"--Eğer tevbe etmezlerse, ma'siyetlerine devam ederlerse, çeşitli iptilâ ve musîbetlere giriftar ederim ki, ayıp, kusur ve günahları temizlensin."
Yâni o felâketleri, günahların temizlenmesine vesile olmak için Allah-u Teàlâ veriyor. "Kulum temizlensin, tevbekâr olsun da huzuruma iyi gelsin, aklı başına gelsin!" diyerekten.
Bu Allah-u Teàlâ'nın zakir kulu ile beraber oluşu başka hiç bir maiyyete, beraberliğe teşbih olunamaz. Teşbihten aciziz. Nasıl teşbih edelim anlatalım, Allah'n bizimle olduğunu; bundan insan âcizdir. Meselâ, Allah Teàlâ Hazretleri muhsinlerle, müttakîlerle, sàbirlerle de beraber olduğunu Kur'an-ı Azimüşşan'da;
"İnnallàhe meas-sâbirîn... Ennallàhe meal-müttakîn..." diyerekten bildiriyor. Ama o birlikle, bu birliğin arasındaki farkı ayırmağa gücümüz yetmiyor.
Velâkin bu beraberlik bunların hiç birisine benzemez. Bu beraberliği ta'rif ve tavsife ne dil, ne de ibareler kâfi gelmez. Bu ancak zevk ile tadılır ve bilinir. O zevki nasıl anlatırsınız? Köre "Bu beyazdır, bu karadır." diyerekten anlatmak mümkün olur mu?.. O göz işi; göz olacak ki anlayacak, bu beyaz bu kara... Nasıl ki gözü olmayan bir insana bir rengi anlatamıyorsunuz; zevkten mahrum olan insana da onun tadını anlatamazsınız. Ne söyleseniz boştur.
O paradan zevk almış, dünyanın şusundan busundan zevk almış, onun zevki oradadır. O başka zevkten anlayamaz. Onun için, hemen Cenab-ı Hak cümlemizi ihlâs ile zikrine devam eden kullarından eylesin...
37. Allah-u Teàlâ'nın müttakî kullarından en çok ikrama lâyık olanı, dilleri Allah-u Teàlâ'nın zikri ile dâimâ meşgul olanlardır. İttikà ile hayânın insana gelebilmesi için, bu dil Allahın ismi ile meşgul olacak. Bu dil "Allah Allah Allah" derken, buradaki laf gönle iner. Çünkü gönülden çıkmadıkça, dil söyleyemez.
Bu dille söylenir de, gönülle birleşince, gönülden de bütün a'zâlara dağılır. Nasıl ki kalbden bütün azalara kan dağılıyor. Bu sefer de Allah'ın zikri dağılır, bütün damarların uçlarına kadar. Binâen aleyh, bütün vücudun her zerresi "Allah" der. Her Allah dedikçe gönülden bütün zerrelere ulaşır. İçeride kaç milyon parça varsa, hepsi birden Allah Alah diye zikre başladı mı ya, işte o zaman, o zevki bak başka bir yerde bulabilir misin?
Zira bunlar Allah-u Teàlâ'nın emrine ve nehyine, herkesten daha ziyade dikkatli ve titiz olmalarıyla beraber, Allah-u Teàlâ'nın zikrini kendilerine şiar edinmişlerdir.
Binâen aleyh, emrine ittikà, emri nehyi icab ettirir. Allah korkusu, yasaklara karşı "Ne yapıyorsun?" dedirtecek kuvveti içeriye verir. Veyahut yapılmayan bir şeyi, "Niçin yapmıyorsun?" diye zorlar. Bu ittikànın verdiği bir kuvvettir insanda... Bu neden bizde olamıyor şimdi?.. İşte bu takvâ nimeti bizde olmadığı için.
Uhud Muharebesi oldu. Medine-i Münevvere'ye gidenler Uhud Dağı'nı görmüşlerdir. Medine-i Münevere'ye yakın bir yerde, bir dağ. Burada bir muharebe oldu. Bu muharebede düşman döğüştüğü kadar döğüştü, sonra çekilip gitmek mecburiyetinde kaldı. Çekilip gitti; Allah-u Teàlânın hikmetiyle... Fakat Peygamberimiz'e karşı, dediler ki:
"--Gelecek sene bu vakitte ikinci harbe hazır ol!"
