müftüsü de çok mübarek insanmış. Hocamızın hocası da zaten evliyâullah, o da mübarek bir insan... Bu Tekirdağ müftüsünün evinin iki kapısı varmış. Bir kendisinin girdiği kapısı, bir de misafir kapısı... Hiç akşamları yalnız yemek yemezmiş, misafirsiz yemek yemezmiş.

Sofrasında misafir yoksa kalkarmış, otel yoktu eskiden; han odalarını ararmış... Bekârların kaldığı, işçilerin kaldığı evleri ararmış; “Hadi buyurun, çorbayı bizde içelim!” diye onları alırmış, böyle garibanları sofrasına toplayıp, onlarla yemek yermiş. Yalnız

385

yemezmiş yemeği… Böyle hayırsever bir insan...


Bir seferinde iki kişi ziyaretine gelmişler. Ziyaret bittikten sonra kapıya gidince, birisini çağırmış geriye; “Bir dakika gel!” demiş. Gelmiş, fıs fıs bir şey konuşmuşlar. Müftü efendi çağırdığı adamla gizli bir şey konuşuyor. O da demiş ki:

“—Baş üstüne efendim! Hay hay, emredersiniz efendim!”

Gayet böyle teslim, “Tamam efendim, hay hay!” demiş.

Öteki ikinci adam, bizim bir Fâzıl amcamız vardı, onun babası… O da sıkıştırmış onu:

“—Müftü efendi seni geriye çağırdı, ne söyledi?”

O da demiş ki:

“—Bir sır söyledi, özel bir şey, söylenmez.” demiş.

“—Yok yahu, çok merak ettim. Bana söyle!”

“—Yahu söylenmez.” demiş.

İşte ant mı verdi, Allah aşkına mı dedi, ne dediyse, sonunda söylettirmiş. Müftü efendi demiş ki:

“—Bize ahiretten davet vaki oldu, emir geldi. Biz seninle ahbabız, çocukluğumuz beraber geçti, iyi arkadaşız; hadi yarın beraber gidelim ahirete...” demiş.

Bu da, “Pekiyi efendim, hay hay, emredersiniz!” demiş.

Yahu pikniğe gitmiyor, ahirete gidiyor, “Pekiyi efendim!” diyor. “Benim çoluk-çocuğum var, daha şu isi yapmadım!” ve sâire filan der insan; hani bir sürü laf söyler. “Daha ben hazır değilim, dur bakayım biraz daha; hacca gidecektim!” der, bilmem ne der. Hayır, “Başüstüne efendim!” demiş.


Tekirdağlı şivesiyle Fâzıl Amca, babasının bu hatırasını anlatıyordu. Allah ona da rahmet etsin. O da böyle beş vakit namaza devam eden iyi bir insandı, hayırsever bir kimseydi:

“—Tübe vallah…” diyor. Tevbe demiyorlar da onlar, Tekirdağlılar, tübe diyor. “Tübe vallah, ertesi gün ikisi birden öldü be!” diyor. Hem müftü efendi, hem de o gel beraber gidelim dediği kimse ertesi gün vefat ediyor.

Bak, ne kadar hazır ki ölüme, müftü efendi, “Sen benim

386

arkadaşımsın, gel ahirete beraber gidelim!” deyince; “Olur efendim, baş üstüne!” diyor da, gidiveriyor. Dervişlik bu işte...


Borcu olmayacak, derdi olmayacak, takıntısı olmayacak, karışık işi olmayacak, hatalı işi olmayacak; her zaman hazırlıklı olacak... Dervişler hazır asker. Allah der ne yapar? Böyle bir ilâhi var… Neyse yani, işte böyle ölüme hazırlıklı olmak lâzım!..

Tabii, bir de Deccal çıkacak. Deccal çıkacak ama, Deccal’dan evvel de ortalık karışacak... Bu hadis-i şeriften o anlaşılıyor.

