Muhterem kardeşlerim! Hazret-i Ali Efendimiz buyurmuş ki: "Vallahi ömrümde kimseye iyilik de etmedim, kötülük de etmedim!.." Şakacı bir insan Hazret-i Ali Efendimiz... Ne demek, etmez olur mu?.. Hazret-i Ali Efendimiz Allah'ın arslanı, kahramanlar kahramanı... Hazret-i Peygamber SAV'in medhettiği, Allah'ın sevdiği, Allah'ı seven bir kimse... Hayber fatihi... Hayber gününde Peygamber Efendimiz diyor ki: "Ben bu bayrağı bir kimseye vereceğim ki; Allah onu sever, o Allah'ı sever." Herkes hayran kalıyor. "Kim bu?.." diye herkes bekleşiyorlar. Hazret-i Ömer'in gece uykusu kaçıyor, "Ah yarın bayrağı bana verse de, Allah'ın sevdiği kimse ben olmuş olsam!.. Bana isabet etmiş olsa bu medihler..." diye. Ertesi gün Efendimiz, Hazret-i Ali Efendimizi arıyor... "Yok! Çadırda..." diyorlar. "Çağırın!" diyor. Sancağı ona veriyor. Hadis-i şerifle sabit ki; Allah onu seviyor, o Allah'ı seviyor. Hazret-i Ali Efendimiz yemin ediyor, "Kimseye iyilik etmedim, kötülük de etmedim!.." diye. Ne demek istiyor?.. Bir insan iyilik yaparsa kendisine yapar, kötülük yaparsa yine kendisine yapar... İyilik yaptığı zaman, sevap kazanır; kötülük yaptığı zaman günah kazanır. Versin hesabını, cezasını çeksin!..
O bakımdan, faydalı kul olmak lâzım!.. Başkasına faydası dokunan, başkasına hizmet eden kul olmak lâzım!.. Gümüşhaneli Hocamız, Camiül Usül isimli tarikat kitabımızda diyor ki: --Bütün tarikatları incelemiş. Çok muazzam eserleri var. Meselâ, Mecmuatül Ahzab'ı... Bütün evradı toplamış, bütün ezkârı toplamış; incelemiş her şeyi.-- "Bütün tarikatları inceledim. Bütün tarikatlarda müşterek olan esas hizmet'tir." Yâni, her tarikatın kendine göre ince farkları vardır ama, bütün tarikatlarda ortak olan, müşterek olan nedir?.. Hizmet'tir. Yâni, derviş hizmet edecek!.. Sevap kazanmak için, Allah'ın rızasını kazanmak için yol, hizmet yoludur. Hizmet edeceksin kurda, kuşa, leyleğe, kediye, kuzuya, köpeğe, insana, insan-ı kâmile... Her şeye hizmet edeceksin!.. Hizmet ederse, izzet bulur insan...
Birisi şeyhinin yanında elpençe divan duruyor, "Şeyhim bir himmet etse, şeyhim bir himmet etse!" diye içinden geçiriyormuş. Şeyhi de --bizim Hasib Efendimiz-- abdest almış, merdivenlerden inerken demiş ki: --Onun gönlünden geçeni biliyor. O daha bir şey demedi. Şeyhim bir himmet etse de, himmetin ne olduğunu görsek, istifade etsek... filân diye kalbinden geçiriyor-- "Herkes şeyhten himmet ister... Halbuki büyükler, derviş 'Şeyhim himmet! Şeyhim himmet!..' dedikçe; 'Oğlum hizmet! Oğlum hizmet!..' demişler." diye bir şeyi nakleder gibi yapmış, hizmetin esas olduğunu bildirmiş.
Onun için hizmet edeceğiz. Faydalı olmanın yolunu arayacağız. Çeşme mi yapabiliriz?.. Köprü mü yapabiliriz?.. Çamuru mu yok edebiliriz?.. Yemek mi yedirebiliriz?.. Hastaya mı yardım edebiliriz?.. Dula mı bakabiliriz?.. Etrafımızı böyle projektör gibi tarayacağız. Askerî projektör gibi tarayacağız, hizmet edeceğimiz yeri arayacağız, hizmet etmeye çalışacağız. Neden?.. Hizmet eden izzet buluyor, Allah'ın razı öyle kazanılıyor; onun için...
Yunus Emre'nin her zaman söylediğimiz şiirleri var:
Ben gelmedim da'vi içün,
Benim işim sevi içün.
Dostun evi gönüllerdir,
Gönüller yapmaya geldim.
