21. ORUCUN VE NAMAZIN GERÇEK ANLAMI
Eùzü bi’llâhi mine’ş-şeytàni’r-racîm.
Bi’smil’lâhi’r-rahmâni’r-rahîm.
El-hamdü li’llâhi rabbi’l-àlemîn… Hamden, kesîran, tayyiben, mübâreken fîh… Alâ külli hâlin ve fî külli hîn… Ve’s-salâtü ve’s- selâmü alâ seyyidinâ ve senedinâ ve mededinâ muhammedini’l- mustafâ… Ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebiahû bi-ihsânin ilâ yevmi’d-dîn. Emmâ ba’d. Fekàle’n-nebiyyü salla’llàhu aleyhi ve sellem:
مَنْ لَمْ يَدَعْ قَوْلَ الزُّورِ، وَالْعَمَلَ بِهِ، وَالْجَهْلَ، فَلَيْسَ للَّ حَاجَةٌ فِي أَنْ
يَدَعَ طعَامَهُ، وَشَرَابَهُ (حم. خ د. ت. ه. عن أبي هريرة)
RE. 442/7 (Men lem yeda’ kavle’z-zûri, ve’l-amele bihî, ve’l- cehle, feleyse li’llâhi hâcetün fî en yedea taâmehû, ve şerâbehû) Sadaka rasûlü’llah, fî mâ kàl, ev kemâ kàl.
a. Orucun İncelikleri
Ebû Hüreyre RA, Peygamber SAS Hazretleri’nden rivayet eylemiş. Sıhhatli, kıymetli, meşhur hadis kitaplarından Buharî’de, Ebu Davud’da, Tirmizî’de, İbn-i Mâce’de, İbn-i Hibban, Ahmed İbn-i Hanbel’in, yani bu büyük hadis âlimlerinin kitaplarında, kaydedilmiş, otantik (mevsuk) bir rivayet; okuduğum hadis-i şerif, oruçla ilgili. Daha önce, ikaz ve ihtar etmiştim kardeşlerimi: “—Aman orucu sadece aç ve susuz kalmak diye tarif etmeyin! Öyle anlamayın. Oruç, daha ince, daha dikkat edilmesi gereken bir ibadettir” demiştim.
Bu ikazın sıhhatli bir delili oluyor bu hadis-i şerif.
Buyuruyor ki Peygamber SAS Efendimiz:50
مَنْ لَمْ يَدَعْ قَوْلَ الزُّورِ، وَالْعَمَلَ بِهِ، وَالْجَهْلَ، فَلَيْسَ للَّ حَاجَةٌ فِي أَنْ
يَدَعَ طعَامَهُ، وَشَرَابَهُ (حم. خ د. ت. ه. عن أبي هريرة)
RE. 442/7 (Men lem yeda’ kavle’z-zûri, ve’l-amele bihî, ve’l- cehle, feleyse li’llâhi hâcetün fî en yedea taâmehû, ve şerâbehû)
“Her kim ki, yalan söylemeyi bırakmıyor, yalanla iş yapmayı terk edemiyor, cahillikten yakasını kurtaramıyor ise, o kimsenin yemek yemesini, su içmesini terk etmesine, oruç tutmasına Allah’ın ihtiyacı yoktur.”
Madem ki, yalanı, eğri büğrü işleri bırakamıyor; madem ki, cahillikten vazgeçemiyor, o zaman, Allah’ın onun oruç tutmasına ihtiyacı yok. Ne diye bunları bırakamıyor? Oruç, sadece aç ve susuz kalmaktan ibaret mi? Allah’ın, onun oruç tutacağım diye, sadece yemek yememesi, sadece su içmemesine ihtiyacı yok.
Ahlâkını düzeltecekti, Allah’ın istediği huylara sahip olacaktı, Allah’ın istediği güzel işleri yapıp, istemediği günahlardan kesilecekti, vazgeçecekti. Orucun derinlemesine mânâsı buydu. Oruç, sadece aç susuz kalmak değildi. Ahlâkî bir sabır, bir irade gücüydü. İradesine hakim olan insanın, nefsini dizgin altına alıp, şeytana uymamasıydı.
