YUNUS EMRE VE TASAVVUF
Prof Dr. Mahmud Es'ad COŞAN
Hazırlayan: Dr. Metin ERKAYA
İÇİNDEKİLER
Prof. Dr. M. Es'ad Coşan (Terceme-i Hâl)
A. Tasavvuf Kur'an ve Sünnete Dayanır
ÖNSÖZ
Yunus Emre çok sevilen, aşk dolu, sevgi dolu bir tasavvuf büyüğüdür. Dînî Türk Edebiyatı'nın emsalsiz bir şairidir. Asırlardır ilâhîleri dillerde dolaşmakta, zikir meclislerinde ehl-i zikri coşturmaktadır. Anadolu'nun İslâmlaşmasında katkısı büyüktür. Adına yıllar tahsis edilmekte, anma programları düzenlenmektedir. Yalnız biz değil, dünya kendisinin hayranıdır.
Acaba bu zât kimdir?.. Ne zaman, nerede yaşamıştır?.. Mânevî eğitimini hangi çevrede tamamlamıştır?.. Görüşleri nelerdir, hangi fikirleri savunmuştur?.. Dünya görüşü, hayata bakışı nedir?.. Gösterdiği yol ve hedefler nelerdir?.. Başka Yunus'lar da var mıdır?.. Hangi şiirler ona aittir?.. Bu konularda toplumumuz yeteri kadar bilgilenmiş değildir.
O bakımdan, Yunus Emre'yi daha yakından tanımak, Yunus Emre'leri yetiştiren tasavvufî düşünceyi öğrenmek amacıyla vakıf ve derneklerimiz tarafından çeşitli etkinlikler düzenlenmektedir. Böyle bir programda, Prof. Dr. Mahmud Es'ad COŞAN Hocamız'ın yaptığı bir konuşmayı ilginize sunuyoruz.
Önce Yunus'un mensub olduğu tasavvufî çevre anlatılıp, sonra Yunus Emre ve şiirleri hakkında bilgiler verilen bu konuşmanın, herkes için faydalı olacağını ve kültür hayatımıza katkıda bulunacağını ümid ediyoruz.
Dr. Metin ERKAYA
Sincan, Şubat 1995
PROF. DR. MAHMUD ES'AD COŞAN
(TERCEME-İ HAL)
1938 yılında Çanakkale'nin Ayvacık ilçesi, Ahmetçe köyünde doğdu. Babası Halil Necâti Efendi, annesi Şâdiye Hanım'dır. Anne ve baba tarafından soyu, Buhàra'dan Çanakkale'ye göç etmiş seyyidlere dayanır. Küçük yaşta iken ailesi İstanbul'a taşındı. 1950'de İstanbul Vezneciler İlkokulu'nu, 1956'da Vefa Lisesi'ni bitirdi. Aynı yıl İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap-Fars Filolojisi Bölümü'ne girdi. Arap Dili ve Edebiyatı, İran Dili ve Edebiyatı, Ortaçağ Tarihi ile Türk-İslâm Sanatı sertifikalarını alarak, 1960 yılında Edebiyat Fakültesi'nden mezun oldu.
Aynı yıl Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi'nde açılan asistanlık imtihanını kazanarak, Klasik-Dinî Türkçe Metinler Kürsüsü'ne asistan olarak girdi. Fakülte yayın komisyonunda iki yıl sekreterlik yaptı. 1965 yılında, XV. Yüzyıl şairlerinden olan "Hatiboğlu Muhammed ve Eserleri" konusunda doktora tezi vererek ilâhiyat doktoru ünvanını aldı. 1967-1968 yıllarında Ankara Yükseliş Mühendislik ve Mimarlık Özel Yüksek Okulu'nda Türkçe ve Hümaniter Bilgiler dersini tedris etti.
