kaçan bir insanın ne olur hâli?
22. ABDESTLİ YATMAK VE DÜRÜSTLÜK
Eùzü bi’llâhi mine’ş-şeytàni’r-racîm.
Bi’smil’lâhi’r-rahmâni’r-rahîm.
El-hamdü li’llâhi rabbi’l-àlemîn… Hamden, kesîran, tayyiben, mübâreken fîhi alâ külli hâlin ve fî külli hîn... Ve’s-salâtü ve’s- selâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn… Ve men tebiahû bi-ihsânin ilâ yevmi’d-dîn. Emmâ ba’d. Fekàle’n-nebiyyü salla’llàhu aleyhi ve sellem:
مَنْ بَاتَ عَلٰى طَهَارَةٍ، ثُمَّ مَاتَ مِنْ لَيْلَتِهِ، مَاتَ شَهِيداً (ابن السني عن أنس)
RE. 411/1 (Men bâte alâ tahâretin, sümme mâte min leyletihî, mâte şehîdâ) Revâhu ibnü’s-sünnî an enes’in radıya’llàhu anh.
a. Abdestli Yatmanın Faydası
Aziz ve muhterem cemaat-ı müslimîn!
Allah-u Teàlâ Hazretlerinin selamı, rahmeti, bereketi üzerinize olsun. Allah (c.c.), dünya ve âhiretinizi mâmûr eylesin; oruçlarınızı, namazlarınızı, Kuranlarınızı, zikirlerinizi, ibadetlerinizi, taatlerinizi kabul eyleyip rahmetine mazhar
olmanıza vesîle kılsın!
Peygamber SAS Efendimiz, bize hayatımızın çeşitli meseleleriyle ilgili öğütler vermiştir. Allah’ın has peygamberi, çok sevgili kulu olduğundan, her şeyi en güzel düşünüp, bilip, en uygun olanı, en sağlam şekilde tesbit edebilecek makamın sahibi olduğundan, bize her konudaki tavsiyeleri, birer kıymetli cevher
gibidir. Temizlikle ilgili, kazançla, aile hayatı ile, dünya ile, ahiret ile ilgili bize çok kıymetli tavsiyeleri var.
Hadis-i şeriflerde, bu tavsiyeleri birer ikişer karşımıza çıkar. Onları zihnimizde zabt ve hıfz etmeliyiz. Hatırımızda tutmalı, uygulamalıyız. Yeniden de, öğrenmeliyiz. Allah CC, bildiğini uygulayan, duyduğunu îfâ eden; hayırlı bir tavsiye-öğüt dinlediği zaman, onu tatbik eden kimseleri sever ve onlara bilmediği ilimlerin kapılarım açar. Bildiğini uygulayana, bilmediği ilimlerin, maneviyatın, tasavvufun, gönül âleminin, ilahiyat âleminin sırlarını açar. O sırlara kavuşmanın çaresi,, duyduğunu uygulamak, bildiği ile amel ve icraata geçmektir. Onun için, hadis- i şerifleri, bu mantık ile çok dikkatli bir şekilde dinleyerek uygulamaya çalışalım. Efendimizin tavsiyelerinden birisi de, gece yatarken, ne yapacağımızla ilgili. Muhtelif hadis-i şeriflerde bize bu konuda tavsiyeleri var. Bize de, hocalarımız, şeyhlerimiz, mürşidlerimiz, o
tavsiyeleri öğretmişlerdir.
İnsan gece yatarken, abdestli yatmalı! Zaten, derviş abdestli gezer ama, abdestli olsa bile, yatmadan evvel gidip rahatlamak, yüz numaraya gitmeli, rahatlamak, taze abdest almalı, ferahlamak, hafiflemek; pırıl pırıl, tertemiz, duru, billur gibi, güzel abdestiyle, bir güzel iki rekat, dört rekat namaz kılmalı. Abdestli olarak, sağ yanına yatmak. Uykuya böyle geçmeli.
Uykuya böyle geçerse, onun bütün vücudu nurlanır ve onun ışığını, nurunu gökteki melekler, yedi kat semadan görürler. Allah’ın bu nurlu kulunu biz de görelim diye yeryüzüne gelirler, etrafında toplanırlar. Melekler ve hûri kızları, izdihamlı bir şekilde etrafına yığılırlar diye, bunun manevî faydasını Efendimiz bildiriyor.