Kötü huyları bırakmasıydı, sevaplı işlere koşturmasıydı. Oruç
50 Buhàrî, Sahîh, c.XVIII, s.495, no:5597; Tirmizî, Sünen, c.III, s.141, no:641; Ebû Dâvud, Sünen, c.VI, s.316, no:2015; İbn-i Mâce, Sünen, c.V, s.204, no:1679; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.452, no:9838; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.VIII, s.257, no:3480; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.IV, s.270, no:8095; Neseî, Sünenü’l- Kübrâ, c.II, s.238, no:3245; İbn-i Huzeyme, Sahîh, c.III, s.241, no:1995; Bezzâr, Müsned, c.II, s.434, no:8428; Abdullah ibn-i Mebârek, Zühd, c.I, s.461, no:1307; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.III, s.623, no:5948; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.LIV, s.95; Ebû Hüreyre RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.621, no:8214; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XXI, s.404, no:23845.
buydu. Bunu yapamadı. Yani, “Allah’ın, onun aç susuz kalmasına ihtiyacı yok!” demenin mânâsı şu ki; tuttuğu oruç Allah indinde makbul değildir. Sevmiyor Allah, böyle kuru kuruya aç, susuz kalmayı. Onun kârı, akşama aç ve susuz kalmaktan ibaret. Akşam sofraya oturdu; oruç tuttu, bitirdi, iftar etti de, sevap mı kazanıyor? Hayır. Hiçbir şey, kazanmadı. Sadece aç ve susuz kaldı. Belki, bir perhiz etmiş olduğundan dolayı, vücudu biraz istifade etmiştir, midesi dinlenmiştir, o kadar. Sevap yok. Niye? Yalanı bırakmadı, dolanı bırakmadı, cahilliği bırakmadı.
Cahillik sözü de çok derin bir söz. İki mânâya anlaşılabilir, kısaca söylemek gerekirse. Hani, bir insan sizin hoşunuza gitmeyecek çirkin bir davranışta bulunsa, onun bir yakını, sizin sevdiğiniz bir arkadaşınız olsa, gelir der ki size:
“—Bu bir cahillik etti, sen bunun kusuruna bakma, affet!”
Yâni, “Âdâb-ı muâşereti bilemedi, arkadaşlık nasıl olacak, bunu anlayamadı, işte böyle bir kusur sâdır oldu kendisinden; affetmek büyüklüktür, sen affet!” derler.
Demek ki, cahillik bir bakıma, zemine ve zamana göre, nasıl davranışta bulunacağını bilemeyip, kusurlu iş yapmak, suç işlemek, kalp kırıcı, günah iş yapmak mânâsına gelebiliyor. Bu, mânâ kasdedilmiş olabilir burada.
Oruç tutan insan, böyle cahillikler yapmayacak. Kalp kırmayacak, kötü fiillerden vazgeçecek; hanımına iyi muamele edecek, komşusuyla iyi geçinecek, iş yerinde kavga çıkartmayacak. “Hatta” diyor, Peygamber SAS Efendimiz: “Bir insan gelse, kendisine şetmetse, yani sövse saysa, açsa ağzını, yumsa gözünü, batırsa, çıkarsa, boyasa...” Ona ne diyecek oruçlu? Diyecek ki:
(İnnî sâimün, innî sâimün) “Ben oruçluyum; sana uymam, sana uymayacağım! Sana karşılık bile vermiyorum. Karşılık bile vermememin sebebi oruç tutmam. Yoksa, ben sana cevap verebilirdim; senin sözlerin doğru değil ama, olsun. Ben oruçlu olduğum için, sana uymuyorum ve sana cevap dahi vermiyorum.”
Bir de, genel mânâsı ile cahillik, ilimsizlik demek, bilgisizlik demek. Cahilin, cahilliğini bırakması, ilim yoluna, öğrenme gayreti içine girmesi, çalışmaya başlaması, gayretli olması lâzım.
b. Cahillik Çok Yaygın
İnsanlar çok yanlış, çok durgun bir İslâmî anlayışa saplanmışlar. Küçükken ilkokulu bitirinceye kadar aldığı dini bilgilerle tüm ömrünü geçiriyorlar. Bu yeter mi? Ekmek olsaydı, katık olsaydı, hazine olsaydı, çoktan biterdi.