Zaten karıştı Hocam, zaten karıştı. Evet, biz de biliyoruz. Zaten değil böyle gayrı müslimlerin memleketleri, müslümanların memleketleri bile bozuldu. Müslümanların kızları açıldı, kadınları açıldı, plajlar dolu, sinemalar dolu… Televizyonlar berbat, mecmualar felâket, gazeteler rezalet… Okullar öyle, öğrenciler böyle, ailenin, yuvanın huzuru şöyle, evlatların hali şöyle…


Ben daha Üniversiteye giderken, yani bundan otuz küsur sene önce, Erenköy’de oturuyorduk, orada duydum: Evin kızı gece iki buçukta gelmiş eve… Annesi de sormuş:

“—Kızım utanmıyor musun, bu vakitte ne arıyorsun dışarıda? Bu vakte kadar neredeydin?” demiş.

Kız: “—Sana ne, sen bana karışamazsın!” demiş.

Kıyamet alâmetlerinden birisi diyor Peygamber Efendimiz, bir hadis-i şerifinde: Cariyenin hanımefendisini doğurmasıdır. Cariye, köle demek… Yani, kölenin hanımefendisini doğurması? Allah Allah, kölenin çocuğu da köle olur. Kölenin hanımefendisini doğurması ne demek?

Alimler bunun üzerinde düşünmüşler, köle çocuk sahibi olsa bile, o da köle olur. Hizmetçinin çocuğu hizmetçi olur. Yani, bu hanımefendisini doğurması ne demek? Yani, sanki anneler cariye, köle; sanki kızlar onların hanımefendisi… Kıyamet alâmeti.

“—Bak, anne şunu yap, bunu yap!”

“—Pekiyi evlâdım, baş üstüne evlâdım, yapayım evlâdım!”

“—Kızım sen şunu yap, bunu yap…”

387

“—Hayır, sen bana karışamazsın anne!”

Çünkü söz çocukta…


Şimdi niye böyle kız çocuğu söylemiş Peygamber Efendimiz? Erkek çocuk biraz havalıdır, haylazlık yapabilir. Eh, erkektir derler. Yani, hani sokakta gezdi, huyu bozuldu; biraz böyle Kahvede, şurada burada kötü huylar kaptı. Ama, kız çocuğu eskiden anasının dizinin dibinde dururdu... Ev kızıydı, hanım hanımdı. Böyle anasına babasına çatmazdı, karşı gelmezdi. Gece iki buçukta eve gelmezdi. Pantolon giyip efelik yapmazdı. Ne oldu? Yani ortalık bozuldu, dünya bozuldu.


Demek ki, muhterem kardeşlerim! Sizin için hangi konuyu konuşayım derken, kur’a ile açtığımız sayfanın birincisi: dilimize sahip olacağız; bu konu çıktı. İkincisi de: Deccal’la ilgili bir hadis çıktı ki, bundan ne ders çıkıyor?

Aman. Deccal gelebilir, bu Deccal’ın geleceği zamanki haller belirdi, cemiyet bozuldu, toplum bozuldu; insanların ahlâkı değişti. İyiler itilip, kakılıyor, başörtülüler atılıyor, sakallılar işten çıkartılıyor; namazlılara, niyazlılara, müslümanlara kızıyorlar.

Çalgıcılar rağbette, türkücüler, hanendeler-sazendeler- dansözler milyoner, milyarder oluyor. Ötekiler sıkıntı çekiyor.. Ha, demek ki Deccal’ın çıkacağı zamanlar, demek ki biz dinimize sahip olalım da; ahiretimizi kurtaralım... Çoluk-çocuğumuza sahip olalım da, onları yanlış yollara saptırmayalım. Aman... Kur’an yolunda yürüyelim. Aman... Rasûlüllah’in sünneti seniyyesi yolunda yürüyelim. Aman... Biz şaşırmayalım. Aman... Biz şeytana uymayalım. Aman... Kendimizi ateşlere yakmayalım. Aman... Evlâtlarımızı cehennemde cehennem kütüğü gibi cayır cayır yanacak şekilde yetiştirmeyelim diye bir ders. Bu da ikincisi...


c. Müslümanların Abdest Azalarından Tanınması


Bir hadis-i şerif daha okuyayım, sözü fazla uzatmayayım.