Ayrıca, abdestli olarak yatan-uyuyan bir kimsenin, bir büyük kazancı daha vardır: Tüm gece ibadet etmiş gibi sevap kazanır abdestli yattığı için. Abdestli olmak da, temizlik de ibadetin bir parçası olduğundan, tüm geceyi uyumamış da ibadetle ihya etmiş kadar, melekler boyuna sevap yazarlar. O uyur ama, abdestli uyuduğu için, melekler de onun defterine boyuna sevap yazarlar. Sabaha kadar bu böyle devam eder. Faydalarından birisi de bu. Şeytan yanına sokulamaz, onun için gecesi hayırlı bir gece olur, ibadete kalkması mümkün olur.
Başta zikrettiğim hadis-i şerifte, bir faydasını daha zikrediyor Efendimiz, buyuruyor ki:52
مَنْ بَاتَ عَلٰى طَهَارَةٍ، ثُمَّ مَاتَ مِنْ لَيْلَتِهِ، مَاتَ شَهِيداً (ابن السني عن أنس)
RE. 411/1 (Men bâte alâ tahâretin, sümme mâte min leyletihî,
52 İbnü’s-Sinnî, Amelü’l-Yevmi ve’l-Leyleh, c.III, s.395, no:731; Enes ibn-i Mâlik RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.15, s.544, no:41290; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XX, s.100, no:21608.
mâte şehîdâ.)
Peygamber SAS Efendimiz buyuruyor ki:
(Men bâte alâ tahâretin) “Kim abdestli olarak gecelerse, abdestliyken yatıp uyursa, (sümme mâte min leyletihî) o gece de eceli gelir de vefat ederse; (mâte şehîdâ) şehid olarak ölmüş olur.” Şehid derecesini almış olarak ölür, şehid gibi ölür.
Şehid harbe gitti; yollarda zahmet çekti. Savaşın, haftalar, aylar, yıllar sürdüğünü düşünün; mahr yerlerini, yaralandığını, düşmanın eline geçtiğini, işkence edildiğini düşünün. Şehidlik, çok zor bir şey. Hepimiz temenni ediyoruz ama, kolay bir şey değil… İşte böyle abdestli yatar da insan, abdestli yattığı o gece de eceli gelir ölürse, abdestli yatıp uyuduğu için, şehid hükmüne giriyor ve Allah ona şehid gibi, manevî sevap veriyor.
Onun için, gecemizi bu avantajları kaçırmadan geçirmeğe gayret edelim; abdestli yatalım. Âdetimiz olsun, vazgeçilmez prensibimiz olsun. Kendimizin, hanımımızın çocuklarımızın prensibi olsun.
Çocuklarımıza:
“—Haydi bakalım, abdestlerinizi alın!” diyelim.
“—Yatsıyı kılmıştım baba...” “—Tamam, yatsıyı kıldığını biliyorum, yatsı geride kaldı ama... Abdestini al, iki rekat namaz kılıver abdestli olarak, şöyle sağ yanına, dualar ederek yat. Kul huva’llah, Kul eùzü birabbi’l-felâk, Kul eûzü bi-rabbi’n-nas gibi sûrelerden okuyarak, “kelime-i şehadet” getirerek… Hadislerde tavsiye edilmiş, yatma duaları vardır, onları da öğrenip okuyarak öyle yatırmaya alıştırın çocuklarınızı, tembellik ettirtmeyin! Kendiniz tembellik etmeyin, çocuklarınızı da öyle temiz alıştırın, öyle titiz alıştırın ki, hem sevap biriksin; hem ölürseniz şehid olarak ölürsünüz, hem de geceleyin şeytan yanına sokulamaz insanın... Bazı kimselere geceleyin üzerine doğru bir şey yürümüş gelmiş gibi ağırlık basar. Bağırmak ister, sesi çıkmaz Sonra, korkunç kabuslu rüyalar görür, kan ter içinde uyanır filân. Bunlar, hep şeytandan oluyor. Gece bin bir türlü sıkıntılarla karşılaşır.
Gece karanlık olduğu için, bütün düşmanlar geceleyin ayağa kalkar. Onun için büyüklerimiz demişler ki:
“—Sü uyur, düşman uyumaz.”
Millet, su uyur diyor. Suyun uyuması, uyanması olmaz. Su, sudur. Bunun gözü, kulağı yok, uyuması. uyanması olmaz. “Su uyur, düşman uyumaz.” değil, “Sü uyur, düşman uyumaz.” şeklindedir doğrusu.
Ne demek istiyor? Eski Türkçe’de, “Sü”, asker demek. Askerin komutanına da “Sü başı” derler. Sü başı geldi, komutan geldi demek. “Sü uyur, düşman uyumaz.” Yani, asker yorulur, sen ona marş marş dersin, yürütürsün, bir yere gelir asker, mola verdirtirsin. Çadırlar kurulur; karavanalar çıkar, yemekler yenilir, nöbetçiler tayin edilir. “Sü” uyur, yani asker yatar uyur.
