• /
  • Kütüphane
  • /
  • Yeni Dönemde Yeni Görevler
  • /
  • 481 ilâ 500. sayfalar
461 ilâ 480. sayfalar

Aşağıda bir patırtı olunca, Nasreddin Hoca geceleyin kalkmış... Üşümeyeyim diye de yorganı sırtına almış. Kapıyı açmış, "Yahu kavga etmeyin!" filân derken, hırsızlar yanına yanaşmışlar; yorganı çekmişler, savuşup gitmişler. Yukarıya gelmiş, yorgansız... Hanımı sormuş, "Ne oluyor, dışarda ne oldu?" "Hiç... Kavga vardı." demiş. "Sonra ne oldu?.." "Yorgan gitti, kavga bitti!" demiş. Hırsızlar, çalmak için bir plan yapmışlar demek ki, yorganı çalınca iş bitmiş.

Bizim petrolümüzü başkası değil, Amerikalı değil, biz kullanmalıyız. Irak'taki petrolü, Suudî Arabistan'daki petrolü, Kuveyt'teki petrolü, o ülkenin ahalisi kullanmalıdır. Müslümanlar istifade etmelidir. Başkalarının oyunlarına gelmemize lüzum yok! Irak'la durumumuzu düzeltmemiz lâzım...

Ben, kocaman bir söz yazdım mecmualarımıza... Bilmiyorum Irak'a gitmiş midir o söz ve adamlar nasıl karşılamışlardır. Dedim ki: "Irak'ın yerine kendimi koyuyorum; Irak'ın kurtulmak için bir tek çaresi vardır: 'Biz zaten Osmanlılar zamanında Türkiye ile beraberdik.' deyip, Türkiye ile birleşmek!" Bunu açıkça yazdım. Başka hiç bir çaresi yoktur şu durumda... Belâdan kurtulmak için, başka türlü seçeneği yok; Türkiye ile birleşirse, kurtulur. Biz de, bunun olması için çalışmalıyız.

481

Suriye ile aramızın düzeltilmesi gerektiği herkes tarafından anlaşıldığından, başbakan şimdi Suriye'de bulunuyor. Elbette düzeltilmesi lâzım! Çünkü, hududun öbür tarafında, hududun bu tarafındaki ailelerin yarısı vardır. Kültürümüz aynıdır, hiç bir farklılık yoktur. Ülkeler arasındaki çekişme, yöneticilerin inadından başka bir şey değildir. Yoksa, halklar aynı halklardır.

Akdenizi önemli bir bölge olarak görüyorum ve KEİB gibi bir de --AKEİB mi diyelim-- Akdeniz Ekonomik İşbirliği kurulmasını teklif ediyorum. Akdeniz önemli bizim için.

Yunanistan'la mücadelemizde İtalya önemli olabilir. İtalya hem teknolojik bakımdan ileridir, hem de Almanlar gibi pahalıcı bir ülke değildir. Onlarla işbirliği yapmamız bize daha büyük fayda sağlayabilir ve Yunanistan'la olan rekabetini kullanmamız bize de fayda verebilir. İtalya'yı o bakımdan önemli bir ülke olarak görüyorum.

Sonra bir şeyden de ümitleniyorum: Peygamber SAV Hazretleri buyurmuş ki, "Roma da fethedilecektir!" Evet, "İstanbul fethedilecek!" buyurdu ve İstanbul fethedildi. "Roma da fethedilecektir ama, o savaşla olmayacaktır. Müslümanlar Roma'ya kadar varacaklar; 'Lâ ilâhe illallah' diye diye Roma'yı müslüman edecekler." buyuruyor hadis-i şerifte... Yüzyıllar önce, 1400 yıl önce söylenmiş hadis-i şerif tabii bu... O bakımdan İtalya'yla ilgilenmeyi, dinî bakımdan da bir görev sayıyorum.

