16. TASAVVUFÎ EĞİTİM

17. SORULAR



Birkaç sorunun cevabı isteniyor bizden. Teşekkür ediyor konuşmalarımız için, biz de size teşekkür ediyoruz.


1. Soru:

“—Müşteri velî nîmetimdir.” demek doğru mudur?


Biliyorsunuz dükkânlarda bir yazı vardır, yukarıya yazarlar:

“—Müşteri velî nîmetimdir.”

Ne demek? Yâni müşteri sayesinde dükkânı çalışıyor, müşteri olmasa olmaz. Bize nimetler, müşteri geliyor gidiyor, alış veriş yapıyoruz da ondan oluyor. O benim velî nimetim, yani nimetimin bana gelmesine sebep olan, başımın tacı efendimdir filân demek.

Biz de diyoruz ki, konferansta bizi dinleyenler velî nimetimizdir. Yâni siz olmasanız, bu sandalyelere mi konuşacağız?

(Karadenizli peynirci amca soruyor:)

“—Hocam doğru mudur onu yazmak, yani o kelime doğru mudur? Velî nimet Allah’tır.” diyor.

Allah’tır tabii, doğru değildir. Yani müşteri ne olacak? Müşteriyi gönderen Allah, rızkı gönderen Allah. Oraya en güzel asılacak cümle:


اَلرِّزْقُ عَلَى الِلَّ


(Er-rizku ale’llah) “Rızık Allah tarafından garanti edinmiş, rızkı Allah veriyor.” cümlesidir.


2. Soru:

Ahirete göçenlerimiz hesap gününe kadar ne hal üzere olacaklar?

442

Ahirete göçenlerimiz diyor yani, ihvanımız, mü’min kardeşlerimiz demek istiyor tabii. Mü’minse, Allah’ın sevgili kuluysa kabri cennet bahçesi olacak.

Hadis-i şerifte buyrulmuş ki:54


الْقَبْرُ رَوْضَةٌ مَنْ رَيَاضَ الْجَنهةَ، أَوْ حُفْرَةٌ مَنْ حُفَرَ النِّيرَانَ (ت. عن أبى سعيد)


(El-kabru ravdatün min riyâdı’l-cenneti, ev hufratün min huferi’n-nîrân) “Kabir mü’minin durumuna göre ya cennet bahçelerinden bir bahçedir veyahut cehennem çukurlarından bir çukur durumundadır.” Günahkârsa kabir azabı vardır, kabirde azap görmeğe başlar insan. Günahkâr değilse, kabri cennet bahçesidir.

E, ahirete göçenlerimize hüsnüzan ediyoruz; derviştir, namazlıdır niyazlıdır, namusludur, hacıdır, iyidir diye. İnşaallah kabri cennet bahçesi olacak, ahirete göçünce evliyaullah büyüklerimiz ile buluşacaklar; Cenab-ı Hakk’ın zikr ü tesbihi ile meşgul olacaklar, kıyamete kadar öyle hoşça vakit geçirecekler.


3. Soru:

Haram ile mekruhun arasında fark nedir; bize açıklama yapar

mısınız?


Sigara içmek mekruh dedik ya. her halde o bakımdan soruluyor.

Haram; yapılmaması gerektiği Kur’an-ı Kerimle, şer’î delil ile kesin olarak belli olan şeydir. Kesin olarak belli ki, dinde bunun



54 Tirmizî, Sünen, c.VII, s.500, no:2384; Deylemi, Müsnedü’l-Firdevs, c.III, s.231, no:4682; Ebû Said el-Hudri RA’dan. Taberani, Mu’cemü’l-Evsat, c.VIII, s.271, no:8613; Ebu Hüreyre RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.XV, s.546, no:42109; Keşfü’l-Hafa, c.II, s.90, no:1853; Câmiü’l-Ehàdis, c.XXVIII, s.432, no:41805.

443

yapılmaması lâzım; ona haram derler.

Mekruh; Peygamber SAS Efendimiz’in hadis-i şeriflerine uygun olmayan, yapılmaması uygun olan, sünnete aykırı şeylere mekruh denir.

Mekruh iki çeşittir: Kerahat-ı tahrimiye harama yakındır, kuvvetli bir mekruhtur, yani yapılmaması uygun olan çirkin bir şey. Bir de kerahat-ı tenzihiye vardır, o biraz daha hafiftir ama; yine mekruhtur.