Ama, düşman uyumaz. Düşman, tam böyle karanlık zamanı kollar. Kurdun dumanlı havayı sevdiği gibi. Orada herkes uykuya daldı mı, bir saldırırlar, nöbetçileri haklarlar, askerleri kılıçtan geçirirler.
Onun için de böyle demiş büyüklerimiz: “Sü uyur, düşman uyumaz.” Aman gözünü aç. Yani, ey komutan, ey padişah, ey hükümdar, sen askerlerine güveniyorsun ama, “Sü uyur ama düşman uyumaz!”; başına bir şeyler gelebilir, dikkatli ol.
Geceleyin, çeşit çeşit manevî tehlikeler, düşmanlar gelebilir. İnsan gece abdestli yatarsa, çeşit, çeşit, manevî hücumlara karşı etrafına melekler toplanmış, hûriler toplanmış bir halde fevkalâde uygun, güzel bir durum oluyor.
Onun için, geceleyin abdestli yatmaya dikkat edin. Bu hadis-i şerif aklınızda kalsın, başkalarına da söyleyin ve geceleyin de erken yatmaya dikkat edin. Yani, yatsı namazını kıldıktan sonra, pek oyalanmamak âdetiniz olsun. Erken yatın ki; Ramazan’da sahura kalktığımız gibi, sahur vaktinde kalkmanız mümkün olsun.
Çünkü, sahur vakti son derece kıymetlidir; geceleyin biraz uyuduktan sonra kalkıp o vakitlerde yapılan ibadetler çok sevaplıdır; onları da kaçırmamış olursunuz.
Demek ki, mümkün olduğu kadar erken yatmak, yatarken de abdestli yatmak âdetini edineceksiniz, abdestsiz yamayacaksınız. Hele, hele cünüb yatmak, çok daha uygun olmayan bir durum.
Bu hadis-i şerifi bir kere daha tekrar edelim. Enes RA’ın bildirdiğine göre, Efendimiz buyuruyor ki:
“—Kim geceleyin abdest almış olarak, temizlik üzere, ter temizken yatar uyursa, o gece ölse şehid olarak ölmüş olur.”
Onun için, biz de kardeşlerimize tavsiye ediyoruz ki, aman geceleyin abdest alıp, iki rekat, dört rekat namaz kılıp yatın!
b. Ayıplı Mal Satmanın Cezası
İkinci hadis-i şerif:53
مَنْ بَاعَ عَيْباً لَمْ يُبَيِّنْهُ، لَمْ يَزَلْ فِي مَقْتِ اللَِّ، وَلَمْ تَزَلِ الْمَلاَئِكَةُ تَلْعَنُهُ
(ه. طب. عن واثلة)
RE. 411/3 (Men bâ’a ayben lem yübeyyinühû, lem yezel fî makti’llâhi, ve lem tezelil melâiketü tel’anühû) Vâsile RA’dan, Taberanî ve İbn-i Mâce rivayet etmişler, bu hadis-i şerifi. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:
(Men bâ’a ayben lem yübeyyinühû) Kim müşteriye söylemeden, belli etmeden, ayıplı, kusurlu bir mal satarsa;
“—Bak bunun şurasında bir sakatlık vardı; bu haliyle fiyatını biraz ucuz da veriyorum, böyle alırsan al. Biraz sakat ama, önemli bir sakatlığı yoktur, ötekilerden bir hayli ucuzdur, istersen bunu al!” diye sakatıyla söyleyebilir, bu mümkün.
53 İbn-i Mâce, Sünen, c.VII, s.8, no:2238; Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.XXII, s.54, no:129; Taberânî, Müsnedü’ş-Şâmiyyîn, c.II, s.369, no:1511; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.III, s.487, no:5512; Vâsile RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.IV, s.59, no:9501; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XX, s.109, no:21634.
“Sakatını saklayıp; malının kusurunu, kabahatini, ayıbını söylemeden, sağlammış, iyiymiş gibi satarsa bir satıcı; (Lem yezel fî makti’llâhi) devamlı Allah’ın hışmına, kızgınlığına, gazabına mâruz olur, Allah’ın hışmına uğrar.”
(Ve lem tezeli’l-melâiketü tel’anühû) Melekler boyuna o satıcının aleyhinde lânet ederler. “Seni hain, seni aldatıcı ‘seni!.. Zavallı, bilmeyen müşteriye, ayıplı malı söylemeden sattın, onu kandırdın” diye lanet ederler.