482

Papazlarda da bir gelişme var. Gazeteler yazdılar, ilmihallerini değiştirmişler; artık teslise --yâni üçlemeye, triniteye-- inanmıyorlarmış. Bizim Kur'an-ı Kerim'imizdeki Fatiha'nın hakîkatlerini kabul edip, Allah'ın birliğini kabul edip; Hz. İsa'nın da Allah'ın oğlu değil, peygamberi olduğunu kabule yanaşmışlar ki, bu İslâm'ın istediği çizgiye gelmeleri demektir. Yavaş yavaş "Lâ ilâhe" demişler galiba, "illallah"ı kalmış. O bakımdan İtalya'yla uğraşmalıyız.

İki müjdeyi de bu arada anlatayım: İtalya'da zaten 853-871 yılları arasında, Bari'de bir İslâm emirliği kurulmuş... Bari, Adriyatik sahilinde, Toronto'nun biraz kuzeyindedir. Napoli'nin doğusuna rastlıyor. Milâdî 853-871 tarihlerinde, --yâni, bizim dedelerimiz Anadolu'ya gelmeden önce-- orada bir İslâm emirliği kurulmuş... Fatih Sultan Mehmed de biliyorsunuz, Toronto kalesini almıştı. Mora'yı aldıktan sonra, İtalya'nın çizmesinin ökçesini zabtetmişti. Zaten oralarda bizim eskiden hukukumuz vardır, arsalarımız vardır. İnşallah, orayla da ilgilenmek lâzım... İtalyanca'yı öğrenmek lâzım, onlarla konuşmak lâzım.

483

Bir İtalyan müzisyen gelmişti Hocamızın evine... Müslüman olmuş, Malezyalı bir hanımla evlenmiş... Bir de 10-12 yaşlarında çocuğu vardı yanında; çok güzel Kur'an-ı Kerim okuyordu. "Roma'da bir cami yapıyoruz. Yaptırmamak için çok uğraştılar ama; başardık, yapıyoruz." demişti. "Lâ ilâhe illallah"ı duya duya elbette yola gelecekler.

Akdeniz'in Doğu Akdeniz kısmı --Suriye, Lübnan, Ürdün, Mısır,Tunus, Libya, Fas-- Afrika'nın kuzeyine doğru bizim eski eyaletlerimizdir. Oralarla ilgili çalışmalar yapmamız lâzım...

Tabii, nasıl olacak bu çalışmalar?.. Batı buna bir örnektir, bize misal göstermişlerdir. Önce --biliyorsunuz-- "Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET)" diye başladılar. O zaman bizler gazetelerde, "Bunun amacı siyasî birliktir!" diyorduk. Onların yöneticileri de: "Hayır, öyle bir şey yoktur; sadece ekonomik topluluk!" diyorlardı. Biz biliyorduk ama, halk bilmiyordu. Sonra AET'nin E'si düştü, AT kaldı. Yâni, "Avrupa Topluluğu" oldu.

Ticârî işbirlikleri yakınlaşmaya sebep oluyor; ekonomik işbirlikleri sonunda siyâsî işbirliklerine dönüşüyor. O bakımdan, Akdeniz'deki bu ülkelerle ekonomik işbirlikleri kurmaya çalışmalıyız.

484

KEİB'i, yâni Karadeniz Ekonomik İşbirliği projesini güzel karşılıyorum. İhtiyatlı fakat iyi bir atılım olarak görüyorum. Bizim pazarımızı genişletebilir ama, bazı tehlikeleri de vardır. Gazetelerde onları yazıyorlar. Kültürel yönden yozlaşma, ahlâken dejenere olma... gibi dezavantajları vardır. Bunların çareleri aranmalı!..

Afrika'yı önemli bir kıta olarak görüyorum; bâkir, yeşil, güzel bir kıta... Orayla çok geç ilgilendik. Hatta, yine de ilgileniyoruz sayılmaz. Yâni, Afrika'yla ilişkilerimiz esef vericidir. Halbuki, Afrika'da bizi seven çok insan vardır. Meselâ, ben Suudî Arabistan'a gittiğim zaman, oradaki şirket yöneticisi kardeşlerimize sordum; "Çalıştırdıklarınız arasında Pakistanlılar vs. milletler var. En iyi uyum sağladığınız millet Pakistanlılar mı?.. Onlarla mı çok iyi geçiniyorsunuz?" dedim. Bana sürpriz bir cevap verdiler: "Hayır, bize en çok Sudanlılar benziyor. Çok mert insanlar, onlarla çok iyi anlaşıyoruz." dediler.