1973 yılında ise, "Hacı Bektâş-ı Velî, Makàlât" adlı doçentlik tezi ile doçent ünvanını aldı ve Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Türk-İslâm Edebiyatı Kürsüsü'ne öğretim üyesi olarak tayin edildi. 1977-1980 yıllarında Sakarya Devlet Mimarlık ve Mühendislik Akademisi'nde Türk Dili ve Edebiyatı dersleri verdi. 1982 yılında profesör oldu. Sosyal ve kültürel faaliyetlere daha fazla zaman ayırabilmek düşüncesiyle, 1987 yılında emekliliğini isteyerek üniversiteden ayrıldı.
İlk dînî eğitimini ailesinde gördü. Genç yaşta vefat eden annesi, zikir ehli bir hanımdı. Babası Necâti Efendi; Çırpılarlı Hacı Ali Efendi, Serezli Hasîb Efendi, Kazanlı Abdül'aziz Efendi, Mehmed Zâhid Kotku Efendi gibi âlim ve fâzıl şeyh efendilerin sohbetinde ve hizmetinde bulunmuş, hal ehli bir kimsedir. Mehmed Zâhid Kotku Efendi'nin yakın dostlarındandı. Bu münasebetle, küçük yaşta hocaefendilerin meclislerine devam etti, onların maddî ve manevî ilgilerine mazhar oldu.
Mehmed Zâhid Kotku Efendi'nin bizzat elinden tutarak kürsüye oturtması ile İskenderpaşa Camii'nde hadis derslerine başladı (1977). Yine onun arzusu üzerine, 13 Kasım 1980 günü vefatından sonra, cemaatin eğitimiyle ve her türlü meselesiyle ilgilenme, tebliğ ve irşad görevini üstlendi.
Tasavvufî nisbeti; hocası vasıtasıyla Nakşibendî Tarikatı'nın, Hàlidiyye kolunun, Gümüşhâneviyye şubesidir. Ayrıca Kàdiriyye, Sühreverdiyye, Kübreviyye, Çeştiyye, Mevleviyye, Halvetiyye ve Bayrâmiyye tarikatlarından da irşada me'zundur.
Onun döneminde hadis derslerine ilgi daha da arttı. Cemaat yer bulamadığı için camiye ilâveler yapıldı; ders dinlenilecek yerler beş-altı kat genişletildi. Ayrıca Ankara, İzmir, Bursa, Sapanca, İzmit ve Eskişehir'de mutad hadis dersleri başlatıldı.
Mehmed Zahid Kotku Efendi'nin emri üzerine kurduğu "Hakyol Vakfı"nın çalışmalarıyla bizzat ilgilendi, muhtelif yerlerde şubeler açtırdı. Eğitim ve yardımlaşma faaliyetini yaygınlaştırmak için çalışmalar yaptı. Sanat ve kültürle ilgili çalışmalar yapmak üzere "İlim, Kültür ve Sanat Vakfı"nı, sağlık hizmetleri için "Sağlık Vakfı"nı kurdurdu. Hanımların eğitimiyle ilgili olarak "Hanım Dernekleri"nin; çevre ile ilgili çalışmalar yapmak üzere "İlim, Ahlâk, Kültür ve Çevre Dernekleri"nin kurulmasını ve yaygınlaştırılmasını teşvik etti. Bu çalışmalarla toplu-mun güzel amaçlar için bir araya gelmesini, organize olmasını sağlamaya çalıştı.
Vakıflara ait, harabe haline gelmiş birtakım ecdad yadigârı eserlerin tamir ve tecdidiyle ilgilendi; onların gayesine uygun olarak tekrar faaliyete geçmesini temin etti: Ahmed Kâmil Tekkesi, Selâmi Mustafa Efendi Tekkesi, Şeyh Murad Efendi Dergâhı, Şadiye Hatun Şifâ Külliyesi... gibi.
Eğitimin yaygınlaştırılması için basın ve yayın çalışmalarıyla ilgilendi. 1983 eylülünde İslâm dergisi, 1985 nisanında Kadın ve Aile ve İlim ve Sanat dergisi yayınlanmaya başladı. Daha sonra Gülçocuk dergisi çıkartıldı. Sağlık ve bilimle ilgili konularda ise Panzehir dergisi yayınlandı. Halen Vefa Yayıncılık adına yayınlanan bu dergilerle yakından ilgilenmekte ve makaleler yazmaktadır.
