19. ÜMMETİN ÂFETİ

20. HARAM LOKMANIN ZARARLARI



Eùzü bi’llâhi mine’ş-şeytâni’r-racîm.

Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm.

El-hamdü li’llâhi rabbi’l-alemîn... Hamden kesîran tayyiben mübâreken fîhi alâ külli hâlin ve fî külli hîn… Ve’s-salâtü ve’s- selâmü alâ seyyidi’l-evvelîne ve’l-âhirîn… Senedinâ ve mededinâ muhammedin’il-mustafâ… Ve âlihî ve sahbihî ve men tebiahû bi- ihsânin ilâ yevmi’d-dîni bi’s-sıdkı ve’l-vefâ…

Emmâ ba’dü, fekàle’n-nebiyyü salla’llàhu aleyhi ve sellem:


مَنْ أَكَلَ لُقْمَةً مِنْ حَرَامٍ، لَمْ تُقْبَلْ لَهُ صَلاَةٌ أَرْبَعِينَ لَيْلَةً؛ وَ لَمْ يُسْتَجَبْ


لَهُ دَعْوَةٌ، أرْبَعِينَ صَبَاحًا؛ وَكُلُّ لَحْمٍ يُنْبِتُهُ الْحَرَامُ، فَالنَّارُ أَوْلٰى بِهِ؛ وَ


إِنَّ اللُّقْمَةَ الْوَاحِدَةَ مِنَ الْحَرَامِ لَتُنْبِتُ اللَّحْمِ (الديلمي عن ابن مسع ود)


(Men ekele lukmaten min haramin, lem tukbel lehû salâtü erbaîne leyleten, ve lem yüsteceb lehû da’vetü erbaîne sabâhan; ve küllü lahmin yünbitühü’l-harâmu, fe’n-nârü evlâ bihî; ve inne’l- lukmete’1- vâhidete mine’l-harâmi, letünbitü’l-lahmi) Sadaka rasûlü’llàh, fî mâ kàl, ev kemâ kàl.


a. Kırk Gece Namazı Kabul Olmaz.


Aziz ve muhterem kardeşlerim, cumanız mübarek olsun!

Allah-u Teàlâ Hazretleri, Ramazan’ın, cumanın, ibadetin, tâatin feyzinden, bereketinden, sevabından, cümlenizi azamî derecede istifade ettirsin. Dünya ve ahirette bahtiyar eylesin!

Hadis âlimlerinden İmam Deylemî, İbni Mes’ud RA’dan rivayet etmiş ki, Peygamber SAS Hazretleri, haram lokma hakkında şu

337

hadis-i şerifi îrad buyurmuşlar:45


مَنْ أَكَلَ لُقْمَةً مِنْ حَرَامٍ، لَمْ تُقْبَلْ لَهُ صَلاَةٌ أَرْبَعِينَ لَيْلَةً؛ وَ لَمْ يُسْتَجَبْ


لَهُ دَعْوَةٌ، أرْبَعِينَ صَبَاحًا؛ وَكُلُّ لَحْمٍ يُنْبِتُهُ الْحَرَامُ، فَالنَّارُ أَ وْلٰى بِهِ؛ وَ


إِنَّ اللُّقْمَةَ الْوَاحِدَةَ مِنَ الْحَرَامِ لَتُنْبِتُ اللَّحْمِ (الديلمي عن ابن مسع ود)


(Men ekele lukmaten min harâmin, lem tukbel lehû salâtün erbaîne leyleten) “Kim, haramdan bir tek lokma bile yese, yutsa, haram lokma karnına gitse, kırk gecelik gece ibadeti, namazı kabul olmaz.” (Ve lem yüsteceb lehû da’vetün erbaîne sabâhan) “Kırk sabah yapmış olduğu duası, Allah tarafından kabul edilmez. ‘Sen haram lokma yedin!’ diye Allah CC kırk gece namazını, kırk sabah duasını kabul etmez.

(Ve küllü lahmin yünbitühü’l-haram, fe’n-nârü evlâ bihi) “Haram lokmanın vücutta meydana getirdiği her et parçasına, cehennem ateşi yakışır. O haramdan biten et parçasını mutlaka cehennem ateşi yakar.”

(Ve inne’l-lokmate’l-vâhidete mine’l-harâmi letünbitü’l-lahm) “Bir lokmanın yenmesinden dahi, vücutta bir et hâsıl olur.”

“—Canım, bir lokmadan ne olacak?” dememek lâzım.

