18. GÜNAHLARDAN ARINMANIN YOLLARI

19. ÜMMETİN ÂFETİ



Eùzü bi’llâhi mine’ş-şeytâni’r-racîm.

Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm.

El-hamdü li’llâhi rabbi’l-alemîn... Ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ seyyidi’l-enbiyâi ve’l-mürselîn... Ve alâ âlihî ve sahbihî ecmaîn...

Emmâ ba’dü, fekàle’n-nebiyyü salla’llàhu aleyhi ve sellem:


a. Her Şeyin Afeti Vardır


لِكُلِّ شَيْءٍآفَةٌ تُفْسِدُهُ، وَأَعْظَمُ اْلآفَاتِ آفَةٌ تُصِيبُ أُمَّتِي حُبُّهُمُ ا لدُّنَيَا،


وحُبُّهُمُ الدِّينَارِ وَالدِّرْهَمِ، يَا ابا هريرة، لاَ خَيْرَ فِي كَثِيرٍ مَنْ جَمَعَهَ ا


إلا مَنْ يُسَلِّطُهُ اللَُّ عزَّ وَجَلَّ عَلٰى هَلَكَتِهَا فِي الْحَقِّ (الديلمي عن

أبي هريرة)


RE. 349/7 (Li-külli şey’in âfetün tüfsiduhû, ve a’zamü’l-âfâti âfetün tusîbü ümmetî hubbühümü’d-dünyâ, ve hubbuhümü’d- dînâri ve’d-dirhem. Yâ Ebâ Hüreyre! Lâ hayra fi kesîrin men cemeahâ, illâ men yusallituhu’llàhu azze ve celle alâ heleketihâ fi’l- hak) Deylemî’nin Ebû Hüreyre RA’dan rivayet ettiği bu hadis-i şerifin kısa açıklaması şöyle:

(Li-külli şey’in âfetün tüfsiduhû) Her şeyin bir âfeti olur. Meselâ; mahsulün âfeti olur, iklimin âfeti olur; bu âfet, musallat olduğu o şeyi perişan eder, bozar, mahveder.

(Ve a’zamu’l-âfâti âfetün tusîbu ümmeti) Düşünülebilecek âfet çeşitleri içinde en büyük olanı, en azametli, en muazzam olanı, benim ümmetime musallat olacak olan bir âfettir. Nedir bu âfet?

(Hubbuhümü’d-dünyâ, ve hubbuhümü’d-dinâre ve’d-dirhem) “Benim ümmetime mensup olan zayıf kişilerin dünyayı sevmeleri,

321

dinarı, dirhemi (yani altın, gümüş parayı, maddiyatı) sevmeleri.” Hadisi rivayet eden sahâbiye hitaben Efendimiz buyurmuş ki:

(Yâ ebâ hüreyre! Lâ hayre fî kesîrin men cemaahâ) “Bu dinarı, dirhemi, parayı, pulu, yani altını, gümüşü, maddiyatı toplayanların çoğunda hayır yoktur.” (İllâ men yusallitu’llàhü azze ve celle alâ heleketihâ fi’l-hak) “Ancak; Allah’ın, bu zenginlerden, bu kazanç sahiplerinden muhtaçlara sevk ettiği, musallat ettiği, gönderdiği; yani fakirlere yardım yapmaya muvaffak ettiği, nasip ettiği kimseler müstesna…” buyurmuş.


Râmûzü’l-Ehâdîs kitabının başında da, her şeyin bir âfeti olduğuna, birçok cümlelerle misaller vermiş:


آفةُ العِلْمِ النِّسْيَانُ، وَإِضَاعَتُهُ أَنْ تُحَدِّثَ بِهِ غَيْرَ أَهْلِهِ (ش. عن الأَ عْمَشِ مَرْفوعاً معضلاً وأخرج صدره فقط عن ابن مسعود موقوفاً)


RE. 4/3 (Âfetü’l-ilmi en-nisyânü) diyor Peygamber Efendimiz. “İlmin âfeti, unutmaktır.” Okuyor, okuyor, hatırında kalmıyor. Cebi delik gibi... Dinliyor, unutuyor. Okuyor, unutuyor. Unutmak, bu bir âfet. (Ve idàatühû en tühaddise bihî gayra ehlihî) Onu zayi etmek de ehli olmayana söylemektir.” Bazı insanlar da unutmuyor, hafızası kuvvetli oluyor. Allah, çelik gibi, kale gibi, demir gibi sağlam bir hafıza vermiş, duyduğu şey sanki mübarek taşın üzerine kazılmış, yazılmış gibi, hemen hatırında kalıyor, hiç unutmuyor.