Kalb, gönül Allah'ın tecellîgâhı olduğu için; gönül yapmak, gönlü hoş etmek çok önemli olduğundan, Yunus Emre: " Ben boş yere bir iddia için gelmedim bu dünyaya... Ben gönül yapmaya geldim bu dünyaya..." diyor. Yâni, Yunus Emre'ye göre hayatın amacı, gayesi, başlıca çalışması ne?.. Gönül yapmak, gönül hoş etmek, gönül sevindirmek... Onun için Yunus Emre yediyüz yaşında, sekizyüz yaşında... Ölmemiş, yaşıyor kalblerde... Neden?.. İşte bu kafadan dolayı, bu zihniyetten dolayı, bu yüksek duygudan dolayı...
"Müslümanların dertleriyle, müslümanların işleriyle ilgilenmeyen bizden değildir" diyor Peygamber Efendimiz... "Komşusu aç yatarken, bu karnını doyurmuş yatarsa; o iyi müslüman değildir." buyuruyor Peygamber Efendimiz...
Bunun için, biz iyi müslüman'ı; sosyal yönü gelişmiş, yâni toplumun öteki fertlerine yardım yapabilen, hizmet götürebilen, faydalı olabilen; kendisinden başka insanlar için bir şeyler yapabilen insan olarak görüyoruz. Yâni, kâmil müslüman bu... "Kâmil müslüman, dağ başına çekilip de kendi başına, kendi yumağını saran değil, kendi sevabını kazanan değil; kâmil müslüman, insanların arasına girip de insanlara faydalı olan kimsedir." diye bizim çerçevemiz... Bizim görüşümüz, bizim altını çizdiğimiz şey; hadislerden, ayetlerden anladığımız dinin özü bu!.. Yunus Emre de öyle anlamış, büyüklerimiz de öyle anlamış.
Ubeydullah-i Ahrâr Efendimizin bir sözü var: --Kartlara basmışız, mecmuaya basmışız, herkes ezberlemiş.-- "Bizim için nafile ibadetten önemlidir hizmet!.." Farz ibadet yapılacak tabii; namaz, oruç... vs. tamam ama, hizmet, nafile ibadetten önemlidir. "Hizmet bahis konusu olduğu zaman, o alıştığımız, yapmakta olduğumuz nafile ibadeti bile terk eder; hizmete koşarız!" diyor. "Hani, ben burda ibadet edecektim; beklesin biraz hizmet!" demiyor yâni. Hizmeti öne alıyor. Büyüklerimizin zihniyeti böyle...
Kanadı kırık kuşları tedavi etmişler, onlara bile bakmışlar. Sosyal yönü gelişmiş olan, topluma faydası dokunan insandır iyi müslüman olan... Bencil değil, başkalarına faydası oluyor.
Amerika'ya bir Alman alim gitmiş. --Önemli olduğu için her zaman söylüyorum. Sizin de aklınızda kalsın diye burda da söylüyorum.-- Almanya'lı alim Amerika'yı ziyarete gitmiş... Kalmış, gezmiş, görmüş, dönmüş... Döndüğü zaman Almanya'lı arkadaşları toplanmışlar evinde... "Seyahat intibalarını bize anlat!.." demişler.
Biz de Azerbaycan'a gittik. Hemen bizi dönüşte yakaladılar, "Seyahat intibalarını anlat!" dediler. Boğazda bir gezi tertib ettiler, koca bir motor tuttular... Mikrofonu elimize verdiler, "Anlat bakalım Buhara'yı, Taşkent'i, Semerkand'ı, Bakü'yü...filân." diye. Seyahatler merak ediliyor tabii. Bir de bakış açışı, görüş açısı önemli . Giden insanın durumuna göre, nasıl görüyor olayları?.. Herkes Amerika'ya gider de, o nasıl görüyor?.. Sormuşlar Alman'a döndüğü zaman: "Amerika'yı nasıl gördün? Biz onlarla rekabet halindeyiz; Amerika mı daha ileri, Almanya mı daha ileri?.." Demiş: "Amerika daha ileri!.." "Niçin Amerika daha ileri?.."
Ben bu sorunun cevabını birçok yerlerden duymuştum. Meselâ, Amerika kompütürize olmuş, her işi kompütürle hallediyor, teknolojisi ilerlemiş filân deniliyor. Kompütürlerinin sayısının çokluğu ile filân ölçülüyor. Güzel. Yâni bunlara itiraz edilmez. Adamlar kompütürle, bir insanın aylarca uğraşarak yapacağı işi, şıp diye yapıyorlar. Kompütür önemli bir şey.
