• /
  • Kütüphane
  • /
  • Zikrullahın Faydaları
  • /
  • 41 ilâ 60. sayfalar
21 ilâ 40. sayfalar

Gàfil ve lağv ile meşgul kimseler de, meclisleri de, o meclislerde oturanlar da şakî olurlar.

26. Zâkirler kıyamet gününde hasret ve nedâmetten emin olurlar. Zîrâ hangi meclis ki orada zikrullah yoktur; o mecliste bulunanlar kıyamet gününde noksanlığın, zarar ve hüsranın üzerindedirler.

Onun için, aman kardeşim, zikrullah olmayan günah yerlerine sakın gitme! Ve oralarda kat'iyyen oturma! Ve bunu çocuklarına da öğret!

27. Zâkir, zikr ederken ağlarsa; bâhusus tenha ve hâlî bir yerde ağlarsa, kıyamet gününde Arş'ın gölgesinde olur.

28. Zikr ile iştigâl edene istemeden, isteyenlere verilenden daha a'lâsı ve efdalı verilir.

29. Zikir ibadetlerin en kolayıdır ve en büyüğü ve efdalidir. Dilin ve gönlün hareketi kadar, vücudun ve a'zâların da hareketi olsa, elbette insan çok yorulur ve dayanamaz.

Şimdi teravih namazı kılıyoruz 20 rekât. Ya 100 rekât olaydı... Yüz defa Allah demek kolay, ama yüz rekât namaz kılmak kolay değil.

Oruç da meselâ, gündüzün olduğu gibi geceleri de olaydı, yine çok zor olurdu.

41

30. Zâkir kullara verilen atâ ve ihsanları, başka amellerle elde etmek mümkün değildir. Meselâ, her kim günde yüz kere;

"Lâ ilâhe illallàhü vahdehû lâ şerîke leh, lehül-mülkü ve lehül-hamdü ve hüve alâ külli şey'in kadîr." derse, on köle âzâd etmiş gibi sevap kazanır. Kendisine yüz hasene yazılır ve yüz de seyyiesi mahvolur. O gün akşama kadar da şeytanın şerrinden muhafaza olunur; şeytan o adama musallat olamaz. Ondan daha efdal bir amelle bir kimse gelmez; ancak yüzden fazla bu tesbih ve tevhîdleri yapanlar müstesnâ. (Râmûzül-Ehàdîs, 432/7)

Ve yine her kim her gün yüz kere;

"Sübhànallàhi ve bihamdihî." derse, günahı deniz köpükleri kadar çok da olsa, yine af ve mağfiret olunur. (Râmûzül-Ehàdîs, 432/8)

Bu bir nîmettir ki kıymeti biçilmez; bir lütuf ve ihsân-ı ilâhîdir. Aman kardeşim, dilini ve gönlünü Allah'tan ayırma! Bu dünya kimseye kalmamış. Kanaat, sabır, istikâmet ve zikrullah ile iştigal eyle! Bunlar bahâ biçilmez nîmetlerdir.

Onun için bu zikrullahtan ayrılma, her kim ne derse desin! Sen sakın Allah-u Celle ve A'lâ'yı unutanlardan olma ki, yarın kıyamet gününde sen de unutulanlardan olmayasın!..

42

Hattâ şu da var ki, Allah-u Teàlâ'yı unutup, zevk ü safâlarına, hevâ ve heveslerine düşenler, hiç şüphe olmasın, kendi nefislerini ve sıhhatlerini bile koruyamazlar. Hattâ dünya işlerinde bile muvaffakıyet kazanamadıkları görülegelmektedir.

İşte zamanımızın münevverleri diye geçinen zavallılar... Kendi işlerinde de, memleket işlerinde de, ellerinde bu kadar imkânlar olduğu halde, halimize dost ağlar, düşmanlar da güler. Nüfusumuzun 35 milyon olması ne mânâ ifade eder.

