15. YARIN HESAP VAR!
Eùzü bi’llâhi mine’ş-şeytàni’r-racîm.
Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm.
El-hamdü li’llâhi rabbi’l-àlemin... Ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ecmaîn... Ve men tebiahû bi-ihsânin ilâ yevmi’d-dîn. Emmâ ba’d:
a. Her Şey Şahitlik Edecek
Peygamber SAS Efendimiz’in hadis-i kudsîlerinden cumanın vakti gelinceye kadar bir kaç tanesini okumaya çalışalım. Buyuruyor ki Peygamber Efendimiz SAS:
يَقُولُ الِلُّ تَعَالٰى: يَاابْنَ آدَمُ، مَلاَئَكَتَى يَتَعَاقَبُونَ بَاللهيْلَ وَ النههَارَ، وَ
يَكْتُبُونَ مَا تَقُولُ وَتَفْعَلُ، وَاْلأَرْضُ تَشْهَدُ عَلَيْكَ بَمَا تَفْعَلُ عَلَيْهَا،
وَالسهمَاءُ تَشْهَدُ عَلَيْكَ بَمَا يَصْعَدُ اَلَيْهَا، وَالشهمْسُ وَالْقَمَرُ تَشْهَدَانَ
عَلَيْكَ بَمَا تَشْهَدَانَ مَنْكَ، وَكَفٰى بَالِلَّ شَهَيدًا عَلَيْكَ، وَهُوَ مُطهلَعٌ
عَلَيْكَ، وَهُوَ اَعْلَمُ بَخَطَرَاتَ قَلْبَكَ، وَمَا تُوَسْوَسُ بَهَ نَفْسُكَ . يَاابْنَ
آدَمَ، عُمْرٌ قَلَيلٌ وَاَنْتَ مَيِّتٌ، فَكَفٰى بَالْمَوْتَ شُغُلاً شَاغَلاً. يَاابْنَ
آدَمَ، اَعْلَمْ اَنه الْحَلاَل يَاْتَيكَ قَطْرَةً، وَالْحَرَامُ يَاْتَيكَ كَالسهيْلَ؛ فَمَنْ
صَفَا عَيشُهُ، صَفَا دَينُهُ .
(Yekùlü’llàhu Teàlâ) “Allah-u Teàlâ Hazretleri şöyle buyuruyor:” Tabii Allah-u Teàlâ Hazretleri, Peygamber SAS Efendimiz’in gönlüne böyle buyurmasını ilham ediyor; onun üzerine o da bildiriyor.
(Ye’bne âdem!) “Ey Ademoğlu!” Hepimiz Hazret-i Âdem atamızın soyundan geldiğimiz için, Âdemoğlu diye anılıyoruz. Yâni, maksat biz insanlar... Tabii Arapçasında tekil şahıs olarak hitab ediyor ama, hepimize hitab olduğu için, herkese topluca söylenmiş gibi, “Ey insanlar!” denmiş gibi oluyor.
“Ey Âdemoğlu! (Melâiketî yeteàkabûne bi’l-leyli ve’n-nehâri aleyke) Benim meleklerim gece gündüz seni takip ediyorlar, peş peşine senin üzerine nöbet tutuyorlar. Yâni birisi ayrılsa nöbetten, ötekisi onun arkasından geliyor aynı vazifeye devam ediyor. Melekler sizi takip etmekte... (Ve yektübûne mâ tekùlü ve tef’alü) Senin söylediğin her şeyi ve yaptığın her işi onlar yazıyorlar. Hiç bir an, hiç bir yerde o melekler yanından ayrılmıyor, söylediğini ve yaptığını kayda geçiriyorlar; söylediğin de yazılıyor, yaptığın işler de tespit olunuyor.”
وَاْلأَرْضُ تَشْهَدُ عَلَيْكَ بَمَا تَفْعَلُ عَلَيْهَا،
(Ve’l-ardu teşhedü aleyke bimâ tef’alü aleyhâ) “Yeryüzü de onun üzerinde senin yaptığın her şeye şahitlik edecek.”