Şimdi benim kolumda bir saat var... Bu umrenin hatırası. Ay'ın doğduğu, battığı, tepede olduğu, çukurda olduğu her zamanı gösteriyor. Ay saati... Bugünü gösteriyor, dünü gösteriyor, bir ay önceyi gösteriyor, bir ay sonrayı gösteriyor... Şu kadar kutuya sığdırmış adam, Ay'ı... Her şeyi sığdırmış... "Kaçta doğacak, kaçta tam tepeye gelecek?.. Ne zaman med olacak, ne zaman cezir olacak?.. --gelgit olayı-- Balıklar ne zaman gelir, ne zaman gider?" diye . Yâni, biz din bakımından Ay'ın durumuyla ilgileniyoruz, "Şevval mi geldi, ramazan mı geldi?" diye; onlar da balıklar bakımından, denizcilik bakımından ilgileniyorlar. Yâni, körfezin ağzından girebilecek mi, giremiyecek mi?.. Sular çekildiği zaman, belki giremeyecek veya sular çekilmeden körfezden çıkamazsa, belki dışarı çıkamayacak, hapis kalacak... Onun için Ay önemli ve hepsini hesaplamışlar şunun içinde... Yıllar yılı, yıllar sonrası, yıllar öncesi Ay hangi dakikada doğuyor; hangi saniyede tam tepede, zenit noktasında; hangi saniyede batıyor; hangi saniyede tam aşağıda --yâni, tesiri en az olduğu zaman-- hepsini göstermiş... Güneş'i göstermiş... Daha bir çok hünerleri var. (Sakın kolumdan almaya kalkmayın!..)
Birisi, bizim bir tanıdığın dükkânına gelmiş de, böbürlenmiş böbürlenmiş: "Biz bugün oruçluyuz!" demiş. Niye oruçlusun babam?.. Gözünü seveyim, başımın tacı, gözümün nuru, sen niye oruçlusun?.. Başkaları oruçlu değil de, sen bu ülkede niye oruçlusun?.. E, Suudî Arabistan orucu ilan etmiş... Yahu, hilâli görmesi mümkün değil ki, görmedi ki hilâli!.. Hilâl yoktu ki!.. Ay güneşten evvel batmıştı, kırk dakika önce... Sen nasıl böyle yaparsın? Sen burada hilâli gördün mü kendin?.. Görmedin. Ne diye tutuyorsun?.. Ne diye ortalığı karıştırıyorsun?.. Sakalıyla gelmiş, kurulmuş alışveriş ettiği dükkâna: "Biz bugün oruçluyuz, siz niye oruçlu değilsiniz?.." Biz oruç tutarken de gelecek, "Bugün bayram!" diyecek. Sigarayı içecek, üfleyecek yüzünüze... "Sen niye bugün oruç tutuyorsun? Bayram günü oruç tutmak haram!.." diyecek.
Onun için söylüyorum; yâni, anlaşılsın diye. Millet biraz anlasın, bilimsel olsun, biraz dünyayı tanısın!.. Başkaları, Ay'ın nerede olduğunu biliyor; bizimkiler Ay yokken Ay var diyor, oruç yokken oruç tutuyor... Bayram gelmemişken bayram yapıyor. Hangi çağda yaşıyoruz, bilinsin diye söylüyorum.
Müslüman sosyal yönü kuvvetli bir insandır derken, Amerika'ya giden Alman'ın hadisesini anlatıyorduk, yarım bıraktık. Siz de onu merak ediyorsunuz, biliyorum; söyleyeceğim şimdi... Alman'a sormuşlar ki, "Amerika mı daha ileri, Almanya mı daha ileri?.." Demiş ki, "Amerika daha ileri!.." "Niye?.." Cevabı çok hoşuma gitti, fevkalâde mühim. Ancak, bir müslüman anlayabilir cevabın ehemmiyetini... Diyor ki: "Amerika'da bir kişi, haftanın üç günü sosyal faaliyet yapıyor. Onun için Amerika daha ileri... Almanya'da henüz, bir kişi bu kadar sosyalleşmiş değil; haftada üç gün sosyal faaliyet yapamıyor."