Allah hışmeder, kahreder, gazap eder; melekler, lanet eder. O halde, müşteri nasıl, satıcı nasıl olacak? Malını, ayıbıyla, kusuruyla, durumunu söyleyecek. Müşteri de bilecek, ona göre alırsa alır, almazsa almaz. Dürüst olacak.
Peygamber SAS Efendimiz, bir keresinde çarşıya çıktı, gezdi. Malları kontrol etti, birisinin üstü kuru malına, çuvala elini soktu, çevirdi; baktı ki altı ıslak. Altı ıslak, üstü kuru. Mesela pirincin altı ıslak olsa alır mısınız? Almazsınız. Çünkü pirincin ıslağı makbul değildir. Belki de küflenmiştir, altı ıslak olduğu için almak istemezsiniz. Dedi ki:
“—Sen niye böyle yaptın? Niye, üstüne kuruları, altına ıslakları koydun?” Mostra yapıyorlar, bir dizi ön tarafta elmaların, armutların kelle gibi büyüklerini diziyorlar, kale gibi arkasına da çürükleri dolduruyorlar. Sen beğeniyorsun. “Şeftali, elma, armut ne kadar güzelmiş, maşallah! Çok da sağlam. Bana şuradan iki kilo ver” diyorsun. Çaktırmadan önden-arkadan dolduruyor. Atıyor teraziye, terazi güm aşağıya gidiyor, tartıda da bir hile oluyor. Çünkü yukarıdan vurdun mu, terazi hızla aşağıya gidiyor. Yukarıya çıkmasını beklemeden “Tamam, buyur bir kilo!” diyor; halbuki 700 gram. Terazinin dibi biraz böyle eline doğru geldiği zaman, ağır gelmiş gibi görünsün diye vurdurtuyor.
Sen bu dünyada kulu aldatabilirsin; saf olur, bazıları aptal olur, bazıları mecnun olur; çocuk, kadın olur; âciz, gafil, kafası başka mesele ile meşgul, kafası bozulmuş, üzgün olur; “Şuradan
ver bir kilo!” der, aklı başka yerdedir; bakmaz bile. Alır, eve gelir hanımına der ki:
“—Sana çok güzel şeftaliler getirdim, bugün. Bayılacaksın, teşekkür edeceksin bana.” “—Yâ, öyle mi? Getir bakalım!”
Meyva tabağının içine bir konur, görürsün ki, tepeden tırnağa hepsi çürük. “—Tezgâhta böyle görünmüyordu.”
Görünmüyordu ama, adam hile yaptı, ayıbını sakladı; belli etmeden sattı.
Bir insan, böyle bir satış yapmışsa bunun durumu ne oluyor? Bu insan, Allah’ın hışmına uğrayan, meleklerin lânet ettiği bir insan oluyor. “Allah sana lânet etsin” diye meleklerin lânet yağdırdığı bir insan oluyor. Neden? Kazancı haram oluyor.
Peygamber Efendimiz buyurdu ki:54
مَنْ غَشَّنَا فَلَيْسَ مِنَّا (م. عن أبي هريرة)
54 Müslim, Sahîh, c.I, s.266, no:146; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.417, no:9385; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.XI, s.270, no:4905; Hàkim, Müstedrek, c.II, s.11, no:2155; Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.VIII, s.189, no:8360; Beyhakî, Şuabü’l- İman, c.IV, s.332, no:5305; Bezzâr, Müsned, c.II, s.411, no:8125; Kudàî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.I, s.228, no:352; Ebû Hüreyre RA’dan.
İbn-i Mâce, Sünen, c.VI, s.477, no:2216; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.424, no:721; Kudàî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.I, s.229, no:353; Ebû Hamrâ RA’dan.
Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.II, s.50, no:5113; Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.III, s.63, no:2490; Bezzâr, Müsned, c.II, s.253, no:5971; Dârimî, Sünen, c.II, s.323, no:2541; Abdullah ibn-i Ömer RA’dan.
Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.X, s.138, no:10234; Kudàî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.I, s.229, no:354; Abdullah ibn-i Mes’ud RA’dan.
Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.XI, s.221, no:11553; Abdullah ibn-i Abbas RA’dan.
Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.IV, s.123, no:3773; Enes ibn-i Mâlik RA’dan.
Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.IV, s.281, no:4203; Berâ ibn-i Âzib RA’dan.
Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.IV, s.293, no:4238; Ebû Mûsâ el-Eş’arî RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.IV, s.60, no:9503; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XXI, s.91, no:23032.