Bir lokma bile haram yemiş olsa, o yediğinden toplu iğne başı kadar da olsa, zerre kadar da olsa, bir et hâsıl olur. Haram lokmadan meydana gelmiş o ete de ancak cehennem ateşi yakışır. Yakışır demek, uygun olur demektir. Yani, cehenneme gidecek ve o haram et parçası, haram lokmadan hâsıl olmuş olan o vücut hücresi, dokusu veya âzası, cayır cayır cehennemde yanacak demektir.



45 Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.III s.581 no:5853; Abdullah ibn-i Mes’ud RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.IV, s.15, no:9266; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XX, s.55, no:21483.

338

Aziz ve muhterem kardeşlerim! İslâm’ın, temiz, has müslüman olmanın, Allah’ın sevgili kulu olmanın, sàlih, âbid, müttakî, makbul, sevimli bir kul olmanın en başta gelen birinci şartı, helâl lokma yemektir.

Bu hadis-i şeriften ve buna benzer hadis-i şeriflerden çıkan kesin hüküm bu.

“—Ben Allah’ın sevgili kulu olmak istiyorum!” veya “Ben Allah’ın ahirette cezasına, kahrına uğramak istemiyorum; cehennemde yanmak istemiyorum! Cehenneme atılıp da, cayır cayır yanmak istemiyorum. O azapları düşündükçe aklım başımdan gidecek gibi oluyor. Cehennemi istemiyorum, cennetin tasvirlerini duydukça, medihlerini işittikçe, köşklerini, saraylarını, hûrîlerini, nimetlerini, izzetlerini duydukça da, ona karşı içimde bir aşk, bir şevk meydana geliyor; cennete gitmek istiyorum. Cenneti kaçırmamak istiyorum elimden… Cennete mutlaka girmeliyim, cehennemden de mutlaka kurtulmalıyım diye düşünüyorum. Allah’ın sevgisini, rızasını kazanmayı

339

istiyorum!” diyen bir kulun ilk düşüneceği iş, helâl lokmadır. Lokmasının haram lokma olmaması, helâl lokma olması lazım!

Neden? Çünkü, haram lokma yerse, hem ibadetleri, duaları kabul olmuyor, hem de yediği o gıdadan vücudunda küçücük, bir toplu iğne başı kadar bir hücre bile oluşsa, onu cehennem ateşi yakacak. Yani, cehenneme girecek. Cennete gitmiş olsa, cennete gelip de cehennem ateşi yakacak değil ya; cehenneme gidecek de, orada yanacak. Yani, haramdan hasıl olmuş olan et parçası öyle yanmış olacak. O bakımdan bu hadis-i şerif çok bariz, mânâsı çok âşikâr ve bu konuyu çok iyi anlatan hadis-i şeriflerden bir tanesi. Bunu yazıp, hatırımızda tutmamız lâzım. Tekrar tekrar, mânâsı üzerinde durmamız lâzım.


Diyor ki Efendimiz: “Kırk gece namazı kabul olmaz.” Mâlum, insan gündüz ibadetleri daha kolay yapar. Dinçtir, rahattır, ortalık aydınlıktır, ama geceleyin uykusunu bölüp ibadet etmek âşıkların, âşık-ı sâdıkların işi. Herkes horul horul uyurken âşıklar uyumaz. Hak âşıkları, İslâm’ın yolunda yürümek isteyen, gönlü, duygusu kuvvetli olan kullar, geceleyin kalkarlar, seccadelerini yayarlar, teşbihleri ellerine alırlar, Teheccüd namazı kılarlar, dualar ederler. Gece olduğu için biz görmüyoruz, bilmiyoruz ama, Allah biliyor.

Gece ibadeti çok makbuldür, sevaplıdır. Sevaplı olmasının sebebi, gizli olmasıdır. Kimse bilmiyor. Gösteriş, riya ihtimali yok; onu bunu aldatmak için yapılmış bir şey değil. Kendisi kalkıyor, kılıyor namazı; bir Rabbi biliyor, bir kendisi biliyor. Odasında, gece olduğu için kapısı kilitleniyor, misafirler de gelmiş-gitmiş oluyor; kimse yok, yalnız başına ibadet ediyor. Gece ibadeti kıymetlidir, iyi kulluk nişânesidir. Onun için bir hadis-i şerifte, Peygamber Efendimiz SAS buyurdu ki:46




46 Lafız farkıyla: Deylemi, Müsnedü’l-Firdevs, c.III, s.455, no:5404; Abdullah ibn-i Ömer RA’dan.

Kenzü’l-Ummal, c.VII, s.785, no:21405; Camiü’l-Ehadis, c.XIII, s.145, no:12782.