Ben de ertesi gün Mescid-i Nebevî'de oturuyordum. Arkadaşlar geliyorlar, bana "Merhaba hocam!" filân diyorlar. Bir halka teşkil ettik. Etraftan bize bakıyorlar,bunlar kim diye, ben kimim diye merak ediyorlar... Tiplerinden de Sudanlı olduklarını anladım, onlara "Selâmün aleyküm!.. Sudanlısınız galiba?" dedim. "Evet." dediler. "Arkadaşlarla konuştum, biz Türkler siz Sudanlıları çok seviyoruz!" dedim. --Çünkü, bir akşam önce öyle konuşmuştuk. Ben de seviyorum. Boylu poslu oluyorlar, yakışıklı oluyorlar, kocaman sarık sarıyorlar... Yâni, güzel, babayiğit insanlar.-- Dedi ki; böyle üstüne bastıra bastıra, biraz da sitemli cevap verdi: "Biz sizi, sizin bizi sevdiğinizden çok daha fazla severiz!" dedi.

485

Onun için, ben buraya geldiğim zaman, Türkiye'ye döndüğüm zaman arkadaşlara dedim ki: "Bir kısmınız Sudan'a okumaya gidin!.. Yâni, imam-hatipten mezunsunuz, ilâhiyat tahsili yapacaksınız... Fasih Arapça konuşuyorlar. Yâni net, güzel, kaideye uygun, düzgün bir Arapça konuşuyorlar. Orda tahsilinizi yapın!" dedim. Ama herhalde, bir Allah'ın kulu da kalkıp, benim nasihatimi dinleyip gitmedi. Oraya giden talebem olmadı galibâ... Ama, böyle şeyleri yapmamız lâzım... Ben hem talebeleri, bazı dış ülkelerde okumaya teşvik ediyorum, hem de --beni mazur görün-- evlenmeye bile teşvik ediyorum. "Gidin oradan evlenin! Dünürlük, kaynanalık, kaynatalık, kayın biraderlik yoluyla münasebetler daha samimi olur." diye söylüyorum.

Afrika önemli... Sudan ve Kuzey Afrika ülkeleri, Orta Afrika ülkeleri önemli... Nijerya; petrolü vs.si var... Daha aşağıları bilmiyoruz. Beni Güney Afrika'dan çağırmışlardı, gidemedim. Çünkü, akıcı bir İngilizce'm yok... Yâni, İngilizce vaaz verebilsem, oralara da gideceğim. Akıcı bir İngilizce'm olmadığı için gidemedim. Ama, İngilizce'yi tahsilinde öğrenen siz gençler için, çok güzel böyle dış ülkeler... Mutlaka oralara gidip, tarihî misyonlarınızı, görevlerinizi oralarda yapmalısınız.

486

Avrupa Ortak Pazarı, bizim için uygun değildir. Zaten onlar da uygun görmüyorlar. Biz onların arasına katılırsak, onüçtebir nisbetine düşeriz. Onüçtebir, yüzde kaç ediyor bilmiyorum ama, devede kulak gibi kalırız ve onlara hiç bir şey yaptıramayız. Bizim, onların karşısında eşit şartlara sahip, ayrı bir grup teşkil etmemiz lâzım!.. Bunu, bir ara bizim tarafımızdan yönetilmiş olan ülkelere hizmet götürerek, onlarla bütünleşerek sağlayabiliriz.

Amerika, önemli bir ülke... Kendi içinde hürriyete geniş yer vermesi iyi. O bakımdan Amerika'nın içinde İslâmî çalışmalar iyidir. Yedi milyon kadar müslüman vardır Amerika'da... Oradaki İslâmî çalışmaların takviye edilmesinin sonunda, bir İslâmî gelişme, patlama tarzında ilerleme olabilir. Bunun emâreleri de vardır. Kendisi Amerikalı olduğu halde İslâm'ı seçen pek çok insan biliyorum. En yakından tanıdığım Ömer Faruk Abdullah'tır ki, bir profesördür orda... Bluejean pantolonlu bir Amerikalı iken, Kur'an-ı Kerim'i okumuş müslüman olmuş ve İslâm için çalışan bir insan haline gelmiştir.