Daha dün şuraya konan Yahudiden utanmamak kàbil de değildir. Onu Amerika besliyor ve destekliyor dersen, biz de 600 milyon müslümanız diye neye güveniyorsun, neye övünüyorsun?..

Hünerimiz, müslümanları birbirinden ayırmak, hattâ birbirlerine düşürmek; sonra da onların sırtından geçinmek mi?.. Bu ne müslümanlığa, ne de insanlığa yakışır. Bir taraftan müslümanız diye iftihar ederken, diğer taraftan da müslümanlığa aykırı bütün işleri yapmaktan çekinmeyiz.

Ey müslüman kardeş, uyan! Uyan da hürriyetine sahip olmak için elinden geleni yap! Yoksa sonra, başına vura vura ekmeğini elinden alacaklar. Korkma, şu Rusya'daki 40 milyon Türkü düşün! Çok hor ve hakir olacaksın, buna da şüphe etme! Çünkü, "Çalışmayanın hakkı kötektir." demişler.

43

Senin dinine yapılan bu hakaretlere göz yumduğunun cezâsını muhakkak çekeceksin! Üç kuruşun elinden gidince kıyameti koparıyorsun da, dinin elinden gidince, niçin dilsizler gibi susuyorsun?.. Aklını başına topla da, geçen günleri insafla bir gözden geçir!

31. Muhakkak zikrullah, insanı her halde Allah'a doğru seyrettirir. İster sokakta ister yatakta, her zaman her yerde, dilinde Allah, gönlünde Allah; hareketleri hep rızâullah olanların dünyadaki yeri cennet olduğu gibi, ahiretteki yeri de cennetin tâ kendisidir.

Hikâye olunur ki: Bir àbid, bir adama misafir olmuş. Àbid gecesini ibadetle geçirmiş, ev sahibi de uyumuş. Sabahleyin àbid demiş ki:

"--Kàfile gitti, sen hâlâ uykuda yatıyorsun!"

Ev sahibi cevâben demiş ki:

"--Kul sabaha kadar sefer ede de, sonra gene kàfile ile beraber ola; bu bir şey değildir. Hüner odur ki, sabaha kadar yata ve sabahleyin de kàfileyi yolda bırakıp geçe..."

Buna es-seyru fillâh ves-seyru ilallàh derler ki, bu gönüllerin Allah-u Celle ve A'lâ'ya tam bağlanışının alâmetidir, vesselâm.

44

Cenâb-ı Hak, cümlemizi ve cümle ümmet-i Muhammedi uyanık kullarından eylesin, âmîn...

Lâkin bu o demek değildir ki, tembel tembel yatıp uyuya, sonra da kàfileyi geçe... İşte bu mümkün olmayan bir şeydir. Esâsen bu yatışların, ya bir rahatsızlık veya bir mâzeret sebebiyle olduğunu unutmamalı ve böyle yapan mübareklerden de şüphe etmemelidir.

Bu mübareklerin her nefesleri zikrullah demektir, ibadetle geçer. Onun için herkesi de her yerde, her işte geçerler ves-selâm.

Allah bunların zümresine bizleri de ilhak buyursun...

Lillâhil-fâtihah!..

1971 - İskenderpaşa Camii

45

İMANIN TADI

Ezü billâhi mineş-şeytànir-racîm.

Bismillâhir-rahmânir-rahîm.

Elhamdü lillâhi rabbil-àlemîn... Vel-àkıbetü lil-müttakîn... Ves-salâtü ves-selâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn...

İ'lemû eyyühel-ihvân... Enne efdalel-kitâbi kitâbullàh... Ve enne efdalel-hedyi hedyü seyyidinâ muhammedin sallallàhu teàlâ aleyhi ve sellem.

Ve şerrel-umûri muhdesâtühâ... Ve külle muhdesin bid'ah... Ve külle bid'atin dalâleh... Ve külle dalâletin fin nâr... Ve bis senedil-muttasıli ilen-nebiyyi sallallàhu teàlâ aleyhi ve selleme ve ennehû kàl:

a. İman ve Hayâ

RE. 193/1 (El-îmânü uryânün ve zînetühül-hayâ', ve libâsühüt-takvâ, ve mâlühül-fıkh.)