340

رَكْعَتَانِ مِنَ اللَّيْلِ خَيْرٌ مِنَ الدُّنـْيَا وَمَا فِيهَا


(Rek’atâni mine’l-leyli hayrun mine’d-dünyâ ve mâ fîhâ) “Geceleyin kılınan iki rekât namaz, dünyadan da, dünyanın içindeki her şeye sahip olmaktan da daha hayırlıdır.”

Uykunu böldün, kalktın abdest aldın, samîmi, ihlâslı iki rekât bir namaz kıldın. Kıldığın bu iki rekât namaz, bu dünyadan, dünyanın içindeki zenginliklerden, varlıklardan, mülklerden, mallardan, zînetlerden daha hayırlıdır. Altından, gümüşten, inciden, mercandan, elmastan, yakuttan, zebercetten de daha hayırlıdır.

Gece ibadetinin bu kadar kıymetli olduğunu, biliyoruz; biz de inşaallah kalkalım kılalım ama, Efendimiz, bu hadis-i şerifte buyuruyor ki:

“Bir kimse bir lokma haram yese onun kırk gece ibadeti kabul olmaz.”

Âşıkların ibâdetidir bu ama, âşık, haram yedi, Allah’ı hoşnud etmedi, darılttı, kızdırdı. Allah’ın hoşuna gitmeyen bir şey yaptığından, lokması haram olduğundan dolayı kendisi âşık da olsa, gözü yaşlı da olsa, samîmi de olsa, kırk gece o samîmî ibadetini Allah kabul etmiyor. Yani, dünyadan ve dünyanın içindeki her şeyden daha hayırlı olan o ibadet kabul olmuyor, red olunuyor. Allah-u Teàlâ, “Sen haram yedin, sevmedim seni, kabul etmiyorum ibadetini...” dediği zaman iş bitiyor.

Bir haram lokma yedi, yemez olsaydı keşke. Bir haram lokma yemesi, kırk gün ileriye tesir ediyor, yediği haramın kırk gün ileriye tesiri oluyor.


b. Kırk Sabah Duası Kabul Olmaz


Bir de, (Erbaîne sabahâ) “Kırk sabah, duasını Allah kabul etmez.” Malum, insanın sabahleyin uykusunu bölüp de dua etmesi kolay değil. Gece geç yatıyor, sabah namazına kalkamıyor, kolay

341

kalkamıyor, alışmak lâzım. Çocuklarımızı küçükten alıştırmamız lâzım. Herkes, uykusunu bölüp de sabah namazına kalkamaz. Sürüklersin ayağından, gene uyur; kapısına on defa gidersin, kapısını çalarsın, saati kurmuştur kalkayım diye, saat cır cır cır kurgusu bitinceye kadar öter, gene kalkamaz. Neden? Uykuyu bölmek kolay değil ve fedakârlık işi, alışma işi.

Allah-u Teàlâ Hazretleri, sabah namazına gelenleri, sabah duası yapanları seviyor. Duaların makbul olduğu önemli zamanlardan birisi sabah zamanı.

Tirmizî’nin Enes ibn-i Mâlik RA’dan rivayet ettiğine göre, SAS Efendimiz şöyle buyurmuşlar:47


مَنْ صَلَّى الْفَجْرَ فِي جَمَاعَةٍ، ثُمَّ قَعَدَ يَ ذْكُرُ اللََّ حَتَّى تَطْلُعَ


الشَّمْسُ، ثُمَّ صَلَّى رَكْعَتَيْنِ، كانَتْ لَهُ كَأَجْرِ حَجَّةٍ وَعُمْرَةٍ


تَامَّةٍ، تَامَّةٍ، تَامَّةٍ (ت. حسن عن انس)


RE. 426/14 (Men salle’l-fecre fî cemâatin) “Kim sabah namazını cemaatle camide kılarsa, (sümme kaade yezküru’llàhe hattâ tatlua’ş-şems) sonra Allah’ı zikrederek zamanını değerlendirmek sûretiyle, güneş doğup kerahat vakti çıkıncaya kadar oturursa... (Sümme sallâ rek’ateyn) Kerahat vakti geçtikten sonra, kalkıp iki rekat namaz kılarsa; (kânet lehû keecri hàccetin ve umretin tâmmetin, tâmmetin, tâmmeh) böyle oturmak, bu ibadeti yapmak, ona o gün tam bir hac ve umre yapmış gibi sevap kazandırır; tam bir hac ve umre yapmış gibi, tam bir hac ve umre yapmış gibi...” buyurmuşlar.