Birisiyle karşılaştım.

“—Selâmün aleyküm!” dedi bana.

“—Aleyküm selâm!” Ben baktım, çok yakından tanıdığım bir kimse değil. Kaşlarını şöyle biraz çattı, toparladı.

“—Seninle bin dokuz yüz altmış beş yılında Konya’da beş mayıs günü, İkindi namazı vakti civarında, Mevlânâ müzesinin

322

kapısının önünde meydanda karşılaşmıştık. Yanında Halep Müftüsü de vardı.” O havayı, tarihi, koordinatlarını veriyor. Her şeyi gayet detaylı anlatıyor. Benim hafızamda gene, bir iz bırakmamış. Ama o, “şıp” diye hepsini zapt etmiş. Bazı insanların hafızası kuvvetli oluyor. Bazısının da zayıf oluyor, unutuyor. Unutmak bir âfet...


Rahmetli, tecrübeli bir amca vardı mahallemizde; câmiye gelir giderdi. Bahçelerin arasından geçiyoruz; ağaçlar yüklü; dallar, meyvalarla yüklü, sarkmış. Erik miydi, kiraz mıydı, armut muydu, bilmiyorum; meyvalar dalları eğiyordu. Aman ne kadar bol meyva, ne kadar mahsul bereketli! O tecrübeli amca dedi ki: “—Allah âfâtından korusun!”

Evet, şu anda var ama, daha ham... Önümüzdeki günlerde, haftalarda, aylarda, ne olacak bilmiyoruz ki. Bir dolu yağıyor, gidiyor.

Burada bir kasabaya gittik, önce Melbourne’da oturmuş sonra oraya taşınmış bir kardeş. “Haydi ziyaret edelim!” dedik, kalktık gittik. Kardeşimiz bir bahçe almış, orada ziraat yapacak, Allah kazanç verecek, kazanacak...

“—Hocam!” dedi, “Bir keresinde turfanda, sebze ekmiştim. Sebzeler oldu; piyasada o sebzenin kıtlığı var. Ben bir hafta sonra

toplayacağım, sandık başına şu kadar dolar kâr edeceğim, milyoner olacağım yani... Tam böyle beklerken ceviz büyüklüğünde bir dolu yağdı, ne mahsul kaldı, ne para, ne milyon kaldı. Ne de sabır...” Adam oynatacak hale gelmiş. Yani, milyona yaklaş, yaklaş, yaklaş; tam yakalayacağını umduğun bir sırada, elinden kaçsın gitsin. İnsan daha çok hayıflanabilir. İşte o da bir âfet...

Her şeyin âfeti var. Buğday mahsûlü ekiyorsun, bir ot sarıyor; âfet. Elma oluyor, kurtlanıyor; âfet. Üzüm oluyor, floksera diye, bir hastalık geliyor; âfet. Her şeyin âfeti var, doğru. Biliyoruz, anladık doğruluğunu.


b. Dünya Sevgisi

323

Peygamber Efendimiz böyle buyurmuş: Her şeyin bir âfeti vardır, onu ifsad eder, bozar, mahv u perişân eder. Ama, bu âfetlerin en büyüğü, benim ümmetime musallat olacak olan âfettir. Hangi âfettir o? Dünyayı sevmeleri, dinârı dirhemi sevmeleri.

Dünyayı sevmek, parayı-pulu, kazancı, maddiyatı sevmek. Bu bir âfet diyor, Peygamber Efendimiz. Halbuki hepimizde var, herkeste var; herkes para kazanmak istiyor, herkes para kazanmak için yanıyor, yakılıyor, tutuşuyor, ölüyor, diriliyor, uykusu kaçıyor. Bu bir âfet!

Efendimiz SAS bir başka hadis-i şerifinde de buyurmuş ki:43


حُبُّ الْدُّنْيَا رَأْسُ كُلِّ خَطِيئَةٍ .



43 Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.VII, s.338, no:10501; Ebû Nuaym, Hilyetü’l- Evliyâ, c.VI, s.388; İbn-i Asàkir, Târih-i Dimaşk, c.IIIL, s.428; Hz. İs AS’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.III, s.192, no:6114; Keşfü’l-Hafâ, c.I, s.412, no:1099; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XXXXI, s.326, no:45030.