Sosyal faaliyet nedir?.. Sosyal faaliyet; evinde durmayıp, televizyonun karşısında esir olmayıp, televizyonun karşısında vakit telef etmeyip, sosyal bir iş yapmak... Bir dernekte, bir faaliyette bulunmak... Bak bizim kadınlar bile --maşaallah-- konferanslar tertib ediyorlar, çalışmalar yapıyorlar. Sıraladılar çalışmalarını... Tabii neden sıralıyorlar bunları?.. İbadet gizli olur, sevabını Allah verecek; ne diye söylüyorlar?.. Devir öyle bir acaib devir oldu ki, yaptığın şeyi söylemezsen, kimse de yardım etmiyor. Yardım edilsin, iştirak edilsin diye söyleniyor. Yâni, böbürlenmek için değil... Herkes bir çalışmada yer almalı.
Burada bir şey hatırıma geldi; çünkü, fıkralar en çok hatırda kalan şeylerdir. Lafların hepsi unutulur, formüller unutulur; zaten kolay girmez kafaya... Ama, fıkralar, ömür boyu unutulmaz. Sultan Mahmud-u Gaznevî, --Koca ordusu var, filleri var, fillerin üstünde askerleri var. Bu zamanın tanklarından daha beter. Fil geldiği zaman, karşısında at filân dayanamıyor.-- Hindistan'ı fethetmiş, Afganistan'ı fethetmiş... İran'da, bugünkü Tahran'ın olduğu yerde, Rey şehri vardı eskiden; Rey şehrine de haber göndermiş: "Bana tabi olsunlar! Hutbeyi benim namıma okusunlar, cuma günü hocaları!.. Paralar da benim adıma basılsın, öyle mütedavil olsun!.. Yoksa gelirim, orayı ezer geçerim!.." demiş. Filleri var ya, ordusu da var... Orada bir küçük çocuk varmış, şehzâde... Babası ölmüş, yönetim onun elinde... Bir de annesi --veya ninesi-- varmış ki afîfe ü zâhide; yâni, iffetli ve ibadet ehli, müslüman, mütedeyyin, örtülü bir kadınmış. Sultan Mahmud'un nâmesi, fermanı gelince, o da oraya mektup yazmış. Demiş ki: "Ey Sultan Mahmud! Sen, cihânı fethetmiş bir padişahsın. Bana böyle bir mektup yazmışsın ki, 'Ya parayı benim namıma basarsınız, ya hutbeyi benim namıma okursunuz; ya da ben gelirim, orayı asarım, keserim, ezerim!..' filân diye. Böyle tehdit etmişsin. Allah şahid olsun ki, --arslanın erkeği olduğu gibi dişisi de olur-- gelirsen çarpışırım seninle!.." Hatta dişisi avlanır, erkeği tembel yatar, beleşten geçinir. O koca yelesine bakma, asıl dişisi avlanır. "Çarpışırım seninle! Ne olur?.. İki ihtimal var:" Mantıklı konuşuyor. "Ya seni yenerim; mahvolursun, perişan olursun, rezil olursun... 'Sultan Mahmud'u bir acûze karı yenmiş!' derler, adın öyle geçer tarihe... Çok fena olur. Ya da, sen beni yenersin. Ne derler? 'Sultan Mahmud, bir ihtiyar kadınla çarpışmış, utanmamış... Kadınla çarpışmış, onu yenmiş.' Sen zaten şanlı bir padişahsın; şanına bir şey eklenmez, gölge düşer." demiş. Sultan Mahmud bakmış ki, pabuç pahalı; o tarafa hiç gitmemiş... Yâni, hanımlar da çalışabiliyor, İslâm'a faydalı olabiliyor.
Sosyal yönü kuvvetli olmak lâzım gelir derken, hanımlara bir iltifat ettik burda, evsahibi olduklarından dolayı... Yâni, bizi onlar konuşturuyorlar ya... Şimdi iyi müslüman, sosyal yönü kuvvetli olan müslüman olacak. Bir de hadis-i şeriften, iyi müslüman nasıl olur, onu hatırlatayım size... Peygamber SAV, sahih hadis-i şeriflerinde buyuruyor ki:
(Elmü'minül kaviyyü) "Kuvvetli müslüman, kavi müslüman, (hayrun) daha hayırlıdır, (ve ehabbü) ve daha sevgilidir (ilallahi) Allah'a; (minel mü'minüd daîfü) zayıf müslümandan. (Ve fî külli hayrün) Ve hepsinde hayır vardır." Hepsinde hayır var amma, kavî müslüman, kuvvetli müslüman; zayıf müslümandan daha hayırlıdır ve Allah'a daha sevgilidir. O zaman, hepimiz kavî müslüman olacağız... Zayıf müslüman değil, kuvvetli müslüman olacağız. Güçsüz, kuvvetsiz, sessiz sedasız, parasız pulsuz, imkânsız, itilen kakılan bir müslüman olabilir. Belki, o da Allah'ın sevgili kulu olabilir. Ona da bir şey demiyoruz ama, kuvvetli müslüman, hem kendisine hem de başkasına fayda sağlar.