Bu namazı teşvik ediyor Peygamber Efendimiz. Yâni, insanın



47 Tirmizî, Sünen, c.II, s.481, no:586; Begavî, Şerhü’s-Sünneh, c.II, s.9; Enes ibn-i Mâlik RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.VII, s.808, no:21508; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XX, s.496, no:22727.

342

sabah namazından sonra kıldığı bir namaz var, İşrak namazı. Güneş doğduktan sonra, kerahat vakti çıktıktan sonra kılınıyor.

Çok kıymetli amma, kul haram lokma yemiş ise, yine kırk sabahki duasını Allah kabul etmiyor; kırk sabah geçecek.


c. Kırk Günlük İbadet


Bu kırk sözü, dikkat çekici bir söz. Dervişin, ibadethaneye, camiye, tekkeye, çilehaneye gelip kırk gün zikirle, teşbihle meşgul olması diye bir kaide vardır, tasavvufta. Zaten çilehane diyoruz. Çile, Farsça’da kırk günlük ibadet demek. Çile çekmek ne demek? Kırk gün, o ibadetin zahmetini, meşakkatini sırtlayıp, o işi yapıp, o sevabı kazanmak demek. Farsça’da, “çil” veya “çihil” kırk anlamına geliyor. “Çile” de, kırk günlük ibadet demek oluyor.

Neden dervişler kırk gün ibadete giriyorlar?

Çeşitli sebepleri var. Niye otuz dokuz gün değil? Niye bir ay değil? Niye kırk gün? Kırk gün olmasının çeşitli sebepleri var. Bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz buyurmuş ki:48


مَنْ أَخْلَصَ ِللَِّ أَرْبَعِينَ يَوْمًا ظَهَرَتْ يَنَ ابِيعُ الْحِكْمَةِ مِنْ قَلْبِهِ عَ لٰى لِسَانِهِ (القضاعي عن ابن عباس؛ ش. حل. عن مكحول)


(Men ahlesa li’llâhi erbaîne yevmen) “Kim ihlâs ile zamanını, kırk gün Allah-u Teàlâ Hazretleri’ne tahsis ederse, (zaherat yenâbîü’l-hikmeti min kalbihî alâ lisânihî) gönlünden lisânına hikmet pınarları şırıl şırıl akmaya başlar.”

Kim, Allah-u Teàlâ Hazretleri’ne kırk gün hâlisâne kulluk, ibadet, taat ederse; yana yakıla gözyaşı dökerse; ihlâsla,



48 Kudàî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.I, s.285, no:66; Abdullah ibn-i Abbas RA’dan.

İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, c.XIII, s.231, no:35485; Abdullah ibn-i Mübârek, Zühd, c.I, s.359, no:1014; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.X, s.70; Mekhul Rh.A’ten.

Kenzü’l-Ummâl, c.II, s.24, no:5271; Keşfü’l-Hafâ, c.II, s.224, no:2361; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XXXXI, s.394, no:45421; RE. 398/11.

343

samimiyetle, candan severek, isteyerek kırk gün ibadet ederse; gönlünden diline hikmet pınarları, şarıl şarıl akmaya başlar. Gönlü coşar, diline hikmetli mânâlar, sözler gelir. Yani evliya hâli olan, güzel hallere nâil olur.

Mûsa AS da, Tur Dağı’na çıktığı zaman, orada, Tur Dağı’nda kırk gün ibadet etti.


فَتَمَّ مِيقَاتُرَبِّهِ أَرْبَعِينَ لَيْلَةً (الأعراف:١٢٤)


(Fetemme mîkâtü rabbihî erbaîne leyleh) [Böylece Rabbinin tayin ettiği vakit kırk geceyi buldu.] (A’raf, 7/142) Demek ki, kırkta tamam oluyor iş, kırkı tamamlamak gerekiyor.


Burada da, dikkatinizi çekmek istiyorum; haram lokma yiyenin duası kırk sabah kabul olmaz. Kırk gece devamlı, o güzel, makbul gece ibadeti kabul olmaz denildiğine göre, bir insanın ne yapması lâzım? Bir kere, bu kırkı bir geçmesi lâzım, bir yere girmesi lâzım. Kırk günü atlatması lâzım. Hani, girdiği günden önce, kazârâ bir haram bulaşmışsa, bir kere kırk gün geçip, o yasak müddeti geçmesi; ceza müddetini bitirmesi lâzım. Kırk sabah, kırk gecenin tamam olması lâzım.

