Bir tıp profesörü, tasavvuf ehli için, “Onlar hep İsrailiyatla uğraşıyorlar. Sahih kaynaklar dururken, Râmûzü’l-Ehâdîs gibi içinde zayıf hadislerin bulunduğu bir kitabı izlerler.” demiş. Ne dersiniz?


Râmûzü’l-Ehâdîs hadis kitabıdır. İmam Suyûtî’nin el-Camiu’s-Sağir’i gibi bir kitaptır. Bunun içinde İsrailiyat yoktur. İsrailiyat tefsirde olur.

Bu, Peygamber SAS Efendimiz’in hadis-i şeriflerini içine alan bir kitaptır. Hadis-i şeriflerin ilmine vâkıf olan Gümüşhaneli Ahmed Ziyâeddîn Hocaefendi’nin eseridir. Kendisi son asrın en büyük hadis alimlerinden birisidir. Bunun içinde çeşitli hadisler vardır. Sahih hadis vardır, hasen hadis vardır, şu vardır, bu vardır. Zayıf hadis de olabilir. Ama Hocamız hadis alimi olduğu için, bir yerden zayıf gibi görünmesine rağmen arkasına daha başka rivayet ekliyor; ”Bak bu burada kuvvetleniyor.” demek istiyor.

Bu bir hadis kitabı olduğundan, “İsrailiyat” değildir! O adam ne söylediğini bilmiyor. Neyin nereden geldiğini, nereye gittiğini bilmiyor.

 

Zaten zayıf hadislerle ibadet konusunda amel olunabilir.

Bir hadis-i şerifin rivayet bakımından bir kusuru olabilir, ama söylediği şeyin muhteviyatı güzel ise, pekâlâ uygulanabilir. Ancak itikadda bir delil olmaz. 

Bu gibi rivayetler, ibadet ve taat konusunda olunca yapılabilir. ”İnşaallah bu da sevaptır.” diye yapmakta insan gayret gösterir.

Râmûzü’l-Ehâdîs kitabı bizim medâr-ı iftiharımızdır. Bizim hocalarımız, erbâb-ı tasavvuf içinde ta İmâm-ı Rabbânî’den beri gelen, Bahâeddîn-i Nakşibend Hazretleri’nden beri gelen, sonra Şehâbeddîn-i Sühreverdî Efendimiz, Necmeddîn-i Kübrâ Efendimiz, Hâlid-i Bağdâdî Efendimiz şeriatin sağlam ahkâmına sımsıkı sarılmalarıyla tanınmış büyük mücahidlerdir. Kur’an’ı en iyi bilen, hadis-i şerifi en iyi bilen insanlardır. İsrailiyatla bu zavallı profesörden çok daha kuvvetli mücadele etmiş insanlardır. Bunlar oldukları yerde dururken, onlar devlet başkanlarıyla mücadele etmişlerdir, hapse girmişlerdir. İslâm’ı savunmuşlardır.

İmâm-ı Rabbânî Hazretleri’nin hayatı ortadadır. Şeyh Şamil Hazretleri’nin hayatı ortadadır. Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri zamanının en büyük alimlerindendir. ”İslâmî ilimlerin içine bâtıl şeyler girmesin; insanlar gerçek ilimlerle yetişsin.” diye çalışmış, büyük mücahidlerdir.

 

Bu zâtın gidip onların ellerini, ayaklarını öpmesi lazım. Kabirlerini ziyaret etmesi lazım. Ruhlarına Fâtiha’lar okuması, hatimler indirmesi lazımdır ki, dinin ahkâmını onlar korumuştur, el-hamdü lillâh…

O tıp profesörüyse, ben de ilahiyat profesörüyüm. Ben bu kitabı okutuyorum. Bu da benim saham. Lütfen bilmediği şeylere yalan yanlış cümlelerle karışıp da fitne çıkarmasın.

 

Biz, dinimizin en sağlam ölçülerine göre hareket etmeye çalışıyoruz da kâfirler en çok bize kızıyor. En çok bizi hücuma alıyorlar. Gazetelerinde mecmualarında, yazdıkları şeylerde:

“—İşte en mutaassıp bunlar. Dine en bağlı bunlar. Toleranslı değiller. Peygamber Efendimiz’in yolundan zerre kadar ayrılmıyorlar. Biraz hoşgörü sahibi değiller.” diye bize çatıyorlar.

