• /
  • Kütüphane
  • /
  • Yeni Dönemde Yeni Görevler
  • /
  • 1 ilâ 20. sayfalar

Yeni Donem...

Dünyada Değişen Dengeler

ve

YENİ DÖNEMDE
YENİ GÖREVLER

Prof. Dr. M. Es'ad COŞAN

Hazırlayan: Dr. Metin ERKAYA

(Internet yayımı için kitapta bulunan Arapça karakterler çıkarılmış, fakat okunuşları içerilmiştir.)

İÇİNDEKİLER:

Önsöz

Prof. Dr. M. Es'ad COŞAN (Terceme-i Hal)

Temel Prensipler -- 5 Mayıs 1990, İstanbul

Dünyada Değişen Dengeler -- 9 Haziran 1990, Adapazarı

1

Eğitim, Dostluk, Yardımlaşma -- 24 Ocak 1992, Ayvalık

Allah'ın Dinine Hizmet -- 26 Ocak 1992, Ayvalık

Güncel Konular -- 15 Mart 1992, Ankara

Yeni Dönemde Yeni Görevler -- 17 Mart 1992, Ankara

21. Yüzyıl'a Hazırlanın! -- 23 Nisan 1992, Söke / Aydın

Tasavvuf ve Şeriat -- 26 Nisan 1992, Söke / Aydın

Gençlere Tavsiyeler -- 15 Mayıs 1992, İstanbul

İletişim ve Meşveret -- 25 Eylül 1992, Ankara

Çevremizdeki Tehlikeli Gelişmeler -- 29 Ekim 1992, Söke / Aydın

Yeni Dünya Düzeni ve Türkiye -- 21 Ocak 1993, Bilkent Ü. / Ankara

Türkiye Harbin İçine Girecek mi?.. -- 28 Ocak 1993, Nevşehir

Her Yönüyle Savaşa Hazırlanın! -- 31 Ocak 1993, Nevşehir

2

ÖNSÖZ

Osmanlıların gerilemeye başlamasıyla beraber, İslâm Alemi batılı organize güçlerin işgaline uğradı. Osmanlı Devleti'nin yıkılmasıyla tamamlanan bu işgal, siyasî, kültürel ve ekonomik olarak halen devam ediyor. Sayıları bir milyarı aşmasına rağmen, müslümanlar dünyanın her yerinde mağlûb, mağdur ve perişan durumda... Bosna-Hersek'te, Karabağ'da, Kafkasya'da, Irak'ta, Filistin'de, Somali'de, Türkistan'da, Keşmir'de, Hindistan'da kesilen, öldürülen, kanı dökülen, bombalanan, yakılan, yurtlarından sürülen: Müslümanlar!..

İslâm Ülkeleri, yâni halkı müslüman ülkeler bir birine düşman... Bir araya gelemezler. Bir araya gelseler, etkin kararlar alıp icra edemezler... Yöneticiler halktan kopuk, halka karşı, dostu düşmanı bilmez, gaflet ve dalâlet içinde... Ekonomik durumları bozuk, bilimsel ve teknolojik seviyeleri düşük, her bakımdan dışa bağımlı bir durumdalar.

Müslüman topluluklar, ilimden uzak; aktüaliteden, çağın problemlerinden habersizler... Değer yargılarını yitirmiş, hakkı batılı birbirine karıştırmış; çoğu zaman birtakım sahte organizasyonların peşine takılmışlar ve müslümanların genelinin aleyhine olabilecek faaliyetlerle meşguller. Basın, yayın ve kitle iletişim araçları batılıların, batıcıların kontrolü altında...

3

İslâmî cemaatler arasında diyalog eksikliği var, birbirlerini tanımıyorlar, güç ve eylem birliği içerisinde değiller. Olaylar ve insanlar değerlendirilirken objektif ölçüler terkedilmiş, hissî değerlendirmelere gidilmiş; sevginin yerini nefret, dostluğun yerini adâvet almış...

Batılı süper devletlerin kurduğu yeni dünya düzeninde müslümana yer yok!.. Birleşmiş Milletler, insan hakları... vs. organizasyonlar batılıların çıkarlarına göre hareket ediyor. Müslümanlara yapılan zulümler gözardı ediliyor. Zalim destekleniyor, mazluma ambargo uygulanıyor... Müslümanlar üzerine savaş senaryoları hazırlanıyor.