Bugün yine dersimiz bu iman bahsinde olacak. Cenâb-ı Peygamber Efendimiz imanı bize tarif ederken, imanın uryan, çıplak bir şey olduğunu bildiriyor. Bunun sıfatlanması, kalıplanması hayâ ile... Bu iman nimetinin zînete, mala, esvaba ihtiyacı var. Rasûlüllah SAS, "İman nimetinin zîneti hayâ, esvabı takvâ, malı da fıkıhtır." diyerekten bildirdi.

Bu hayâ niçin zikredildi? Başka birçok sıfatlar var. Meselâ, hayânın yanında cömertlik var, şecaat var, adalet var, birçok güzel evsaf var. Fakat, onların birisini söylemedi de zîneti hayâdır dedi, yalnız hayâdan bahsetti.

46

Çünkü, (Liennel-hayâi a'zamü ahlâkıl-enbiyâ') "Hayâ enbiyâlarda en büyük bir vasıf, en üstün mertebedir. (Lienne bil-hayâ' vecede halâvetel-îmân) Ancak imanın tadı bu hayânın sayesinde bulunur. Hayâ sende ne kadar varsa, imandan o kadar tad alırsın. İmandan alınacak tad, hayâdaki nisbete bağlıdır. Hayâsı çok olan insan, imanın tadını çok alır.."

Meselâ, sağlam bir insan baklava yedi miydi, bayılır; bala bayılır, tatlılara bayılır... Niçin?.. Sıhhati yerindedir, canı ister. Ama sıhhati bozuk olursa, tatlıları istemez; tatlıya da acı dediği olur bazan...

Onun için hayâ, imandaki tadı tattırıyor bize. Hayâ olmasa, imandan tad bulamıyoruz. İmanın yolunda gidemiyoruz, yamuk yumuk yollara gidiyoruz; çünkü tadını tatmamışız. Sebebin birisi hayâsızlıktır.

Hayâ geniş bir ders, şimdi onun üzerinde durmayacağım. Kısacık tabiri ile, bizim bildiğimiz utanma... Ama asıl utanma Allah'tan olması lâzım! Ekmeğini yiyoruz, suyunu içiyoruz, havasını alıyoruz, mülkünde yaşıyoruz; yaşadığımız mülkün sahibine karşı geliyoruz. Bu en büyük hayâsızlıktır. Hayâsızlığın başı burdan başlar.

47

Yâni utanma deyince, işte o kızların utanması gibi değil. O da utanma ama, asıl utanma Allah-u Teàlâ'nın mülkünde yaşayıp da, kimin mülkünde yaşadığını ve kimin ekmeğini yemek suretiyle yaşadığını bilerekten ondan utanmak, onun emirlerini dinlemeye bağlıdır. Allah-u Teàlâ'nın emirlerini terk, hayâsızlığın başı oluyor. Allah-u Teàlâ'nın emirlerini tutmak da, hayâdan ileri geliyor. Hayâ yaptırır bunları...

Demek ki, imanda bir tad var. O tad da ancak hayâ elde edilirse, oluyor. Hayâ elde edilemezse, o taddan haberimiz olmadan, kuru kuru gelip gidiyoruz bu alemden.

İkincisi de takvâ idi. Takvâ da böyledir. Takvâ sahibi imanın tadını bulur Takvâ onu salih amellere sürükler. "Haydi durma, bunu da yap, bunu da yap!.." diye iyi amellere zorlar. Saadet-i dâreyn neyi icab ediyorsa, onları yapar.

Şimdi gelelim mevzûya: Hayâyı, takvâyı nereden bulacağız?.. Şu bakkallarda, eczanelerde satılıyorsa, gideriz oradan alırız; istediğimiz kadar kullanırız. Ama hayâ ve takvâ ne bakkalda bulunur, ne çarşıda, ne şunda, ne bunda?..