Ne bakımdan kuvvetli olacak?.. Vücutça kuvvetli olacak bir kere!.. İlk kuvvet bilek gücü, pazu gücü... filân. Anlıyorum, tamam. Amma, İslâm düşmanları İslâm alemini öyle belâlara sarmışlar ki, --kardeşlerim bana darılmasın-- bu salonda bile bir çok insan, kendi sıhhatinin aleyhinde harıl harıl, para verip çalışıyordur... Sigara alıyordur, sigara içiyordur. Eski evleri bilirsiniz, soba borularını iyi takamazlar da, eğri büğrü olduğu zaman, çatlak yerinden zifir damlar yere... Oraya bir teneke koyarlar, onun içine damlasın diye. Çünkü, halıya damladı mı, lekesi çıkmaz. Berbat bir şeydir zifir... Şimdi, sigara içen o zifiri içine alıyor. Yâni, sen orada o zifiri biriktirip de o kupadan içecek misin?.. Yok, içmem hocam!.. E işte, o işi sen yavaş yavaş yapıyorsun... Sen yudum yudum sigara içerken, yavaş yavaş zifiri ciğerlerine dolduruyorsun... Damarlarına, damarları tıkayacak malzemeyi dolduruyorsun... Kendi sıhhatine suikast ediyorsun, yavaş yavaş öldürüyorsun kendini... Olmaz!.. Sıhhatli olacaksın, idmanlı olacaksın, kuvvetli olacaksın... Sağlam olacaksın, vücudunda bir arıza olmayacak... Yüz yaşında, yüzonbeş yaşında, yüzyirmi yaşında, belinde kuşağın, dinç olacaksın.
İkincisi kalb kuvvetli olacak, imanı kuvvetli olacak; zayıf olmayacak, sarsılmayacak... Münakaşalar, şüpheler; münafıkların, kâfirlerin, şeytanların, nefsin vesveseleri; bunlar yıkmayacak müslümanı... "Heyt! Çekil, defol, yolumda durma!" diyecek, ezip geçecek. Denizi yara yara gittiği gibi bir koca muhribin; öyle gidecek... Yâni, bunlara pabuç bırakmayacak, kuvvetli olacak.
Kuvvetli müslüman olacağız; kalb bakımından, akıl bakımından, ekonomik güç bakımından... Daha bir çok güç bakımından kuvvetli müslüman olacağız. Çünkü, iyi müslüman, sevgili müslüman, hayırlı müslüman öyle oluyor; herkese faydalı oluyor. Sadece kendisine değil, başkasına da faydası olduğu için iyi müslüman oluyor.
Şimdi burda bir soru soruyoruz hepinize, hepimize, kendi kendimize: "Güç ve kuvvetin bugünkü, günümüzdeki kaynakları nelerdir? Kimler güçlü ve kuvvetli?.."
Tabii, mü'min bir insan olarak biliyoruz ki:
(Lâ havle velâ kuvvete illâ billahil aliyyil azîm) "Güç ve kuvvet, hepsi Allah'ın elindedir." Biliyoruz; dilerse oldurur, dilerse öldürür Allah... Biz de Allah'ın sevgili kulu olursak, sevdiği kulu olursak, takvâ ehli kulu olursak Allah yardım eder. Allah'a dayanırsak, Allah'a tevekkül edersek; kimse bizim sırtımızı yere yapıştıramaz, yenemez bizi... Neden?.. En kuvvetli ile beraber oldğumuz için... Gücün, kuvvetin sahibi ile beraber olduğumuz için... Yâni, bu güzel, doğru da, nerde o müslümanlar hocam?.. Hani nerede, bir göster de alnını öpelim, ayağını öpelim; nerede o müslümanlar?.. Allah'a dayanmış, imanı kuvvetli tam müslümanlar?.. Hepsi zayıf müslümanların...
Ol zaif ümmetlerin hali n'ola?
Hazretine nice anlar yol bula?..