324

(Hubbü’d-dünyâ re’sü külli hatîeh.) “Her hatanın kaynağı, başı, başlangıcı sebebi dünya sevgisidir.”

Bütün günahlar, hatalar dünyayı sevmekten kaynaklanıyor. Parayı, pulu, dünyayı, malı mülkü, arabayı, köşkü, sarayı, itibarı, alkışı, mevkii, makamı seviyor insan. Sevdiği için, bir sürü, bir seri hata yapıyor. Bir sürü günah işliyor. Hırs, ihtiras diyoruz buna. “Adam çok muhteris!” veya “Çok hırslı bir adam!” diyoruz. Bakıyoruz;

“—Sen müslüman değil misin? Müslüman evlâdı değil misin? Kur’an okumaz mısın? Haram bilmez misin, helâl bilmez misin?” Buldozer gibi dümdüz gidiyor. Yani, ne duvar tanıyor, ne hudut tanıyor, ne yasak tanıyor; paldır küldür, dere tepe dümdüz. Farzlar vacipler, sünnetler gidiyor. Haramlara dalıyor, çıkıyor.

Ne olacak? Para kazanacak. Araba alacak. Keyif yapacak, banknotları cebine dolduracak, safa sürecek... Veya, fiyaka yapacak, caka satacak. İşte, bu büyük bir âfet…


Peki, nasıl olacağız? Biz Allah’ın rızasını düşüneceğiz. Yani, ana fikrimiz onun rızası. İnsanın hırsı niye? Dünyalık kazanmağa, zengin olmağa, para kazanmağa, mevki, makam sahibi olmağa, şöhrete… vs. Bunlara hırs duymuş, onun için uğraşıyor.

Köylü kızını kandırıyorlar:

“—Köyünden şehre gel, seni artist yapacağız, kürkler içinde gezeceksin; köşkler içinde yaşayacaksın, arabalarda gezeceksin!” diye aldatıyorlar.

O da hırsa kapılıyor:

“—Şöhretli olacağım, zengin olacağım, para kazanacağım.” diye düşünüyor. “Yeter bu köyde benim çektiğim, burçak tarlasında burçak yolmak, fındık tarlasında, fındık toplamak, harman dövmek ve saire… İllallah!” diyor; anasından, babasından şehre kaçıyor.


Herkesin hırsı böyle bir şeye takılmış olabilir. Bizim bir hırsımız, arzumuz varsa, biz neye heves edeceğiz?

325

Rabbimiz bizi sevsin, Rabbimiz bizden hoşnut ve razı olsun! Allah’ın sevgili kulu olalım! Sevdiği, razı olduğu, hoşnut olduğu kul olalım! Rızasına uygun ömür sürelim. Bizim de hırsımızın bu olması lâzım!

Para?

“—Al sana bir sürü rüşvet; gözünü kapat, görme bu işi; bu kadar para senin olacak. Ben de şu işi şuradan yapayım.” “—Yok. Ben haram para istemem. Başına çalınsın, gözüm görmesin seni; kaybol bakalım.”


Bizim mühendis kardeşlerimizden bir tanesi, imâr müdürü olmuş, İstanbul’un bir ilçesine... Birisi gelmiş demiş ki:

“—Müdür bey! Altı ay oldu, ruhsatımı vermiyor sizin memurlarınız. Her şeyim tamam; binam tamam, muamelâtım tamam, her şeyleri tamamladım. Evrakımda bir eksiklik yok, harçlarda bir eksiklik yok. Buna rağmen vermiyorlar ruhsatı.” “—Pekiyi, yarın saat dörtte gel! Bir gidelim bakalım, bir teftiş edeyim; adamlarım niye vermiyorlarmış göreyim!” demiş.

Evrakı almış, ertesi gün gitmiş. Binayı tepeden tırnağa gezmiş; bakmış plana uygun, tasdike uygun, bir kusuru yok. Kendisi iyi bir mühendis, imzayı basmış:

“—Buyurun, ruhsatınız!” demiş.

Adam uçacak gibi olmuş. Altı aydır uğraşıyor, bina bitmiş, bir türlü içine kiracı giremiyor, satış yapamıyor... Çok sevinmiş. Dönerken, “Müdür bey! Allah senden razı olsun!” demiş. Müdür beyin cebine bir zarf koymuş.