48

b. Veysel-Karânî Hazretleri

Bu sabah bizi Hırka-i Şerif'in açılma merasimine çağırdılar; Allah kabul etsin, gittik. Şimdi o zâttan biraz bahsetmek isterim. Rasûlüllah'ın hırkasını hediye bıraktığı o zât, Veysel-Karânî Hazretleri'dir.

Veysel-Karânî Hazretleri, ne bir üniversite mezunu profesördür, ne de servet sahibi bir insandır. Ne de bir şânı şöhreti olan bir zâttır. Paşalık, beylik gibi böyle bir mevkii de yoktu. O ancak bir çoban idi, deve güderdi. Bu esnada hurma çekirdeklerini yerden toplar, o topladıkları çekirdekleri satmak suretiyle hem kendi maîşetini, hem de ana-babasının maîşetini temin ederdi. Bir üçüncü kısmını da tasadduk eder, hayra ayırırdı. Buna bunu kim yaptırıyordu acaba?..

Veysel-Karânî'nin çok güzel duaları vardır kitaplar içerisinde... Hayran olursunuz, "Bu mektep görmemiş, medrese görmemiş çöl adamı, çoban, bunları nereden buldu da çıkardı?" dersiniz. Allah'a öyle güzel münâcaatı, öyle güzel yalvarışları var ki, hayran olur bayılırsınız. Bizim ağzımıza bile yakışmıyor onları konuşmak... Ona çoban iye hiç kıymet vermiyoruz ama, bugün onun nâil olduğu saltanata, hattâ üzerindeki o hırkaya bak!.. Bbugün elhamdü lillâh müslümanlar aşk ile, şevk ile ziyaretine koşuyorlar.

49

Veysel-Karânî öyle bir insan ama, içindeki ateşin, iman ateşinin şevki dünyayı doldurmuş; kıyamete kadar onun ismi böyle yaşar durur insanların arasında... İnsanın böyle bir imana sahi olabilmesi, ne kadar mutlu bir şey!

Onun hakkında Cenâb-ı Peygamber derdi ki:

"--Bana Yemen'den Rahman'ın kokusu geliyor."

Veysel-Karânî'deki imanın kokusu ta Rasûlüllah'ın burnuna kadar geliyor Mekke-i Mükerreme'ye... Bugün biz de Hırka-i Şerif'in bulunduğu tablonun kapağını açarken, "Koklayın o kokuyu!" dediler. Orada koku kokuyor. O hırka kaç bin küsür senelik bir hırka... Bir küsür senelik bir hırkanın üzerinde ne koku olacak?.. O bugün elyafı bile dökülmüş, hiçbir şey kalmamış durumda; ama, o olduğu gibi güzelce duruyor, muhafaza edilmiş.

Onun kokusunu tabii, herkes kendi nisbetinde alabilir. Burnu koku almayan insan da, bir şey alamadan döner, gider.

Şimdi bu imandaki hayâ ve takvâ nümûnesi olan Veysel-Karânî; mektepte okumamış, servet sahibi değil, bir mevkî sahibi de değil... İşte develerini gütmekle geçinen bir insan... Kur'an'ı da ne kadar bildiğini bilmem. Bakınız Rasûlüllah SAS'in ziyaretine geliyor. Fakat anası da diyor ki:

50

"--Oğlum, bulursan ziyaret et; bulamazsan, dön gel!" diyor.

İtaate bak! Geliyor, bakıyor Rasûlüllah SAS başka bir yere gitmiş, yok orada... "Bekleyeyim, gelsin de ziyaret edeyim!" demiyor; "Anam bana bu kadar izin verdi, ben fazla duramayacağım. Yok mu bir emaneti, göreyim hiç olmazsa?.." diyor. Uhud'da kırılan mübarek dişini getiriyor, gösteriyorlar. "Ona dayanamayaraktan, ağzındaki dişlerin hepsini çıkarıp atıvermiş." derler. Allah şefaatine nâil eylesin...