Kitap yayıncılığı için Sehâ Neşriyat'ı kurdu; çeşitli dinî, edebî, tarihî, kültürel eserler neşredildi. Yayıncılığın geliştirilmesi, haftalık ve günlük yayınlara geçilebilmesi için çalışmalar başlattı. Onun gayretleriyle bir matbaa tesis edildi (Ahsen), dizgi tesisleri kuruldu (Dehâ).
Sesli ve görüntülü yayıncılık alanında hizmet etmek, millî ve mânevî değerlerimize uygun yayınlar yapmak üzere, Ak-Radyo (AKRA) adı altında bir müessesenin kurulmasına öncülük etti (1992). Halen İstanbul, Ankara, İzmir ve Konya'dan radyo yayınları yapılmakta; bu yayınlar Türkiye'nin her yerinden, Orta Asya'dan ve Avrupa'dan dinlenebilmektedir.
Onun teşviki ile Ak-Televizyon> adı altında Marmara Bölgesine yönelik bölgesel televizyon yayını başlatıldı (1997). Basın-yayın alanında Sağduyu isimli günlük bir gazete yayınlanmaya başladı (1998).
Kaliteli bir eğitimi temin etmek amacıyla, özel eğitim kurumlarının kurulmasını teşvik etti. Çeşitli illerde ilkokul öncesi, ilkokul ve orta öğrenime yönelik eğitim tesisleri, okullar ve dersaneler kurdurdu.
Halka güvenilir bir sağlık hizmeti verilmesi için poliklinikler ve hastaneler açılmasını teşvik etti. Buna bağlı olarak başta İstanbul olmak üzere bir çok ilde sağlık kuruluşları hizmete açıldı.
Yurtdışındaki müslümanlarla diyaloğu sağlamak, ziyaretleri kolaylaştırmak amacıyla İskenderpaşa Turizm (İSPA) adı altında bir seyahat acentası kurulmasına öncülük etti. Bu şirket yardımıyla hac ve umre programları, çeşitli yurt içi ve yurt dışı geziler; aile ve eğitim kampları düzenlendi.
İlmî seviyesi yüksek hocalar yetiştirmek amacıyla İstanbul'da, Ankara'da, Konya'da ve Bursa'da hadis ve fıkıh enstitüleri açtırdı. Buralarda ilâhiyat fakültelerinde okuyan veya mezun olan kimselere, özel hocalardan Arapça, hadis, tefsir ve fıkıh dersleri verdirilmesini temin etti.
Sohbet ve vaazlarına yurt içinde ve yurt dışında büyük ilgi gösterilmesi ve çeşitli yerlere davet edilmesi, onun çok seyahat etmesine neden oldu. Avrupa'da, Kuzey Amerika'da, Afrika'da, Orta Asya'da ve Avustralya'da pek çok ziyaretler, vaazlar, sohbetler yaptı; eğitim programlarına katıldı.
Her yıl hac ve umre dolayısıyla değişik ülkelerden gelen müslümanlarla görüştü, diyalog kurdu. Hakkı ve hayrı, iyiyi ve güzeli tebliğ etme yönünde şumüllü ve verimli çalışmalar yapmaktan bir an bile geri kalmadı. Çevresini de daima bu tür çalışmalara teşvik etti.
Cuma günleri radyoda yapmakta olduğu hadis sohbetlerine ilâve olarak 1998 Eylülünden beri salı günleri tefsir sohbetleri yapmaya başladı. Son yıllarda daha çok Avustralya'da bulunmakta, sohbetlerini Akra'dan telefonla, canlı olarak sürdürmektedir.
Doğu dillerinden Arapça ve Farsça'yı, batı dillerinden Almanca ve İngilizce'yi bilmekte; yurt içinde ve yurt dışında çok yönlü sosyal faaliyetlerini, tebliğ ve irşad çalışmalarını el'an devam ettirmektedir.