Müdür bey şoföre demiş ki:

“—Çek arabayı kenara!” “Zızzt” sağ tarafa sinyal, fren, araba durmuş orada; şoför durmuş. Bizim müdür kabadayı, yapışmış adamın yakasına, demiş ki:

“—Kepaze!” “—Aman müdür bey, ne yaptım, ne oldu, filân?”

Eli-ayağı titriyor korkudan adamın…

“—Az mı verdim? Ne oluyor yani, neyin nesi?” demiş.

326

“—Ben senden para istedim mi, alçak adam? Ben senden para istedim mi? Ben buranın müdürüyüm. Ben Allah’tan korkan bir insanım. Halka hizmetle vazifeliyim. Benim işim, burada halkın işini görmek, haksızlık yaptırmamak. Ama, haklı olan işi görmek. Senden para istemedim, rüşvet istemedim, naz yapmadım, bir şey demedim. İşimden zaman ayırdım, atladım, senin inşaatına geldim; haklı olduğunu gördüm, imzayı attım. Senden bir şey istedim mi? Utanmıyor musun sen rüşvet vermeğe? Günah olduğunu bilmiyor musun?” Adam şaşırmış. Korkmayı da bırakmış bir tarafa, “Allah Allah! Yirminci yüzyılda böyle müdürler de var mı?” diye, aval aval bakıyor. Rüşvet verdi, rüşveti almadığı gibi, neredeyse dövecek müteahhidi… Dayağa razı müteahhit. Mest olmuş, memnun olmuş. Dövsün, öldürsün, öyle müdüre can feda…

Müdür sonradan:

“—Bak kardeşim! İşte siz böyle rüşvet vere vere, memuru baştan çıkartıyorsunuz. Vermeseniz, hiç kimse vermese, rüşvet âdet olmayacak. Almak da günah, vermek de günah.

Peygamber SAS Efendimiz, bir hadis-i şeriflerinde buyuruyor ki:44


اَلرَّاشِي، وَالْمُرْتـَشِي فِي النَّارِطس. عن ابن عمرو)


ME. 649 (Er-râşî, ve’l-mürteşî fi’n-nâr.) “Rüşveti alan da, veren de cehennemdedir.”

Almak da günah, vermek de günah... Çünkü alma işi, bir veren olduğu zaman oluyor. Hiç kimse vermese, rüşvet olmayacak, işler rüşvetsiz yürüyecek. Bir zamanlar yürümüş.

Belki her zaman rüşvet olmuştur, belki olmamıştır bilmiyoruz



44 Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.II, s.295, no:2026; Taberânî, Dua, c.I, s.579, no:2094; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.II, s.284, no:3314; Abdullah ibn-i Amr RA’dan.

Bezzâr, Müsned, c.I, s.187, no:1037; Abdurrahman ibn-i Avf Ra’dan.

Kenzü’l-Ummâl, c.VI, s.117, no:15077; Mecmaü’z-Zevâid, c.IV, s.359, no:7026, 7027; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XIII, s.160, no:12817.

327

ama, müslümanın vazifesi doğru iş yapmak ve haksızlığa meydan vermemek...

Onun için, “Bir daha böyle yapma! Haydi bu sefer affettim seni...” demiş. Adam neredeyse elini bırakacak, ayaklarını öpecek... “Allah senden razı olsun!” diye.


Demek ki bizim işimiz para değil. Şimdi o müdür bey aç mı, açıkta mı kaldı? Hayır! Yoksulluk mu çeker? Hayır. Allah, ona daha çok verir! Helâl tarafından akar. Nerelerden geleceği belli olmaz. Zaten sen haramı ittin mi, “Defol, görünme gözüme!” dedin mi, Allah, bu taraftan helâlinden gönderir, yazılmış olan rızık gelir sana…

Şairin birisi demiş ki:


عنکبوتى مى نماند بی مگس رزق را روزی رسان پر ميدهد


Ankebûtî mî nemâned bî-meges

Rızk ra rûzî resan per mî-dehed


“Örümcek bile bodrumda sineksiz kalmıyor. Rızkı gönderen Allah, rızka kanat bile takıyor; pır pır pır gidiyor.” Örümcek bodruma yuva yapar, sinek pır pır pır uçar, gider, takılır oraya… Örümcek onu yer. Onun rızkı o, onun avı o!

Sen, deniz kenarında balık tutuyorsun ya… Atıyorsun oltanı, ondan sonra balık geliyor. Onun balığı da o işte, sinek. Allah rızka kanat veriyor. O, bodrumda duruyor, tezgahını, ağını oraya kurmuş. Sinek uçarak geliyor, ağa takılıyor.