Tabii haramı işlemek çok büyük suçtur. Mekruhta çeşitli ulemanın farklı fikirleri olduğundan, orada hüküm biraz daha yumuşaktır ama; yine doğru olmayan bir şeydir. Hani insan trafikte bazen elli dolar ceza yiyor, bazen daha çok, yüz elli dolar filân oluyor. Meselâ Suudi Arabistan’da kırmızı ışıkta geçmek dokuz yüz riyal cezaymış, bir hafta hapismiş, arabaya da el koymakmış. O zaman o delikanlılar, isterse kırmızı da geçsin! Polis yakaladı mı, orada bir hapis cezası yiyor. Yâni, cezaların farklı olması gibi.

Tabii bu cezalar idam cezası gibi değil, müebbed hapis gibi değil ama, ceza işte. Mekruh da doğru olmayan bir şey ama, haram kadar ağır bir suç değil; biraz daha hafif bir şey.


Tütün için, benim elimdeki vesîkada, dört mezhebin kadısı, hepsi haramdır demiş. Bugün Suudi Arabistan’da da hâlâ haram diyorlar. Ama sigara içilen ülkelerde alimler biraz taviz mi vermişler, nereden ruhsat buldular bilmiyorum. Bir kere, israf olduğu için haram diyorlar; israf çünkü, faydası yok. İkincisi; sıhhate muzır olduğu için haram diyorlar. Daha başka deliller getiriyorlar. Kimisi de bir bahane buluyor. Tabii sakınmak lâzım, içmemek lâzım!..

Muhterem kardeşlerim, içinizde içenler varsa, bunu bırakması lâzım. Tıbbî bakımdan çok büyük mahzuru var. “Siz kendinizi öldürüyorsunuz ama, yavaş yavaş öldürüyorsunuz!” diye yazıyor levhalarda... Yavaş yavaş ölüme gidiyorsunuz, kendinizi zehirliyorsunuz. Çünkü bunun akciğeri doldurduğu, kanser yaptığı, damarlarda kolestrol biriktirdiği, damar sertliğine yol

444

açtığı kesin. Sıhhate zararlı... Allah size sıhhati, vücudu emanet vermiş; ona hıyanet etmiş oluyorsunuz; bu bakımdan doğru değil.

Dînî bakımdan da haram diyen alimler var, mekruh diyen alimler var, kerahet-i tahrimiye ile mekruh diyenler var... Ne olursa olsun, doğru olmayan bir şeydir, içilmemesi lâzım!

“—Alıştım?” Alıştıysan da bırak! Ben günde iki paket içerken bırakmış kimseler biliyorum.

Tabii, küçükken alışılıyor. Delikanlılık zamanında, insanın başında kavak yelleri estiği zamanlarda sigara içmek büyüklük gibi geliyor delikanlılara... Delikanlı oldum artık diye köşe başlarında zincir sallayıp, sigara tüttürmek delikanlılık alameti sayılıyor. Alışılıyor, alışıldıktan sonra da bırakılmıyor.

“—Sinirlendim, yak bir sigara!” “—Üzüldüm, yak bir sigara!”

“—Karnım açıktı, yak bir sigara!” “—Karnım doydu, yak bir sigara!”

Yanlış bir şey tabii, gidiyor. Bunun bırakılması lâzım; hem dînî bakımdan, hem tıbbî bakımdan...


4. Soru:

Efendim, dersimizi karışık yaparsak sakıncası var mı?


Sakıncası yoktur. Yâni, “Estağfiru’llah, Lâ ilâhe illa’llah, Allah, salât ü selâm, İhlâs-ı Şerif” sırasında her hangi bir şekilde bir değişme olsa zararı olmaz, olabilir. Sırasıyla yapsa daha iyi de, aykırı yapsa da bir şey olmaz.

Çünkü Peygamber Efendimiz, “Sübhâna’llahi ve’l-hamdü li’llâhi ve lâ ilâhe illa’llàhu va’llàhu ekber” güzel cümlelerini söylüyor. “Bunlar kelimât-ı tayyibâttır, bâkıyâtü’s-sàlihâttır, kıymetlidir. Hangisiyle başlasan fark etmez.” diyor.

“İster Allàhu ekber’den başla, ister sübhàna’llàh’tan başla, ister El-hamdü li’llâh’tan başla, ister Lâ ilâhe illa’llah’tan başla; fark etmez.” dediğine göre; biz de Estağfiru’llah’tan başlasak veya Salevat’tan başlasak, hepsi sevaptır. Aynı yere gidecek sevabı,

445

fark etmez.