Yayınlanmış Eserleri:
01. Matbaacı İbrâhîm-i Müteferrika ve Risâle-i İslâmiye (1982)
02. Hacı Bektâş-ı Velî, Makàlât
03. Gayemiz
04. İslâm Çağrısı
05. Yeni Ufuklar (1992)
06. Çocuklarla Başbaşa
07. Başarının Prensipleri
08. Türk Dili ve Kültürü
09. İslâm'da Nefis Terbiyesi ve Tasavvufa Giriş
10. Avustralya Sohbetleri 1, 2, 3, 4
11. Yeni Dönemde Yeni Görevler (1993)
12. Haccın Fazîletleri ve İncelikleri (1994)
13. Zaferin Yolu ve Şartları (1994)
14. İslâm, Sevgi ve Tasavvuf (1994)
15. Sosyal Çalışmalarda Organizasyon ve Başarı (1994)
16. Güncel Meseleler 1, 2 (1995)
17. Hazret-i Ali Efendimiz'den Vecîzeler (1995)
18. Hacı Bektâş-ı Velî (1995)
19. Yunus Emre ve Tasavvuf (1995)
20. Başarı Yolunda Sevginin Gücü (1995)
21. İslâmî Çalışma ve Hizmetlerde Metod (1995)
22. Sosyal Hizmetlerde Hanımlar (1995)
23. Ramazan ve Takvâ Eğitimi (1996)
24. Tebliğ ve İrşad Çalışmaları (1996)
25. İslâm, Tasavvuf ve Hayat (1996)
26. Haydi Hizmete!.. (1997)
27. İslâm'da Eğitimin İncelikleri (1997)
28. Tasavvuf Yolu Nedir? (1997)
29. İmanın ve İslâm'ın Korunması 1, 2 (1997)
30. Allah'ın Gazabı ve Rızası (1997)
31. Mi'rac Gecesi (1998)
32. Doğru İnanç ve Güzel Kulluk (1998)
33. Ramazan ve Güzel Ameller (1998)
Prof. Dr. Mahmud Es'ad COŞAN
YUNUS EMRE VE TASAVVUF
...........
Biz, kültüre önem veren bir cemaatiz. Tarihimizi çok seviyoruz, ecdâdımıza büyük hürmetimiz var... Ruhları şâd olsun, nur içinde yatsınlar... Çok büyük insanlarmış; hem mâneviyat alemleri bakımından, hem de kurdukları medeniyet bakımından... Dünyada eşine rastlanmamış olan, devamlı ve büyük bir medeniyet kurmuşlar. Çok zengin bir kültüre sahibiz. Bu kültür Amerika'da yok, Avrupa'da yok... Elhamdü lillâh, bu kültür bizde vardır. Bunu anlayan kimseleri de saygıyla selâmlıyorum. Kültüre önem veren başkanı da bu bakımdan tebrik ediyorum.
Bir de İlim, Kültür ve Sanat Vakfı'mızın yanısıra, Hakyol Vakfı'mızın yanısıra, bir çok il ve ilçede Çevre ve Kültür Dernekleri kurduk. Çevreyi yeşillendirmek, düzenlemek, parklar bahçeler yapmak; o da bizim dinî bir görevimiz diye düşünüyoruz. İnşaallah Çeşme'ye de hizmet arzusundayız, böyle bir şeyi burada da sağlayacağız. Çevreyi bir de, tarihî çevre ve tarihin içine doğru uzayan mazimiz olarak görüyoruz. O kültürümüzü de bu arada tanıtmak için çalışmalar yapıyoruz.
Çeşme'ye ilk geldiğim zaman, sanıyorum kalenin önünde, yanında arslan duran bir heykel görmüştüm. Sordum, "Kimin heykeli?" diye... Dediler ki, "Cezayirli Hasan Paşa'nın heykelidir." Yanında bir arslan gezdirirmiş. Böyle fino filân değil de... İnsanlar büyük olunca, her şeyleri farklı oluyor. Yanında arslan gezdirirmiş; bu beni duygulandırmıştı. Cezayirli Hasan Paşa'yı çok seviyorum. Çünkü, evliya olduğuna dair tarihi bir takım menkabeler yazılmış; onları biliyorum.