388

Çünkü uzun söz iyi değil, hatırda kalmaz, üç tane yeter. Kısa bir hadis-i şerif, burada:55


إن أُمهتَي يُدْعَوْنَ يَوْمَ القيَامَةَ غُرًّا مُحَجهلَينَ مَنْ آثَارَ الْوُضُوءَ، فَمَنَ


اسْتَطَاعَ مَنْكُمْ أنْ يُطَيلَ غُرهتَهُ فَلْيَفْعَلْ (خ. م. ض. حب. عن

أبي هريرة)


RE. 117/5 (İnne ümmetî yüd’avne yevme’l-kıyâmeti gurran muhaccelîne min âsâri’l-vudùi, femeni’steta’e minküm en yutîle gurretehû felyef’al)

Bu, Buhari’nin, Müslim’in, Ebû Hüreyre RA’dan rivayet ettiği sahih bir hadistir. Abdest almanın ne kadar güzel bir şey olduğuna dair bir hadis-i şerif çıktı karşımıza, bunu da okuyuverelim, hadisler bitsin.

Buyurmuş ki, Peygamber Efendimiz:

“—Şüphesiz benim ümmetim kıyamet gününde, mahşer yerinde çağrıldığı zaman; abdest izlerinden yüzleri, elleri, ayakları pırıl pırıl ışık saçarak, nurlu olarak gelecekler. Kimin yüzünün parlaklığını arttırmaya gücü yeterse, bunu yapsın; Yâni çok abdest alsın!” Bu pırıltı, nurluluk nereden olacak? Abdest aldıkları zaman yıkadıkları yerleri vücutlarının, pırıl pırıl nur saçacak... Öyle ayaklarından nur saçıyor, ellerinden nur saçıyor, yüzlerinden nur saçıyor vaziyette gelecekler ortaya… Çağırıldıkları zaman öyle

gelecekler. Rasûlüllah Efendimiz, “Bu benim ümmetim, bu benim ümmetim!” diye nurlarından bilecek.



55 Buhàrî, Sahîh, c.I, s.234, no:133; Müslim, Sahîh, c.II, s.49, no:363; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.334, no:8394; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.III, s.325, no:1049; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.III, s.16, no:2742; Begavî, Şerhü’s-Sünneh, c.I, s.178; Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.II. s.277; İbn-i Ebî Âsım, Müsned, c.I, s.190, no:603; Ebû Ya’lâ, Müsned, c.XI, s.294, no:6410; Ebû Hüreyre RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.IX, s.306, no:26134; Câmiü’l-Ehàdîs, c.VIII, s.398, no:7569.

389

Diyor ki, Peygamber Efendimiz: “İşte nurunu arttırmak isteyen arttırsın. Yani, abdesti güzel alsın!” demek istiyor.

Ebû Hüreyre RA, bu hadis-i rivayet eden sahabi, kollarını ta omuzuna kadar sıvarmış mübarek, oralarını da yıkarmış. Aslında tabii, dirsek kemiğini iki parmak geçecek kadar yıkadı mı yeter. Şu kadar yeter ama, yani arttırmak isteyen arttırsın dedi ya

Peygamber Efendimiz. Onun için, buraya kadar yıkarmış, fazla yıkarmış böyle ki, yarın buraları nur saçacak, ışıl ışıl olacak diye. Onun için, abdesti güzel alırmış.