Ama, bu şeye benzer: Önce tatlıyı yiyip, ondan sonra kebabı yiyip, ondan sonra pilavı yiyip, üstüne de çorba içmeye benzer. İstersen öyle yap, neticede hepsi mideye gidecek, vücuda fayda sağlayacak.


5. Soru:

Çok ibadet yapan, fakat aynı zamanda çok dedikodu yapan bir insanın ibadetleri kabul olur mu?


Dedikodu yapmak günahtır, ibadet yapmak sevaptır. Dedikodudan günah kazanır, ibadetten sevap kazanır. Hangisi galip gelir? Allah bilir. Çünkü küçük bir kusur inatla ve ısrarla yapıldığı zaman cezası büyük olur, bazen küçük olmasına rağmen başı çok belâya girer bir insanın.

Onun için, günahın küçüklüğüne bakmamak lâzım. Çünkü;


لَصغيرة مع الَصرار


(Lâ sağîrete maa’l-isrâr) denmiştir. Ne demek? “Israrlı yapıldı mı, günah küçük olarak kalmaz, küçük günah bile büyür.” demek.

“—Efendim benim bir küçük günahım var, işte bunu böyle sekiz yaşımdan beri altmış sekiz yaşına gelmişim, hala devam ediyorum, bırakamıyorum.” Haa, sen ona küçük günah diyorsun ama, altmış yıldır yaptığın için, o büyük. Çünkü ısrar ediyorsun, günah olduğunu bildiğin halde bırakmıyorsun. Israrla yapıldı mı, günah küçük kalmaz.

Gıybetçilik, dedikodu yapan kimse, gıybetten dolayı başı çok büyük belaya girip çok büyük cezaya çarptırılabilir. Şu şahıs bir dedikodu yapmıştır, ona verdiği cezayı dedikoduyu kendisine meslek edinmiş filanca insana verdiği cezadan az verir, buna çok verir. Aynı dedikodu ama, bu ısrar ediyor. Günahta ısrar etmek büyük günahtır. Günahı küçük de olsa, büyük de olsa bırakması lâzım insanın.

446

Onun için, dedikodu yapan ibadetlerinden sevap kazanır tamam, yaz kâr hanesine: Namaz kıldı şu kadar sevap, oruç tuttu bu kadar sevap, tesbih çekti şu kadar sevap... Topla, şu kadar... Bir de günah tarafını geç bu sayfaya: Şunu yaptı, bunu yaptı, şunu yaptı... Günahı daha büyük olabilir; mü’min olduğu halde, Lâ ilâhe illa’llah dediği halde...

“—Müslümanlardan cehenneme girecek olacak mı; var mı ayetlerde, hadislerde?” Var. Mü’min olduğu halde cehenneme düşebilir bir insan. Neden? Kusurlarından dolayı. Ne yapması lâzım? Kusur işlememeye dikkat etmesi lâzım. Büyük günahı işlediği zaman, ordan cehenneme düşebilir. Hatta, hadis-i şerifler var, cehennemde bu insanlar yanacaklar, yanacaklar, yanacaklar... Kapkara kömür olacaklar. Hem de yanan bir insan, cehenneme bir düşen bir insan çok uzun yıllar kalacak.


Muhterem kardeşlerim! Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:

“—Ey ümmetim, ey insanlar, cehenneme düşmemeye gayret edin. Çünkü cehenneme düşen bir insan bir düştü mü, en aşağı ahkàben orada kalacak.” Ahkaben ne demek? Ömürlerce demek. Ömürlerce kalacak. Hukub, bir ömür demek; ahkàben, ömürlerce demek.

Bir ömür aşağı yukarı seksen küsür senedir. Ahkàben olması için, en aşağı üç ömür olması lâzım. Çünkü iki ömür olsaydı, hukubeyn derdi. Arapçada tesniye sîgasi var. Ahkàben dediğine göre, en aşağı üç ömürdür, en aşağı üç kere seksen küsürdür; iki

yüz elli yıl demektir, İki yüz elli yıl da dünya yılı değildir, ahiret yılıdır. Ahiret yılı:


وَإَنه يَوْماً عَندَ رَبِّكَ كَأَلْفَ سَنَةٍ مِّمها تَعُدُونَ (الحج:٧٤)


(Ve inne yevmen inde rabbike keelfi senetin mimmâ teuddûn) “Allah’ın indinde bir gün, sizin saydığınız bin yıl gibidir.” (Hac,

447

22/47)

Ahiretin bir günü, dünyanın bin yılı gibidir. O zaman ahiretin bir yılı, üç yüz altmış beş bin yıl eder. İki yüz kırk tane üç yüz altmış beş bin yıl kaç eder? Çarpın, toplayın bulun; şafak atsın görün bakalım! Cehenneme düşen bir insan en aşağı ne kadar kalıp, nasıl çıkacak? Hesap makinesinde ancak ölçebilir: Seksen yedi milyon, altı yüz bin...