O bakımdan, biz burada mimar kardeşimiz Necdet Bey'e ve diğer arkadaşlarımıza rica ettik; onlar çalıştılar, Cezayirli Hasan Paşa Çevre, Kültür ve Ahlâk Derneği'ni burada kurduk. Şu konferansımız, o derneğimizin bir aktivitesi olmuş oluyor aynı zamanda... Bu derneği size tavsiye ederim, üye olunuz, kültürel çalışmalara siz de gücünüzle destek veriniz.
Şimdi Yunus Emre üzerinde bir konuşma yapacakken, sayın başkan, "Yunus Emre ve Tasavvuf olsun!" diye konuya bir çevre getirdi. Pekâla, o zaman tasavvufu biraz anlatıp, ondan sonra Yunus Emre'yi anlatmak mantıklı olacak. Çünkü tasavvuf, Yunus Emre'den önce vardı, gelişmişti. Yunus Emre, o muhitin içinde Yunus Emre oldu.
Yunus Emre'yi anlamak için bilmemiz gereken pek çok mâlûmatın yanında, tasavvuf bilgisini de mutlaka bilmek lâzım!.. Tasavvufu bilmeden, bir kimsenin Yunus Emre'yi anlayabilmesi mümkün değildir. O bakımdan, sayın başkanın tasavvuf kelimesini de konferansın konusunun başına eklemesi isabetli oldu. O halde tasavvufu kısaca anlatarak, ondan sonra Yunus Emre'ye geçmek istiyorum.
Bu ikisi --her birisi ayrı ayrı-- senelerce anlatılacak kadar malzeme verir bize... Çok geniş sahalar... Yunus üzerinde de çok çeşitli yönleriyle, seneler boyu sürecek konuşmalar yapabiliriz. Her şiiri bir konferans mevzuu olabilir. Tabii, biz burda o gül bahçesinden bir buket hazırlayıp, onu sunmuş olacağız.
A.TASAVVUF KUR'AN VE SÜNNETE DAYANIR
Tasavvuf çok sevimli bir konudur. Çok saygıdeğer bir konudur, çok önemli bir konudur. Hem tarihi yönden önemlidir; hem insan olmak dolayısıyla, gönlümüz olduğu için, iç alemimiz olduğu için önemlidir. Dünya var oldukça, insanoğluyla beraber tasavvuf var olmuştur; mistisizm diyoruz buna...
Tabii, İslâm'ın tasavvufu da İslâm'cadır, başka tasavvuflara benzemez. Hint tasavvufuna, Yunan tasavvufuna, Yahudi tasavvufuna, İran tasavvufuna, İslâm'dan önceki kültürlerin tasavvufuna benzemez. Çok büyük farklar var...
Çünkü, İslâm tasavvufunun kaynağını Kur'an-ı Kerim ve Peygamber SAS Efendimiz'in hayatı, sîreti, sünneti teşkil etmiştir. O damgayı vurmuştur. Nasıl başka dinlerde İslâm'ın hakikatleri yoksa, kaybolmuşsa; İslâm kaybolan hakîkatleri dile getiriyorsa, tevhid akîdesinin bayrağını dikmişse fikir kalesinin burcuna; İslâm tasavvufu da tabii, öteki mistisizm cereyanlarından, mistik felsefelerden çok farklıdır. Kökü, Kur'an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye'dir.
Tabii, --boya yapan, resim yapan kardeşlerimiz bilirler-- beyazı hangi rengin yanına getirirseniz, karıştırırsanız, o rengin açığı olur. Kırmızıyla karıştırırsanız, pembe olur. Beyazı çok olursa, çok açık pembe olur. Kırmızısı çok olursa, koyuya doğru gider. Yeşile karıştırırsınız, maviye karıştırırsınız, çeşitli başka renklere karıştırırsınız. Beyaz beyazlıktan çıkar ama, yine açık bir renktir, güzel bir renktir.