Peygamber Efendimiz de:
"--İnşaallah" dedi.
Ertesi senenin mevsimi geldi, küffar tarafı toplandılar yine, verdikleri söz üzerine Medine-i Münevvere'ye gelecekler. Gelecekler ama, yolda gelirlerken Allah içlerine bir korku düşürdü. Pişman oldular, geri dönmek mecburiyetinde kaldılar.
Geri dönmek mecburiyetinde kalınca, Medine-i Münevvere'ye gelen bir yolcuyu yakaladılar. Dediler ki:
"--Sen Medine-i Münevvere'ye gidiyorsun. Sana bir deve üzüm vereceğiz." Bir rivayette de, "On deve vereceğiz." demişler. "Bir şartla: Medine-i Münevvere'ye gideceksin; bizim kuvvetimizden bahsederekten onları korkutacaksın! Bunu yapabilirsen, sana on deve var!" dediler.
On deve az da değil, on otomobil gibi yâni. Adam geldi Medine-i Münevvere'ye, baktı ki müslümanlar hazırlanıyor, onlara karşı.
"--Aaa, ne yapıyorsunuz siz? Öyle bir kuvvet geliyor ki karşınıza, sel gibi, durmanıza imkân yok! Vazgeçin bu akıldan..." dedi.
Böylece çeşitli korku haberleri verdi. Buna beşinci kol diyorlar ya şimdi, Alman harbinde de bunlar yapıldı; korku verme usûlü... Fakat ashab-ı kiram bu, Allah'ın Rasûlü var aralarında... Ashab-ı kiramdaki imana bak! Dediler ki:
(Hasbünallàhu ve ni'mel-vekîl) "Düşmanın kuvveti varmış, kime ne, vız gelir bize! Allah var bizimle, Allah'ın olduğu yerde kimden korkacağız biz?!." dediler. Atına binen, haydi Peygamber'in arkasına... Gittiler ama, kâfirler sıvışmış gitmiş.
İmanın verdiği kuvvete bak, bu kuvvet ne ile oluyor? Allah'ın emrine imtisal ve içerdeki iman kuvveti ile oluyor. Onun için iman kuvveti oldu muydu, kokma; iman kuvvetsiz oldu muydu onu kuvvetlendirmek için de Allah demek mecburiyetindeyiz. Diyeceksin ki:
"--Namaz kılıyoruz ya hocaefendi!"
Evet namaz kılıyoruz, namaz merâsim, emri-i ilâhîdir. İşte imama uyarız, yahut evimizde kendimiz kılarız namazımızı. Kâfi gelmez. Evet fuhşiyattan men eder ama, o iman kuvvetin sağlayabilmek için bugün muhakkak surette Allah-u Teàlâ'nın ismini dilimizde çok anmak mecburiyetindeyiz ki, o iman kuvveti bize de yerleşsin. Ve binâen aleyh Allah'tan gayri kimseden kormamak ve yalnız olduğumuz yerde de Allah'ın emrine muhalefetten kormak, gerekir. Çobanın hali gibi...
Demiş ki:
"--Kandıracağız efendiyi ama, Allah'ı ne yapalım?.."
Bu kolay bir laf değil efendi! Bu kolay bir laf değil; sözü kolaydır ama, yapabilmesi çok zor bir şeydir. Onun için iman kuvveti lâzım! Bu iman kuvveti için de bu zikrullah muhakkak lâzım!..
Takvâ insanın cennete girmesine ve cehennemden kurtulmasına sebebdir. Takvâ sayesinde cennete girersin, cehennemden de kurtulursun.
Zikrullah ise Allah-u Teàlâ'ya kurbiyete eriştir. Allah-u Teàlâ'ya kurbiyete vesile olur. Mertebeler ve dereceler hâsıl olur. Ma'lûm ya cennetin derecesinin sonu yok. Cennetler için sekiz tane derler ama, bu bize misâl olarak denmiştir, derecelere son yok... Kur'an âyetlerine nasıl son yoksa, ona da son yok.
(Ve fevka külli zî ilmin alîm.) [Her ilim sahibinin üstünde, daha iyi bilen birisi vardır.] buyrulmuştur.