Şimdi ondaki imanın ölçüsü ile, bizim imanımızı ölçecek olsak... Bizde para da çok, bilgi de çok, her şey çok; bugün rahatlığın en alâsı var, cennet gibi memleketimiz, her şey bol, istediğimiz gibi... Fakat ondaki imanı zerresi var mı acaba?.. Zerresi var mı?.. Onun imanı ile ölçecek olsak, bizimki sıfırdadır; bir bile zor tutar.

Allah affetsin, tevfikını refîk eylesin...

c. İman ve Takvâ

Şimdi bu iman pazarda bulunmaz, çarşıda pazarda bulunmaz, şuradan buradan da alınmaz. Bu imanın bir alınacak yeri var, o da Allah-u Teàlâ ve Tekaddes Hazretleri'nin zikri... Allah-u Teàlâ ve Tekaddes Hazretleri'nin zikriyle ne kadar çok meşgul olursan, o meşguliyetin dolayısıyla Allah verir sana o takvâyı; başka yerde bulamazsın!

51

Ashab-ı kiramın böyle tesbihleri filân yok. Çünkü Rasul-ü Ekrem önlerinde. Onun yüzüne bakışları kâfî geliyor onlara. O bakış, içerisini nur ile dolduruyor, öyle çalışmaya lüzum yok... Menba'dalar, baktılar mıydı, olan nur içlerine doluyor da, taşıyor da... Zamanındaki müslümanların hepsinin hâli böyle.

Ama bize gelince, biz bin sene geriye kalmışız. Bize onun nurunu alabilmek için; zikrini ve onun salât ü selâmını çok okumak lâzım! Ona olan salât ü selâmı ne kadar bol edebilirsek; Allah-u Teàlâ ve Tekaddes Hazretleri'nin zikrini ne kadar bol edebilirsek ve başka işlerimize tercih ederek onunla meşgul olursak; çalışmamız nisbetinde o takvâ hàsıl olur. Nasıl ki;

(Ve en leyse lil-insâni illâ mâ saà.) buyruluyor ya. Ne kadar çalışırsa, o kadar kazanır diyorlar. Allah'a karşı ne kadar hizmet edebilirsek, o kadar Allah-u Teàlâ bize hayâ verir, o kadar takvâ verir, o kadar da fıkıh verir.

Fıkıh denince zannetme ki, işte Arapçayı bilir de burda okur, mânâ verir. O değil ha! Arapçayı öğrenirsin, okursun, mânâsını da verirsin. Bugün, aziz kardeş hepiniz biliyorsunuz: Arabistan denilen memlekette Yahudi de var, Ermeni de var, Rum da var, Süryanîsi de var, daha kim bilir kimler de var... Bunlar Arapçayı bizden çok iyi bilirler. Yahudidir ama, memleketi olmak dolayısıyla Arapçayı öğrenmiştir. Ermenidir ama, memleketi olmak dolayısıyla Arapçayı iyi bilir. Rumdur ama, memleketi olması dolayısıyla Arapçayı iyi bilir... İyi bilir ama, hiç faydası yoktur kendisine; gâvur, gâvurdur yine...

52

Sarığın bu kadar olur, cübben gayet sırmalı olur, iş yok onda... İş iman ile hayâda, hayâ ile takvâda... Hayâ ile takvâyı da; kim Allah'a boyun büker, hizmet ederse, hizmeti nisbetinde Allah ona verir.

Yalnız şu kadar var ki, haramlardan ve günahlardan da sakınmak şartıyla. Meselâ geceleri uyumazsınız, sabaha kadar da ibadet edebilirsiniz. Tesbihi hiç elinizden bırakmamak sûretiyle akşama kadar da tebih çekebilirsiniz. Fakat haramdan korunmadığınız zaman, bunların hiç birisi makbul olmaz. Nasıl bir evi yaparsınız, güzel; fakat ona bir kibrit değdi mi bakarsınız birden yanar gider. Hiç kıymeti yok. Yapmak değil hüner, onu muhafaza etmektir hüner... Onun muhafazası da, günahlardan korunmak ve sakınmaktır.