Bizim, dünyada konuştuğunu duymadığımız görmediğimiz varlıkları da Allah-u Teàlâ Hazretleri ahirette konuşturacak. Biliyorsunuz, Yâsin Sûresi’nde, ellerin, ayakların, insanın aleyhine şahitlik edeceğini her sabah okuyoruz.
وَالسهمَاءُ تَشْهَدُ عَلَيْكَ بَمَا يَصْعَدُ اَلَيْهَا،
(Ve’s-semâü teşhedü aleyke bimâ yas’adü ileyhâ) “Gökyüzü de senin amellerinden neler göğe doğru yükseliyorsa, onun şahidi olacak.”
Biliyorsunuz insanların yapmış oldukları ameller göklere yükseltiliyor melekler tarafından, Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin dergâhına arz olunuyor. Hattâ, bir hadis-i şerifte Peygamber SAS Efendimiz bizlerin, Ramazan’ın dışında da, pazartesi perşembe günleri oruç tutmamızı tavsiye etmiş. Buyurmuş ki:50
تُعْرَضُ اْلأَعْمَالُ يَوْمَ اْلإَثْنَيْنَ وَالْخَمَيسَ، فَأُحَبُ أَنْ يُعْرَضَ عَمَلَي
وَأَنَا صَائَمٌ (ت. عن أبي هريرة)
RE. 253/2 (Tu’radu’l-a’mâlü yevme’l-isneyni ve’l-hamîs) “Pazartesi perşembe günleri kulların yaptıkları, iyi kötü ameller Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin dergâhına melekler tarafından sunulur. (Feuhibbu en yu’rada amelî ve ene sàim) Ben de amellerimin oruçluyken arz edilmesini seviyorum. Onun için bu günlerde oruç tutuyorum.” buyurmuş Peygamber Efendimiz SAS.
Allah-u Teàlâ Hazretleri Kur’an-ı Kerim’de bildiriyor ki:
وَهُوَ مَعَكُمْ أَيْنَ مَا كُنْتُمْ (الحديد:٤)
(Ve hüve meaküm eyne mâ küntüm) “Ey kullarım, siz nerede olursanız olun, Allah sizinle beraberdir, yanınızdadır.” (Hadid, 57/4)
لََ تُدْرَكُهُ الأَْبْصَارُ وَهُوَ يُدْرَكُ الأَْبْصَارَ (الأنعام:٣٠١)
50 Tirmizî, Sünen, c.3, s.122, no:747; Begavî, Şerhü’s-Sünneh, c.III, s.287; Ebû Hüreyre RA’dan.
Neseî, Sünen, c.IV, s.201, no:2358; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.V, s.201, no:21801; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.III, s.377, no:3820; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.II, s.121, no:2667; Bezzâr, Müsned, c.I, s.403, no:2617; Ebû Nuaym, Hilyetü’l- Evliyâ, c.IX, s.18; Üsâmetü’bnü Zeyd RA’dan.
Taberî, Tehzîbü’l-Âsâr, c.III, s.249, no:986; Ümm-ü Seleme RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.8, s.564, no:24192; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XXXII, s.445, no:35531.
(Lâ tüdrikühü’l-ebsàr ve hüve yüdrikü’l-ebsàr) [Gözler onu göremez; halbuki o gözleri görür.] (En’am, 6/103)
İnsanların gözleri onu görmez ama, o insanları da görür, gözleri de görür, gözlerin içini de görür, insanın aklından geçeni de bilir, aklın içini de, kafanın içini de bilir.
“—Allah-u Teàlâ Hazretleri bizim yanımızda, her şeyi biliyor ama, neden melekleri pazartesi, perşembe günü Allah-u Teàlâ
Hazretleri’nin dergâhına arz ediyorlar bizim amellerimizi? Niye haftada iki gün? Her an Allah-u Teàlâ Hazretleri bizi görüyor.”
Burada Allah’ın büyük rahmeti var, Allah-u Teàlâ
Hazretleri’nin lütfu var üzerimize... Yâni, pazartesiden perşembeye kadar tevbe etme imkânı var... Perşembeden bir dahaki pazartesiye kadar insanın işlemiş olduğu günahlara tevbe etme imkânı var. Hemen çıkmıyor, hemen resmiyete ve kâğıtlara girmiyor, hemen ceza makbuzu kesilmiyor, bekleniyor. Pazartesiden perşembeye kadar, perşembeden öteki pazartesiye kadar bekleniyor. Yâni kul tevbe etse, Allah affedecek, bağışlayacak; sırf onun için, amellerin böyle haftada iki gün dergâh-ı izzete sunulması...