Onun için aziz kardeşim, mümkünse hiç durmadan hemen Hakk'ın zikrini dilinden bırakma ve hele gönlünden hiç çıkarma ki, hem saadet hem de derecelere nâil olasın!
38. Muhakkak ki, beşeriyet iktizası kalblerde kasâvet, katılık, zulmet, merhametsizlik gibi arızalar olur. Gerek hatâ ve kusurlarımızdan, gerekse daha başka bilemediğimiz şeylerden dolayı arız olan bu kasveti, zikrullahtan başka hiçbir şey gideremez.
"--Hocaefendi, kalbim katı, ne yapalım?"
Acıyamıyoruz. İşte bugünkü hal, acıyor muyuz kimseye?.. Orada adam ölse, kimse bir şey yapmaz; belki bir tekme vurup geçecak duruma düşmüşüz. Bir hayır yapılıyor, o hayra iştirakimiz nasıl oluyor? Zorla, zorlamak sûretiyle... Veysel-Karânî gibi bir çoban, toplandığı hurma çekirdeklerinden hayra bir para ayırabiliyor da; bugün milyonlara sahip insan hayra koşamıyor.
İşte bir nümûnesi: Geçen bizim bir arkadaş bir zengine gitmiş:
"--Bizim caminin önü yapılıyor, sizin de biraz katkınız orda bulunsun!" demiş.
Adam elli lira çıkarmış.
"--Efendi, ufacık bir adam verir bu elli lirayı! Sizden ben bunu almağa da utanırım, alamam da. Ne demek elli lira sizin gibi bir adama?"
Fukaranın birisi büyük bir konağın kapısına gitmiş, bir parça bir şey istiyor. Çıkarmışlar bir ekmek parçası vermişler. Almış eline baltayı, kapının eşiğine vuraraktan kırmağa başlamış.
"--Ne yapıyorsun, edepsiz?" demişler.
"--Ne yapayım; ya verginizi kapınıza göre verin, ya da verginize göre kapı koyun! Sizin bu kapınıza bakınca, 'Ooo, burdan bana şöyle bir şey verilir.' diye insanın içine gelir. Fakat verdiğiniz şey, hiç kapınıza lâyık değil." demiş.
Allah affetsin kusurlarımızı... Bu kasvet-i kalb denilen gönül katılığının ve karanlığının alâmetidir. Bunu zikrullahtan maada hiçbir şey yumuşatamaz ve nurlandıramaz, parlatamaz.
Bu sebepten her gün, hattâ her an üzerimize çöken çeşitli kabusları ve cemiyet işlerindeki felâketleri ve kendi işlerimiz dolayısıyla vâkî olan hatalardan, kararan kalplerimizi temizlemek ve parlatmak, onun nuruna kavuşturmak, işte ancak zikrullah ile kàbildir.
Aziz kardeşim, sen de sabahta, akşamda yatarken, işine gitmeden evvel muhakkak zikrullah ile meşgul ol. Ama azıcık değil; Allah-u Teàlâ'nın istediği çok zikirdir. Az zikir münafıklık alâmetidir.
(Ve lâ yezkürûnallàhe illâ kalîlâ) "Allah'ı az zikredenler münafıklardır." diyor.
İşte, Allah deyiveriyor bir parçacık... İstenen bu değil, çok diyecek, hem de severek diyecek. Azıcık zikir gönlüne yerleşmesine, tesir etmesine kâfi gelmez. Görmez misin ki, az ateş kışın hiç odalarımızı ısıtır mı?.. Acızık ekmek karnımızı doyurur mu?.. Azıcık su hararetimizi keser mi? Hele sıcak mevsimlerde...
Zeyd oğlu Hammad denilen bir zât varmış, ona birisi kalbinin kasvetinden şikâyet etmiş. O da zikrullaha devamını tavsiye etmiş. Zîrâ gaflet, kasvet-i kalbi mucib olur. En iyi ilâcı da zikrullahtır. Çünkü zikrullah hem gafleti giderir, hem de gönül cilâlandırır ve yumuşacık yapar. Kalay ateşte nasıl erirse, kalb de zikrullahın yanında öylece erir ve pamuk gibi olur. O zaman ilâhî tecellilere de mazhar olur.