(Men gaşşenâ feleyse minnâ) “Bizi aldatan, bizden değildir.” Aldattı mı? Aldattı. Öyleyse bizden olamaz. Bizi seven, bizden olan, bizi aldatmaz ki... İnsan babasına, kardeşine oyun eder mi? Etmez. Ediyorsa, demek ki bizden değil. Yani, Peygamber Efendimizin bizden değildir dediği müslüman değildir, demek oluyor. Has müslümanlık içinden sürülmüş atılmış oluyor. Bu çok fenâ oluyor.
Onun için, ticaret yapanların, malınının ayıbını açıkça söylemesi gerekiyor, müşteriye. Ayıbı ve kusuru varsa. Veyahut şöyle deniliyor:
“—Şu haliyle al, muayene et, bu malın fiyatı budur. Beğenirsen al!” deniliyor.
O zaman da müşteri bakacak, evirecek, çevirecek:
“—Ben bunun işçiliğini çok beğendim!” veya “Beğenmedim.” diyecek, bir karara varılacak; bu mümkün...
Ama, ayıp saklamak, kusuru örtüp de müşteri kandırmak, uygun olmuyor muhterem kardeşlerim. Bu dünyada kandırırsın; ama âhirette Allah, onun acısını kat kat çıkartır. Evine sen haram lokma götürmüş olursun.
Ne diyordu Peygamber Efendimiz? “Bir kimse bir haram lokma yese, kırk gece namazı, kırk sabah duası kabul olunmaz.” Bir ay, on gün. Geceleri kalkıp ibadet etmesi boşa gidiyor, sabahları herkes uyurken, camiye gelse, sabah namaz kılsa, v.s.. Hepsi boşa gidiyor. Neden? Haram lokma yedi, cezalı. Kırk gün Allah, yüzüne bakmıyor; “O pis herifin amellerini getirmeyin benim huzuruma!” diye, kabul etmiyor işte.
Haram yememek çok önemli olduğundan, çok dikkat edeceksiniz. Müşteriye doğruyu söyleyeceksiniz, malınızı aşırı methetmeyeceksiniz, ayıbını saklamayacaksınız, ticaretin kaidelerine uygun olarak, mertçe ticaret yapacaksınız.
“—Çok kazanmıyorum hocam, o zaman ille aldatmak gerekiyor; insanları biraz kandırmazsan olmuyor.” Sen bu dünyada kazanır gibi olursun, ama âhirette
kaybedersin. Bu dünyada kazanmaz gibi olur, az satarsın; ama Allah bereket verir, hayrını görürsün o kazancının… Nereden geldiği belli olmayan, bir bolluk, bir bereket olur evde; bakarsın ay sonunda paran bile artar.
“—Ben yandaki, karşıdaki konağın sahibinin onda biri kadar maaş alıyorum, ay sonunda param artıyor. Adam sağdan soldan borç alıyor.” Niye? Onda bereket yok. Bu hanede bereket var, ondan. Allah bereket verdi mi, insan yemeği bitiremez. Tabağın içine koyduğunu, yersin içersin, yersin içersin, bitmez. Büyüklerimizden, Peygamber Efendimizden, böyle çok rivayetler vardır.
Hocamız, rahmetli Mehmet Zâhid Efendi’yi ziyarete gelmişler; eve misafir dolmuş. Uzun, büyük bir misafir salonu vardı. Bir mühendis kardeşimize demiş ki:
“—Şunlara şeker tut, bakalım!” Kardeşimiz, “Tabağın içinde birazcık şeker var, salon dolu. Kendi kendime düşündüm: Bu kadarcık şeker kime yetecek? Salondaki insanların kaç tanesine yetecek bu kadar şeker? Ama, büyüğümüz olduğundan, hocamız olduğundan, itiraz etmeyeyim, yettiği kadar tutarım, bittiği yerde de bitti derim.” diye başladım.
Bütün salona tuttum, tuttum, tuttum. Kalabalığın içerisinde herkese sunarken dalmışım. Neyse hepsine verdim şekeri. En son adama da şekeri verirken aklım başıma geldi. Hani bunun içinde azıcık şeker vardı; salon ise çok kalabalıktı. Bu şeker yetmez diye düşünüyordum; hâlâ içinde de şeker var bunun, bu nasıl iştir diye, tabağın içinde ne kadar şeker kaldı diye bakınca, bir acaiplik olduğunu hissettim. Bir tabağa baktım, bir de Hocamız’a baktım. Hocam kaşlarını şöyle bir indirdi, çattı. Yani, “Sırrı, ifşa etme, açığa vurma!” der gibi, bir işaret yaptı, hiçbir şey demedim; getirdim şekerliği koydum diyor.