Ne olacak bu Ümmet-i Muhammed'in hali?.. Kimisi sigara içer, kimisi içki içer, kimisi kumar oynar, kimisi başka günahlara dalmıştır... İslâm'ı bilmez, imanı bilmez, sevabı bilmez, günahı bilmez, haramı bilmez... Evi perişan, kalbi perişan, kafası perişan, işi perişan... Nerede o müslüman?.. O zaman, öteki insanlardan farkı kalmıyor bugünün müslümanlarının... Al Suriye'den bir müslümanı, al Türkiye'den bir müslümanı, al Suud'dan bir müslümanı, al Pakistan'dan bir müslümanı... Ohoo, her şeyi yapıyor... Faiz de yiyor, bira da içiyor... Sinemaya da gidiyor, televizyon da seyrediyor... Eğleniyor da, keyif de yapıyor... Senin öteki, Allah'ın sevmediği kullardan bir farkın olması lâzım değil mi, ey mü'min?.. Sen Allah'ın mü'min kulu değil misin?.. Sen Allah'ın seçtiği başka bir insan değil misin?.. "Değilim, sıradan bir insanım!" Sıradan olunca, o zaman herkes sıradan ölçülere tabî oluyor.
Sıradan ölçüler nelerdir?.. Nelerdir, gücün kuvvetin ölçüleri?..
Birlik ve beraberlik, bir kuvvet oluyor. Nasıl kuvvet oluyor?.. Üç tane eşkiya birleştikleri zaman, bir mafya kurdular mı her şeyi geçiriyorlar... Gümrükten geçiriyorlar, savcılıktan geçiriyorlar, hakimden geçiriyorlar; her işi yapıyorlar. Neden?.. Mafya bunlar; çift tabancayla gezerler, fedaileri vardır, yan bakana yan çakarlar... Şöyle olur, böyle olur... filân. Bakıyoruz, mafya işini yürütüyor, tüm kanunsuz işleri yürütüyor... Bakana kafa tutuyor, milletvekillerini kullanıyor, bilmem ne yapıyor.. İşini yürütüyor. Neden?.. Birleştiler, bir araya geldiler, kuvvet oldular.
Dünya bunu anlamış olduğu için, dünya harıl harıl birleşme faaliyetleri içinde... İlk işi Amerika'lılar yaptı. Epeyce de kavga ettiler Hint horozları gibi birbirleriyle... Kuzeyliler, güneyliler diye birbirlerini yediler, içtiler... Ama, ondan sonra birleştiler. Kırksekiz, kırkdokuz tane devleti, bir federal devlet halinde bir araya getirdiler. Neticede dünyanın en güçlü, kuvvetli devleti oldular; Rambo oldular, çıktılar karşımıza...
Almanya bu işi anladı binsekizyüz küsur yıllarında... Alman birliğini kurdu. Ondan sonra gelişti, gelişti; bir iki defa dünyanın öbür devletlerine sataştı. --I. Cihan Harbi, II. Cihan Harbi-- Yıkıldı, yakıldı, ezildi ama, yine kalktı ayağa... Dokuz canlı Pirelli gibi. İki cihan harbini yaptığı halde şimdi neler yapıyor, anlatacağım. O da güncel bir mesele çünkü... (Sabrınız varsa anlatacağım. Sabrınız yoksa "Öhö, öhö!" yaparsınız, ben de keserim.)
II. Cihan Harbi'nde Almanya ne yaptı?.. Kuvvetlendi, kuvvetlendi; goriller gibi göğsünü yumrukladı. Ondan sonra, hoop saldırdı oraya, hoop saldırdı buraya... Polonya'ya saldırdı yendi. Avusturya'ya saldırdı, yuttu. Fransa'ya saldırdı, hiç kimse önünde durmadı; "Geç ağam, paşam!" dediler. Hoop aşağıya kadar geçti gitti. Yugoslavya'ya saldırdı. Rusya'ya saldırdı... Çeşitli hücumlarla filân çarpıştı, astı, kesti. Sonra Amerikalılar Normandiya'dan çıkartma yaptılar... İngiltere'ye saldırdı. Churchil baktı ki, bu Alman delisi gelecek, İngiltere adasını da istila edecek; denize petrol döktü, denizi tutuşturdu, gemileri gelemesin diye... Ama, Britanya adaları epeyce bomba yedi Almanlardan...