6. Soru:

Gayrimüslimler için gâvur denilmesi günah mıdır?


Şimdi bu gayrimüslim ve gâvur kelimeleri üzerinde biraz bilgi vereyim:

Gayrimüslim demek, müslümanlardan gayri kimseler demek, müslüman olmayanlar demek. Müslüman olmayanlar iki çeşittir:

1. Ehl-i kitab; yahudiler ve hristiyanlar.

Bizim İslâm dinimiz gelmeden önce, Peygamber Efendimiz’den önce yaşayan, kendilerine peygamber gönderilmiş insanların dinine mensub kimseler. Meselâ Mûsâ AS gelmiş, yahudi kavmine peygamberlik etmiş. Meselâ İsa AS gelmiş, hristiyanlara

peygamberlik etmiş.

“—Mûsa AS hak peygamber mi?” Hak Peygamber.

“—İsa AS hak peygamber mi?”

Hak peygamber.

“—Zekeriyya AS hak peygamber mi?” Hak Peygamber.

“—Hristiyanlar tanıyorlar, seviyorlar mı?” Seviyorlar.

“—Biz tanıyor, seviyor muyuz?”

Seviyoruz.

“—Hârun AS’ı yahudiler sever mi?

Bayılır.

“—Biz sever miyiz?” Biz de severiz, biz de bayılırız.

448

Haa, bunların ümmetlerine Mûsâ AS’ın ümmetine, İsâ AS’ın ümmetine ayrı bir statü tanımış İslâm dini; bunlara Ehl-i Kitab diyoruz. Yâni kendilerine Allah tarafından peygamber gönderilmiş, mukaddes kitap indirilmiş kavimler... Aslında bunlar iyi kavimlerdi, sonradan biraz bozuldu. Kitaplarının, inançlarının bir kısmı sağlam kaldı, bir kısmı bozuldu.


Bir kere Hazreti İsa’ya tapmak yoktu, tapma başladı, imandan çıktılar. Haç yoktu, haçı ortaya koydular, şaşırdılar. Domuz yoktu, sonradan çıkarttılar, sapıttılar. İçkiyi kutsallaştırdılar, kutsal şarap dediler, şaşırdılar. İncil’in ayetlerini değiştirdiler, papaya lüzumsuz salâhiyetler verdiler...

Yahudiler de tabii Tevrat’ın ahkâmına uymadılar, Tevrat’ın bir takım ahkâmını değiştirdiler. Fakat yine de peygamberlerinin hatırına, onlara Ehl-i Kitab deniliyor. Onlara Allah’ı bilen insanlar olarak, peygamberleri tanıyan insanlar olarak özel bir statü tanımış. Bunlar Ehl-i Kitab, yâni kendilerine bizden önce peygamber gönderilmiş, kitap indirilmiş kavimlerdir.

“—Ama, biz onlar gibi olacak mıyız?” Hayır; (Gayri’l-mağdùbi aleyhim ve le’d-dàllîn) diye her gün kırk defa dua ediyoruz:

“—Yâ Rabbi, bizi sırat-ı müstakîme dahil eyle, sırat-ı müstakîme hidayet eyle, o yolda yürüt; bu gazaba uğramış yahudiler gibi, sapıtmış, dalalete düşmüş hristiyanlar gibi yapma!” diye onlar gibi olmamayı istediğimizi her Fâtiha okuyuşta tekrarlamış oluyoruz.

Mağdùbi aleyhim ne demek? Kendisine gazap olunmuş kavim demek. Yahudilere, peygamberlerine muhalefet ettiklerinden dolayı Allah gazap etti; mağdùbi aleyhim oldular. Hristiyanlar da itikadlarında sapıttılar, dàllîn oldular. Evet bunlar gayrimüslimlerdir, İslâm olamamışlardır, dinleri bozuktur ama Ehl-i Kitab’dır. Diğer gayrimüslimlere nisbeten biraz daha çürüğü az olanlardır.