Peygamber Efendimizin, evine sahabe-i kiramı çağırıp da, yarım tas sütle 60-70 kişiyi filân doyurduğu, hadis-i şerif
kitaplarında kaydedilmiş. Bereket oldu mu, bir yere bereket geldi mi, çok güzel olur. Bir yerden de bereket gitti mi, hiçbir şey yetiştiremezsin. Barajın suyunu dayasan kuma gidiyor gibi gider. Gene yetişmez. Onun için, helâl lokmaya ve berekete dikkat etmek lâzım.
Bereketini kaçırtmamak lâzım. Besmeleyle yersen, helâl lokma getirirsen, bereketli olur. Edepli olursan, şartlarına riayet edersen bereketli olur. İnsanların onları kaçırmamağa çalışması gerekiyor.
c. Gerçek Alimlerin Özellikleri
Üçüncü hadis-i şerif:55
مَنْ بَرَّتْ يَمِينُهُ، وَصَدُقَ لِسَانُهُ، وَاسْتَقَامَ قَلْبُهُ، وَعَفَّ بَطْنُهُ وَ فَرْجُهُ؛
فَذٰلِكَ مِنَ الرَّاسِخِينَ فِي الْعِلْمِ (ابن جرير، وابن أبي حاتم، والطبراني
عن أبي الدرداء، وأنس، وأبي أمامة، وواثلة معًا)
RE. 411/5 (Men berret yemînühû, ve saduka lisânühû, ve’stakàme kalbühû, ve affe batnuhû ve fercühû, fezâlike mine’r- râsihîne fi’l-ilm) Bu hadîs-i şerîfi de İbn-i Ebî Hâtim, İbn-i Cerîr, Taberânî, Ebü’d-Derdâ, Enes, Ebû Ümâme ve Vâsile radıyallahu anhüm ecmaîn hazerâtından rivayet eylemiş. Ahlâkın güzellerine işaret eden bir hadîs-i şerîf. Peygamber SAS buyurmuş ki; “Şu şahıslar ilimde rusuh peyda etmiş kimselerdendir, er-
55 İbn-i Ebî Hàtim, Tefsir, c.IV, s.441, no:6301; Taberî (İbn-i Cerir), Tefsir, c.VI, s.207, no:6638; Taberânî, Kebîr, c.VIII, s.152, no:7658; Deylemî, Müsnedü’l- Firdevs, c.II, s.288, no:3327; Heysemî, Mecmaü’z-Zevâid, c.VII, s.45, no:10887; Ebü’d-Derdâ, Enes ibn-i Mâlik, Ebû Ümâme ve Vâsile ibn-i el-Eska’ RA’dan.
Câmiü’l-Ehàdîs, c.XX, s.116, no:21652.
râsihûne fi’l-ilm zümresindendir.”
Bu, Enes RA, Ebü’d-Derdâ RA, Ebû Ümâme ve Vâsile (Rıdvânu’llàhi aleyhim ecmaîn) gibi çeşitli ravilerden, çeşitli kitaplarda kaydedilmiş bir hadis-i şerif. Çok önemli bir konusu var. Âl-i İmran Sûresi’nin, birinci sayfasında:
وَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ يَقُولُونَ آمَنَّا بِهِ كُلٌّ مِنْ عِنْدِ رَبِّنَا (آل عمران: ٧)
(Ve’r-râsihûne fi’l-ilmi yekùlûne âmennâ bihî küllün min indi rabbinâ) “İlimde sağlam ve yüce bir mertebeye ulaşmış, derinliğine ve engin ilme sahip olmuş, sağlam bir mevki kazanmış gerçek âlimler, maneviyat âlimleri, Kur’an-ı Kerim’in esrarı, esrarengiz, derin âyetleri karşısında: ‘İnandık. Bunun esrarını Allah bilir, hepsi Rabbimiz tarafından gönderilmiştir ama bunun çözümü Allah-u Teàlâ tarafından bildirilir; bizim bir söz söylemeğe hakkımız yoktur:’ diye haddini bilirler.” (Âl-i İmran, 3/7) buyrulur.
Râsihûne fi’l-ilm tabiri orada geçiyor.
Bu hadis-i şerif “Râsihûne fi’l-ilm” tabirini açıklıyor. İlimde yüksek bir mertebe elde etmiş, sağlam bir mertebeye, çizgiye vâsıl olmuş şahıslar kimlerdir? Bizim, ilk önce hatırımıza ne gelir?
“—Herhalde, iki, üç fakülte bitiren insanlardır. Profesör ünvanını almış insanlardır. Veyahut, medresesi olan insanlardır. Çok talebe yetiştirmiş insanlardır. Yaşı yetmişe, seksene gelmiş, feleğin çemberinden geçmiş, nice, nice kitaplar okumuş, yazmış insanlardır.” diye düşünürüz.