Sen ilkokulda, yaz tatillerinde, biraz mahalle mektebine gittin, mahalle camiine gittin, biraz Kur’an cüzünü eline aldın, biraz elif, be, te, se, okudun... Ondan sonra? Delikanlı oluyor, evleniyor, çoluk çocuğa kavuşuyor, ihtiyarlıyor, beli iki kat oluyor, aynı cahillikte devam ediyor.
Olmaz ki. Peygamber SAS Hazretleri ne buyurmuşlar? Devamlı terakki içinde olması lâzım müslümanın. İslâmî hayat,
dinamik bir hayattır. Müslüman, uyuşuk bir insan değil. İhtiyar da olsa, güçsüz de olsa, müslüman dinamik bir insandır. Devamlı bir çalışma, gayret, devamlı bir şeyler yapmak, sevap aramak, insanlara faydalı olacak işlerin peşinde koşturmak arzusundadır. Durmaz müslüman; bağlasalar durmaz.
Bu anlayış yok. Çok gevşek, çok zayıf, çok lakayt. Fâtiha’yı, doğru okuyamaz; Kur’an okumayı, namaz kılmayı bilmez. Müezzinlik yapmak gerekiyor; “Vallahi bilmiyorum!” diyor. “Haydi kamet getir!” diyorsun; kamet getiremiyor. Kameti yanlış getiriyor, ezanı okuyamıyor. Olmaz ki.
“—Kaç senelik müslümansın?”
Kırk senelik. Seni kırk sene ilkokula gönderseler? Kısa pantolonla, kıllı bacaklarıyla, herkes ayıplar insanı. Nedir bu böyle? “Kırk yaşına gelmiş, hâlâ ilkokulda bu; sınıfları geçememiş. Birinci sınıf bilgisiyle kalmış” diye herkes ayıplar insanı. İşte sen dini bilgiler bakımından, ilkokul seviyesinde kalıyorsun. Olmaz.
Nasıl olacak? Öğrenecek. İlmihali bir kere okuyacak, bir kere daha, bir kere daha, bir kere daha.
Niye Kur’an-ı Kerim’i tekrar tekrar okuyoruz, muhterem kardeşlerim? Hiç kendi kendinize sordunuz mu? Hatim indirileceği zaman, (Kul hüva’llàhü ehad, Kul eûzü bi-rabbi’l-felak. Kul eùzü bi-rabbi’n-nâsi)’yi okuyoruz. Ondan sonra nereye geçiyoruz? Fâtiha’ya geçiyoruz, Elif lâm mim’e geçiyoruz. Ne demek bu? Hiç düşündünüz mü bunun mânâsını?
Yâni, Kur’an-ı Kerim’in son sayfasına kadar gelmişiz, son sayfasındaki sureleri okuyoruz. Kur’an’ı bitirdik, (Sadaka’llàhu’l- azîm) diyebiliriz, demiyoruz. Ne yapıyoruz? (Bi’smi’llâhi’r- rahmâni’r-rahîm. “El-hamdü li’llâhi rabbi’l-àlemîn) Kur’an’ın başına geçiyoruz. Orada da durmuyor, (Elif, lâm, mîm. Zâlike’l- kitâbü lâ raybe fîh)’e geçiyoruz. İki sayfayı okuyor, ondan sonra (Sadaka’llàhü’l-azîm) diyor, duayı o zaman yapıyoruz. Ne demek?
“Ya Rabbi! Ben, Senin kitabına doyamadım, ben Senin kitabını bırakmam, durmam, stop etmem, mühürlemem; ben Senin bu
Kitabını devamlı okuyacağım.” demek.
Kur’an-ı Kerim’i devamlı okuduğumuz gibi, dinin önemli kitaplarını da devamlı okuyacak müslüman. Hiç ilmihal kitabı okudun mu? Çoğu müslüman okumamıştır.
Cami cemaatlerinin üzerinde bir anket yapalım; başka camilere gittiğiniz zaman siz bir yoklama yapın, Fatiha’yı doğru okuyan yüzde otuz değil. Halbuki Fâtiha su gibi bir şey, hava gibi bir şey, Fâtiha’sız namaz olmuyor zaten. Fatiha’yı doğru düzgün okuyamıyor; mânâsını bilemiyor.