Dinin aslına bağlı olduğumuz için. Bu da işi bilmiyor. Bizim mücadelemiz İsrailiyatla… Bizim mücadelemiz bu tasavvuf ve tarikat konusunda bid’atlerle mücadele... Bizim tarikatımız, bizim tarikat-ı aliyyemiz şeriate bağlılığıyla tanınmış.

 

İmâm-ı Rabbânî Hazretleri’nin hayatını okusunlar, Mektubâtını okusunlar.

İmâm-ı Rabbânî Hazretleri birisine “Çiçek toplayın!” demiş. O kimse altı tane çiçek getirmiş. “Evladım, ‘Allah tektir, teki sever.’ diye hadis-i şerif var. Ona uygun olarak ‘Yedi tane getir.’ dedim. Veya ‘Beş tane getirseydin. Niye tek getirmedin?’” diyor.

Onu bile söylüyor. Hz. Ömer’in soyundan gelmiş mübarek. Zaman zaman coşuyor:

“—Hz. Ömer’in celâdeti şahlandı. Yine şeriatçiliğim cûşa geldi.” diyor; söyleyeceği sözleri öyle söylüyor, şeriatı müdafaa etmek için…

 

Gerçek tasavvuf, şeriatın kendisidir. Şeriatın ince ölçüsüdür. Şeriatın mânevî âdab tarafıdır. Tabii bunların asıl beğenip tasvip ettikleri, çalgılı türkülü, kadınlı erkekli bazı tarikatler vardır. Gazeteler onları beğenir, alkışlar. “Toleranslı tarikat!” derler. Hatta içki içerler. Bunlar onları beğenir.

Asıl bid’at yolunda olanlar onlardır. Biz onlarla mücadele ediyoruz. Tutmuş bizim şu okuduğumuz kitabı, Râmûzü’l-Ehâdîs’i beğenmiyor!

Peygamber Efendimiz’in bütün âdetlerini oraya yazmış, kaynaklarını göstermiş. Nereden alındığını göstermiş. “Bozuk şeylerle uğraşıyorlar.” diye bilmeden bizi tenkit ediyor. Gel de bir dinle! Allah ıslah etsin…

 

الإنسان عدو ما يجهل

 

(El-insânü adüvvün ma yechelü) “İnsanoğlu bilmediği şeye düşman olur.”

Ramûzü’l-Ehâdîs’i bir al, oku! Baştan sona bir karşılaştır. Bir kitabın içinde bazı hatalı şeyler olabilir. Senin tıp kitabının içinde bile bir sürü hata olabilir. Bazı profesörler diyorlar ki:

“—Vitaminler faydalıdır.”

Bazı profesörler diyorlar ki:

“—Vitaminler zararlıdır.”

Haydi! Bazıları diyor ki:

“—Soya yağı insanın erkekliğini dumura uğratıyor; zararlı.” 

Bazıları da:

“—Soya fasülyesi ekelim, çok faydalıdır.” diye memlekette yaymaya çalışıyor. 

Bilimsel münakaşa her yerde yapılabilir. O olmayacak bir şey değil. Münakaşa yaparsın. 

 

Ama Ramûzü’l-Ehâdîs kitabı el-hamdü lillâh, İmam Suyûtî’nin eseri olan el-Camiu’s-Sağîr gibidir. Güzel bir kitaptır. Hele hele bir tekkede başka bir kitap değil de bir hadis kitabının okutulması çok güzel bir şeydir. ”Dervişler Peygamber Efendimiz’in yoluna sımsıkı bağlansınlar.” diye.

Biz burada her gün derse başladığımız zaman ne diyoruz:[33]

 

إِنَّ أَفْضَلَ الْكِتَابِ كِتَابُ اللهُ، وَأَفْضَلَ الْهَدْيِ هَدْيُ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ

 

صِلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمْ .

 

(İnne efdale’l-kitâbi kitâbu’llah) “Kitapların en faziletlisi Kur’an-ı Kerim’dir. (Ve efdale’l-hedyi hedyü seyyidinâ muhammedin salla’llàhu aleyhi ve sellem) Yolların en güzeli de, Peygamber Efendimiz’in yoludur.”  diyoruz.