Hiç öyle demiyor Efendimiz. Bunların hiç birisi yok. Diyor ki Peygamber Efendimiz:
(Berret yemînühû) “Şol kimse ki, yeminine sâdık. Yemin etti mi, sözünü yerine getiriyor, vaad etti mi yerine getiriyor, yeminine sâdık.”
(Ve sadaka lisânühû) “Dili doğru söylüyor, dürüsttür, adam hiç yalan söylemez.” (Ve’stekàme kalbühû) “Kalbi dürüst, eğri büğrü değil, içinde kötü duygular yok, yamuk değil.” (Ve affe batnühû ve fercühû) “Midesi ve ferci afif, iffetli.”
Midenin iffeti ne demek? Mide nasıl iffetli olacak? İçine haram girmemiş, demektir. Fercin iffeti ne demek? Nâmahreme kuşak çözmemiş, namusunu lekeleyecek bir iş yapmamış demek.
“Haram lokma yememişse, namusu sağlamsa, namusunu nâmahreme lekelettirmemişse, lekelenmemişse işte bu kimse, (fezâlike mine’r-râsihîne fi’l-ilm) ilimde yüksek kimsedir. Yani, hakiki âlim, sözü doğru olan, yemini hak olan, kalbi dürüst olan, midesiyle helâl lokma yiyen, namusu tam, yerli yerinde olan kimsedir. İşte hakîkî âlim budur.” diyor, Peygamber Efendimiz.
Nasıl hakiki âlim oluyor? Okumadı, diploması yok, hocası yok, mektebe gitmedi. Nasıl, büyük âlim oluyor? Demek ki, bu evliya. Allah öğretiyor. Peygamber Efendimiz hangi mektebe gitti? Hangi fakülteyi bitirdi? Mısır’a mı gitti? Ezher’de mi okudu? Bağdat’a mı gitti? Bağdat Üniversitesi’ni mi bitirdi? Amerika’ya ihtisasa mı gitti? Hiç birisi değil.
Ama, Peygamber Efendimiz, insanların en alimi. Neden? Her şeyi en iyi bilen Allah CC ona öğrettiği, bildirdiği için. Gözünden perdeleri kaldırdığı, gönlüne ilimleri ihsan ettiği için, her şeyi biliyordu. Eski ümmetlerin, ihtilaf ettiği konuların hepsini açıklıyordu. Eski ümmetlerin yahudilerin, hristiyanların tereddüt ettikleri, bilemedikleri, önceki peygamberlerin zamanlarına ait olayları, kitapların yazmadığı, kimsenin bilmediği şeyleri, açıklıyordu. Herkesin, yalan yanlış söylediği şeyi, düzelterek söylüyordu.
Onun için, Fransalı bir profesör, Profesör Moris Bükeyl diyor ki:
“—Siz Hazret-i Muhammed’e dil uzatıyorsunuz. ‘Hazret-i Muhammed eski dinlerden bir şeyler duymuş, onları söylüyor!’
diyorsunuz. Öyle şey olur mu? Hepsini mukayese ediyoruz, Hristiyanlığı, Yahudiliği ve İslâm’ı... Hıristiyanlık ve Yahudilik bu konuda bozuk şeyler söylemiş, o konuda Hazret-i Muhammed doğruyu söylemiş. Eskilerden almışsa, yanlışı tekrar etmesi gerekmez miydi? Yanlışı tekrar etmediğine göre, demek ki onlardan almamış. Asıl kaynaktan almış.”
Fransız bilimler akademisinin tıp profesörü bu adam, bunu tesbit ettikten sonra, Kelime-i Şehadet getirip müslüman oluyor.
07. 04. 1991 - Melbourne / AVUSTRALYA
c. Namazın Faydası
Bir başka hadis-i şerifte; İbn-i Abbas RA’ın rivayet ettiğine göre buyuruyor ki Peygamber SAS… Hadis kaynaklarından İbn-i Ebî Hâtim’de ve Taberânî’de var:56
مَنْ لَمْ تَنْهَهُ صَلاَتُهُ عَنِ الْفَحْشَاءِ وَالْمُنْكَرِ، لَمْ يَزْدَدْ مِنَ اللَّ إِ لاَّ بُعْدًا
(ابن أبي حاتم، طب. وابن مردويه عن ابن عباس)
RE. 442/10 (Men lem tenhehû salâtühû ani’l-fahşâi ve’l- münker, lem yezdet mine’llâhi illâ bu’dâ) Bu hadisi de deminki hadis gibi hatırınızda iyice tutun, muhterem kardeşlerim. Diyor ki Peygamber Efendimiz bu hadis-i şerifinde: “Bir kimsenin kıldığı namaz, onu fuhşiyattan ve münkerattan alıkoymuyorsa, ıslah edemiyorsa; adam eski hamam, eski tas, gene kavgacı, gene küfürbaz, günahlara dalıp işleyen bir adam ancak Allah’tan uzaklaşır.” Başka bir işe yaramaz. Neden? Namazın insanı ıslah etme özelliği var. O adam, demek ki namazı usulüne uygun kılamıyor; kılamadığından dolayı, namaz tesir etmiyor.