“—Sen şu tarafa gittin; elini kaldırdın, bir şeyler yaptın. Ne yaptın öyle, eğildin, kalktın?” “—Vallahi bilmem. Anam böyle öğretti bana küçükken, ben de böyle yapıyorum.” “—Ama bunun mânâsı ne? Allah-u ekber’in mânâsı ne? Fâtiha’nın, Sübhânallah’ın, Ettahiyyâtü’nün mânâsı ne? Eğil- menin, kalkmanın, elpençe divan durmanın, sağa, sola selâm vermenin mânâsı ne?” Hiçbir şeyden haberi yok. Neden?
İki taraflı kabahat var. Bir kabahat sizde, bir kabahat bizde. Biz, cami kadroları, hocalar, muallimler, imamlar, müftüler olarak öğretmeyi başaramamışız. Başka milletler, kendi fertlerini yetiştirmişler, eğitim seviyesini yükseltmişler, hayat standardını yükseltmişler, herkese bir ev, bir iş, işi yoksa işsizlik parası, sıhhî yardım, bolluk, gıda vs. birçok problemi halletmişler. Biz, ne imanını öğretebilmişiz, ne maddesine yardım edebilmişiz; ne kalbini, ne kafasını nurlandırabilmişiz, ne hayatına bir istikâmet verebilmişiz.
Bakın, haftada yedi gün var. Beş günü çalışılıyor, iki günü boş. Millet, beş gün çalışıyor, âhiretle ilgili bir iş yapmıyor. Son iki günde de, “çok çalıştım, yoruldum” diyor, pikniğe, gezmeğe gidiyor. Ne zaman Allah’a ibadet edeceksin sen? Ne zaman kulluk yapacak, Allah’ın yolunu öğreneceksin? Allah’a bilerek, şuurlu ibadet etmek için, gerekli bilgileri öğreneceksin. Ya evde
öğreneceksin. Öğrenmezsin. Eve gider gitmez televizyonun karşısına geçersin; yemek yedikten sonra; gözlerin mayhoşlaşmaya, baygınlaşmaya başlar; hanım yemeğin üstüne çayı getirir, çayı içtikten sonra uykun iyice gelir, hemen yatağa! O zaman öğrenemezsin.
Cumartesi, pazar da evdekiler sıkıştırır.
“—Bütün hafta sen çalıştın, biz seni evde bekledik; kalk gidelim. Haydi gezmeğe.”
Ömür böyle geçer. Gençliği havaîlikle, yaşlılığı hastalıkla geçer. Allah bizleri uyandırsın, bizlere yardımcı olsun!
Âhireti kazanmak için bir gayret gerekmiyor mu? Haftalık almak için çalışmak gerekiyor, her gün sabahleyin gidiyorsunuz, akşam geliyorsunuz, çalışıyorsunuz da, Allah’ın rızasını cenneti kazanmak için, bir çalışma gerekmez mi? Muhakkak gerekir. Her şeyden önce gerekir. Ama biz bu düzeni kuramamışız; siz, böyle bir ihtiyaç duyup, bu ihtiyacı herhangi bir yerden karşılamamışsınız.
Elimizde iki gün var: Cumartesi, pazar. Akşamları var, koca koca geceler, uzun uzun geceler var. İnsan günde sekiz saat çalışıyor, yirmi dört eksi sekiz; on altı saat kalıyor insanın elinde, bunu değerlendirememişiz. Gece okulu açarız, cemaatin her birisi, Arapça öğrenir, okuduğu sûrelerin mânâsını öğrenir. İbadetin nasıl yapılırsa kabul olduğunu, nasıl yapılırsa bozuk olduğunu, kabul olmayacağını öğrenir.
Peygamber SAS ne buyuruyor:
“—Bir insan yalan söylüyorsa, eğri büğrü iş yapıyorsa, cahillikten kurtulamamışsa, Allah’ın, onun su içmemesine, yemek yememesine ihtiyacı yoktur.” Öyle yarım yamalak oruç olmaz. Sevap yok. Şuurlu, bilgili, ârif, âlim olması lâzım insanın. Allah CC Kur’an-ı Kerim’i indirmiş. Mehmet Âkif ne güzel söylüyor:
“—Ölülere okunsun diye mi indirildi?” Kur’an-ı Kerim ölülere mi indirildi, dirilere mi? Dirilere
indirildi. Dirilerin hayatları intizama girsin, Allah’ın yolunu bilsinler, rızasını bulsunlar, Cennete nasıl girileceğini okusunlar, öğrensinler diye.