Mazlum müslümanlar bizden yardım bekliyor. Bağımsızlığını kazanmaya çalışan müslümanlar bizden ilgi bekliyor. İslâm Alemi, bizim tarihî misyonumuzu üstlenmemizi, bütün müslümanlara önderlik etmemizi bekliyor.

Böyle bir durumda, bu kadar olumsuz şartlar karşısında bize düşen nedir?.. Müslümanları bu perişanlıktan nasıl kurtarabiliriz?.. Üzerimize oynanan oyunları nasıl engelleyebiliriz?.. Hakkı ve hakîkatı, iyiyi ve güzeli nasıl hakim kılabiliriz?.. Bütün bu meselelerle ilgili olarak, Prof. Dr. Mahmud Es'ad COŞAN Hocaefendi'nin muhtelif zamanlarda yapmış olduğu konuşmalardan bir bölümünü ilginize sunuyoruz.

Hocaefendi'nin yaklaşımını, duygu ve düşüncelerini, değerlendirmelerini, teklif ve tavsiyelerini vermeğe çalıştığımız şu çalışmanın, okuyucuya pek çok şeyler kazandıracağını ve yeni ufuklar açacağını ümid ediyoruz.

Dr. Metin ERKAYA

Şubat 1993, Sincan

4

PROF. DR. MAHMUD ES'AD COŞAN

(TERCEME-İ HAL)

1938 yılında Çanakkale'nin Ayvacık ilçesi, Ahmetçe köyünde doğdu. Babası Halil Necâti Efendi, annesi Şâdiye Hanım'dır. Anne ve baba tarafından soyu, Buhàra'dan Çanakkale'ye göç etmiş seyyidlere dayanır. Küçük yaşta iken ailesi İstanbul'a taşındı. 1950'de İstanbul Vezneciler İlkokulu'nu, 1956'da Vefa Lisesi'ni bitirdi. Aynı yıl İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap-Fars Filolojisi Bölümü'ne girdi. Arap Dili ve Edebiyatı, İran Dili ve Edebiyatı, Ortaçağ Tarihi ile Türk-İslâm Sanatı sertifikalarını alarak, 1960 yılında Edebiyat Fakültesi'nden mezun oldu.

Aynı yıl Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi'nde açılan asistanlık imtihanını kazanarak, Klasik-Dinî Türkçe Metinler Kürsüsü'ne asistan olarak girdi. Fakülte yayın komisyonunda iki yıl sekreterlik yaptı. 1965 yılında, XV. Yüzyıl şairlerinden olan "Hatiboğlu Muhammed ve Eserleri" konusunda doktora tezi vererek ilâhiyat doktoru ünvanını aldı. 1967-1968 yıllarında Ankara Yükseliş Mühendislik ve Mimarlık Özel Yüksek Okulu'nda Türkçe ve Hümaniter Bilgiler dersini tedris etti.

5

1973 yılında ise, "Hacı Bektâş-ı Velî, Makàlât" adlı doçentlik tezi ile doçent ünvanını aldı ve Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Türk-İslâm Edebiyatı Kürsüsü'ne öğretim üyesi olarak tayin edildi. 1977-1980 yıllarında Sakarya Devlet Mimarlık ve Mühendislik Akademisi'nde Türk Dili ve Edebiyatı dersleri verdi. 1982 yılında profesör oldu. Sosyal ve kültürel faaliyetlere daha fazla zaman ayırabilmek düşüncesiyle, 1987 yılında emekliliğini isteyerek üniversiteden ayrıldı.

İlk dînî eğitimini ailesinde gördü. Genç yaşta vefat eden annesi, zikir ehli bir hanımdı. Babası Necâti Efendi; Çırpılarlı Hacı Ali Efendi, Serezli Hasîb Efendi, Kazanlı Abdül'aziz Efendi, Mehmed Zâhid Kotku Efendi gibi âlim ve fâzıl şeyh efendilerin sohbetinde ve hizmetinde bulunmuş, hal ehli bir kimsedir. Mehmed Zâhid Kotku Efendi'nin yakın dostlarındandı. Bu münasebetle, küçük yaşta hocaefendilerin meclislerine devam etti, onların maddî ve manevî ilgilerine mazhar oldu.