Onun için size bir misâl söyleyeeyim şimdi: Rasûl-ü Ekrem SAS Efendimiz zamanında tabii muharebeler oluyor. O muharebeler olurken, bir muharebede dediler ki Rasûlüllah'a, tekmil veriyorlar:

"--Yâ Rasûlallah, filân şehid, filân şehid, filân şehid..."

"-- Cennetlik, cennetlik, cenetlik..."

"-- Filân da şehid..."

53

"-- O cehennemlik..."

"-- Yâ Rasûlallah, o neden şehid değil?"

"--ÊO ganimetten çaldı."

Ganimetten bir aba almış; veya iki aba. Bu onun şehadetinin kıymetini düşürüverdi. "Cehennemliktir." dedi iki cihan serveri... Sebebi. İslâm'n davasında sadakat göstermedi. Bir taraftan ibadet ediyor ama, bir taraftan da beytül-maldan çalıverdi, aldandı. Beytül-mâl da değil, daha ganimet taksim olmamış, taksim olmamış ganimetten hakkı olmadan aldı. Bu alış, kendisinin şehadeti, cennete girmesini ve bütün günahlarınnı affını icab ettirirken, bu hareketi onu cehennemlik yaptı. Vay bizim halimize! Faizlerle para kazanacağız, onunla han, hamam, apartman yaptıracağız, çalımımızdan kimse yanımıza sokulmayacak, sonra biz de cennetin baş tarafına gidip, içerisine oturacağız. Heyhât!

Onun için aziz kardeş, haramdan sakınmak için takvâ lâzım. Takvân olmadıkça haramdan sakınamazsın. O Allah korkusunun mektebi yok, medresesi yok...

Bir numûnesi daha sana: Hazret-i Ömer Efendimiz'in oğlu, Medine-i Münevere'den, Mekke-i Mükerreme'ye gidiyormuş. Yolda canları et istemiş, acıkmışlar. Bir çobana rastgelmişler. Demişler ki çobana:

54

"--Şurdan bize bir koyun ver, kaç paraysa verelim sana!"

Demiş ki:

"--Koyunlar benim değil, ağanındır; onun izni olmadıkça ben size burdan koyun veremem!"

Onlar da onu tecrübe etmek için demişler ki:

"--Ağana kurt yedi dersin, yahut kayboldu dersin; bir şey dersin işte, ne olacak."

Çoban:

"-- Efendi, ya Allah'ı ne yapalım?" demiş.

Bizim bilgin, deveyi hamuduyla beraber yutuyor. O bilmeyen, Allah'tan korkaraktan yapamıyor.

Onu Allah'tan korkutan, ona onu yaptırmayan kim?.. İçindeki iman kuvveti... İşte o devrin nîmetlerine mazhar olmuşlar. Bizde bugün hepsi çok, çok ama gözümüz de, karnımız da doymuyor. Ne gözümüzün doyduğu var, ne de karnımızın doyduğu var. Allah affetsin kusurlarımızı...

d. Zikrullahın Faydaları (2)

Onun için geçen hafta okumuştum size, zikrin lüzûmu hakkında. O büyük, 44 tane fadàil saymış. Zannedersem geçen hafta, 30 küsurunu sayabildik, arkasını da bu güne bırakmıştık. Şimdi bunları size sayıvereyim:

32. Zikrullah o kadar büyük bir devlettir ki, ne altına benzer, ne gümüşe benzer, ne apartmana benzer; hiç bir servete benzemez. Çünkü her şey fânidir, zikrullah bâkidir. Bâki olan zikrullahtır. Öteki ne mal, ne servet, neyin varsa dünyada senin olsun varsın, hepsi senin olsun... Ne varsa, gözünü yumdun mu hepsi bitti, hiç kıymeti yok! Ama zikrullah öyle değil, seninle beraber cennette... Cennete kadar seninle beraberdir.