Bu arada içeride tekrar haram yememek, helâl lokmayla beslenmek şartıyla, o kırkı geçtikten sonra, “Artık Allah-u Teàlâ Hazretleri o kulu affeder, duâsını, tevbesini, namazını kabul eder; Allah’ın iyi bir kulu olur.” diye temenni edilir.


Evliyaullahın büyüklerinden, Eşrefoğlu Rûmî Hazretleri, feyzini tamamlamak, manevî terbiyesini tamam etmek için, Anadolu’dan, İznik’ten, kalkmış, çoluğunu çocuğunu yanına almış, Suriye’nin Hama şehrinde, Sa’deddîn-i Hamevî Hazretlerinin yanına gitmiş. “Manevî bakımdan gafletten beni kurtarsın, gereken şeyleri bana öğretsin, Allah’ın sevgili kulu nasıl olunurmuş anlıyayım, beni eğitsin, nefsim ıslah olsun, beni yetiştirsin!” diye.

344

Bak, ne kadar yoldan, nereye gitmiş? O kadar yolu, o zamanın imkânsızlıkları ile mücadele ederek, kat etmiştir; çocuğu ağlamıştır, hanımı yorulmuştur, yollarda ayakları patlamıştır, yara olmuştur, aç kalmışlardır, tozlanmışlardır, yıkanamamışlardır, ızdırap çekmişlerdir!

O kadar mesafeden sonra gidiyor, selâm verip elini öptüğü zaman; Sa’deddîn-i Hamevî:

“—Hoş geldin evlâdım, buyur çilehaneye gir!” diyor.


Eşrefoğlu Rûmî Hazretleri girmiş çilehaneye, kırk gün ibadet etmiş. Kırk gün tamam olmuş. Çıktıktan sonra şöyle haline bakmış:

“—Pek güzel evlâdım, Allah kabul etsin, iyi ibadet etmişsin, Allah rahmetine, lütfuna erdirsin, güzel. Haydi, kırk daha gir.”

Arkasından bir kere daha sokmuş. Kırk gün, kırk gün daha, seksen gün eder. Kolay mı? Seksen gün, iki ay yirmi gün demek. İki ay yirmi gün, güneşsiz, ışıksız yerde, gündüzleri oruç tutup tesbih çekecek, tefekkürlere dalacak, ibadet edecek. Oradan da çıkmış, “İyi, maşallah çok güzel.” diye bir taraftan iltifat etmiş, diğer taraftan:

“—Haydi, bir daha gir!” demiş.

Bir kere daha halvete yani, çilehaneye sokmuş. Üç tane kırk, yüz yirmi gün eder, dört ay eder. Dört ay, yani bir mevsim, caminin dibinde, karanlık odada, güneş görmeyen yerde, teşbih çekmek, Allah demek, tefekkür etmek, sevaptı güzel ibadetleri yapmak, namaz kılmak oruç tutmak ve günahlardan uzak durmak suretiyle.

Çünkü insan dışarıda geziyor, gözü harama bulaşıyor.


Bir açık kadın geçiyor, bakıyor. Birisi geliyor, bir olmadık laf söylüyor; ona bir cevap veriyor. Dilinden uygun olmayan bir söz çıktı mı, haydi bir günah daha. Birisini ziyarete gidiyor, birisinden ziyaretten geliyor.

“—Bir insanın bir arkadaşının yanına gittiği zaman, onun haram olduğunu bildiği, hırsızlıktan alınma olduğunu bildiği bir

345

lokmasını yemesi halinde, hırsızlığına ortak olmuş olur.” diyor, Peygamber Efendimiz. Gittiği yere de “Aman, hırsız olmasın, malını mülkünü almayayım” diye dikkat edecek.

Eşkiya, yolda çevirmiş, şeyhlerimizden bir zatı. Heybetli, bembeyaz sakallı, evliyaullahtan bir kimse.

“—Buyur bizim hanemize, misafir etmek istiyorum” demiş.

Elini öpmüş, ayağını öpmüş, yemeği önüne koymuş, ama şeyhimiz yememiş. Yer mi? Eşkiya, yol keserek kazanç sağlıyor. Tabancayı çekiyor, haraç alıyor, yol kesiyor, öyle geçimini sağlıyor. Nasihat etmiş, ondan sonra o ıslah olmuş, tevbe etmiş, yola gelmiş.