Neyi anlatmak istiyorum, muhterem kardeşlerim!.. Sonra, bu Fransa ile, bu İngiltere ile Almanya dost oldu!.. AET'yi kurdu, AT'ı kurdu. Düşman yahu birbirlerine... Alsas Loren'i almış Almanlardan Fransızlar... Alman topraklarını almış, sınırdan öteki tarafı yâni... Ama şimdi, dost oldular. Neden?.. Birlikte kuvvet olduğunu bildikleri için, masaya oturuyorlar... "Arkadaşlar, ayrı ayrı durursak bir faydası yok! Birleşelim, işimizi yürütelim; daha çok kâr var!.." "Birleşelim mi?" "Birleşelim!" "Eski düşmanlık?.." "Boşver eski düşmanlığı! Mühim olan paradır, puldur, kuvvettir!" diyorlar, birleşiyorlar. Yâni, akıl ve mantık neyi istiyorsa, eski düşmanlıkları bırakıp yapıyorlar.
Biz yapmıyoruz bunu!.. Biz eski Osmanlı'yı bile tesis edemedik... Suriye eyaletimizi, Bağdat vilâyetimizi alamadık. Onlar bize düşman, biz onlara hasım... Böyle gidiyor. Libya 1949 da istiklâlini kazandığı zaman, Türkiye ile birleşmek istemişler, parlementosunda konuşmuşlar... Kral Sunusî'nin hanedanından olan insanlar, İstiklâl Harbi'nde bizimle beraber mücadele etmişler... Bilmiyoruz. Yâni, "Eski Osmanlı'yı tekrar kuralım!" diye düşünmek bile hatırımızdan geçmemiş... Yasak mı düşünmek?.. Hayal etmek de mi yasak?.. Hayal edersin hiç olmazsa... Ama birleşememişiz. Onlar birleşiyorlar... Yâni, biz eski Osmanlı vilâyetleri birleşemiyoruz; onlar eski düşmanlar, kanlı pıçaklı hasımlar birleşiyorlar ve muazzam şeyler elde ediyorlar!.. Birlik, kuvvet; bir...
İkincisi: İlim, teknik, alet, edevat, planlama... Bu da kuvvet! Çünkü, az bir enerjiyle çok büyük işler yapılıyor... Yüz tane, ikiyüz tane amelenin yapacağı işi, bir küçük greyder hallediyor, bitiriyor. Neden?.. İlim ve teknik, bir çok insanın işini yapıyor. Bir arabaya biniyorsunuz. "Bu araba kaç beygir gücünde?" "Yüzyirmiyedi beygir gücünde!.." "Yapma yâ! Yüzyirmiyedi beygir bunun neresine sığar?.." O küçük motorun içinde, o kadar kuvvet var işte... Neden?.. İlim ve teknik, kuvvettir.
Onun için, bunu bizim eskiler de söylemişler, Şehnâme'de geçiyor:
Tevânâ buved,
Her ki dânâ buved.
"Kim bilgili olursa, kuvvetli olur." Bilir çünkü, yolunu yöntemini... İşini götürür. Teknik bir yolla işini halleder. Cahil olan, doğrudan doğruya öküz gibi duvara saldırır, boynuzlarını kırar. Ama, ötekisi teknik yönden işini halleder.
Onun için, ilim ve teknik çok önemli, birleşmek çok önemli!.. Sonra tabii, servet önemli, para önemli, finans gücü önemli!.. Çünkü bütün projelerin arkasında bir finans kaynağı aranıyor, isteniyor. Para önemli... Parası olan işini yürütüyor. "Zengin arabasını dağdan aşırır, fakir düz yolda şaşırır." Zengin işini hallediyor. Yanına yanaşıyor, kapıdaki adamın... "Merhaba!" diyor, cebine bir bahşiş sıkıştırıyor. "Buyur ağam, buyur paşam!.." Kapılar açılıyor, işini hallediyor... Fakir orada bekliyor ki, sıra gelsin de, şu olsun da, bu kalsın da... Para her kapıyı açıyor.
Bunu herifler çok önceden anlamışlar. Herif-i nâşerifler... Avrupalılar, Amerika'lılar, Marx, Engels... vs. şunun bunun, dinleri imanları para olmuş; ibadethaneleri banka olmuş... Karşısına geçip tapındıkları putları para, ibadethaneleri banka... Her şey para ile döndüğü için çok iyi biliyorlar. Para için dokuz takla atarlar.
Sonra; ideal, mefkûre, dava dediğimiz kuvvetli tez, haklılık... Bu da bir güç temin ediyor. Çünkü bîtaraf (tarafsız) insanları kazanmana yol açıyor. "Yâ, şöyle şöyle..." diyorsun. Kendini iyi savunursan, haklı olduğun için, halledebiliyorsun işini... Haksız olana, "Sen haksızsın, çekil kenara, sus, bırak!" filân deniliyor. Herkes aleyhine baskı yaptığı için, bir şey yapamıyor. Demek ki, o da bir kuvvet...