Mehmed Zâhid Kotku Efendi'nin bizzat elinden tutarak kürsüye oturtması ile İskenderpaşa Camii'nde hadis derslerine başladı (1977). Yine onun arzusu üzerine, 13 Kasım 1980 günü vefatından sonra, cemaatin eğitimiyle ve her türlü meselesiyle ilgilenme, tebliğ ve irşad görevini üstlendi.

6

Tasavvufî nisbeti; hocası vasıtasıyla Nakşibendî Tarikatı'nın, Hàlidiyye kolunun, Gümüşhâneviyye şubesidir. Ayrıca Kàdiriyye, Sühreverdiyye, Kübreviyye, Çeştiyye, Mevleviyye, Halvetiyye ve Bayrâmiyye tarikatlarından da irşada me'zundur.

Onun döneminde hadis derslerine ilgi daha da arttı. Cemaat yer bulamadığı için camiye ilâveler yapıldı; ders dinlenilecek yerler beş-altı kat genişletildi. Ayrıca Ankara, İzmir, Bursa, Sapanca, İzmit ve Eskişehir'de mutad hadis dersleri başlatıldı.

Mehmed Zahid Kotku Efendi'nin emri üzerine kurduğu "Hakyol Vakfı"nın çalışmalarıyla bizzat ilgilendi, muhtelif yerlerde şubeler açtırdı. Eğitim ve yardımlaşma faaliyetini yaygınlaştırmak için çalışmalar yaptı. Sanat ve kültürle ilgili çalışmalar yapmak üzere "İlim, Kültür ve Sanat Vakfı"nı, sağlık hizmetleri için "Sağlık Vakfı"nı kurdurdu. Hanımların eğitimiyle ilgili olarak "Hanım Dernekleri"nin; çevre ile ilgili çalışmalar yapmak üzere "İlim, Ahlâk, Kültür ve Çevre Dernekleri"nin kurulmasını ve yaygınlaştırılmasını teşvik etti. Bu çalışmalarla toplu-mun güzel amaçlar için bir araya gelmesini, organize olmasını sağlamaya çalıştı.

7

Vakıflara ait, harabe haline gelmiş birtakım ecdad yadigârı eserlerin tamir ve tecdidiyle ilgilendi; onların gayesine uygun olarak tekrar faaliyete geçmesini temin etti: Ahmed Kâmil Tekkesi, Selâmi Mustafa Efendi Tekkesi, Şeyh Murad Efendi Dergâhı, Şadiye Hatun Şifâ Külliyesi... gibi.

Eğitimin yaygınlaştırılması için basın ve yayın çalışmalarıyla ilgilendi. 1983 eylülünde İslâm dergisi, 1985 nisanında Kadın ve Aile ve İlim ve Sanat dergisi yayınlanmaya başladı. Daha sonra Gülçocuk dergisi çıkartıldı. Sağlık ve bilimle ilgili konularda ise Panzehir dergisi yayınlandı. Halen Vefa Yayıncılık adına yayınlanan bu dergilerle yakından ilgilenmekte ve makaleler yazmaktadır.

Kitap yayıncılığı için Sehâ Neşriyat'ı kurdu; çeşitli dinî, edebî, tarihî, kültürel eserler neşredildi. Yayıncılığın geliştirilmesi, haftalık ve günlük yayınlara geçilebilmesi için çalışmalar başlattı. Onun gayretleriyle bir matbaa tesis edildi (Ahsen), dizgi tesisleri kuruldu (Dehâ).

Sesli ve görüntülü yayıncılık alanında hizmet etmek, millî ve mânevî değerlerimize uygun yayınlar yapmak üzere, Ak-Radyo (AKRA) adı altında bir müessesenin kurulmasına öncülük etti (1992). Halen İstanbul, Ankara, İzmir ve Konya'dan radyo yayınları yapılmakta; bu yayınlar Türkiye'nin her yerinden, Orta Asya'dan ve Avrupa'dan dinlenebilmektedir.

8

Onun teşviki ile Ak-Televizyon> adı altında Marmara Bölgesine yönelik bölgesel televizyon yayını başlatıldı (1997). Basın-yayın alanında Sağduyu isimli günlük bir gazete yayınlanmaya başladı (1998).