487

Sözlerimi şöylece toparlayabilirim:

Dünyada yeni değişiklikler oluyor, yeni düzenler kurulmaya çalışılıyor. Her millet kendi menfaatini düşünüyor, bunları tabii karşılıyoruz. Tabii olmayan, herkes menfaatini düşünürken, bizim kendi menfaatimizi düşünmememiz...

Bloklaşmanın yönleri değişmiştir. Doğu -Batı bloku yerine, Kuzey -Güney gelmiştir. Necib Fazıl'ın bir sözü var: "Ey düşmanım, sen benim ifadem ve hızımsın!" diyor. İnsana hareket ve ifade kabiliyeti vermesi bakımından, dinamizm getirmesi bakımından düşman da lâzım olduğundan; Rusya yıkılınca, adamlar İslâm ülkelerini dişlerine göre bilmişlerdir, bulmuşlardır. Teknolojik bakımdan geridir. Ucuz kabadayılıklar yapabilirler... Oturdukları yerden hedef alırlar, otelleri bombalayabilirler... Tatil anındaki, dinlenme anındaki gemileri güvertelerinden vurabilirler... Bunlar ucuz kahramanlıklar!..

Bizim bu düzen içinde hedef alındığımızı, ve oyunun bizim ülkelerimizde ve bizim zenginliklerimize karşı olduğunu, çevremizdeki zenginliklere karşı olduğunu bilmemiz lâzım!.. Kendi avantajlarımızı düşünmeliyiz. Bu avantajları, avantajları bizimle birleşen diğer milletlerle bütünleşerek genişletmeliyiz!.. Karşı tarafın kurmak istediği dünya düzeninde, bize düşünülen çok küçük, çok horlayıcı ve aşağılayıcı yer yerine; kendi lâyık olduğumuz yeri almalıyız!.. Onlara karşı da kültürel ve sosyal çalışmalarımızı, aktivitemizi devam ettirmeliyiz!..

488

Bu konuda yeni yetişen gençleri, yeni usüllerle yetişen gençleri; yabancı dil bilerek, bilim ve teknoloji alanında başarılı tahsiller yaparak, doktora yaparak yetişen gençleri bir güvence olarak görüyorum. Türkiye'nin ümidi olarak olarak görüyorum... Bunların içine sizler de girebilirsiniz. Bir kuşku, bir tehlike; sizden önceki nesillerin Avrupa'ya gidip, Avrupa'nın --ilmini, teknolojisini değil-- kültürünü alıp, ondan etkilenip, radyasyon alıp, buraya hastalıklı olarak gelmeleri durumuna siz düşmeyiniz!.. Siz oraya kendi benliğinizle gidin ve dik başlı olarak, onurlu olarak çalışın!.. Onlardan almanız gerekeni alın, vermeniz gereken dersleri verin ve ülkeniz için çalışın!..

Dilerim ki Allah, sizlere ve ülkemize iyi günler göstersin... Bizim hakkımızda kötü şeyleri düşünenlere fırsat vermesin... Bizi, hiç kimsenin karşısında hor ve zelil düşürmesin... İzzet ve itibar içinde yaşamayı ve --mâdem dû cihan bizim için yaratılmıştır; İbrahim Hakkı Erzurumî'nin dediğine göre-- iki alemde mutluluğa ermeyi diliyorum...

489

Hepinize başarılar diliyorum.

SORU:

Türk aydınları ve yazarları arasında Neo-Osmanlıcılık ve II. Cumhuriyet akımları var; bu konuda ne düşünüyorsunuz?

CEVAP:

Benim konuşmam, zaten bu sorunun cevabıdır. Yâni ben, bizim kendimizin onurlu, övünç duyduğumuz, iyi bir performansımız olduğunu biliyorum. Batıyı da gezmiş, doğuyu da gezmiş bir insan olarak, çok avantajlarımızın olduğunu biliyorum. Ama bu avantajlarımızın farkında değiliz. "Ol mâhîlerdir ki, deryâ içredirler, deryâyı bilmezler." durumundayız. Bunun farkına varmanızı ve kimseyi taklide lüzum olmadığını, kimseden akıl alacak durumda da olmadığımızı bilmenizi istiyorum.