Nüfus kalabalıklığı... Bu da bir kuvvet ama, çok önemli değil!.. Yâni, bin tanelik bir koyun sürüsünü bir çobanla, birkaç tane çoban köpeği hallediyorlar, idare ediyorlar... Avusturalya'da bir dağ yoluna saptık, gidiyoruz. Tarladan da inekler yola çıkmak üzere... Köpek koştu koştu, koştu koştu, geldi tam yola kadar... Çamurlu yol. Biz gidiyoruz, yandan inekler çıkacak yola... Başladı havlamaya ineklere... Hem de nasıl hırlıyor, nasıl havlıyor; saldırıyor gibi yapıyor. "Araba geliyor, arabanın önüne çıkmayın ey inekler!" demek istiyor. İnek çekiniyor... Onu geri geri çektirtti. İbretle ona bakarak, yavaş yavaş yanından geçtik. Ondan sonra başını eğdi, gitti. "Hadi, şimdi çıkabilirsiniz." diyor yâni.
Nüfus fazlalığı önemli, kavminin ve kabilesinin kalabalık olması önemli, avam ve ensarının çok olması önemli, tabii... Bize de --elhamdülillah-- gazetelerde dediler ki, "Bir milyon taraftarı var!" Nerede bilmiyoruz ya, onlar nerelerdeymiş?.. Ama, öyle dediler.
Sonra, reklam ve propaganda çok önemli... Hiç bir işe yaramaz şeyleri size ve bize yutturuyorlar. Neyle?.. Reklamla... Şu şöyledir, bu böyledir... Allıdır, pulludur, süslüdür, bilmem nedir... Haa, ver bir tane de ben alayım; kaç para?.. Çok büyük para... Olsun, her yerde reklamı yapılıyor, vardır bir sebebi... Alıyor. Mutfaklarımız, banyolarımız, büfelerimiz; hep o işe yaramaz şeylerle dolu...
En çok hayret ettiğim şey, işe yaramazlığı yüzde bir milyon sabit olan balonlu çiklet... Adam balonlu çikletler için televizyonda, şu kadar pahalı bir yerde, muazzam reklamlar yapıyor. Demek ki, çok para kazanıyor. Neden?.. Şu kadarcık bir parçası kimbilir kaç lira da, onun için. Yâni, işe yaramaz şeyi, geviş getirme, çiğneme şeyini satıyor. Karın doyurmaz, işe yaramaz şeyi... Yahu eskiden --benim bildiğim-- sakız otları vardı. Yerden böyle çekerdin, topraklı kısmı yıkardın; ondan sonra çok güzel sakız olurdu. Amerikan çikletini, kauçuğunu çiğnemeye lüzum yoktu ki... Damla sakızı vs. vardı. Şimdi bunlar çıktı. Yâni, reklâm ve propaganda muazzam bir güç oluyor.
Sonra mevki, makam, rütbe önemli oluyor... Bunları niçin anlatıyorum?.. Yâni, kuvvetli müslüman, zayıf müslümandan hayırlıdır; kuvvet neymiş onu anlamak için...
Demek ki, ilim irfan sahibi olacağız. Asrın ilmini, teknolojisini bileceğiz ki, kuvvetli olalım... Para pul sahibi olacağız. Bunun iki yeri var: Parayı iyi kazanmak, parayı çar-çur etmemek... Eskiler demişler ki: "İşten artmaz, dişten artar." Yâni, israf etmezsen artar. Şimdi, adam olmadık yere parasını saçarsa; Japon'a, Alman'a, Yahudi'ye, Amerikalıya parasını kaptırırsa; ondan sonra Amerika da tabii gelir, onun efendisi olur.
Para önemli, ilim önemli, idealimiz var elhamdülillah, imanımız var... Nüfusumuz var, kalabalığız elhamdülillah!.. Ama, kum yığını gibi kalabalığız. İrtibatlı bir kalabalık değil... Yâni, insicamlı, irtibatlı, betonlaşmış, kaleleşmiş bir kalabalık değil. Onu telâfi etmeye çalışmak lâzım...
Reklam ve propagandamız hiç yok!.. Dünyanın en güzel yoluna girmişiz. En doğru yoldayız, hak yoldayız... Adamlar puta tapıyor, ite tapıyor, ata tapıyor, güneşe tapıyor, öküze tapıyor... olmadık şeylere tapıyor.