Demek ki insan dışarıda olduğu zaman çeşitli günahlarla karşılaşıyor, gözü günaha bulaşıyor, kötü şeyler dinleyerek kulağı günaha bulaşıyor, dili günaha bulaşıyor. Kırk gün günahlardan uzak kalıyor, halvete giren adam bu, bir. Bu iyi.

Kendisi başkasına zarar veriyorsa, omuz atıyorsa, yumruk vuruyorsa, çelme takıyorsa, hakaret ediyorsa, kalp kırıcı sözler söylüyorsa, iğneliyorsa, yani biraz muzır bir insansa; kırk gün kendisinin zararı başkasına ulaşmıyor; o da iyi, oradan da günaha girmiyor. Allah’ın bir mazlum kuluna bir zarar verdi mi, o da “Allah seni kahretsin!” dese veya demese bile üzülse, cezası ona gelecek.

Kırk gün, zararı başkasına gitmiyor. Haramlardan uzak kalmış oluyor veya kırk günden önce haram lokma bulaşmış, girmişse midesine, kırk gece namazı kabul olunmayacak. Kırk sabah duası kabul olmayacak, o ceza müddeti de bitmiş oluyor.


Demek ki, bu kırk gün ibadet etmek çok güzel bir şey. Demek ki dervişlerin yaptığı boşuna değilmiş. Dervişlerin, tasavvuf erbabının, kitaplarda anlatılan güzel hallerinin zuhur etmesi, o günahlardan, o haramlardan iyice sıyrıldıktan sonra imiş. O sıyrılmanın yolu da kolay değil. Toplanan hurda demirleri ne yaparlar? Götürürler potaya atarlar; potada erir, cürûfu bir tarafa ayrılır, demirin saf madeni

346

bir tarafa ayrılır. Onu potadan dökerler, bildiğimiz demir olur. Tekrar başka kalıba koyarlar, ne işte kullanacaklarsa kullanırlar. Yani, içindeki pisliği, cürûfu, fırına girip erimeden, ayrılmadan, maden filizinin posası çıkmadan, saf cevher ortaya çıkmıyor.

Onun için, muhterem kardeşlerim; insanın Allah’ın rızasını kazanması, cenneti kazanması, cehennemden kurtulması için ciddi işler yapması lâzım.

“—Melbourne’un, merkezindeki yeni yapılan otuz katlı, kırk katlı binayı sana vereceğiz ama, senden bazı ricalarımız var: Şunları, şunları yaparsan, o binanın mülkiyetini senin üstüne devir edeceğiz, bütünü ile o bina senin olacak deseler, peşin olarak ne dersiniz?

“—Ne isterseniz yaparım” dersiniz. “Melbourne’un ortasında, yeni yapılmış, daha inşaatı yeni bitmiş koca binayı adam bana verecek; yaşadım!”


“—Her şeyi yapmaya razı olurum.” dersiniz. “Benim canımı alma ama, âzâlarımı parça parça kesip doğrama, ben sağ olayım da, ne olursa olsun.” dersiniz.

Hatta bazı insan, ailesine yardım edeceğim diye eşkiyalık yapıyor. “Ziyanı yok, ben hapse gireyim; benden sonrakiler benim çaldığım parayla rahat yaşasınlar.” diyor, kendisini feda ediyor.

Yerin altında maden ocaklarında çalışanlar ne için çalışıyor? Yerin altında, havasız, tehlikeli, göçük olduğu zaman ölme tehlikesi olan o yerde, sabahtan akşama kadar kazma sallıyor, maden dolduruyor, vagonları itiyor. Niye yapıyor onu? Para kazanıyor. Herkes para için yapıyor bunu. Mükâfat büyük olunca, her türlü fedakârlığa razı oluyor insan.

O halde, cennet mükâfatını kazanmak için, ciddî düşünmek zorundasınız. Bu, önemli bir iş. Bu küçük bir iş, basit bir iş değil. “Olsa da olur, olmasa da olur” diyecek bir iş değil.

“—Bu sene Türkiye’ye gidecek misin?” “—Vallahi hocam, gitmek istiyordum ama, gitsem de olur, gitmesem de olur.” Tabii olur. Çünkü burada da yaşıyorsun, önemli bir şey değil.