Hap, ilaç, tesir etmiyor. Neden? Yani, vücuda sürünmek için olan ilacı yutarsan, fayda değil zarar olur. İnsanın, kullanış talimnamesini doğru bilmesi, doğru kullanması lâzım.
Burada bir şey daha öğrenmiş olduk, bu iki hadis-i şeriften muhterem kardeşlerim: İbadetler, sizin ve bizim klasik anlayışımız gibi, sadece Allah’a karşı birtakım davranışlar
56 İbn-i Ebî Hàtim, Tefsir, c.XI, s.444, no:18187; Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.XI, s.54, no:11025; Kudàî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.I, s.305, no:509; Mecmaü’z- Zevâid, c.II, s.531, no:3557; Abdullah ibn-i Abbas RA’dan.
Deylemî Müsnedü’l-Firdevs, c.III, s.622, no:5944; Abdullah ibn-i Mes’ud RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.VII, s.525, no:20083; Keşfü’l-Hafâ, c.II, s.277, no:2602; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XXI, s.398, no:23826.
yapmak demek değil. İbadetlerin insanı günahlardan alıkoymak, insanı ıslah etmek gibi bir özelliği var.
Her ibadet bir kötü huylardan kurtaracak. Oruç, insanı günahlardan, kötü huylardan, yalandan dolandan, cahillikten kurtaracak. Özelliği bu, ama yapmıyor; demek ki usulüne uygun olarak o ibadeti icra etmiyor insan.
“—Bu elektrik yanmıyor.” “—Niye?”
“—Düğmesi bozuk, hattı bozuk, sigortası atmış… Bir kusur var da ondan.” İşte, insanın o kusurunu düzeltmesi lâzım.
Muhterem kardeşlerim; ibadetlerinizi aşk ile, şevk ile ve ibadetin nasıl yapılması gerektiğini öğrenerek, ilmihal okuyarak yapın. İlmihali okumadan, usulünü bilmeden, ehliyetini almadan, lisansını almadan, bir ilacın prospektüsünü okumadan kullanma olur mu?
Ehliyet olmadan araba kullanılır mı? Arabayı kullanırım diyebilirsin.
“—Uçak kullanabilir misin?” “—Âa, onu bilmiyorum.” “—Helikopter kullanabilir misin?” “—Hâa, onu da bilmiyorum.” “—Ekskavatör?” “—Onu da bilmiyorum.” Neden? Gördün mü? Öğrenmek istiyor. Bir talimnamesi var, bir sürü vitesler, ayağında bir sürü pedallar var. Hangisine basacaksın? Nasıl kepçe dönecek? Nasıl hareket edecek? Bütün bunlar ayrı bir ilim işte.
Namazın da, orucun da; cenneti kazanmanın da, nefsi adam etmenin de ilmi var. İyi müslüman olmanın da, güzel huylu, olgun insan, kâmil insan olmanın da ilmi var. Ama okuyacak insan lâzım, heves lâzım, bir.,. Bir de okutacak insan lâzım, iki...
Allah, bizim içimize, kendi yolunun sevgisini, arzusunu,
merakını, iştiyakını iyice yerleştirsin. Rızasını kazanmak için ne yapmamız gerekiyorsa, öylece çalışalım, kulluk edelim, öylece hayırlı işler yapalım.
Ömürlerimiz boşa geçmesin… Yerinde saymak tarzında veya tepetaklak gitme tarzında olmasın... Verimli, sevaplı, ecirli geçsin, Rabbimizin rızasına uygun geçsin...
Huzuru Rabbi’l-izzete vardığımız zaman, Rabbimiz bizi muâhaze etmesin, azarlamasın… İltifat eylediği, cennetine dahil eyleyip, cemalini gösterdiği kullarından eylesin…
Bi-hürmeti esrârı sûreti’l-fâtihah!..
06. 04. 1991 - Melbourne / AVUSTRALYA