55

Onun için insana lâyık olan, dilini, gönlünü Allah'ın zikrine alıştırıp, onun üzerinde durabilmek. Yoksa bugün Allah dersin de, yarın başka iş yaparsın; o değil. Dâimî surette, ölünceye kadar Allah'ın zikrini dilinden ve gönlünden çıkarmamak... Ki, bu takvâ kişinin içine işlesin de, yasak olan bir şeyin yanında bile geçemesin.

Şimdi bugün bize çeşitli sorular sorarlar:

"--Acaba şöyle yapsak olmaz mı, böyle yapsak olmaz mı?.."

Hep kaçamak yolları, hile yolları. Canım bunlara ne lüzum var? Bana bir lokma ekmek yetiyor, bir hırka da yetiyor işte... Sana niçin yetmiyor? Bu saltanatta ne mânâ var, çok kazancaksın da ne olacak yâni?..

Çok kazanmak iyidir ama, helâlinden kazanmak şartıyla. Yoksa haramdan kazanacağın şeyin, âhirette azabı çoktur. Allah muhafaza etsin... Hele bir de harama helâl deyiverdi miydi, yahut onu hiçe sayıverdi miydi... Bugün meselâ, hiçbir dükkânımız yoktur ki, içki satılmasın. Bütün dükkânlarımız içkiyle dolu. Bu içki satan adam eğer, "Ne yapayım, helâldir." deyiverirse, --Allah esirgeye-- kendisi küfre gittiği gibi, çoluğunu çocuğunu da perişan eder.

56

"--Canım ben onu satmazsam müşteri gelmez!"

Gelmezse ne olur, aç mı kalırsın yâni?.. Bu kadar memlekette fakir fukara var, aç mı ölüyorlar? Sen de kanaat edersin.

"--Efendi, ev kirası böyle pahalı, işte şu pahalı, bu pahalı."

Ucuzunda oturursun. Melekette her sınıf insana göre yer var. Allah affetsin kusurumuzu... Bu Allah'dan uzak olmanın alâmetidir. Niçin?.. Zikrinden gàfil... Zikrinden gàfil olunca, Allah'tan da gàfil oluyor, ondan sonra her şey kendisine göre, hoş geliyor.

33. Muhakkak ki zikrullah, her tarikatta ve ehl-i tasavvuf indinde, bütün usül ve kaidelerin ve edeblerin başıdır, velilik alâmetidir. Her kime ki zikrullah kapısı açılır, ona hiç şüphe yoktur ki Allah-u Teàlâ ve Tekaddes Hazretleri'nin huzuruna dahil olunacak kapılar açılmıştır. Bir insan zikrullaha alıştı mı, ona Allah-u Teàlâ'nın rahmetine girecek kapılar açılmış demektir. Öyleyse sen de temizlen, Rabb'inin huzuruna gir; her istediğini orda bulursun.

Çünkü namazı abdest almadan kılamıyoruz. Abdest almadan namaz kılamadığımız gibi, gusülsüz da kılamıyoruz. Binâen aleyh, Allah-u Teàlâ'nın zikrini yapabilmek için de evvelâ istiğfar edip, tevbe edip günahlardan sıyrılmak lâzım. Günahlardan sıyrılamadıkça, Allah-u Teàlâ'nın huzuruna girmeye insan hak kazanamıyor. Onun için temizlen, Rabbinin huzuruna gir; her istediğini orada bulursun.

57

Rabbini bulan her şeyi bulur; Rabbini unutan her şeyden mahrum olur. Rabbini bulanın her şey emrine amadedir. Onu unuttun mu, her şeyden de mahrumsun! Ama dünya seninmiş, ne olursa olsun...

Bunlar hep büyüklerimizin bize olan tavsiyeleri.

34. Muhakkak zikrullah bir ağaca benzer ki, onda irfan ve haller yetişir. Binâen aleyh, irfan sahibi olabilmek ve Hàlik'ta karar kılabilmek için zikre devam ve itina eyle. Zikrullah ağaçlarına ne kadar yanaşırsan onun meyvalarından o kadar yersin. Yediğin kadar da feyz sahibi olursun. Ağaç ne kadar büyük olursa, meyvaları da, maarif-i İlâhiyyi de o nisbette güzel, sağlam ve kuvvetli olur.

