181 ilâ 200. sayfalar

Tecrübe... Bunu hocamdan duymuştum da, bir sene hacdan gelirken, ordaki Rasûlüllah SAS mescidinin tozlarından biraz toz aldım getirdim buraya; lâzım olur diyerekten... Bizim bir arkadaşımız vardı, burda bakkallık yapıyordu. Onun bir kardeşi donma hastalığına tutulmuş, terazinin başında donup kalıyormuş. Doktor doktor götürmüşler, bir çare bulamamışlar. Biz hacdan gelince geldiler, anlattılar; "Bir nefes yapıvermezmisin?" dediler.

Geldi adam, koca delikanlı... O tozdan getirdik bir parça... Suyun içine koyduk. Biraz da okuyup verdik, zemzem suyuyla beraber... Oymuş zavallının çaresi... Bir daha hastalık gelmez oldu.

Allah-u Teâlâ'nın lütuflarının hesabı yoktur. Biz bunlara da tenezzül edemeyiz nedense... Varlıklarımız buna da mânî olur. Onun için tevâzuu da yanına koymuş.

7. (Ves sâbiu) Yedincisi: (rifkun dâimün meahû rahimun hâdır) "Hem yumuşak tabiatlı olacaksın, hem de acıyıcı olacaksın!.."

Rıfk nerde varsa, orda selâmet vardır. Sertlikte selâmet yoktur, rıfkta vardır selâmet... Evde de rıfk oldu muydu, o ev rahat eder. Sertlikte hiç bir zaman fayda olmamıştır.

201

Onun için Cenâb-ı Allah, Peygamber Efendimiz SAS'e buyuruyor:

(Velev künte fazzan galizal kalbi len faddû min havlik) "Eğer sen sert bir adam olsaydın, katı kalbli bir adam olsaydın, bunların hepsi etrafından dağılırlardı senin!.." Sertlikle zabtedemezdin bu insanları... Bağırırsın, çağırırsın, kaçar hepsi... Gelmez onlar...

Ancak Peygamber SAS'in o insanları böyle başına toplayışı, onlara olan rıfk ile muamelesinden dolayıdır. Onun için, Hazret-i Enes hizmetkârı idi SAS'in... "On sene hizmet ettim; bana niçin bunu böyle yaptın veyahut yapmadın demedi." diyor. Yumuşaklığın sonucu...

Bunlar laflarla olacak şeyler değildir. Lafla gemi yürümez derler. Geminin, makinanın her şeyini hazırlayacaksın, öyle yürüteceksin. Öyle lafla gemi yürümez!.. Lafla olmaz bu işler... Bunları tatbik sahasını bilmek va üstadlardan bunun eğitimini görmek lâzım!.. Allah hepimize fazlu keremiyle lütfeylesin...

Merhamet de kolay bir şey değildir. Hep biz şimdi merhametsiz insanlar sûretine girmişiz, Allah esigeye... Çünkü insanın merhameti en evvelâ kendisine, sonra çoluğuna çocuğuna olacak. Çoluk çocuk cehenneme girecek duruma düştükten sonra, sen cennete girsen ne kıymeti olur?.. Sen evlâdına acımazsan, onu cehenneme sürükleyici bir şekilde gözünün önünde yürütürsen, buna nasıl merhamet denilecek?.. Nasıl merhamet olur bu?.. İnsanın merhameti evvelâ kendisine olur, sonra da çoluk çocuğuna olacak. Çoluk çocuk İslâm'dan çıkmış bir durumda iken, bu merhamet nerde oluyor acaba bilmem?..

202

8. (Sübbün dâim, mea hayâin) "Dâimâ başını ört, hayâ ile beraber..." Hem kadına hem erkeğe... Kadının başından örtüsü çıkmamalı!.. Erkeğin de başı önünden ayrılmamalı!.. Baş açık geziliyor bugün... Namaza bile bir çok insanlar başı açık gelmekten çekinmiyorlar, câizdir diyorlar. Câizdir demekle iş bitmez ki!.. Edeb başka, cevaz başka... Caizdir, ama edeb?.. Bir büyüğün huzuruna, Cenâb-ı Hakk'ın divanına duruyorsun!.. Kollar buralarda, açık...

--Oluyor, olur canım; hamamda da kılsan olur, ne olacak?.. O da câizdir yâni, hamamda namaz kılınmaz mı?..