Allah kimseyi ne aç, ne açık, ne yoksul bırakır; ne insan dürüst oldum diye ölür, fakir kalır, ne de çoluk çocuğu aç kalır. Hiçbir şey olmaz. Biz Allah yolunda çalışırsak, bize de gönderir.

Bizim ana gayemiz ne olacak? Allah’ın yolunda yürümek, rızasını kazanmak olacak.

328

c. Allah Sevgisi


“—Allah’tan utanıyor musun, korkuyor musun? Allah’ın seni sevmesini istiyor musun?” “—İstiyorum!” Üç şeye dikkat edeceksin: Midene, kalbine, kafana...

Midenin nesine dikkat edecek? Midenin içine haram girmesin. Haram ne? Haram, bazen içki gibi, domuz eti gibi, bizzat kendisi haram olan şeydir; bazen de, kendisi haram değil ama, geniş tarzda haram olan şeyler. Meselâ; para normal-bir şeydir ama, rüşvetle geldi mi haram oluyor. Hırsızlıkla geldi mi, haram oluyor. Meselâ; su, elma, et, ekmek, tatlı, tuzlu, bunlar helâl şeylerdir ama, sen gidip tatlıcıdan çalar da yersen, haram olur. Allah’ın yasakladığı gıdalar da girmeyecek, gayr-i meşru yollarla kazanılmış olanlar da girmeyecek, mideye.

“—Ben hiç kimseden hırsızlık yapmadım, rüşvet almadım…” Allah-u Teàlâ Hazretleri buyurmuş ki:


إِذَا نُودِي لِلصَّلاَةِ مِنْ يَوْمِ الْجُمُعَةِ فَاسْعَوْا إِلَى ذِكْرِ اللََِّّ وَذَرُو ا


الْبَيْعَ (الجمعة:٩)


(İzâ nûdiye li’s-salâti min yevmi’l-cumuati fes’av ilâ zikri’llâhi ve zeru’l-bey’) “Cuma günü namaz için ezan okunduğu zaman, alışverişi bırakın, işi gücü bırakın, Allah’ın zikrine koşun; cuma namazına gelin!” (Cuma, 62/9) diyor Allah.

Göbeğine kadar sakallı, başında takke, elinde tesbih, sırtında cübbe, bir hacı efendi olsa, cuma günü, o cumanın vaktinde dükkânı açık olsa, ne olur kazancı? Haram olur. Neden? Allah CC, (Ve zeru’l-bey’) “Alış-verişi kesin artık, bırakın, camiye gidin!” dedi. “Şıp” diye kapatacak dükkânı, camiye gidecek. Ne sakal, ne cübbe, ne tesbih para eder.

Onun için, haram girmeyecek mideye… Kalbi temiz, niyeti,

329

ahlâkı, içindeki duyguları güzel olacak. Kafasında da iyi fikirler bulunacak.


Bu okuduğum hadis-i şerife göre, bizim nasıl düşünmemiz gerekiyor:

Her şeyin afeti vardır. Benim ümmetimin başına musallat olacak en büyük afet de, dünya sevgisidir, para pul sevgisidir, altın gümüş sevgisidir, diyor Peygamber Efendimiz. Biz nasıl olacağız? Biz dünyayı sevmeyeceğiz, ahireti seveceğiz. Para-pul sevmeyeceğiz, Allah’ın rızasını seveceğiz; Allah’ın sevgisini kazanmağa çalışacağız. Bizim arzumuz odur. Parayı, haram yerden geldiği zaman, gözümüzü kırpmadan reddedeceğiz. “Haram istemiyoruz!” diyebileceğiz.

Dünya ile ahiret çatıştı. Hangisini tercih edeceksin? Ahireti tercih edeceksin. Dünyayı tercih etmeyeceksin. Bizim gayemiz ne? Ahirette cehenneme düşmemek, cennete girmek; Allah’ın sevdiği, razı olduğu bir kul olup, onun huzuruna, sevdiği, razı olduğu bir şekilde varmak. İşte! Böyle olması lâzım. Böyle olmadığı zaman, dünyada adam dükkân kurmuş, çalışıyor. Yalan dolan, boş yere yemin ediyor, fiyatlar uydurma, mallar hileli... Şuradaki sacın fiyatı on bin, buradaki sacın fiyatı yedi bin beş yüz.