Ben buna benzetiyorum. İslâm tasavvufu, koca İslâm alemine yayıldığı için, Atlas Okyanusu'ndan Hint Okyanusu'na, Sibirya Bozkırlarından Afrika'nın güneyine kadar, dünyanın çok büyük bir yerine yayılmış olduğu için, gittiği yerlerdeki boyalar, biraz onun beyazına renk katmıştır. O halde bölge bölge tasavvuflarda fark vardır. Meselâ; Hindistan'daki tasavvufla, Afrika'daki, İspanya'daki tasavvuf aynı değildir. Anadolu'daki tasavvuf ile Yemen'deki tasavvuf aynı değildir. Horasan'daki tasavvufla Mısır'daki tasavvuf arasında nüans farkları vardır. Zevk ve görünüm farkları vardır.
Bu genişlik içinde, yayıldığı yerlerden renk aldığı için, aldığı renkler, alıntılar fazla ise, biraz da çizginin dışına kaçmış taraflar da olabilir. O zaman, İslâmî ölçüler içinde tasvib edilemeyecek bir takım görünümler; İslâm'da, Kur'an'da, Peygamber Efendimiz'in sünnetinde olmayan bir takım görünümler olabiliyor.
--Nerden oluyor?..
--Mahalli kültürlerden giren unsurlardan... Müslüman olan unsurların, eski kültürlerini unutamamalarından ve o kültür unsurlarını yeni İslâmî hayatlarında az çok yaşamalarından kaynaklanıyor.
Yakın misalini söyleyeyim: Tasavvufî bir konu için davet edildiğim için, iki ay önce Sudan'a gitmiştim. Koca salonda bize Türk heyeti diye büyük pâye verdiler. Ayrı masa verdiler, imkânlar verdiler... Salona baktığım zaman, ordaki tasavvuf ehli insanlar arasında o kadar çeşitli insanlar gördüm ki, bir tanesi çok dikkatimi çekti. Bir başlığı var başında; miğfer gibi ama, madenî değil... İki ucundan dal gibi, aşağı yukarı bir metre uzunluğunda bir şeyler çıkmış; o da dallanmış geyik boynuzu gibi...
Tabii, ben çok garipsedim. Avrupalıların filimlerinde hani Avrupalı kâşifler Afrika'ya gittiği zaman, yerlilerin kendilerine hücumu sahnelerinde göreceğimiz başlık gibi bir şey... Merak ettim, bizim arkadaşa "Git anla bakalım, bu kimmiş?" dedim. Kàdirî Tarikatı mensubu imiş. Abdulkadir-i Geylânî Efendimiz'in tarikatının mensupları...
--E, bu kıyafet nedir?..
--İşte mahalli bir kıyafet...
Buradaki Kadirîler'de öyle bir başlık göremezsiniz. Bunlar biraz farklı şeyler, bölgesel farklar oluyor. Ama ana çizgiyi göz önünden geriye bırakmamak lâzım!.. Her müessesede böyle şeyler olmuştur. Her müessesenin fertlerinde nüans farkları olmuştur. Meselâ; öğretmenlik mesleği, doktorluk mesleği...
Doktorluk mesleği nasıl bir meslektir?.. Asil bir meslektir. İnsanoğlunun sıhhatine hizmet ediyor. Hattâ Hipokrat yemini ediyorlar ki; "Hastamın renk, dil, ırk, mezheb, inanç farkına bakmadan tedâvi yapacağım!" diye doktor yemin ediyor, taassuba düşmeyeceğini söylüyor. Ama buna rağmen, doktorların birkaç tanesi kürtaj yapabilir, yakalanabilir, ceza yiyebilir... Birkaç tanesi mesleğini kötüye kullanabilir. Bunlar o mesleği boyamaz.
Öğretmenlik asil bir meslektir. Birkaç tanesi talebesinden rüşvet almış, notu değiştirmiş diye gazetede duyarsak, bu öğretmenlik mesleğine gölge düşürmez.