Kaliteli bir eğitimi temin etmek amacıyla, özel eğitim kurumlarının kurulmasını teşvik etti. Çeşitli illerde ilkokul öncesi, ilkokul ve orta öğrenime yönelik eğitim tesisleri, okullar ve dersaneler kurdurdu.

Halka güvenilir bir sağlık hizmeti verilmesi için poliklinikler ve hastaneler açılmasını teşvik etti. Buna bağlı olarak başta İstanbul olmak üzere bir çok ilde sağlık kuruluşları hizmete açıldı.

Yurtdışındaki müslümanlarla diyaloğu sağlamak, ziyaretleri kolaylaştırmak amacıyla İskenderpaşa Turizm (İSPA) adı altında bir seyahat acentası kurulmasına öncülük etti. Bu şirket yardımıyla hac ve umre programları, çeşitli yurt içi ve yurt dışı geziler; aile ve eğitim kampları düzenlendi.

İlmî seviyesi yüksek hocalar yetiştirmek amacıyla İstanbul'da, Ankara'da, Konya'da ve Bursa'da hadis ve fıkıh enstitüleri açtırdı. Buralarda ilâhiyat fakültelerinde okuyan veya mezun olan kimselere, özel hocalardan Arapça, hadis, tefsir ve fıkıh dersleri verdirilmesini temin etti.

9

Sohbet ve vaazlarına yurt içinde ve yurt dışında büyük ilgi gösterilmesi ve çeşitli yerlere davet edilmesi, onun çok seyahat etmesine neden oldu. Avrupa'da, Kuzey Amerika'da, Afrika'da, Orta Asya'da ve Avustralya'da pek çok ziyaretler, vaazlar, sohbetler yaptı; eğitim programlarına katıldı.

Her yıl hac ve umre dolayısıyla değişik ülkelerden gelen müslümanlarla görüştü, diyalog kurdu. Hakkı ve hayrı, iyiyi ve güzeli tebliğ etme yönünde şumüllü ve verimli çalışmalar yapmaktan bir an bile geri kalmadı. Çevresini de daima bu tür çalışmalara teşvik etti.

Cuma günleri radyoda yapmakta olduğu hadis sohbetlerine ilâve olarak 1998 Eylülünden beri salı günleri tefsir sohbetleri yapmaya başladı. Son yıllarda daha çok Avustralya'da bulunmakta, sohbetlerini Akra'dan telefonla, canlı olarak sürdürmektedir.

Doğu dillerinden Arapça ve Farsça'yı, batı dillerinden Almanca ve İngilizce'yi bilmekte; yurt içinde ve yurt dışında çok yönlü sosyal faaliyetlerini, tebliğ ve irşad çalışmalarını el'an devam ettirmektedir.

10

Yayınlanmış Eserleri:

01. Matbaacı İbrâhîm-i Müteferrika ve Risâle-i İslâmiye (1982)

02. Hacı Bektâş-ı Velî, Makàlât

03. Gayemiz

04. İslâm Çağrısı

05. Yeni Ufuklar (1992)

06. Çocuklarla Başbaşa

07. Başarının Prensipleri

08. Türk Dili ve Kültürü

09. İslâm'da Nefis Terbiyesi ve Tasavvufa Giriş

10. Avustralya Sohbetleri 1, 2, 3, 4

11. Yeni Dönemde Yeni Görevler (1993)

11

12. Haccın Fazîletleri ve İncelikleri (1994)

13. Zaferin Yolu ve Şartları (1994)

14. İslâm, Sevgi ve Tasavvuf (1994)

15. Sosyal Çalışmalarda Organizasyon ve Başarı (1994)

16. Güncel Meseleler 1, 2 (1995)

17. Hazret-i Ali Efendimiz'den Vecîzeler (1995)

18. Hacı Bektâş-ı Velî (1995)

19. Yunus Emre ve Tasavvuf (1995)

20. Başarı Yolunda Sevginin Gücü (1995)

21. İslâmî Çalışma ve Hizmetlerde Metod (1995)

22. Sosyal Hizmetlerde Hanımlar (1995)

23. Ramazan ve Takvâ Eğitimi (1996)

12

24. Tebliğ ve İrşad Çalışmaları (1996)

25. İslâm, Tasavvuf ve Hayat (1996)