Allah her zaman, yapılır yapılmaz biliyor, yapılmadan önce biliyor, olacağı biliyor, istikbali biliyor, maziyi biliyor, gizliyi biliyor, aşikâreyi biliyor; söylediğimizi, söylemediğimizi, kalbimizdeki niyetimizi biliyor ama; pazartesi, perşembe arz
olunması, affına imkân sağlaması bakımından önemli oluyor.
İşte, göklere yükselir ameller; bunu bu hadis-i şeriften biliyoruz. Bir de Mi’rac hadis-i şeriflerinden biliyoruz ki, melekler bile, Cebrail AS bile göklerden geçerken, göğün vazifeli melekleri durdurup soruyorlar:
“—Ey filanca, dur bakalım, nereye gidiyorsun? Sen kimsin? “ “—Ben Cebrâil’im.” “—Pekiyi, yanındaki kim? “ “—O da Muhammed-i Mustafa, Allah’ın Rasûlü...” “—E, peki ona izin verildi mi buralardan öbür taraflara
geçmeğe? Davet olundu mu, izin var mı? “ “—Evet var; Mi’rac’a çıkacak, Allah izin verdi.” “—Peki, o zaman geçsin!” diyorlar.
Yâni meleklerin en yükseği, en kıymetlisi, en büyüğü olan Cebrâil AS bile semanın kapısından geçerken, semalardan geçerken, semanın vazifeli meleği durdurup soru soruyor: “Kimsin dur bakalım, nereye gidiyorsun?” diye. O da, “Ben Cebrail’im!” diyor. “Yanındakinin müsaadesi var mı?” diyor, onu soruyor. Yâni, Cebrail kendisi böyle izinsiz alıp bir şey götürür mü? “Onun da izni var, o da geçebilir.” diyor, o zaman geçiyor. Demek ki gökte göğün bekçileri melekler var ve meleklerin geçişini bile kontrol ediyorlar.
Ayrıca, insanların amellerini götürmesini de kontrol eder melekler.
“—Sen ne götürüyorsun?” “—İşte falanca Kur’an okudu, sevaplı işler yaptı, sadaka verdi filân... Onları götürüyorum yukarıya...”
Bazılarını geçirmezler, o semadan yukarıya geçirmez melekler. Neden:
“—Götür o adamın yaptığı o ibadeti onun başına çal, yüzüne vur, reddet onu!”
“—Niye?” “—Allah mürâîlerin ibadetlerini burdan öteye geçirme diye bana emretti. O adam mürâîdir, riyakardır. Onun için götür yüzüne çarp!” diyebilir melek.
Veyahut;
“—İhlâssız yapılmıştır o amel, ihlâssızları bu tarafa geçirmeğe izin yok; götür reddet, kabul edilmediğini bildir, yüzüne çal!” denilebilir.
Şimdi: Ey Adem oğlu! Benim meleklerim peş peşe, gece gündüz senin üzerinde nöbet tutuyorlar. Birisi bir nöbeti bitirince ötekisi geliyor, birisi bitirince ötekisi geliyor. (Ve yektübûne mâ tekùlü ve tef’alü) Söylediklerini, işlediklerini yazıyorlar. Yeryüzü, onun
üzerinde işlemiş olduğun işi şahit olarak biliyor görüyor. Ve o da bildirecek, ahirette şahit olacak:
“—Yâ Rabbi, bu adam benim üzerimde namaz kıldı. Geelong’a gidiyordu, veya Melbourn’a gidiyordu, Sydney’e gidiyordu. Namaz vakti gelince kenara çekildi, elini kulağına koydu, ezanı okudu. Benim üstümde namaz kıldı; şahidim.” diyecek, mekânlar da şahitlik edecek.