Onun için tasavvuf, genel ölçüleri itibariyle Kur'an-ı Kerim'e ve Peygamber Efendimiz'in sünnetine dayanan bir yol... Dinin özü, dinin yaşanan şekli... Söz şekli, edebiyatı, kitaplara yazılan yazısı değil de, hayattaki uygulanışı...
Diyorlar ki: "Fıkıh ilmi, insanın lehine ve aleyhine olan, yapması gereken ve yapmaması gereken şeylerin bilgisidir." İslâm hukukudur yâni... Hayatın herhagi bir faaliyetinin İslâm'a uygun olup olmadığını; sevap veya günah, mekruh veya mübah olduğunu anlatan ilimdir. Buna fıkh-ı zâhir diyorlar. "Nasıl abdest alacağız, nasıl namaz kılacağız?.. Nasıl zekât vereceğiz?.." Fıkh-ı zâhir bunları anlatıyor.
Tasavvufa da fıkh-ı bâtın diyorlar. Yâni, insanın iç aleminin Allah'ın rızasına uygun olması için, sevap olması için, güzel olması için, riayet edilmesi gereken kaideler, esaslar nelerdir; bunu anlatan ilim...
Bir kısmı, "Takvâ yoludur." demişler. Biliyorsunuz, bazı insanları hayret ve takdirle karşılarsınız. Birisi ondan bahsederken derler ki, "Haa, o takvâ ehli bir insandır. Haram yemez, harama bakmaz... Sözünde durur, kale gibi sağlamdır, çok dürüsttür, takvâ ehlidir. İşte tasavvufa, takvâ yolu diyorlar.
Başka bir isim: "Tasavvuf ihsân yoludur." Yâni, Allah'ı görüyormuşça, Allah'ın kendisini gördüğünü bilerek o şuur içinde çok müeddeb ve çok mükemmel bir kul olarak yaşama yolu... İhsan...
(El'ihsânü en ta'büdallahe keenneke terâhu fein lem tekün terâhu fe innehû yerâke) hadis-i şerifini bilir erbabı... Kulluğun en yüksek derecesi, Allah'ın kendisini gördüğünü bilerek, insanın her hareketine çeki-düzen vermesi, güzel yapması... İşte tasavvuf, bu yoldur diyorlar.
Kur'an-ı Kerim'den gelme bir başka tabir daha var, onu da hatırlayacaksınız: "İlm-i ledün" deniliyor. Tasavvuf ilm-i ledündür. Mûsâ AS ile Hızır AS'ın, Kehf Sûresi'nde anlatılan kıssasında, Hızır AS'dan bahsedilirken deniliyor ki:
(Ve allemnâhu min ledünnâ ilmâ) "Biz o şahsa --Hızır AS'a-- kendi indimizden, katımızdan, dergâhımızdan ilimler öğretmiştik." Yâni Mûsâ AS'ın bilmediği birtakım bilgilerle mücehhez Hızır AS...
Musâ AS da, diyor ki:
(Hel ettebiuke alâ en tüallimeni mimmâ ullimte rüşdâ) "Ben sana tabi olsam ey Hızır, sen bana Allah'ın sana öğrettiği bilgileri bu esnada öğretir misin?.. Taleben olayım, yanında bulunayım, çömezin, danişmendin olayım; bana öğretir misin?" diyor, bir müddet yanında geziyor ya!.. İşte bu bilgiye ilm-i ledün bilgisi deniyor. Görüyorsunuz, hepsi Kur'an-ı Kerim'de olan kavramlar, sözler ve fikirler...
Niçin bu konuda döne döne aynı şeyi söylüyorum? Çünkü bazıları diyor ki: "Tasavvuf başka bir dindir." Bunu diyen yazarlar var, Türkiye'de yaşayan... Tasavvuf İslâm değilmiş... Neymiş?.. Başka bir dinmiş... İslâm'dan gayri bir şeyi hiç kimse istemez, biz de istemeyiz. Biz kendimizi öyle görmüyoruz ama, o diyor ki: "Tasavvuf ayrı bir din..." Yâni reddediyor, İslâm dışı demek istiyor. Ben onun için bu konu üzerinde duruyorum.