26. Haydi Hizmete!.. (1997)

27. İslâm'da Eğitimin İncelikleri (1997)

28. Tasavvuf Yolu Nedir? (1997)

29. İmanın ve İslâm'ın Korunması 1, 2 (1997)

30. Allah'ın Gazabı ve Rızası (1997)

31. Mi'rac Gecesi (1998)

32. Doğru İnanç ve Güzel Kulluk (1998)

33. Ramazan ve Güzel Ameller (1998)

13

TEMEL PRENSİPLER

Esselâmü aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtüh!..

Çok değerli kardeşlerim!.. Allah-u Tealâ Hazretleri'nin selâmı, rahmeti, bereketi, ikramı, ihsanı, lütfu, rızası dünyada ahirette üzerinize olsun... Allah-u Tealâ Hazretleri, sevdiği razı olduğu kullar zümresine cümlenizi dahil eylesin...

Bizlere sırf kereminden bahşetmiş olduğu sonsuz, sayılamayacak kadar geniş, zahirî ve batınî nimetlerinden dolayı Rabbimize, yaradanımıza sonsuz hamd ü senâlar ederim... Onun varlığını, birliğini ikrar ve îlan ederim... Hepimizin onun kulu olduğumuzu, ona kullukla görevli olduğumuzu, hayatımızın asıl işinin bu olduğunu ihtar ve ihbar ederim...

Onun, kullar şaşkın yolda kalmasınlar, mütehayyir olmasınlar, gerçekleri bulamama durumuna düşmesinler, dalâlette kalmasınlar, yanlış işler yapmasınlar diye, âlemlere rahmet olarak gönderdiği; hakikatlerin habercisi, Allah'ın elçisi, peygamberlerin serveri, insanların en şereflisi; rehberimiz, serverimiz, önderimiz, herşeyimiz Muhammed-i Mustafâ'sına sonsuz salât ü selâmlar olsun... Ve onun âline, ashabına, kıyâmete kadar yolunda yürüyen ashabına ve etbaına da salât ü selâm olsun... Allah-u Tealâ cümlesini rahmetine gark eylesin... Manevî derecelerini alâ eylesin... Manevî ikramlarını ziyade eylesin...

14

Aziz kardeşlerim!.. Hayat denilen bir olayın içinde, zaman boyu sürüklenip gidiyoruz. Bu olayın manasını değerlendirmek lâzım, anlamak lâzım. Nedir hayat?.. Hiç kimsenin itiraz etmeden itiraf edeceği bir büyük gerçek var ki, --mü'min kâfir her insan üzerinde ittifak etmiştir-- bu hayat devamlı değil!.. En büyük gerçek bu!.. Bütün insanların ittifak ettiği en büyük gerçek bu; bu hayat devamlı değil!.. Hayat bir sürüklenme, bir hareket, bir oluşma, gelişme, yıpranma, küçülme ve yok olma... Fânî... Fânî bir hayat... Şu anda ne kadar güçlü kuvvetli olsak, ne kadar şen olsak, ne kadar maddî imkânlara sahip olsak; biliyoruz ki, biz de fânîyiz. Biz de göçeceğiz, biz de gideceğiz... Biz de burada kalıcı değiliz. Şu anda içinde olduğumuz nimetler bile elimizde bakî değil. Onlar da geçici... Gören gözlerimiz görmemeğe başlayacak... Tutan ellerimiz titremeğe başlayacak... Yürüyen ayaklarımız yürüyemez duruma gelecek... Ne kadar ömür nasib etmişse Allah, yaşadıktan sonra biz de göçeceğiz... Genç de olsak, yaşlı da olsak, er geç hepimiz göçeceğiz.

15

Bundan şu büyük düşünceye geliyoruz: Bu fânî hayatı, bu geçici devreyi --hayat ne kadar güzel olsa da, fânî dünya ne kadar müzeyyen olsa da-- bırakacağız. Bu devreyi acaba, sonunda pişman olmayacak şekilde nasıl geçirmeliyiz?.. Bu fânîliğin çaresi yok mu?.. Ne yapmamız lâzım?.. Hayatı nasıl sürdürmeliyiz?.. Yaptıklarımız doğru mu, yanlış mı?.. Nasıl hareket etmemiz gerekiyor?.. En önemli mes'ele bu!..