İnsanın a’zâları da şahitlik edecek. Hatta, insanoğlu kendi a’zâsına diyecek ki:
“—Ey benim a’zalarım. Niye benim aleyhime böyle şahitlik ediyorsunuz, söylüyorsunuz; olur mu yâni böyle ahbaplık? Benim a’zam değil misin? Benim elim, kolum, gözüm, dilim, dudağım, ağzım değil misin? Niye benim aleyhime böyle şahitlik verdiniz bu Mahkeme-i Kübrâ’da? Aleyhime konuştunuz, şahit oldunuz?”
قَالُوا أَنطَقَنَا الِلُّ الهذَي أَنطَقَ كُله شَيْءٍ (فصلت:٢١)
(Kàlû entakana’llàhu’llezî entaka külle şey’) “Her şeyi konuşturma kudretine sahib olan Allah bizi konuşturuyor.” (Fussilet, 41/21) “O konuşturunca bizim konuşmaktan imtinâ etmemiz mümkün mü? Susmamız mümkün mü, söylemememiz mümkün mü? Ondan söylüyoruz.” diyecekler.
İşte a’zâları söyleyecek, yer söyleyecek, şahitlik edecek. Ve gökyüzü de kendisinden nelerin geçtiğini, yukarıya doğru hangi amellerin geçtiğini söyleyecek, o da şahitlik edecek.
وَالشهمْسُ وَالْقَمَرُ تَشْهَدَانَ عَلَيْكَ بَمَا تَشْهَدَانَ مَنْكَ،
(Ve’ş-şemsü ve’l-kameru teşhedâni aleyke bimâ teşhedâni minke) “Ay ve Güneş de seni yukardan gözleyip, senin yaptıklarından şahit olduğu şeylere ahirette şahitlik edecekler: ‘Evet yâ Rabbi, gündüz şunu işledi, gece bunu işledi.’ diye söyleyecekler.”
Haa... burada asıl cümle geldi:
وَكَفٰى بَالِلَّ شَهَيدًا عَلَيْكَ،
(Ve kefâ bi’llâhi şehîden aleyke) “Şahit olarak Allah yeter, Allah’ın bilmesi, görmesi yeter. Başka şahide lüzum yok ama, Allah-u Teàlâ Hazretleri yere, göğe, Ay’a, Güneş’e a’zâlara, meleklere, semâya şahitlik ettirecek; kıskıvrak yakalanacak Mahkeme-i Kübrâ’da şahitlerin huzurunda, insanın ne yaptığı ne yapmadığı ortaya çıkacak. (Ve kefâ bi’llâhi şehîden aleyke) Sana şahit olarak Allah kâfiyken, onları da öyle şahitlik ettirecek.
وَهُوَ مُطهلَعٌ عَلَيْكَ، وَهُوَ اَعْلَمُ بَخَطَرَاتَ قَلْبَكَ، وَمَا تُوَسْوَسُ بَهَ نَفْسُكَ .
(Ve hüve muttaliun aleyke) Ve Allah-u Teàlâ Hazretleri sana muttalîdir, yaptıklarını biliyor. (Ve hüve a’lemü bi-hatarâti kalbike) Ve senin kalbine hutur eden, doğan fikirleri de senden daha iyi biliyor. Kalbinden ne geçirdin, niye niyet ettin neyi düşündün; kalbine ne geldi, aklına ne geldi; söylemedin ama, onu
da senden daha iyi biliyor. (Ve mâ tüvesvisü bihî nefsüke) Senin nefsin sana ne vesveseler verdi, için neler istedi, hevâ-i nefsin sana neler telkin etti. ne yapmak istedi canın; içinden ne arzular doğdu taştı, onları da biliyor.
Bu hadis-i kudsînin buraya kadar olan yerinden çıkacak ders ne: “Ey Ademoğlu, aklını başına topla! Hiç bir şey unutulmayacak, hiç bir şey gizli kalmayacak, her şey ortaya dökülecek, Mahkeme-i Kübrâ’da şahitler konuşacak; iyi de kötü de ne işlemişse, ahirette mahşer halkının karşısında hepsi dile gelecek söylenilecek; bak haberin olsun, kötü şeyleri işleme! İşleme ki mahşer halkına rezil rüsvâ olma, iyi şeyleri işle! Yarın Mahkeme-i Kübrâ var, hesaba çekileceksin, her şey şahit; ona göre ayağını denk al!”