--Câizdir ama, edebi nasıldır?.. İnsana yakışır bir durumda, cemiyete yakışır bir durumda giyineceksin, öyle geleceksin camiye ki, Cenâb-ı Hakk'ın huzuruna duruyorsun... Evinde de kılsan, yine öyle kılacaksın. Evinde yalnız başına kılsan, yine öyle açık kolla, âdâba muhalif bir şekilde namaza durmayacaksın. Hattâ komşumuz kapıyı çalsa, açık kolla karşısına bile çıkmağa utanıyoruz. Entariyle çıkmağa, pijama ile çıkmağa utanıyoruz.

Bağdat'ta bir hocaefendiyi ziyaret edelim dediler. Oranın alimiymiş, güzel Türkçe de biliyormuş. Türk çocuklarına da ders okutuyormuş orda... Pekâlâ dedik, gidelim dedik... Kapıyı açtı, girdik içeriye; kayboldu hocaefendi... Epey bir zaman sonra geldi. Araplara mahsus kıyafetini, şalvarını gayet güzel giyinmiş, süslenmiş, öylece geldi. Biz de utandık. Biz bu kadarını da yapamıyoruz ama, öyle pek de lâlettâin, pijama ile, yarım kolla filân çıkmamak lâzım!..

203

Amerikalılar varmış galiba birisinin evinde... Birisi misafir gitmiş, kapıyı çalmış. Onlar kilot dedikleri kısa donlarıyla, bacakları çıplak, kolları çıplak olarak çıkmış karşısına... Kıllı mıllı öyle... Oturuyor. Giden adam utanmış. Onlar gâvur, onlara göre utanmak olmuyor. Onların adetleri belki götürüyor bu işleri... Ama müslümana yakışmaz ki böyle şey...

Müslümana dâima edeb dairesinde, kim olursa olsun gelen insana karşı bir hürmet, bir saygıdır örtülü olarak çıkmak...

9. (İlmün nâfiun meahû hilmün dâim) İlmin bir faydalı kısmı var, bir de faydasız, boş olan ilimler var... Lüzûmu yok... Okursun çalışırsın ama, hiç ömründe bir kere de sana lâzım olmamıştır o ilim... Bundan dolayı Cenâb-ı Peygamber de: "Yâ Rabbi, fayda vermeyen ilimden sana sığınırım!" buyurmuştur.

Onun için diyor ki: "İlm-i nâfi'; fayda versin sana o ilim... Ama bununla beraber bir de hilm-i dâim; dâimâ halimlik sıfatıyla beraber olsun ilmin..."

İlim de büyük bir servettir insanda... Her servetin üstünde en büyük servettir ilim... Nasıl ki paraları çok olan insanlar mağrur oluyorsa, ilimleri çok olan insanlarda da gurur olur. "Ne güzel herkese lafımız geçiyor, sözümüz geçiyor... Takrir yapıyoruz, eserler meydana getiriyoruz." diyebilir. Haa, bu olmasın!.. İlmin olsun ama, hilmin de olsun!..

204

Rıfk da yumuşaklıktır ama hilm'le arasında çok fark vardır. Kudretin var, döğebilirsin, vurabilirsin, her şey yapabilirsin... Fakat onlara karşı bir şey yapmıyorsun, bunların hiç birisini kullanmıyorsun. Kuvvetli adamlarda, kudret sahibi insanlarda şarttır hilim olması... Meselâ stediği zaman koğar, istediği zaman da döğer... İyi ama, elinde ama; işte hilim orda seni, onu döğmekten, onu koğmaktan men eder. Çünkü, insan düşünür ki: "Ben de ne kadar kusur yapıyorum ama, Allah beni koğmuyor kapısından..." diyerekten...

İbrâhim AS'ın hikâyesi geldi aklıma... İbrâhim AS, misafirsiz ekmek yemiyormuş. Beklemiş, bakmış birisi geçiyor. "Gel!" demiş, sofraya çağırmış:

"--Ama, 'Lâ ilâhe illallah' de bakalım!" demiş.

Adam:

"--Ben öyle şey demem!" demiş.

İbrâhim AS:

"--Öyleyse, çık git!" demiş.

Cenâb-ı Hak derhal:

"--Yâ İbrâhim ne yaptın?.. Bu adama ben doksan senedir ekmek veriyorum da koğmadım kapımdan; sana bir gün geldi de, sen hemen koğdun kapından!" demiş.

Koşmuş, yakalamış, getirmiş. O da sonra müslüman olmuş tabiatıyla... Yâni, hilim başka nimet...