Hani insan bir kasa elma aldı, içinde sağlamları var, ayırdı yıkadı mutfağa koydu. Bir kısmı yarısı çürümüş vs. “Aman,

449

bunların çürüklerini bıçakla keser bizim hanım, kuzunun önüne koyar; kuzu da yer, istifade olur.” dedi. Bir kısmı da iyice ekşimiş artık, onu hayvana yedirse hayvan da ölecek; onu da attı. Yâni şimdi bu Ehl-i Kitab, bazı yerleri çürümüş, keçiye koyuna verilecek elma gibi biraz bozuk olmuş oluyor; sağlam değil yâni.


2. Bir de gayrimüslimlerin Allah’ı, peygamberi tanımayan cinsi var, puta tapıyor, Güneş’e tapıyor... Japonlar Güneş’e tapıyorlarmış, imparatorları da Güneş’in oğluymuş. Hintliler ineğe tapıyorlar, Avrupalılar Amerikalılar ve sâire de Hazreti İsa’ya tapıyorlar... Amerikalılar totemlere tapıyorlar, Kızılderililer bilmem şunlara tapıyor; Aztekler İnkalar şuna tapıyor, buna tapıyor… Eski Mısırlılar Firavun’a tapmışlar, bir takım putlara tapmışlar... filân.

Haa, böyle Allah’tan gayriye tapan, hiç kendilerine peygamber gönderilmemiş, kitap indirilmemiş kimselere de gâvur deniliyor. Yâni, bunların artık dinle azıcık da bir ilgisi yok, güzel bir tarafları yok demek.


“—Gâvur kelimesi nereden çıkmıştır?”

İki ihtimal var: Birincisi; kâfir kelimesinden bozmadır, kâfir gâvur olmuştur. İkincisi; İran’da ateşe tapanlara gebir derler, yâni ateşperest demek, mecûsi demek. Gebir kelimesi Türkçede gâvur olmuştur. Gâvur, ehl-i kitab değil putperest demek.

O halde bir kimseye, karşımızdaki bir kimse Allah tanımaz, imandan, kitaptan, peygamberden hiç anlamaz bir kimseyse, tamam gâvurdur. Amma ehli kitaptan ise, o gâvur değildir. Çünkü o yine Allah’ı biliyor, Mûsa AS’ı, İsa AS’ı biliyor. Yâni bu bir ince tabirdir, dînî bir tabirdir.

Hani İngilizceyi iyi bilmeyen insanlar bir takım şeyleri yanlış söylediği zaman, siz gülüyorsunuz; “O öyle denmez, İngilizcede böyle denir; o kelime kullanılmaz, bu kelime kullanılır.” diyorsunuz, yanlış olduğu zaman. Sizin çocuklarınız da Türkçeyi iyi kullanamıyor, biz de onların yanlışını söylüyoruz.

450

Bakın, demin burada Cevdet’in kızı ağlıyordu.

“—Hoca dede, annemi buluyorum!” diyor.

Yâni, “Annemi arıyorum, bulamıyorum.” demek istiyor. Halbuki yanlış kullanıyor, bulmakla aramanın farkını çocuk bilemiyor. Türkçesi zayıflıyor yavaş yavaş... Bir zaman gelecek, biz buraya geleceğiz size Türkçe öğretmeğe... “İngilizce kelime şudur, bunun Türkçesi budur, Türkçe bunu böyle söyleyeceksiniz...” filân diyeceğiz. Onun gibi, ince birer tabir.

Meselâ, fizikte güçle kuvvet arasında fark vardır. Güç başka bir şeydir, kuvvet başka şeydir. Böyle ince tabirler, terimler vardır.

Meselâ, gemicilikte geminin burnuna göre sağ tarafına pruva

mı deniliyor? Bir tarafına sancak deniliyor, bir tarafına pruva

deniliyor. Karadenizliler ne susuyorsunuz? Samsun’da gemi yok mu yahu, pruvası neresi, sancağı neresi? Arkasına da pupa

diyorlar. Pupa yelken gidiyor; yâni arkadan rüzgâr esiyor, tam iyi gidiyor demek. Yelkenler fora, yelkenleri açın demek. O böyle sarılı ya... “Drrrıt...” aşağıya indiriyorsun, aşağı doğru yelkenler açıldı demek. Sancak alabanda, sancak tarafında bir mayın var, kayalık var; şu tarafa git, bu tarafa git demek...

Bunları bilmiyor musunuz? Yâhu ben sizden daha çok Karadenizliyim galiba!


31. 12. 1994 - Warrnambool

Victoria / AVUSTRALYA

451
18. GÖNLE HİTAB EDEN BİR EĞİTİM
©2024 Kotku Enstitüsü v2.8.2