Yâni, kimse beni görmüyor deme! Dağ başındayım, etrafta kimse yok, polis yok, etrafta adam yok, tenha bir yerdeyim deme;
çünkü melekler var... Melekler olmasa, yeryüzünün kendisi şahitlik edecek. Gökte ay güneş şahitlik edecek, semâ şahitlik edecek, çare yok. Senin kendi a’zân şahitlik edecek, bir işin gizli kalması bahis konusu değil... Ona göre iyi insan ol, kâmil insan ol, temiz insan ol, sâfî insan ol, Allah’ın sevdiği gibi bir insan ol!
Başka insanlar seni beğensin diye süsleniyorsun, tıraş oluyorsun... Allah razı olsun, Şeref Bey beni dün güzelce tıraş etti, tamam cuma hazırlığını yaptık; güzel elbiseleri giydik, ütülü pantolonları giydik, tertemiz yıkandık, donandık. Neden? Başka insanlara karşı bu donanma... Allah’a karşı donanmak nasıl olacak? Gönlünün temizliğiyle olacak. Yâni insanın dışını süsleyip de, içinin kirli kalması olur mu? Dışı tàhir, dışı temiz, içi pis olur mu?
Bir şişenin içine pislik koysan, dışını denizin kenarına götürsen, on sene yıkasan; şişenin içinde pislik olduktan sonra dışının yıkanması para etmez, içinde pislik var...
b. Ameller Niyetlere Göredir
Onun için, asıl kalbin temiz olması lâzım! Kalp nedir? Kalp
burası mıdır? Hani şu tık tık, tık tık, tık tık atıyor... Hani koyunun da kalbi var, tavuğun da kalbi var, çatalı batırıyoruz, hart diye yiyoruz; veya bir bıçak vuruyoruz ikiye ayırıyoruz, tavada kızartıyoruz yemek yapıyoruz... Hayır, kalp demek gönül demek, insanın iç alemi demek, insanın akletme vasıtası demek.
Kur’an-ı Kerim’de buyuruluyor:
لَهُمْ قُلُوبٌ يَعْقَلُونَ بَهَا (الحج:٦٤)
(Lehüm kulûbün lâ ya’kılûne bihâ) “O insanların kalpleri var ama akletmiyorlar kalbleriyle...” (Hac, 22/46)
Haa, demek ki kalp ne demekmiş? Akledici bir a’zâ demekmiş. Yâni yanlış anlaşılmasın, kalp deyince yürek anlaşılmasın, et parçası anlaşılmasın; insanın akletme vasıtası, anlama vasıtası
olan iç uzvu bu kapb... Türkçe’de bunun adı ne? Gönül...
Gönlünü temiz tutacak insan. Gönlünden neler geçiyor, iç aleminden neler geçiyor; o temiz olacak. Niyetin temiz olması çok önemli:51
إَنهمَا الأَعْمَالُ بَالنـيهاتَ (خ. م. د. ن. ه. حم. عن عمر)
(İnneme’l-a’mâlü bi’n-niyyât) “Ameller niyetlere göredir.”
Amellerin sevap veya günah olması, sonuç itibariyle niyetine göredir.
“—O ameli ne niyetle yaptın sen?”
“—Falancayı aldatmak için yaptım.” “—O zaman sevap yok!” “—E, canım güzel bir şey yaptım.”
“—Güzel bir şey yaptın ama, birisini aldatmak için güzel bir şey yaptın; oy almak için yaptın, kandırmak için yaptın, parasını çalmak için yaptın... E, o zaman kıymetli olmuyor, niyet önemli.”