347

İstersen git, istersen gitme. Mesâfe uzun, zahmetli, masraflı; gitmeyebilirsin. Ama, cennete girmemek böyle bir şey değil. Cehenneme düşmek, hazmedilir, tahammül edilir bir şey değil.


d. Haramın Tevbesi


Ben size hadis-i şeriflerden, cehennemi hiç anlatmıyorum, korkmayasınız diye. Yani, kuşları ürkütmeyelim, kaçırtmayalım diye. Halbuki cehennem tahammül edilecek bir yer değil. O halde cehenneme düşmemek için ciddi tedbir almak zorundasınız. Cenneti kazanmak, elden kaçırmamak için, mutlaka ciddi bir şeyler yapmak zorundasınız; mutlaka, “Allah beni nasıl sever, ne yaparsam Allah’ın sevgili kulu olurum” diye, düşünmeniz lâzım. Bu sorunun cevabını bulmanız ve mutlaka bu soruyu çözümlemeniz, bu problemi halletmeniz lâzım. Mutlaka Allah’ın sevdiği bir kul haline gelmeniz lâzım.

Kötü huylarınız var; atacaksınız. Haram yemişsiniz; haramdan kurtulmanın çaresi ne ise yapacaksınız. Haram lokma yiyenin kırk gece namazı kabul olunmuyor, her haram lokma için, mutlaka cehennemde yanmak gerekiyor. Haram lokmadan bir et parçası hasıl oluyor ve o et parçası da, cehennemde yanmak durumunda olduğunu, İbn-i Mes’ud RA’ın rivayet ettiği bu hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz bildirmiş. O halde haram yemeyeceksiniz.

“—Hocam, olan oldu. Şimdi, ben senin vaazını bu cuma günü duydum. Bundan önceki hayatımda bilmiyordum ki bu hadis-i şerifi. Küçüklüğümde duysaydım nasıl hareket ederdim ama, şimdiye kadar hiç bu titizlikle hareket etmedim. Şimdi biraz bu işin vahametini, ciddiyetini, senin sözlerinden anlar gibi oldum. Ya, ben haram yemişsem? Ya ben bu duruma düşmüşsem? Benim halim ne olacak? diye bir soru ortaya çıkıyor.

Siz veya ben, veya başkası, temenni edilmeyen bir şey amma,

eğer haram lokma yemiş ve o haram lokmadan bir et hâsıl olmuşsa, o da cehennemde yanacaksa, bu şahsın yapacağı iş nedir? Ne yapabilir? Nasıl kurtulabilir?

348

Haramın iki yönü vardır, muhterem kardeşlerim.

1) Allah’ın karşısındaki durum, Allah’la kul arasındaki durum.

2) O haramı irtikab eden kul ile öteki kullar arasındaki durum.

Mesela, bir insan hırsızlık yapmışsa, hırsızlık yapmak günah olduğundan, Allah’a karşı bir suç işlemiş oluyor; bir… İkincisi; birisinin malını almış oluyor, yani kulla ilgili bir takıntısı oluyor.

Allah-u Teàlâ Hazretleri, lütfundan, kereminden, Ekremü’l- ekremin ve Erhamü’r-râhimîn olduğundan kendisine karşı işlenmiş günahları affedeceğini bildiriyor. “Tevbe ederse affederim!” buyuruyor.


İçinde bulunduğumuz Ramazan ayı tevbe ayı, tevbelerin kabul olduğu aydır. Cennet kapılarının açıldığı, gök kapılarının açıldığı, cehennem kapılarının kapandığı, şeytanların azılılarının bağlandığı, tevbenin çok yapılmasının, Peygamber Efendimiz tarafından tavsiye edildiği bir aydır. Allah ın tevbeleri kabul edeceği, oruçlu ağızla insanın iftar sofrasında, gündüzde veya

349

gecede, ibadet ettiği zaman, bağışlanacağına dair müjdeler var. O halde Ramazan’ın bu avantajlarından, bu faydalarından, istifade etmeliyiz. Tabii, siz camiye gelen insanlarsınız, mümin insanlarsınız; siz istifade etmeğe çalışırsınız, yakınlarınızı da istifade ettirmeğe çalışacaksınız.

“—Bırak bu yolu, Gel, Cenâb-ı Hakk’ın yoluna!” diye, duyduğunuz kadar, duyduğunuzu anlatmak ve onları da doğru yola çekmek gibi bir vazife de var sizin üzerinizde.