39. Zikrullahta kalblere şifa vardır. Kalbin yegâne ilâcı zikrullahtır.
Şimdi her derdin ilâcı var, doktor veriyor. Romatizmanınki ayrı, baş ağrısınınki ayrı, karın ağrısınınki ayrı... Kalbde bir hastalık var, onun ilâcı doktorun reçetesinde de yoktur, eczanede de bulunmaz. Onun ilâcı Allah'ın kitabında. Nedir o?.. Zikrullah. Gaflet de kalbin marazıdır, hastalılığıdır. Binâen aleyh hasta kalelerin devası ve şifası hemen ancak zikrullahtır.
Çünkü kalb nur mahallidir, dâimâ nur ister. Zikrullah da en güzel bir nurdur. Nura nur ile gidilir.
Mekhûl ismindeki zât demiş ki:
"--Zikrullah, Allah'ı anmak kalblere şifâ; nâsın zikri de kalblere derttir." demiş
Şâir de demiş ki:
"--Yâ Rab! Biz hasta olduğumuzda ancak senin zikrinle tedavi oluruz."
Bunu biz yapabilir miyiz?.. Hemen doktora koşarız. İyi doktora koşacağız ama, biraz da Allah de bakalım!.. Yok. Aspirin varken ne yapacaksın da Allah diyeceksin.
40. Muhakkak zikrullah, Allah-u Tebareke ve Teàlâ Hazretleri ile olan dostluğun başı ve esasıdır.
41. Gaflet, Hakk'ın buğzunun esasıdır. Kul Hak Sübhànehû ve Teàlâ'nın zikrine devam ettikçe, Hakk'ın da o kulu sevmesine ve onu velî edinmesine sebep olur. Kulun evliya olmasına, yâni sıradan bir mü'min değil de, evliyâ olmasına sebep olan şey, Allah-u Teàlâ'nın zikri ile meşgul olmasıdır.
Kul, hiçbir şeyle Allah'ı kendisine düşman etmek için, gerek kendinin zikretmesini ve gerekse zikredenleri kerih görmesi yeter. Bir insan zikretmeyi ve başka zikredenleri de beğenmiyor mu, hoşuna gitmiyor mu; o Allah'ın gazab ettiği insanların en birincisidir. Buna dikkat edin! Meselâ:
"--Şu aptallara bak! Oturmuşlar camide... Herkes şimdi para kazanma derdinde, bunlar da oturmuşlar orda, Kur'an okurlar, dua yaparlar; ne budala herifler!" diyor.
Kendisi giremediği gibi, orda oturanları da, Allah dedikleri için ayıplıyor. İşte bu Allah-u Teàlâ'nın sevmediği kulun ta kendisidir. İşte bu düşmanlığın yegâne sebebi gaflettir. Ve bu gaflet üzerine bulundukça Hakk'ın zikrini ve Hakk'ı zikredenleri kerih görmekte devam eder. Bu sebepten Allah-u Sübhânehu ve Teàlâ da, onu düşman ittihaz eder. Felâkete bak şimdi! Zakir kulunu velî ittihaz ettiği gibi... Zikredeni dost ediniyor; zikretmeyenler için de "Düşmanımdır." diyor. Aman ya Rabbi, sen bizi böyle kötü ve felâketli gaflete düşürme.
42. Muhakkak Allah-u Sübhànehû ve Teàlâ'yı zikreden kulunu, Cenab-ı Hak gülerek, sevinç ve sürûra gark olmuş olduğu halde cennetine idhal eder. Cennetine korken de, gülerekten, sevinç içerisinde koyuyor kulunu...
Hazret-i Ebüd-Derdâ öyle rivayet eder ki:
"--Dilleri Allah-u Teàlâ'nın zikri ile yaş olan, --yâni kurutmuyor dilini, zikirle meşgul--yorulmadan daima zikriyle meşgul olan kimseleri, Hazret-i Allah, güler oldukları halde cennetine koyacağını beyan buyurmuş.
43. Zikrullah muhakkak, kul ile cehennem arasında bir set, bir mânîdir. Zikrullaha devam eden insan, beşeriyet iktizâsı bazı hatalara düşse de, zikrullah onun önünde geçecek, cehenneme onu salıvermeyecek, Allah-u Teàlâ'nın izniyle...
44. Şeriatın emrettiği ne kadar ibadet varsa, hepsi bu güzel zikrullahın ikàmesi ve icrâsı için emrolunmuştur.