“—Peygamber Efendimiz’in sünnetine sarılan kişi şehid sevabı alacak. Aman Peygamber Efendimiz’in sünnetine uyalım!” diyoruz.

Al bu kitabı, koy bir kenara! Diyanet’in neşrettiği Riyâzü’s-Sâlihîn kitabını oku. Aynı kapıya çıkacaksın. Değişen bir şey yok ki. Onda da birçok şeyler var, aynı şeyler var; bunun içindeki aynı şeyler var.

O İmam Nevevî’nin yazmış olduğu Riyâzü’s-Sâlihîn kitabı. Bu da bizim Gümüşhaneli Hocamız’ın yazmış olduğu bir hadis kitabı. Kimisi 1001 hadis yazmış. Kimisi Riyâzü’s-Sâlihîn yazmış, konularına göre ayırmış. Kimisi alfabetik sıralamış. Her birinin çeşnisi başka...Bu kitabın sıralaması alfabetiktir. Riyâzü’s-Sâlihîn’inki sistematiktir, konu konu ayrılmıştır. Eh sen Riyâzü’s-Sâlihîn’i oku.

Riyâzü’s-Sâlihîn’i de okusan tasavvufa geleceksin şaşkın adam! Riyâzü’s-sâlihîn’i ben okudum, sen okumamışsın. Okusan o da sana zikri tavsiye edecek, nefis terbiyesini tavsiye edecek; ahlâk-ı tasfiyeyi, kalbi nurlandırmayı tavsiye edecek.

“—Günde şu kadar Lâ ilâhe illa’llah de. Şu kadar Sübhâna’llah de… Şu kadar şöyle de, bu kadar böyle de…” diye orada da göreceksin.

Değişen bir şey yok. Ha Kasap Ali, ha Ali Kasap. Ha o, ha bu, değişen hiç bir şey yok. Kim hadisin yolunu tutarsa, başımızın tâcıdır. Biz de hadisin yolunu tutmuşuz. Bazen Râmûzü’l-Ehâdîs’ten okurum, bazen Muhtârü’l-Ehâdîs’ten okurum.

Bizim dervişlerimizden bir kısmı bazı yerlerde Sahih-i Müslim’i okutuyorlar. Bazı yerlerde bazı kardeşlerimize Riyâzü’s-Sâlihîn’i okutun, diyorum. 

Biz hadise sarılmış bir ümmetiz, grubuz. El-hamdü lillah, iftihar ediyoruz ve sapasağlam yoldayız. Başkaları derdine yansın, Allah ıslah etsin! Bilmeden ileri geri konuşuyorlar.

Prof. Dr. Mahmud Es’ad COŞAN

[33] Muhtelif lafızlarla:

Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c.III, s.310, no:14373; Dârimî, Sünen, c.I, s.80, no:206; İbn-i Hibbân, Sahîh, c.I, s.186, no;10; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.III, s.214, no:5591; Neseî, Sünenü’l-Kübrâ, c.I, s.550, no:1786; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, c.III, s.189; İbn-i Sa’d, Tabakàtü’l-Kübrâ, c.I, s.377; İbn-i Asâkir, Târih-i Dimaşk, c.LI, s.228; Câbir ibn-i Abdullah RA’dan.

Buhàrî, Sahih, c.V, s.2262, no:5747; İbn-i Mâce, Sünen, c.I, s.18, no:46; Hàkim, Müstedrek, c.I, s.184, no:353; Tayâlisî, Müsned, c.I, s.48, no:367; Taberânî, Mu’cemü’l-Kebîr, c.IX, s.97, no:8521; Bezzâr, Müsned, c.V, s.438, no:2076; Abdü’r-Rezzak, Musannef, c.XI, s.159, no:20198; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.IV, s.200, no:4786; Kudàî, Müsnedü’ş-Şihâb, c.II, s.263, no:1325; Dâra Kutnî, İlel, c.V, s.323, no:916; Hatîb-i Bağdâdî, Takyîdü’l-İlm, c.I, s.55¸Abdullah ibn-i Mes’ud RA’dan.

Mecmaü’z-Zevâid, c.I, s.415, no:790; Kenzü’l-Ummâl, c.I, s.336, no:962, 963 ve c.XV, s.1368, no:43589;  Keşfü’l-Hafâ, c.I, s.222, no:587.