Tabii, abdeste devam etsin filân manasına da alınabilir bu hadis-i şerifler. Muhterem kardeşlerim! İnsanı şeytan aldatır, insanı nefsi aldatır, insanı dünya aldatır, insanı ümit aldatır.

Ümidin aldatması nasıl? Ben çok yaşarım inşâallah diye ümid eder her insan. Hiç bir kimse yarın öleceğini düşünmez. Şimdi bana sorsanız, ben şimdi diyorum ki: otuz yıl, kırk yıl daha yaşarım. Çünkü, bakıyorum daha sağlam görünüyor eller, ayaklar; otuz yıl, kırk yıl daha yaşarım.

Ama bak, yaşamadı o doçent, vaaz kürsüsünden indi, evine gidemedi. Ümid insanı aldatır. Neden aldatır? Ben otuz yıl daha, kırk yıl daha yaşarım der insan; hacca o zaman giderim der, namaza o zaman başlarım der, tevbeyi o zaman yaparım der, iyi insan o zaman olurum der... Şimdi biraz gençliğimi süreyim de, biraz haylazlık yapayım da; sonra tevbe ederim. Allah tevbe edenleri affediyormuş, vaziyeti düzeltirim der...

Bu ne? Ümid… Nasıl aldatıyor? İleride düzeltecek diye aldatıyor. Yani, düzelmenin iyi olduğunu biliyor ama şimdi yapmıyor. Ne zaman yapacak? İleride... İleride yaşayacağına dair ümidi olduğundan aldanıyor. Bu da bir aldanmadır.


Şeytanın düşman olduğunu biliyoruz. Tamam. Şeytan boynuzlu, tırnaklı, kuyruklu, mel’un, mendebur bir mahlûk; Allah şerrinden korusun... Yani, insanın gözünden perdeler kalksa, şeytanı görse, korkudan dudağı uçuklar, sapsarı kesilir. O kadar böyle korkunç bir mahlûk…

390

Tamam, şeytanın düşman olduğunu biliyoruz. Nefsin de oyunlarını biliyoruz, içimizden gelen kötülükleri biliyoruz. O da düşman… Dünya da insanı aldatıyor, paraydı, puldu, zevkti, sefa

idi, eğlenceydi, dükkândı, bilmem ne filan derken; bu da tamam...

Ama bu ümidin aldattığını çok kimse bilmez, ümide aldanmayın, ümide kapılmayın; hazırlığınızı tam yapın, daima iyi insan olun...


Müftü efendi, “Hadi yarın ahirete beraber gidelim!” dediği zaman, kaç babayiğit gidebilir? Yoklayın kendinizi… Kimse gidemez, peki efendim diyemez; ölüme öyle hazırlıklı olun. Ölüme hazırlıklı olmak ne demek? Yani, cennete girecek gibi hazırlıklı olmak demek. Cehenneme düşmeyecek gibi işlerini ayarlamış olmak demek. Böyle yapmağa çalışın!

Allah bizi şu mübarek Şa’ban ayı hürmetine, bu mübarek ayın sahibi Muhammed-i Mustafası hürmeti ne; günahlardan sıyrılıp kurtulan, sevaplı işleri yapan, ömrünü hayırlı geçiren, aldatıcı şeylerin aldatmasına aldanmayan; hakiki, ihlaslı, takvâlı, pırıl pırıl tertemiz, nurlu müslümanlardan eylesin... Hem dünyada, hem ahirette saadet ehli eylesin... Saadete, selâmete erdirsin… Cenneti’yle Cemali’yle müşerref eylesin...

Hem kendilerimizi, hem de sevdiklerimizi; anamızla- babamızla, evlâtlarımızla, kardeşlerimizle, eşlerimizle, dostlarımızla; sevdiğimiz kardeşlerimizle Allah bizi cennette buluştursun, cemaliyle müşerref eylesin…


08. 01. 1996 – Sydney/Avustralya

391
14. HANIMLARA DERS TARİFİ