Ben, Neo-Osmanlıcılık sözünü biraz eskimiş görüyorum. Neo sözü de doğru değil, Osmanlıcılık sözü de doğru değil. Çünkü, zaman içinde, hiç bir noktasında olay bir önceki gibi değildir. Şartlar değişmiştir, mutlaka bir fark vardır. Benzetmeler insanı aldatmamalıdır. Yeni şartlara göre, onurlu bir çalışma içinde olmamız gerektiğini düşünüyorum. Kimsenin hizmetçisi değiliz... Kimseye, ne yapacağımızı sormak zorunda değiliz.

490

SORU:

Bazı çevreler, "Türkiye'de yönetim değişip de şerîatla yönetilecek olsa, bu birden bire olabilir mi? Yoksa, yavaş yavaş mı geçilebilir?" diye tartışıyorlar. Bu konudaki görüşlerinizi öğrenebilir miyiz?

CEVAP:

Ben yönetimde, inanan, Allah'a karşı sorumluluk duygusu taşıyan, fedâkâr, ahlâklı insanların hakim olmasını candan temenni ediyorum; onun için çalışıyorum. Bütün çalışmalarımın hedeflerinden birisi o... Yâni istiyorum ki, ülkemizde zulüm olmasın, haksızlık olmasın, aldatmaca olmasın... Hazine çarçur edilmesin... Hizmetler güzel yapılsın, fedâkârca yapılsın... Kimse haksız kazanç sağlamasın... Dışarda da, olumlu bir dış politika takib edilsin... Tabii, bunların yapılması için, bir kadronun başa geçmesi lâzım. Bu kadronun geçmesini temenni ediyorum. Sizlerin de böyle bir şeye hazırlanmanızı dilerim. Olmasa bile, ideal olarak hazırlanmanızı dilerim.

Çünkü, göz önünde misaller vardır. Elli yılllık esaretten sonra ve bölünmüşlükten sonra Almanya, çalışıp birlik ve beraberliğini sağlamıştır. Şimdi, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu gibi, onun hakim olduğu yerlere yayılmayı bile düşünüyor. O halde hiç olmazsa, düşünmek ve hayal etmek serbesttir. Onun için, bu günlere hazırlanmanızı temenni ediyorum.

491

Hazırlanmadan da böyle bir değişiklik olabilir. Yâni, bir seçim olur; seçim kazanıldığı zaman, benim tarif ettiğim zihniyetteki insanlar, seçimde kazanabilirler, başa gelebilirler... Ama, bu seçimi kazanmak kâfi gelmiyor. Birkaç bakımdan kâfi gelmiyor. Çünkü, bir ülkenin politikası, sadece kendi içine bağlı olmuyor. Dışardan da baskılar ve çeşitli oyunlar oluyor. Onları yenebilecek güçte olmak lâzım. Dışarıya içerden alet ve maşa olanlar oluyor... Dışarının kuyrukları oluyor... İçerde beşinci kolları oluyor. Onları yenebilmek lâzım...

Ama, ben bundan daha önce, şu sulh ve sükûn, huzur ve sükûnet zamanında, düşünme fırsatı olduğu zamanda; bu meselelerin çok net olarak, bilimsel olarak düşünülmesi, projelerin hazırlanması gerektiğini düşünüyorum... İşlenmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu yapılmadığı zaman, hazırlıksız veya ehil olmayan insanların böyle görevlere geldiği zaman, çeşitli üzücü şeyleri meydana getirebileceğini düşünüyorum. Onun için, bilimsel bir hazırlık devresinden geçmeyi isterim.

492

Birden olabilir... Seçim birden kazanılırsa, birden olur; neden olmasın?.. Yâni, şimdikiler bütün berbatlığına rağmen, ahlâkî dejenerasyona rağmen idare ediyorlar da; dürüst insanlar birden başa gelirlerse, niye idare edemesinler?.. En aşağı onlar kadar idare ederler!.. Belki tam bizim istediğimiz kadar olmaz. Ama hiç olmazsa, haram yemezler, rüşvet yemezler, haksızlık yapmazlar... Hazineyi hayalî ihracatlarla tarümâr etmezler... Haksız, yersiz kredilerle, haksız kazanç sağlamazlar... Bu bile büyük bir kazançtır. Türkiye için de, yönetim için de ahlâk büyük bir sermayedir. Yâni, yönetim ahlâklı olursa, hazine epeyce kâr eder.