Ne kadar ibadet var; çeşitli oruçlar, namazlar, zekâtlar, haclar, hayırlar, hasenâtlar neler varsa, hep bu zikrullahın sebebinedir. Namaz kılınması da yine bu zikrullahın ikamesi içindir. Sûre-i Tàhà, âyet 14'de;
(Ekımis-salâte lizikrî) [Beni hatırlamak ve anmak için dosdoğru namaz kıl!] buyrulmuştur.
Namaz, Allah'ın zikri için en güzel vasıtadır. Onun için Sûre-i Tahrîm'de bahsedilen Hz. Peygamber SAS'in vekili olan Hazret-i Ömer'i tayinde, Hazret-i Âişe'ye söylediği bir hadis-i şerifini, bir âlim öğrenmiş. Kendisi de Acemistanlı; onu etrafındakilere duyuramamış. Duyuramadığı halde iken bile, o son günlerinde 17 günde 17 bin rekât namaz kılmış.
Ben buna akıl erdiremedim, günde bin rekât namaz nasıl kılınır diyerekten. Bir gayrete geldim kendi kendime, "Bakayım nasıl kılabilirim?" diye. 200 rekât kılabildiğim vakitte hoşaf oldum. Onu bir defa kılabildim, ikinci defada kılamadım. Baktım vücudum tahammül etmiyor, yüze indirdim. Ona da tahammül edemedim. Halbuki Cüneyd (Rh.A) 400 rekâtı kılmadan dükkânını da açmıyormuş. Çünkü zikrullah her şeyden üstün geliyor, namazdan ayrılamıyor. Kur'an'ını okumak sûretiyle ve tesbih çekmek sûretiyle Allah'ın huzurundan ayrılamıyor.
Allah bizi affetsin de bunların şefaatlerine nail eylesin.
Ebû Saîd der ki: "Şeyhim benim elimden tutup kütüphanesine götürdü ve bir kitap çıkardı okumaya başladı. Ben de o güzel sözleri can kulağıyla dinliyordum. bana iltifat edip dedi ki:
"--Yâ Ebâ Saîd! Cenâb-ı Hakk'ın gönderdiği 124 bin peygamberin gönderilmesindeki hikmet ve sebep; şu Allah kelimesini kullara öğretmek içindir." Allah demesini kullar bilsin diye, Allah'ı bildirmek için... Yâni Cenâb-ı Hak 124 bin tane peygamber göndermiş ki, "Kullarım beni bilsinler, beni tanısınlar." diye.
Her kim ki bu Allah lafzını yalnız kulağıyla dinlerse ve diliyle söylerse; bu kelime durmaz, hemen öteki delikten çıkar. Bu kulaktan girer, o kulaktan çıkar, hiç bir faydası yoktur. Bunu ruhen dinlemek lâzımdır. Bunun iki tane sebebi var:
Bir kere söylenen sözün ağzından canlı çıkması lâzımdır. Canlı insan, yâni imanı kuvvetli insan konuştuğu vakitte, karşısındaki insanları eritir. Sözüne bakma, o edebiyat kısmı ayrı... Bir nümune söyleyeyim size:
Abdülkàdir Geylânî Hazretleri'nin oğlu güzel yetişmiş, mezun olmuş. Babasına da hünerini göstermek üzere demiş:
"--Baba müsaade et, bugün nâsa ben vaaz edeyim."
"--Eh, pekâlâ!" demiş.
Hazırlanmış, çıkmış kürsüye; edebiyatına, belağatına, fasahatına, son derece riayetle başlamış konuşmaya. Herkesi almış bir uyku, başlamışlar horul horul uyumaya... Canı sıkılmış tabii;
"--Yâhu ben bu kadar emek çektim, bak ne inciler, ne mercanlar, ne yakutlar saçıyorum ama, zavallılar uyuyorlar!" diye kızmış kendi kendine.
Derken babası gelmiş. Babası gelince tabii, inmiş kendisi, "Buyurun babacığım!" demiş. Abdülkàdir-i Geylânî Hazretleri kürsüye çıkmış:
"--Çocuklar kusura bakmayın, biraz geç kaldım. Sebebi; yemek yokmuş evde, anneniz yumurta kırdı da onu pişirdi. Biraz ondan nafakalandım da..." demiş.