“—Allah Allah! Bu daha ucuz!”

Ama, bu hain bir hile yapmış sacı biraz daha inceltmiş, fark edilmeyecek kadar bir inceltme yapmış, onun için biraz ucuz. Hile yapıyor. Ölçüde, tartıda hile yapıyor. Böyle olmayacak.


“Haramdan mı geliyor, helâlden mi geliyor?” diye dikkat etmeden para-pul kazananlar hakkında, Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:


لاَ خَيْرَ فِي كَثِيرٍ مَنْ جَمَعَهَا، إلا مَنْ يُسَلِّطُهُ اللَُّ عزَّ وَجَلَّ عَلٰى


هَلَكَتِهَا فِي الْحَقِّ .

330

(Lâ hayre fî kesîrin men cemeahâ) “Bu parayı-pulu, altını, gümüşü biriktirenlerin çoğunda hayır yoktur. (İllâ men yusallituhu’llàhu azze ve celle alâ heleketihâ fi’l-hak) Ancak, Allah nasip ediyor da, muhtaçlara o kazancını dağıtabiliyor mu, zekâtını verebiliyor mu? Hayrını, hasenâtını yapabiliyor mu? Tamam, bu hayırlıdır. Ötekilerde, bir hayır yoktur.” buyuruyor.


Parayı biriktiriyor, biriktiriyor, biriktiriyor. Ondan sonra, yiyemiyor da; biriktirmeğe alıştığı için, artık harcamak da zor geliyor insana. Biriktirmeğe alışmışsa, harcamak çok zor gelir insana; harcayamaz, eli titrer. Peyniri şişenin içine koyup da, dışını yaladığı gibi cimrinin, harcayamaz parayı; yaşlanır, gider.

“—Bizim oğlanlar çok müsrif çıktı, tutum nedir bilmiyorlar.” vs. derken, kendisi yaşlanır, ölür gider.

Mirasçılar da malı paylaşırlar, keyiflerine bakarlar: “—Ölüm hak, miras helâl!” derler, başlarlar yemeğe...

Ölüm hak, yani herkes ölecek muhakkak. Miras da helâl. Oh! Helâlinden bize şu adamdan, şu kadar para geldi. Onlar bu malla, burada sefâ sürerler. O da, ahirette: “—Bu malı nereden kazandın? Ver bakalım hesabı! Niye hayrını, hasenâtını yapmadın?” diye, orada ter döker, durur.

Bu akıllı mı?


Peygamber SAS Hazretleri buyuruyor ki:

“—Sizler kendi malınızdan çok, varislerinizin malını seversiniz.” Daha doğrusu, soru tarzında diyor ki:

“—Sizden kim var ki, kendi malını, varisinin malından daha çok sevsin?”

Diyorlar ki:

“—Anlayamadık yâ Rasûlallah!”

Yani, söz dolambaçlı geldi, kafamıza takıldı. Herkes kendi malını sever. “Köşküm, dükkânım, malım, apartmanım, tarlam... Şu kadar oldu, bu kadar bilmem ne yaptı.” der. Veya bankaya yatırır, “Şu kadar faiz geldi, bu kadar faiz geldi!” deyip durur.

331

Diyorlar ki:

“—Herkes kendi malını sever. Vârisin malından bana ne? Ben öldükten sonra tufan. Dünya yıkılsın, kıyamet kopsun isterse. Ben öldükten sonra, bana ne?” Herkes kendi malını seviyorum sanıyor ama Peygamber Efendimiz diyor ki:

“—Bak! Senin hayır, hasenat yapmayıp da, kenara biriktirdiğin mal kime kalacak?” “—Mirasçıya kalacak.” “—Sen hayır, hasenat yapmıyorsun, onu saklıyorsun, koruyorsun; demek ki mirasçının malını daha çok seviyorsun.”


Senin hayır, hasenat yaptığın mal senin oluyor. Cami yaptırdın, köprü yaptırdın, bir fakirin eline tutuşturdun, bir yoksulu doyurdun, bir dulu gözettin… Bir yetim çocuğu yetiştirdin, evlendirdin, ev bark sahibi yaptın. “Allah razı olsun!” dedi, elini öptü çocukcağız... Hayır yaptığın senin oluyor, o harcadığın senin oluyor. Çünkü, ahirete sevap olarak geçiyor.

332

“—Bu adam parasıyla bir yetimi okuttu, yetiştirdi, evlendirdi, yuva sahibi etti.”