Kaç kişi, baştan sona Kur’an-ı Kerim’in mânâsını okumuştur?
İstanbul’da benim tüccardan ve memurlardan tanıdığım bir grup arkadaş vardı. Bunlar hemşehri grubu; bir şehrin çocukları. İstanbul’a gelmişler, hemşehrilikten dolayı birbirleriyle gidip geliyorlar. Akrabalık, hemşehrilik var. Ama, içlerinde bir tane şuurlu genç insan var. Yani, yaptığı işi neden yaptığını, nasıl işler yapması gerektiğini bilen, nasıl müslüman olması gerektiği sorusunu kafasında sorup da bunun cevabını arayan, kafası çalışan, vicdanı sızlayan bir insan var, içlerinde…
“—Gelin, biz hemşehriyiz, haftada bir gün, iki gün toplanalım!” demiş.
Çaylı, hatta yemekli on, on iki kişi toplanıyorlar. Haftada bir. Her hafta birisinin evinde bir ziyafet, ondan sonra, Kur’an-ı Kerim’i okuyorlar. Böylece bitirmişler. Kur’an-ı Kerim’in meâlini…
Başlandığı zaman biter. Damlaya damlaya, su mermeri oyar. Taşlarda iz yapar, taşları oyar, dağları yarar su. Aka aka, koca dağı yarar vadi olur, kanyon olur. Kayaları derinlemesine oyar; Turistik broşürlerde görürsünüz, sizi oralara gezmeğe götürürler, görürsünüz.
Demek ki, insan devamlı çalıştığı zaman, bir şeyler oluyor. Kırk yaşında, hâlâ kısa pantolonla mı gezecek? Hâlâ önlük mü takacak önüne? Hayır. Büyüdü, evlendi, baba oldu, dede oldu... Değişik bir şeyler yapması lâzım. Kırk yıl boyunca, bir insan dinini öğrenemezse olur mu?
“—Cahilliği mademki bırakmıyor; su içmeyi, yemek yemeyi bırakmasına, orucuna ihtiyacım yok. Cahillikten kurtulsun.” demek istiyor Allah... Yalandan kurtulsun, kötü huydan kurtulsun demek istiyor.
Ramazan’ın, bugüne kadarki ibadetlerinizin bir
değerlendirmesini yapın! Altına bir çizgi çekin, toplama yapın! Bütün günler oruç tuttunuz mu? Bütün akşamlar, teravih için camiye gelebildiniz mi? Orucu tutarken, usulüne uygun tutabildiniz mi? Gözünüzü haramdan koruyabildiniz mi? Dilinizi, kimseyi incitmeden kullanabildiniz mi? Yoksa karınızla saç saça, baş başa kavga mı ettiniz? Komşunuzla mücadele mi ettiniz? Alacaklınızla, borçlunuzla mahkemelik mi, polislik mi oldunuz? Ne oldu?
“—Perşembenin gelişi çarşambadan bellidir.”
Bugüne kadar böyle geçmiş, bundan sonra da bu kafayla gidersen olmaz. Ne diyor, zarif adam, edip adam, büyük edebiyatçı, büyük şair Şeyh Sâdî, Mecazî nükte yoluyla, işaret yoluyla söylüyor:51
ترسم نرسي به كعبه اى اعرابي
اين ره كه تو مي روي به تركستان است
Tersem ne-resî be-Kâ’be ey a’rabî!
İn reh ki tû mî-revî be-Türkistânest.
[Korkarım ki, erişemeyeceksin Kâbe’ye ey a’rabî!
Senin yöneldiğin bu yol Türkistan’a gider.]
Şeyh Sâdi İranlı. Yolcular geçip hacca gidiyorlar, İran’dan:
“—Ey yolcu, korkarım ki sen bu gidişle hacca varamayacaksın!”
“—Neden?” “—Çünkü yönünü ters tarafa döndürmüşsün, Türkistan’a döndürmüşsün. O tarafa gidersen, gittikçe hacdan uzaklaşırsın. Hac tarafına dönmemişsin ki…” Sen de, Allah’ın rızası tarafına dönmemişsin. Bu gidişle nasıl Allah’ın rızasına varacaksın? Gittikçe uzaklaşıyorsun. Gittikçe
51 Şeyh Sa’di-yi Şirazî, Gülistan, Bölüm:II, Hikâye:6.