205

10. (İmânün dâim, meahû aklün sâbit) Ebûbekr-i Sıddîk Hazretleri bitirdi işi... Bu on şey bir insanda olursa, elbette evliyâ olur, elbette müttakîlerden olur, elbette kâmil bir insan olur.

Ne dedi: (İmânün dâim) İman devam ister. Ramazanda meselâ hep sofuyuz. Ama olmaz ki, iman ramazana mahsus değil ki!.. Oniki ay, bütün günlerde, hayatımız boyunca o imanın bizde bulunması lâzım!..

--E imanımız yok mu Hocaefendi? Var ya!..

Ama o iman nasıl imandır ki, seni namaza sokmuyor?.. İmansız da diyemeyiz ama, nasıl imandır ki, seni namaza sevketmiyor; Allah'a kulluk yaptırttırmıyor?.. O imanı o hale getir ki...

Nasıl ki, bir vücut var insanda ama, işe yaramıyor; o vücut ölü diyemezsin!.. Hayattadır, bak geziyor ama, bir iş yaptırsan yaptıramıyorsun. Şu taşı şurdan alıp şuraya koyamıyor. Bir odunu kesemez, bir suyu getiremez. Harbe gitse işe yaramaz. Vücut var bunda, ama işe yaramıyor. Bunu ne yapmak lâzım?.. Tedâvi edeceksin, hastalığı neyse tedavi edeceksin, hastalıktan kurtaracaksın. işe yarar bir hale getireceksin.

206

İman da var ama, bu iman da işe yaramıyor. Herkes oruç tutarken, o tutmuyor... Namaz kılarken, o kılmıyor... Kulluk yapmak lâzım, insan yapamıyor... Allah kâmil imanlar nasib etsin cümlemize...

Onun için onuncu da dedi ki: "İmânün dâim meahû aklün sâbit" İman da öyle, akıl da öyle... Akılsızlar işte meydanda, görüyoruz. O akılsızlık bazan gelir, bazan geçer; o da iyi değil... Dâimî bir akıl, tâ ölünceye kadar... Bunaklık gelir Allah esirgeye, yaşlandığı vakitte... Son nefese kadar aklımızla, son nefese kadar imanımızla yaşamayı bizlere nasib ü müyesser eyle...

Bugün ders çok uzun oldu galiba... Allah bizi affetsin... Ebûbekr-i Sıddîk Hazretleri'nin bu tenbihatına uymayı da bize nasib ü müyesser etsin... O kâmillerin zümresine de Cenâb-ı Hak bizi nasib eylesin...

Kâmillik kolay bir şey değil, olgunluktur yâni... Her şeyin olgununu seçeriz. Bir bostan alsak, olgununu arıyoruz... Bir meyva alsak, olgununu arıyoruz... Her şeyin olgununu arıyoruz. İnsanın da olgunu lâzım!.. İnsan her şeyin efdali... Her şeyin efdali olduğu için, en iyi mahlûk olması lâzım!..

207

Allah kusurlarımızı affetsin de bu en iyi mahlûklarının, sevdiği mahlûklarının arasına biz günahkârları da fazl u keremiyle dahil eylesin...

Bugün belki kadir, belki bu akşam kadir, bunların hepsi kadir günleri... Allah bu kadir hürmetine cümlemizi affü mağfiretine mazhar eylesin... İmân-ı kâmil, imân-ı dâim nasîb ü müyesser eylesin... Son nefeste de yine imanla göçmek, rızâsına muvafık olaraktan cennet ve cemâliyle cümlemize de ikram eylesin...

El-fâtiha!..

26 Ramazan 1394 / 12 Ekim 1974

208

14. DERS

Elhamdü lillâhi rabbil alemîn... Ves salâtü ves selâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn...

Mefhari mevcûdât muhammed mustafâ râ salevât!..

..........

Seyyidüs sâdât muhammed mustafâ râ salevât!..

..........

Habîbi hüdâ muhammed mustafâ râ salevât!..

..........

Bunları hep okuyup geçiyoruz ama, üzerinde durulması lâzım gelecek gibi... Tekrarlamak daha iyi olur gibi...