Büyük sevap yazılıyor. Para ahirete sevap olarak gidiyor. Yani, Avustralya’da kazandığın paranın, Türkiye’ye transfer edildiği gibi, dünyadan ahirete transfer edilmiş oluyor.

Köprü yaptırdın, üzerinden insanlar geçtikçe, sana sevap yazılıyor; cami yaptırdın; camide namaz kılındıkça, sana sevap yazılıyor.


Ben evvelki gelişlerimden hatırladığım bazı kimseler var, Allah rahmet eylesin! İhvanımız, kardeşlerimiz. Bu sefer yok; öldüler. Allah rahmet eylesin! Demek ki, ölenlere ne oluyor? Biz burada onların yaptırdığı bu camide namaz kıldıkça sevabı gidiyor. Bu camiyi yaptırdı diye.

Demek ki, insan sadaka olarak, hayır olarak verdi mi, aslında o varlığın, kendisinin olmasını garantilemiş oluyor. Ama, harcamadığı zaman da, sanki mirasçının malının bekçiliğini yapmış gibi oluyor. Çünkü harcamıyor. Yeseydi, afiyet olacaktı kendisine. Hayır yapsaydı, sevap olacaktı. Biriktirdiği, mirasçıya kalıyor.

Ondan sonra, mirasçı ne yapacak? Hayırlı çıkarsa, belki bir hayır hasenât yapar; rahmet okur, Mevlid okur, hatim indirir vs. Hayırsız çıkarsa, yer içer, har vurup harman savurur, paraları kısa zamanda bitirebilir.


Onun için, insanın cömert olması lâzım! Allah’ın sevdiği, en çok sevdiği huylardan birisi cömertlik huyudur. En sevmediği huylardan birisi de cimrilik huyudur. Çünkü cimrilik, insanı Allah’ın emirlerini yapmaktan kaytarma tarafına götürtür, yaptırtmaz. Hırs insanı haramlara sevk eder, haramlardan kazanma tarafına sevk eder; ahiretini mahveder.

Cömert oldu mu bir insan, eli açık oldu mu, gözü tok oldu mu, şeytanın ve nefsin tuzaklarına düşmez. Onun için, Peygamber SAS, bu okumuş olduğum hadis-i şerifte buyuruyor ki:

“—Her şeyin bir âfeti vardır, onu bozar, mahveder. Benim

333

ümmetimin âfeti de, onların dünyayı sevmesidir; parayı-pulu, altını, gümüşü sevmesidir. Benim ümmetimin âfeti de budur!”


Peygamber Efendimiz’in zamanının sahabe-i kiramı çok cömert idiler. Hz. Aişe Anamız’ın cömertliğini anlattım. Bir örtü dolusu mal geliyor. Geldiği gün dağıtıyor.

Halife, Ebû Zerri’l-Gıfârî Hazretleri’ne, dört bin altın para veriyor. O gün hepsini dağıtıyor. Ertesi gün, gene cepler bomboş... Bir günde dağıtıyor. Hayrı hemen yapıyor. Onlar hiç tereddüt etmezlerdi.

Nesiller değiştikçe, İslâm unutuldukça, Allah yolunda sarf etmek, kesenin ağzını açmak hususunda da cimrilikler oluyor. Kazanmak hususunda hatalar oluyor. Harcamak konusunda tereddütler, ihmaller ve cimrilikler, eli sıkılıklar ve pintilikler olabiliyor.

Siz böyle yapmayın! Bir fırsatı yakaladınız mı, bir hayır imkânı yakaladınız mı hemen yapın! Çünkü mal, zekât ve sadaka vermekle, hayır hasenat yapmakla azalmaz. Allah bir bereket verir, daha fazlası insanın eline geçer. Ölçülü bir tarzda, hem kendiniz yiyin, evinizde bolluk olsun; hem çoluk çocuğunuz dışarıya bakmasın, çoluk çocuğunuzun gözü tok olsun! Onları tok yetiştirin! Helâlinden kazanın! Fırsatı da yakaladınız mı, hayrı yapmaktan geri durmayın!


Kendi başımdan geçen bir olayı anlatayım, belki size de ibret olur:

Ankara’da, bir bayram arafesindeydi. Üzerine çöpçü elbisesi, üniforması giymiş, yanında küçük bir çocuk olan altmış yaşlarında bir adam. Ulus’ta, halin yanında, küçük barakalar vardır; çok ucuz şey satarlar, oralarda… Çok ucuz çorap, gömlek vs. basit, fakir işi şeyler satarlar. Ben oradan böyle geçiyorum.