Çünkü, bitecek bu devre!.. Bu zaman sona erecek... Bir imtihan devresi gibi, "Kâğıdı kalemi bırak!" diyecekler, bitecek. Onun için, mantık bakımından, tecrübeler bakımından ölüme en uzak noktada olan gençlerin bile bu soruları düşünmesi lâzım... Bazıları, "Yaşlı daha yakındır da genç uzaktır. Yaşlanacağım, seneler geçecek... Altmışbeş, yetmişbeş, seksenler... Ondan sonra herhalde ölürüm!" diye düşünebilir. Fakat, bu soruları en çok sizin düşünmeniz lâzım. Çünkü, yetmiş yaşında, seksen yaşında düşündükten sonra iş işten geçmiş oluyor... Madem ki işin başındasınız, madem ki gözünüzün önünde geniş bir ufuk var; o halde ilkönce sizin düşünmeniz lâzım... Yaşlı, bir ömür sürdükten sonra pişmanlıkla düşünüyor; siz bir ümidle düşüneceksiniz. Hayatınıza yön vereceksiniz, hayatınızı tanzim edeceksiniz.

16

O bakımdan, bu konuyu, bu fikirleri en çok sizin düşünmeniz ve bunun doğru cevabını bulmak hususunda, en çok sizin gayret göstermeniz lâzım!.. Sizin yaşadığınız bu altın çağı, bu düşünceleri düşünmeden gafletle geçirmişlere de, pişmanlık ve tevbeden başka bir çare kalmıyor. Belki geride kalanlara kendisinin acı tecrübesini anlatmak; "Ben yapmadım, ben hata ettim siz etmeyin; ben fırsatı kaçırdım siz kaçırmayın!" demek düşebilir.

Aziz ve muhterem kardeşlerim! Tüm peygamberlerin, tüm mü'min-i kâmillerin, tüm evliyâullahın üzerinde en çok meşgul olduğu konu budur. Hayatın en önemli konusu budur!.. Burada insan yalnız olabilir. Elhamdülillah, Allah bize bizim gibi düşünen dostlar vermiş... Bir salon dolusu arkadaşsınız; çok güzel... Ama insan yalnız da olabilir. Burada en önemli iş, en önemli vazife; bu hayatı, bu ölümü halk eden, var eden, ortaya koyan, bu sistemi çalıştıran, bu oluşumu sevkeden; hayatın her türlü faaliyetlerinin hakîkî sebebi, müsebbibül esbâb, sahib-i kâinât, halik-ı mevcûdât Allah-u Teâlâ Hazretleri'ni bulmak ve sevmektir. En mühim iş; fert ve toplum olarak en mühim işimiz bu... En mühim mes'ele, Allah'ı bilmek ve bulmak!..

17

Bir insan Allah'ı bulamazsa; anahtarı bulamamış ki, bu zindandan çıksın da kurtuluşa, hürriyete kavuşsun ve kendisini iki cihan saadetine ulaştırabilsin... Anahtar: Allah-u Teâlâ Hazretleri'nin varlığını, birliğini sezebilmek, kavrayabilmek... Var ve bize bizden yakın!..

(Külle yevmin hüve fî şe'n) Devamlı oluş içinde, hareket içinde... Her şey onun buyruğuyla oluyor... Bunu sezmek lâzım!.. Bu gerçeği görmek, en mühim mes'ele... Allah-u Teâlâ Hazretleri, kendisinin varlığından insanı gafil etmesin...

Allah'ın varlığını anlayamamış bir insan, en cahil insandır. Üniversiteleri bitirse de, yüzlerce cilt kitap yazmış bir filozof olsa da gerçeği anlayamamıştır. Büyük gerçeği atlamıştır, küçük detayla uğraşıyordur... Hurda teferruatla uğraşıyordur, çör-çöple uğraşıyordur... Samanla, kumlarla, taşlarla, çakıllarla uğraşıyordur... Asıl mes'eleyi anlayamamıştır.