35. Zikrullah bütün makamların esasıdır. İnsanı gafletten uyandırır, tevhide sevkeder. Binalar için yer ve temel nasılsa; ibadet, irfan, velilik vs. bütün makamların da başı, temeli hep zikrullahtır. Zikrullah olmayınca bunların hiçbirisi olmaz.

Zikrullahtan gaflet kalbin ya uykusunun veya ölümünün alâmetidir. İnsanın ayakta gezmesine kulak asma sen, insanın gönlü àşık olmalı! Gönlü olmazsa, gönülsüz insanın hayatı ha olmuş, ha olmamış...

58

36. Zikreden, zikrettiği Allah-u Celle ve Teàlâ'ya kurbiyet peyda eder. Hak Sübhànehû ve Teàlâ'yı zikrettiği müddetçe de, Allah-u Celle ve A'lâ onunla beraberdir. Bu ne kadar büyük bir nimettir, bilir misin aziz kardeş!

Şimdi benim yanımda sevdiğim birisi olunca, beni destekleyecek birisi olunca, bir kuvvet sahibi olunca, nasıl ben o kuvvet sahibinden kuvvet alırsam; Allah'ı zikreden kulun da yanında Allah-u Teàlâ'nın kendisi mevcuttur. "Onunla beraberim!" diyor. "Beni zikrettiği müddetçe ben o kulumla beraberim!" diyor. Allah bir insanın yanında olduktan sonra, artık geriye ne kalır ki?

Bu beraberlik hususî bir iltifat-ı sübhànîdir. Kurbiyet, velâyet, muhabbet, yardım ve tevfiki, o zikredene husûsî şekilde tecelli eder. Yâni "Ben seninleyim!" dediği vakitte, "Nusretim, tevfîkim, hidayetim hepsi seninle beraberdir. Sen bunların hepsine nâil olursun!" demek. Bunlar Nahl Sûresi'nin 128. Enfal Sûresi'nin 62. Tevbe Sûresi'nin de 40. ayetleriyle sabittir.

Allah-u Teàlâ'yı zikredenler için, bu hususî nimetlerden çok geniş ve büyük nasibler vardır. Gaflet olunmaya. Buhâri ve Müslim'de de beyan olunduğu gibi;

59

"--Kulum beni zikrettiği müddetçe ve benim zikrim için dudaklarını kımıldattıkça ben kulumla beraberim!" buyruluyor.

Bir eserde de:

"--Ehl-i zikir, benim meclislerimde oturanlardır. Ehl-i şükür ise nimetlerini arttırdığım kimselerdir. Tâat ehli ise kerametime nâil olanlardır. Ma'sıyet ehlinin ise, rahmetimden ümitlerini kesmem, rahmetimden mahrum etmem; tevbe ettikleri takdirde ben onların dostuyum! Ben tevbekârları ve temizlenenleri severim!"

Yalnız burda şunu da hatırlatmak isterim: Biz şimdi camide akşamları, sabahları cemaatin iştirakiyle birer hatim indiriyoruz, hayır olsun diyerek. Bazı arkadaşlar Kur'an'ı gözleriyle okuyorlar, şöyle bir süzüyorlar. Bu gözle süzülen hatim sayılmaz. Hatim olabilmesi için dudakların kımıldaması, hatta hafif bir şekilde seslerin de çıkması lâzımdır ki, hatim hatim olsun. Yoksa gözlerle süzülen o senin olur.

Burda onu için dudaklarını kıpırdattıkça tabiri geçiyor. Yâni, "Allah... Allah... Allah..." diyor.

"Lâ ilâhe illallah..." derken hiç dudak kıpırdamaz. Bu öyle bir sestir ki, kendiliğinden düzülür, gelir.

60
61 ilâ 80. sayfalar