“—Baba şunu alsana!” diyor çocuk.

Bir iki gün sonra bayram. Şunu alsana dediği şeye baktım, çok âdî kumaştan yapılmış gömlek gibi bir şey. Çocuk onu istiyor. Adam çöpçü, çocuk perişan, ihtiyar adam perişan. Adam da:

334

“—Evlâdım! Paramız yok, alamayız onu!” diyor.

Ben de düşünüyorum ki, “O zamanın parasıyla yirmi beş liralık bir şeyi, niye alamıyor? Ne kadar yoksul adamcağız!” diye acıyorum. Yürüdüm gittim. Hiç aklıma gelmedi orada… Şaşkın! Madem çok para değil, alsana yirmi beş liraya o şeyi. Sende var, daha fazlası var. Al, ver ona!

“—Al kardeşim, yavrum; bu benim hediyem olsun sana!” de, geç git…

Fırsatı yakalamışsın, paran var cebinde, bir hayır imkânı çıkmış. Gördün ki bu fakir adam dertli, “Alamayız evlâdım!” diye boynunu büküyor, ağlamaklı.

Basireti bağlanmak deniliyor yâ... İnsan bazen, fark edemiyor. “Verseydim de onu alsaydım, onu sevindirseydim, ne iyi olurdu…” diye sonradan aklıma geldi.


Muhterem kardeşlerim!

Elinize bir fırsat geçti mi, cebinizde de hayır yapacak bir imkânınız varsa, hiç fırsatı kaçırmayın, hayrınızı yapın! Elinizden geldikçe çok hayır yapın! Allah cömert kullarını sever, başkalarını sevindiren kulları sever. Başkalarının ihtiyacını gören kulların, ahirette kendisi nice nice ihtiyaçlarını karşılayacağını bildiriyor Peygamber Efendimiz, hadis-i şeriflerde…

Rabbimiz bizi helâl kazananlardan eylesin… Haramın ve günahın her çeşidinden, titiz bir şekilde korunmayı Rabbimiz bize nasip etsin… Âmîn.

Harama karşı hiçbir meyil, istek, hiçbir arzu, gevşeklik göstertmesin Rabbimiz… Her kazancımızı helâlinden, alnımızın teriyle kazanmayı nasip etsin… Zulmetmeden, haksızlık etmeden, kul hakkı yemeden, temiz kazanmayı nasip etsin…

Bu temiz kazançlarımızla, huzurlu, sıhhatli, âfiyetli, ailemize güzel geçim imkânları sağlayarak, onları hoşnut ederek, hediyeler alarak, onların da dualarını, sevgilerini kazanacak şekilde evimizde bol bol ikram etmeyi nasip etsin…

Bu kazançlarımızın fazlalarıyla da, zekâtımızı hiç ihmal etmeden vermeyi nasip etsin…

335

Bir insanın cimri mi, pinti mi, yoksa cömert mi olduğunun çizgisi nedir? Nereden anlaşılır?

Zekâttan anlaşılır. O adam zekâtını vermiyorsa, cimridir, pintidir, nekestir, nâmerttir. Zekâtını veriyorsa, bundan kurtuluyor, sıyırmış oluyor yakasını… Zekât huduttur, alt çizgidir. Zekâtı verdi mi, barajı geçmiş oluyor, sınıfı geçmiş oluyor. Ama sınıfı beş ile geçme var; altı ile, yedi ile, sekiz ile, dokuz ile, on ile, iftiharla geçme var. Daha çok hayır hasenat da yaparsa insan, daha iyi olur. Ne kadar çok hayır ve hasenat yaparsa, ahirette onun o kadar karşılığını görecektir. Allah tarafından iltifata ve ikrama, ihsana nâil olacaktır.

Rabbimiz bizi hayrı, hasenatı çok olanlardan eylesin… Bu dünyada helâl kazançlarla çok hayırlar yapmayı, hattâ biz öldükten sonra bile arkamızdan sevap kazanmamıza sebep olacak kalıcı hayırlar, sadaka-i câriyeler, eserler tesis edip bırakmayı, Rabbimiz bize nasib eylesin…


04. 04. 1991 – Coburg

Melbourne / AVUSTRALYA

336
20. HARAM LOKMANIN ZARARLARI