SORU:

Öncelikle siyasetin ve idareciliğin meslekle değil, daha çok kişilikle ilgili olduğunu düşünüyorum. Bu konuda sizinle aynı fikirde değilim. Örneğin, Sayın Akbulut hukukçu idi ama, sadece mizahımıza katkısı oldu.

CEVAP:

Şimdi önce, aykırı olduğumuz şeyi bir anlamaya çalışayım: "Öncelikle siyasetin ve idareciliğin meslekle değil, daha çok kişilikle ilgili olduğunu düşünüyorum." diyorsunuz. Tabii, kişilik her yerde lâzım ama, --bizim edebiyattan cevap vereyim-- "Hasır dokuyanı, hiç bir zaman ipek dokuma tezgâhının başına geçirmezler!" diyor Şeyh Sâdî... Yâni, bir de meslekî bilgi önemli. Hukukçuluk tabii nisbeten yakın mesleklerden biri ama, tam o meslek değil. Sanıyorum asıl Kamu Yönetimi mezunları, kendilerini bu iş için yetiştirmiş oluyorlar... Siyasal Bilgiler'den mezun olanlar, daha iyi yetiştirmiş oluyorlar. Ama, şurası bir gerçek ki, okullardan diploma almak meseleleri çözmüyor.

493

Ben bir mühendis biliyorum, benim yanımdaki evi kiralamıştı. Yüksek mühendisti üstelik... Ama, evinin sigorta telini ben takmıştım. --Ben edebiyatçıyım.-- Beceremedi yâni, geldi benim kapımı çaldı. Sigorta takmasını bilmiyor.

Yüksek Ticâret'ten mezun olup da, defter tutmasını bilmeyenleri bilirim... İlâhiyat Fakültesi'nden mezun olup da, aşr-i şerif okuyamayanları bilirim, hutbe okuyamayanları bilirim... Bir yerden mezun olmak her şeyi bitirmiyor.

Aynı şeyi düşünüyoruz, aykırı düşünmüyoruz. "Sizin gibi düşünmüyorum!" diyorsunuz, o beni rahatsız etti. Ama, ben sizin gibi düşünüyorum. Binaen aleyh aramızda bir fark yok... Yâni, ehil insanın başa getirilmesini düşünüyorum.

Siyasal Bilgiler'den bin tane mezun olur da, bir tanesi başbakanlığa ehil olur; onu getirmek lâzım... Gidip de, sınıfı ite kaka, zorla geçmiş, kopye çekerek geçmiş insanı getirmek yerine; hakîkaten süper, bir takım deneyimlerden geçmiş, bir takım yönetimlerde başarısını isbat etmiş insanı getirmek lâzım...

SORU:

Arap ülkeleriyle ilişkilerimizi geliştirmek için, neler yapılmalıdır? Çünkü, belli çevrelerce bu, özellikle engellenmeye çalışılıyor.

494

CEVAP:

Çok şeyler yapılabilir. Önce tabii, politik alanda bir yakınlaşma kapısının açılması lâzım... Eskiden çok katıydı bu. Bir zamanlar, bizim yöneticilerimizden birisi, petrol anlaşması için Suud'a gittiği için; "Oraya petrol istemeye gidilir mi?" diye, hop oturup hop kalkan gazeteciler hatırlıyorum. Bu taassub yıkıldı. Şimdi artık, "Arap ülkelerine gidilebilir, gelinebilir." deniliyor. Kimse hor görülmüyor. "Araplar ille kötüdür, batılılar ille iyidir." gibi bir düşünceye kimse itibar etmiyor. Son olaylarda da gördük ki, Avrupa'nın da bir çirkin tarafı vardır; iyisi vardır, kötüsü vardır... Bu tarafın da iyileri vardır.