Birden bir galeyan ortada, bir galeyan, Allah diyen, faryad eden, kendini yere atan... Şaşırmış çocuk;
"--Yâhu babam anamın yumurta pişirdiğinden bahsediyor, bak şu hale!" demiş.
Halk birbirine girmiş, kendinen geçmiş herkes. Senin fesâhatın, belâğatın kaç para arkadaş, iş içerdeki imanda...
Demiş:
"--Baba ne oldu böyle, ben o kadar belağat, fasahat saçtım, hepsini bir uyku aldı, sen anamın yumurtasından bahsettin, bak şu hale!"
"--Oğlum, ben o hali kazanmak için şu Bağdat'ın çöllerinde yedi sene toprak çiğnedim, memlekete girmedim, riyazetin çeşidiyle Allah'a ulaşmanın yollarını aradım. Sen mektepteki tahsilin sebebiyle, sandın ki ben bu işi bitirdim artık. Öyle yağma mı var, evvelâ kendini imanla doldur, ondan sonra söyleyeceğini söyle!" demiş.
Onun için bizim sözlerimiz --hepimiz içine dahil-- ölü. Ölünün söyledikleri insanın bir kulağından girer, öbür kulağından çıkar, vesselâm.
Onun için zikrullahı yaşayacaksın da Allah'tan alacaksın alacağını... Yoksa şundan bundan alacağım dersen, yandın.
İmam-ı Şa'rânî diye ehl-i tasavvufun büyüklerinden birisi var. Güzel de eseri vardır mübareğin. O diyor ki:
"--Ben tarikata girdiğim vakitte, zikrim her gün ve gecede 24 bin idi."
Böyle diyor. İlk zikir beşbinden başlarmış. Günde beşbin defa Allah diyeceksin!
Eskiden martini ile atarlarmış, dolma tüfekle atarlamış, şimdi onun yerine mitralyöz geldi, şöyle tarayıp geçiyor. Şimdi bu zikrullahın çokluğu, bunun gibi olmalı yâni.
Zîrâ insanın 24 saatteki nefesi, takrîben 24 bindir. 24 bin defa nefes alıp veriyoruz. Binâen aleyh, 24 bin defa Allah dersen, hiçbir nefesin Allah demeden kaçmamış oluyor. Bu sayede hiçbir nefes, zikrullahsız geçmemiş oluyor.
Hasan-ı Basrî Hazretleri:
"--Allah-u Teàlâ Hazretleri'nin en sevgili kulları, zikirleri çok olup, kalbleri ile ittikà edenler, müttakî olanlardır." buyurmuş.
İttikàya, hayâya sahip olmak için, menbâın birisi Rasûlüllah SAS... Oraya, o menbâa varabilemek için de, başta istiğfar lâzım! İstiğfarsız menbâa varırsan, bir şey alamadan dönersin. Yâni tevbesiz, temizlenmeden menbâın başına varırsan, suyu içemeden dönersin. Suyu ordan içebilmek için, önce istiğfar lâzım!
Onun arkasından menbâa gittiğin vakit, Rasûlüllah'tan alınacak istifadenin nasıl olacağına dair salât ü selâm bahsini açmış müellif. Onun arkasından da zikrullah bahsi gelmiş Zikrullah bahsine girmeden evvel de cihad bahsini açmış, cihadın ne demek olduğunu anlatıyor.
Bunlar imana taallûk ettiği için, okuyorum. Evvelâ iman kuvvetli olacak. O hayâ ki imanın zinetidir. "İlk kalkacak hayâdır." diyorlar. Bu hayâ kalkacak deyince, ben de zannediyorum ki, zenbillere dolduracaklar da çekecekler hayâyı havaya... Hayânın kalkması, halbuki kendi elimizleymiş. Biz bırakacağız, o da kalkacak. Hayâyı bıraktık mıydı da, kalkar gider. İttikà?.. O da yok. Niçin Allah'ın zikri ile meşgul değiliz ki?..
Allah hepimizi affetsin... Tevfikàt-ı samedâniyyesine mazhar etsin... Allah o büyüklerin hürmetine sizi de, bizi de mağfûrîn zümresine ilhak eylesin... Kâmilîn zümresine ilhak eylesin... Cennetiyle ve cemâliyle de müşerref eylesin...
El-fâtihah!..
1971 - İskenderpaşa