Tevbe edeceksiniz, istiğfar edeceksiniz, pişmanlık arzu edeceksiniz, gözyaşı dökeceksiniz, yalvaracaksınız:49


اللَّهُمَّ إِنَّكَ عُفُوٌّ كَرِيمٌ تُحِبُّ الْعَفْوَ فَاعْفُ عَنِّي (ت. عن عائشة)


(Allàhümme inneke afuvvün kerîmün tuhibbü’l-afve fa’fu annî) “Yâ Rabbi sen çok affedicisin, çok kerem sahibisin, affetmeyi seversin; beni afv u mağfiret eyle yâ Rabbi!” diye af dileyip tevbe edeceksiniz.

Kullara, onlardan aldığınız hakları vereceksiniz, helâlleşe- ceksiniz, gönlünü hoş edeceksiniz; hesabı âhirete bırakma- yacaksınız. Kul haklarından burada kurtulmağa bakacaksınız.

Kul hakkı nasıl olur?

“—Ben hiç kimsenin malını çalmadım, hiç hırsızlık yapmadım, hiç aldatmadım. Benim üzerime kul hakkı geçmiş midir?” Bazen farkına varmadan geçer. Bilmediğin şeyler varsa, onlar için de sadaka verirsin. Eğer bilmeyerek bir hak geçmişse, ona keffaret olsun diye yalvarır, yakarırsın. Mesela, malının zekâtını vermediğin zaman, fakirin hakkı senin üzerine geçiyor, fakirin hakkını vermemiş oluyorsun. Malının içinde fakirin hakkı var,



49 Tirmizî, Sünen, c.XI, s.419, no:3435; İbn-i Mâce Sünen, c.XI, s.305, no:3840; Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.VI, s.171, no:25423; Hàkim, Müstedrek, c.I, s.712, no:1942; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.VI, s.219, no:10709; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.III, s.338, no:3700; Kudàî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.II, s.305, no:1474; İbn-i Râhaveyh, Müsned, c.III, s.749; Ebû Ya’lâ, Mu’cem, c.I, s.45, no:43; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.XLIII, s.103; Hazret-i Aişe RA’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.II, s.195, no:3716; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XV, s.204, no:15318.

350

vermediğinde, kul hakkı kalmış oluyor. Zekâtı vermediğin zaman tehlikeye düşüyorsun. Onun için, malının zekâtını vereceksin.

Bir arkadaş dedi ki:

“—Hocam burada zekâtımı kime vereyim? Herkesin az çok durumu benim gibi.” Burada da yolda kalmış, borca girmiş, hapse düşmüş insan olabilir; hanımı, çocuğu muhtaç durumda insan olabilir, onlara verilebilir. Yoksa, Türkiye’de, memleketinde yakınlarına gönderirsin. Ben, geçen gün: “—Şu kadar fıtır sadakası, şu kadar zekâtı orada benim hesabımdan, bayramdan önce verin!” diye telefon ettim. “Falanca, filanca şeyi şöyle yapın, böyle yapın!” diye talimat verdim.

Siz de öyle diyebilirsiniz. Orada, zekâtınızı, sadaka-i fıtrinizi verebilirsiniz. Eğer öyle yapamıyorsanız kendiniz, burada cami, cemaat vasıtası ile, cemiyet vasıtası ile bu işi sağlarsınız.


Zekâtınızı vereceksiniz. Üzerinizde bildiğiniz kul hakları

varsa, ödeyeceksiniz. Günahlarınıza aşk ile, sıdk ile, gözyaşı dökerek, samimiyetle, bir daha o günahı işlememek düşüncesiyle, fikriyle, niyetiyle, kat’î azmiyle tevbe edeceksiniz. Bundan sonraki ömrünüzde de haramlara, günahlara yanaşmamaya, bulaşmamaya dikkat edeceksiniz.

Allah, cümlemizin yardımcısı olsun… Allah cümlemizi, haramlardan günahlardan, korusun… Cümlemizi cehenneme düşüp yanmaktan korusun… Cümlemizi cennetine dahil eylesin… Cennet nimetlerinden mahrum etmesin… Sevdiklerimizle, dostlarımızla, evlatlarımızla, zürriyetlerimizle rızasına erenler- den, cennetine girenlerden, cemâlini görenlerden eylesin...

Bi-hürmeti esmâihi’l-hüsnâ, ve bi-hürmeti şehri ramazân el- mübârek, ve bi-hürmeti’l-yevmi’l-cumuah, ve bi-hürmeti sâati’lletî tüstecâbü fîhe’d-deavâti fi yevmi’l-cumuah, ve bi-hürmeti esrarı sûreti’l-fâtihah...


05. 04. 1991 - Melbourne / AVUSTRALYA

351
21. ORUCUN VE NAMAZIN GERÇEK ANLAMI