31. FAZÎLET ÖRNEĞİ
Lütfi DOĞAN62
Ben, Mehmed Zâhid Hocaefendi’yi aslında çok geç tanıdım. Hocaefendi, fazîlet örneği bir insandı. Makamı cennet olsun...
Cemiyette birçok insan vardır ki, insanlar içerisinde hakikaten diğerleri için örnek olacak mümtaz, müstesnâ şahsiyetlerdir. Bu insanlar, Cenâb-ı Hakk’ın cemiyete bir lütfudur. Onlar sadece sözleriyle değil yaşayışlarıyla, insanlara karşı olan muameleleriyle, dertleriyle dertlenmeleri, yaralarına merhem olmaları, iyilik yoluna sevk etmeleri itibariyle cemiyete örnek olurlar.
Size şunu söylemem mümkün. Meselâ, bakarsınız ki bir insan cömerttir, elinde nesi var onu dostlarına, ihtiyaçlılara elhasıl şu veya bu insan demeden herkese vermeye çalışır. Bazı insanlar vardır ki ilim sahibidir, ilminin ışığı ile kendi yolunu aydınlattığı gibi etraftaki insanların da doğruyu görmelerine, onların da mes’ud olmalarına, sıkıntılardan kurtulmalarına hizmet eder.
62 Lütfi Doğan: 1930 yılında Gümüşhane’nin Kelkit İlçesi Salyazı Beldesinde doğdu. Kuran-ı Kerim okumayı Babası Hacı Mehmet Fehmi Efendi’den öğrendi ve hıfzını dayısı Hafız Fevzi Efendiden tamamladı. Arapça ve dini ilimleri Abdurrahman Efendi ve Gümüşhane eski müftüsü Ragıb Efendiden okudu.
Askerlik görevinden sonra, özel olarak dini ilimler tahsiline devam etti. Dışarıdan Ortaokul ve Erzincan Lisesini bitirdi. 1964-1965 öğretim yılında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesini birincilikle bitirdi.
Ankara müftü yardımcılığı ve Ankara vaizliği görevlerinden sonra Diyanet İşleri Başkanlığı müfettişliğine atandı. Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi iken, 15 Ocak 1968 tarihinde Diyanet İşleri Başkanlığı görevine vekâleten atandı. Bu görevi 25 Ağustos 1972 tarihine kadar yürüttü.
1973-1980 yılları arasında Erzurum Senatörlüğü yaptı. 1991 yılında seçildiği Gümüşhane Milletvekilliği görevini 2002 yılına kadar sürdürdü.
Yine bazı insanlar vardı ki yaşayışlarıyla kâmil insan örneğidir.
Bu söylediklerim yani cömertlik, ilim, hilim ve benzeri mümtaz vasıflardan birisi bir insanda bulunsa, o insan hakikaten cemiyetin, beşeriyetin kendisine muhtaç olduğu insanlardan birisi olur.
Mehmed Zahid Efendi merhum da hem ilim, hem hilim sahibi; hem de cömertti. Daha birçok fazîletlerinin yanında diğer fazıl, mümtaz, cemiyetin gözbebeği muhterem büyükler gibi, o da böyle mümtaz bir insandı. Hani “Alimler, peygamberlerin varisleridir.” hadis-i şerifi var ya; yaşayışıyla öyle olduğunu gördüm.
Bakarsınız ki, sofrasında çok insanlar ağırlarlardı. Bir mecliste bulundukları zaman o meclis serâpâ, yâni baştan sona hilim ve edeb meclisidir. Herkes dikkatle konuşur, güzel, tatlı, faydalı konuşur. Üstelik Kur’an ve hadislerin izah edildiği bir meclistir. Böyle olması da lâzımdır. Cemiyetlerin mânen ayakta durmasını sağlayan bu gibi yetişkin insanlardır. Cenâb-ı Hak’tan dileriz ki, cemiyetimizde böyle mümtaz olanların sayısını çoğaltsın...
Bütün insanlık için bu zatlar son derece lüzumludur, kıymetlidir. Onların yol göstermelerine, bilgilerine hepimizin ihtiyaç duyduğunu dikkate almak lâzımdır!
Hülâsa edersek; yetişkin bir öğretmen etrafındaki talebelerine yaşayışıyla, telkinleriyle, âlicenaplığıyla nasıl örnek oluyorsa, Mehmed Zâhid Efendi de içinde yaşadığı cemiyete, kendisini sevenlere veyahut başka türlü düşünenlere karşı müşfik, merhametli, cömert ve hilimle davranan muhterem bir insandı. Makamı cennet olsun...
İslâm, Kasım 1986