O halde, bu hadis-i şerifin buraya kadar olan kısmından bizim
51 Buhàrî, Sahîh, c.I, s.1, no:1; Müslim, Sahîh, c.III, s.1515, no:1907; Ebû Dâvud, Sünen, c.I, s.670, no:2201; Neseî, Sünen, c.I, s.58, no:75; İbn-i Mâce, Sünen, c.II, s.1413, no:4227; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.I, s.25, no:168; İbn-i Huzeyme, Sahîh, c.I, s.73, no:142; Dâra Kutnî, Sünen, c.I, s.50, no:1; Tayâlisî, Müsned, c.I, s.9, no:37; Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.I, s.17, no:40; Bezzâr, Müsned, c.I, s.380, no:257; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.V, s.336, no:6837; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.I, s.41, no:181; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.I, s.79, no:78; Tahâvî, Şerh-i Maànî, c.III, s.96, no:4293; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.VIII, s.42; Hamîdî, Müsned, c.I, s.16, no:28; Kudàî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.II, s.195, no:1171; Abdullah ibn-i Mübârek, Zühd, c.I, s.62, no:188; Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.IV, s.244; İbn-i Adiy, Kâmil fi’d-Duafâ, c.III, s.136, no:656; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XXXII, s.166; Begavî, Şerhü’s-Sünneh, c.I, s.171; Tahàvî, Şerh-i Maànî, c.III, s.96, no:4293; Ebû Avâne, Müsned, c.IV, s.488, no:7438; Bezzâr, Müsned, c.I, s.64, no:257; Tahàvî, Müşkilü’l-Âsâr, c.IX, s.380, no:3707; İbn-i Asâkir, Mu’cem, c.I, s.48, no:78; Temmâmü’r-Râzî, el-Fevâid, c.I, s.206, no:483; Hz. Ömer RA’dan. Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.VI, s.342; Ebû Saîd el-Hudrî RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.422, no:7263; Keşfü’l-Hafâ, c.I, s.1, no:1; Câmiü’l-Ehàdîs, c.IX, s.459, no:8819.
anlayacağımız: Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin bizi gördüğünü düşünerek kulluğumuzu öyle yapmak. Buna ne diyoruz tasavvufta: Makàm-ı ihsân...
Çünkü, hadis-i şerifte geçiyor. İhsân nedir:52
اْلإَحْسَانُ أَنْ تَعْبُدَ الِلَّ كَأَنهكَ تَرَاهُ، فَإَنْ لَمْ تَكُنْ تَرَاهُ، فَإَنههُ يَرَاكَ (خ. م. ن. ه. حم. خز. حب. ش. حل. عن أبي هريرة؛ م. د.
ت. ن. ه. حب. ق. عن عمر)
(El-ihsânü en ta’büda’llàhe keenneke terâhu) “İhsân, Allah’ı görüyormuş gibi ibadeti o kadar içten yapmaktır. (Fein lem tekün terâhu, feinnehû yerâke) Çünkü her ne kadar sen onu görmüyorsan da, o seni görüyor.”
Binâen aleyh, bu hadis-i şerifin buraya kadar olan kısmından çıkartacağımız ders nedir? Her şey şahit olacak, Allah da görüyor, Mahkeme-i Kübrâ da olacak. Binâen aleyh, içimiz temiz, gizlimiz aşikâremiz tertemiz olsun. Dışı süsleyip de, donanıp boyanıp da, için kirli kalması olmaz. Allah insanın kalbine baktığı için, kalbinin temiz olması lâzım!
c. Helâl Damla Damla, Haram Sel Gibi
52 Buhàrî, Sahîh, c.I, s.27, no:50; Müslim, Sahîh, c.I, s.39, no:9; Neseî, Sünen, c.VIII, s.101, no:4991; İbn-i Mâce, Sünen, c.I, s.25, no:64; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.426, no:9497; İbn-i Huzeyme, Sahîh, c.IV, s.5, no:2244; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.I, s.375, no:159; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.VI, s.157, no:30309; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.VI, s.528, no:117222; Ebû Hüreyre RA’dan.
Müslim, Sahîh, c.I, s.36, no:8; Tirmizî, Sünen, c.V, s.6, no:2610; Ebû Dâvud, Sünen, c.II, s.635, no:4695; Neseî, Sünen, c.VIII, s.97, no:4990; İbn-i Mâce, Sünen, c.I, s.24, no:63; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.I, s.389, no:168; Beyhakî, Sünenü’l- Kübrâ, c.X, s.203, no:20660; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.VI, s.528, no:11721; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.VIII, s.383; Beyhakî, el-Erbaùne’s-Suğrâ, c.I, s.61, no:23; Hz. Ömer RA’dan. Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.44, no:5249; Keşfü’l-Hafâ, c.I, s.57, no:140; Süyûtî, Câmiu’l-Ehàdîs, c.X, s.494, no:10108.