Önce politik bir yakınlaşma ve kolaylık olması lâzım... Sonra, kalkınma için bölgesel işbirlikleri, müşterek çalışmalar geliştirmek lâzım... Meselâ, yol projeleri, enerji projeleri, daha başka projeler hazırlamak lâzım... Halklar üzerine de, birbirlerini sevmek ve birbirleriyle ilişkiler kurmak gerekmektedir. Zaten tanıdığı zaman, sevilecek olduğunu görecek ve sevecektir.

495

Ben onun için hacda bütün kardeşlerime, konuşmalarımın sonunda özellikle söylüyorum; "Bakın, burdan üç-beş kimsenin adresini alın, dost olun!.. Sevdiğiniz insanları ülkenize çağırın, misafir edin!.. Onların da ülkesine gidin!.. Aranızda bir münasebet gelişmesi olsun; tanıyın birbirinizi!.." diyorum. Çeşitli şekillerde, bu ilişkileri geliştirmek için çalışılmalıdır.

"Bazı çevreler bunu engellemeye çalışıyor." Doğru. Çünkü, bizim kendi başımıza, müstakilen bir varlık sahibi olmamızı, düşmanlar istemez!.. Yunanistan istemez, Avrupa da istemez!.. Rusya da istemez, Ermenistan da istemez!.. İsrail de istemez!.. Ermenistan'ın ve Yunanistan'ın lobileriyle, İsraili'in lobileriyle hakim olduğu Amerika da --dolayısıyla-- istemez!.. Ama biz, onlar istemese de, onları çatlatırcasına bu işleri başarmalıyız!.. Ne yapmamız gerekiyorsa, kendimiz düşünürüz yaparız; o şuura ermeliyiz!..

SORU:

Bildiğiniz gibi, siyasî yelpazede yeni oluşumlar var; bunlara bakış açınız nedir? Hakkı hakim kılmak için mücadele ettiğini söyleyen filânca partiye karşı olan biri olarak, muhtemel seçimde yeni oluşumları destekleme ihtimali nedir?

496

CEVAP:

Şimdi, siyasî yelpazedeki yeni oluşumlar, bir takım ihtiyaçlardan kaynaklanıyor. Halkın içinde bir özlem ve bir istek var. Bu istek 1980'li yıllarda da vardı ve ben bunu ilk defa 1987'de, Refah Partisi'nin başkanı Ahmed Tekdal'a söylemiştim. Yâni, "Böyle derme-çatma politik çalışmayla bu iş olmaz! Herkes size ümid bağlamış olduğuna göre, bunu bilimsel ve ciddî bir şekilde yapmak lâzım!.." diye söylemiştim. O bakımdan ciddî çalışmalar yapmak lâzım... Ben şimdi çalışma yapanlara sevgi ve saygıyla bakıyorum. İsimlerini saymağa lüzum görmüyorum; eski ve yenilerine ve bunların oluşumlarına yardım etmek gerektiği kanaatindeyim. İyi bir oluşum, iyi bir organizasyon kurmalarına yardımcı olmağa çalışmak lâzım... Ve acı eski siyâsî tecrübelerden istifade etmek lâzım... Eski hataları tekrar etmemek lâzım...

Tabii, bu bir parçalanma da gösteriyor. Bu parçalanmanın da tabii olmadığı, sun'î olduğu ortadadır. Halkı temsil eden partilerin, her halde halkın istediği istikamette bir çizgiye geleceklerini tahmin ediyorum. Gazetelerde de onun emareleri vardır. Halk ve gazeteler, onları birleştirmek konusunda tazyik yapıyor; "Madem ki fikirleriniz aynıdır, birleşin!" diye.

497

Buna karşılık, liberal partiler için de, liberal kanatta bir başka parti, "Anayol" filân diye bir şeyler kurma çalışmalarından bahsediliyor. Yâni, Doğruyol'u Anap'la birleştirecekler; Anap'ın "Ana"sı, Doğruyol'un "yol"u "Anayol" olacak filân gibi. Onlar da liberal kanatta böyle bir çalışma düşünüyorlar.