Allah'a hamd ü senâlar olsun, bize bu nimet doğuştan bahşedilmiş... Hamd ü senâlar olsun, müslüman ana-babadan meydana gelmişiz. Müslüman bir diyardayız. Tabii olarak müslümanız, tabii olarak mü'miniz... Ailemizden, çevremizden gelen baskı ile, bilgi ile, zorlama ile müslümanız. Tabii, bu bir nimet... Bir taraftan da zahmeti çekilmemiş, çilesi çekilmemiş bir fikir olduğu için, değeri kıymeti bilinmeyen bir nimet... Çilesini çekmesi lâzım insanın... Davasının çilesini çekmesi lâzım, mücadelesini vermesi lâzım... Uğraşması lâzım, araması lâzım, terlemesi lâzım... Yalvarması lâzım, yanması lâzım, yakınması lâzım... Ondan sonra bulması lâzım. O, kıymetini bilir. Ama, küçük bir çocuğa ellibin lirayı çıkartıp verirseniz, belki yırtıp bir köşeye bile atar. Çünkü o şuurda değil... Onu, birden almıştır.

18

Allah, içinde bulunduğu, eline geçmiş olan nimetlerin kıymetini doğru takdir etmeyi bizlere nasib eylesin... Cümle benî Ademe nasîb eylesin... Fakat, biz bu tehlike ile karşı karşıyayız. Yâni, elimizdeki cevherin kıymetini bilmeme tehlikesi ile karşı karşıyayız. Sıradan hakîkatlerden, sıradan bilgilerden bir bilgi ile denk tutma durumuna düşebiliriz, iman mes'elesini... En mühim mes'ele bu... Hayatın en mühim hadisesi, insanın eline anahtarı veren, ebedî saadetin anahtarını veren hadise bu!.. O bakımdan bunun kıymetini bilin, bunun altını tekrar tekrar çizin, bunu çerçeveye alın. Bunun hayatınızın en mühim varlığı olduğunu bilin!..

Mü'min bir insanın hayatı birden coşkunlaşır, birden renklileşir... Birden hadsiz hudutsuz zenginleşir. Bir kere, bir mü'minin dünya üzerinde milyonlarca, yüzmilyonlarca kardeşi oluverir. İnsan, "Lâilâhe illallah, muhammedür rasûlüllah" dediği zaman, dünyanın her yerinde adını bilmediği kardeşlere sahib oluverir birden... Bir milyar kardeşe sahib eder "Lâ ilâhe illallah" sözü.... Bir milyar gönülden dosta sahib eder. Düşmanlarına karşı yanında yer alabilecek hakîkî destekçilere, yardımcılara sahip kılar. Birden, insanın önüne dünyanın ve ahiretin saadetinin kapılarını açar. İnsan, hem dünyada, hem ahirette imanla, İslâm'la mutlu olur. Dünyada da İslâm'la mutlu olur.

19

Evliyaullahtan, mutasavvıflardan bir tanesi diyor ki: --mütebessim, müstehzî, tepeden bakarak-- "Şu ülkeleri birbirinden koparmak için çarpışan, birbirleriyle ordularını tokuşturarak döğüşen, vuruşan hükümdarlar; diyarları elde etmek için, fethetmek için, vergilerine sahip olacağım diye, hazinelerine sahip olacağım diye çarpışan şu insanlar, şu bizim içinde bulunduğumuz kıymetlerin, nimetlerin farkına varsalar; o orduları bizim üstümüze sevkederlerdi, bizim elimizden almak için!.." Yâni, bir velînin sahib olduğu bir lezzet, bir nimet, bir izzet, bir saadet, bir mutluluk, başka hiç bir şeyle ölçülemez!.. Bir mü'min-i kâmilin küçücük hücresinde, kendi iç aleminin zenginliği içinde sahib olduğu mutluluğu, başka hiç bir şeyde elde etmek mümkün değildir!.. Bu mutluluğu Amerikalı bilmez... Bu mutluluğu milyarderler bilmez. İntihar ederler... Arabasını sürer uçurumdan aşağı, intihar eder. O kadar parası vardır ama, hayat boştur onun için. Çünkü, bizdeki nîmet yoktur elinde... Benim mü'min kardeşim kuru ekmeği tuza banar, yine mutlu yaşar.

20
21 ilâ 40. sayfalar
©2024 Kotku Enstitüsü v2.8.2