يَاابْنَ آدمَ، عُمْرٌ قَلَيلٌ وَاَنْتَ مَيِّتٌ، فكَفٰى بَالْمَوْتَ شُغُلاً شَاغَلاً.
(Yebne âdem) “Ey Adem oğlu! (Umrun kalîlün) Ömrün kalîl, azıcık bir ömrün var, (ve ente meyyitün) öleceksin sonunda… (Fekefâ bi’l-mevti şugulen şâgılâ) Seni meşgul edecek bir olay olarak ölüm yetmez mi ya? Seni meşgul edecek bir iş değil mi şu ölüm denilen olay, ölüp gitmeyecek misin?”
يَاابْنَ آدمَ، اَعْلَمْ اَنه الْحَلاَل يَاْتَيكَ قَطْرَةً، وَالْحَرَامُ يَاْتَيكَ كَالسهيْلَ؛
(Yebne adem) “Ey Adem oğlu! (İ’lem enne’l-halâle ye’tîke katraten, ve’l-harâmü ye’tîke ke’s-seyl) Bil ki sana helâl katre gibi, bir damlacık gibi gelir; amma haram sel gibi gelir.”
Helâl damla gibi gelir, haram sel gibi gelir. Yâni helâl az, haram kolay, çok. Harama razı oldun mu; cebin de dolar, evin de dolar, kasan da dolar... Ooo, eroin kaçırmaktan para kazanır insan, aldatmaktan, hilekârlıktan, kumardan, oradan buradan... Her yerden para gelir. Evet, helâl katredir, damladır, haram sel gibidir.
فَمَنْ صَفَا عَيشُهُ، صَفَا دَينُهُ .
(Femen safâ îşuhû, safâ dînühû) “Ama kimin kazancı temiz olursa, yaşantısı temiz olursa; dini temiz olur.” Yâni, “Damla gibi azıcık olan helâli yersen, temiz olursun. Dinin de temiz olur, ahirette de kâr edersin. O öteki haramlara dalarsan, o zaman yaşamın da kötü olur, dinin de kötü olur, ahirette de hesap var, cezanı çekersin!” denmiş oluyor.
Allah-u Teàlâ Hazretleri cümlemizi helâl lokma yiyenlerden eylesin... Allah’ın kendisini gördüğünü ve hesaba çekeceğini hiç unutmayıp, her zaman, her yerde, insanların olduğu olmadığı, polisin bulunduğu bulunmadığı her yerde, her zaman Allah’ın
sevdiği kul olarak hareket etmeye, çalışmaya muvaffak eylesin...
Yalnızken, evdeyken, çarşıdayken, pazardayken, kimse görmüyorken, görüyorken; her zaman Allah-u Teàlâ Hazretlerinin rızasını gözetmeyi, rızasına uygun yaşamayı, ömrümüzü hayırlı, sevaplı, ecirli geçirmeyi ve hüsn-ü hatimeler ile göçmeyi, huzuruna sevdiği bir kul olarak yüzü ak alnı açık varmayı nasib eylesin...
Mahkeme-i Kübrâ’dan sevapları, kazançları çok olarak beraat edip çıkmayı, Cennete girmeyi nasib eylesin. Allah’ın bazı has kulları da bi-gayri hisâb cennete girecek; onlara hesap bile sorulmadan, defter divan açılmadan, yekün tutulmadan, sorgu sual olmadan doğrudan doğruya cennete girecek. Allah-u Teàlâ
Hazretleri bi-gayri hisab cennete girenlerden, cemâlini görenlerden, cennet nimetleriyle bahtiyar olanlardan eylesin cümlemizi, sevdiklerimizle beraber...
Sübhàne rabbinâ rabbi’l-izzeti ammâ yasifûn… Ve selâmün ale’l-mürselîn… Ve’l-hamdü li’llâhi rabbi’l-àlemin. Rabbenâ tekabbel minnâ bi-hürmeti esrârı sûreti’l-fâtihah!
30. 12. 1994 - Geelong Camii
Melbourne / AVUSTRALYA