Tabii, bu hakkı hakim kılma mücadelesinde, ahlâkına güvendiğimiz müteşebbisler var. Çalışmalarını yapsınlar. Oluşumlarına yardımcı olmak lâzım... Ondan sonra da, birlik ve beraberlik içinde çalışmalarını, sonuca ulaşmalarını temenni ederim. Çünkü geçtiğimiz seçimde de, seçim kanununun antidemokratik engellemelerine rağmen, bir birlik teşkil ettiler ve herkes bundan istifade etti. Ömründe meclise girmesi mümkün olmayanlar, meclise girdiler. O kadar büyük bir başarı sağlayamayacak gibi görünenler, daha büyük başarı sağladılar. Demek ki, birlikten kuvvet doğuyor.

SORU:

Irak'ın kurtulması için, Türkiye ile birleşmesi gerektiğini söylediniz. Türkiye Amerika'nın uşağı olduğu için, Irak kendini Amerika'ya teslim etmiş olmaz mı?..

498

CEVAP:

Böyle bir şey olabilir tabii. Eğer burda Türkiye Amerika'nın uşağı ise, o zaman Amerika'ya teslim olur. Ama zaten Irak'ın Amerika'ya teslim olup olmadığı da şüphelidir şu anda... Saddam'ın bir ara CIA ajanlığını yaptığını biliyoruz. Ama şu anda karşısında gibi görünüyor. "Acaba Hacivat-Karagöz oyunu gibi, Amerika'nın oraya müdahalesini sağlamak için rol almış bir insan da olamaz mı?.." diye de düşünebilirsiniz. Ben Saddam'ı düşünmüyorum ama; Irak'ın selâmetinin, bölge halklarının selâmetinin. birlik ve beraberlik içinde olmaktan geçtiğini düşünüyorum.

Bunu Avrupa da bildiği için, kendisi birlik ve beraberlik yolunda çalışma yapıyor. Nitekim Fransa ile Almanya, II. Cihan Harbi'nde kıyasıya harbettiği halde, şimdi AT'de bir aradalar... Rusya ile Amerika, birbirleriyle yıldız savaşları hazırlığı içindeyken, şu anda birbirleriyle barışmış durumdalar. O halde onlar barışıp dururken, biz de boyna ayrılma, boyna dağılma... Bu onların projesidir. Bizim de karşı projemiz, bizim zihniyetimizde olanların birleşmesidir. Bu çok normal.

499

Eğer biz öbür tarafın uşağı isek, ki olmamalıyız. Biz varken, bu da inşaallah olmaz. Kısmen böyle bir durum varsa, inşallah tamamen izale olur. İnşallah, müstakil bir şahsiyete sahib bir Türkiye, birbirimizle beraberliği sağlar; temennimiz o... Düşmanın da kuşkusu, korkusu odur. Türkiye'ye düşmanlık da onun içindir. "Türkiye eski tarihî misyonunu kazanır da, Ortadoğu'da bir süper güç olarak karşımıza çıkar; Osmanlı yeniden canlanır." diye korkuyorlar, açıkça bunu söylüyorlar. Yâni, bizim canlanmamızı istemeyen batıdır. Her insanın hakkı olduğuna göre, her milletin hakkı olduğuna göre; bizim de canlanmayı istemeye hakkımız var.

SORU:

Dünyada ulusçuluğun yeniden canlanmasını temelde nelere bağlıyorsunuz?

CEVAP:

Şimdi dünyada hakim güçler var ve bir de onların planlarına göre --istese de, istemese de-- hareket etmek zorunda kalan küçük gruplar var. Hakim güçlerin ana düzenbazlıklarını, ana düzenlerini anlatmaya çalıştım. Tabii, o düzenlerini kurmak için yaptıkları bir takım provakasyonlar vardır... Bir takım kışkırtmalar vardır, bir takım desteklemeler vardır. Meselâ, bir ülkede karışıklık çıkarmak istedikleri zaman, o ülkenin içindeki fanatik bir gruba özel yardım yaparlar; karışıklık çıkar. Bu her yerde bilinen bir husustur. Bir bakıma ondan dolayıdır, bu ulusçuluğun, milliyetçilik cereyanının yeniden canlanması...

500
501 ilâ 520. sayfalar