Hazret-i Osman RA'in sözü:

"Beş vakit namazı muhafaza ve ona devam edenlere, Allah-u Teâlâ dokuz keramet ihsan eder:

1. Onları sever.

2. Bedenleri sıhhatli olur.

3. Melekler onların muhafazasına memur olur.

4. Bereket evlerine nâzil olur.

5. Yüzlerinde salihler siması görülür.

6. Kalbleri yumuşak olur.

209

7. Sırattan şimşek gibi geçerler.

8. Cehennemden de Cenâb-ı Hak onları korur.

9. Cennette de peygamberlerin civarında olurlar."

Allah nasib etsin inşaallah...

Hazret-i Ali Efendimiz de:

"Ağlama üç çeşittir:

1. Allah'ın azabından korkarak ağlar.

2. Allah'ın gadabından korkarak ağlar.

3. Allah'tan ayrı kalmaktan korkarak ağlar." demiş.

Dün bir efendi geldi. Nerde vaazda dinlediyse, "Yüce Allah bizi kendi ruhundan yarattı. Binaen aleyh biz yine ona döneceğiz. Bu dünyada ona lâyık olup olmamak meselesi var... Lâyık olmayanlar, ona dönemeyecekler. Cehennem budur." demiş. Onun aklı ermemiş, bana sordu. Ben dedim: "Cehennemi Allah yaratmış, mahluktur, cezâ evidir. Kendinden ayrılır, ayrılmaz; o ayrı mesele... O cezâ evine herkes atılacak." dedim.

Ağlayış üç çeşit deyince aklıma geldi de... Allah-u Teâlâ'dan ayrı kalmaktan korkarak ağlamak... Allah'ın rahmetinden, fazlından, kereminden kesilme korkusu...

"Cehennemden korkarak ağlamak, günahların kefaretidir. Allah'ın gadabından korkarak ağlayanların ayıpları temizlenir. Ayrılık korkusuyla ağlayanlar da velâyet derecesine erişir." demiş.

210

"Cehennemden korkarak ağlamanın semeresi, azabdan kurtulmaktır. Allah'ın gadabından korkarak ağlayanların semeresi cennette derecelerdir. Allah'tan ayrılmak korkusundan ayrılanların semeresi de onu görmek, meleklerin ziyaretine nail olmaktır."

Misvak hakkında söylendi, "Misvak kullanmanın on fazileti var:" diyerekten...

1. Ağzı temizler.

2. Hak râzı olur.

3. Şeytan uzak kalır.

4. Rahman sever, hafazalar sever

5. Diş etleri sıkışır.

6. Balgamı keser.

7. Ağzın kokusunu giderir.

8. İçerdeki safrayı giderir.

9. Gözleri cilâlandırır.

10. Komayı da giderir; ya ölür, ya kalır." demiş.

211

Efendimiz SAS yine buyurmuş ki:

"Misvak ile kılınan iki rekat namaz, misvaksiz kılınan yetmiş rekat namazdan efdaldir." demiş.

Bazan kusurlarımız oluyor, yapmadığımız zamanlar oluyor. Aceleye mi geliyor, nasıl oluyor. Buna dikkat etmemiz lâzım!..

Ebûbekr-i Sıddîk Hazretleri diyor ki:

"Her kime Allah-u Teâlâ şu on hasleti verirse, dünya ve ahiret felâketlerinden necat bulmuştur." --Bunu dün okuduk ama, çok hoşuma gitti benim... Allah-u Teâlâ nasib etsin hepimize...-- "Mukarrabîn denilen büyük evliyâların, müttakîlerin derecesine nâil olur, bu on şey kime verilmişse:

1. Sıdk-ı dâim, dâimâ doğru söylemek ve kanaatçi bir kalb...

2. Sabırla berâber şükür...

3. Fakr ile beraber zühd... Bu fakir bizim bildiğimiz memleketin fakirleri değil, parasız fakirler değil... Asıl fakirin adı s™fîler... S™fîlere fakir derlermiş. Çünkü, onlar dünyadan ilgisini kesmiş, Allah'a kendilerini vermişler, işleri ibadet ve tâattir. Cüneyd ve emsâli kimseler... Cüneyd zengin adammış, fakat onlara fakir diyorlar. Çünkü, altıyüz rek'at namaz kılmadan dükkânı açmayan ne olacak artık yâ?.. Ne kadarcık dükkânda duruyor; demek ki, gece gündüz ibadet ediyor. Bütün o s™fîlerin adı fukaradır.

212

Cenâb-ı Peygamber SAS'e geldiler bunlar dediler ki:

"--Zenginler bu kadar para veriyor, zekât veriyor, sadaka veriyor, hayır hasenât yapıyor. Biz ise bunları yapamıyoruz." dediler.

İbadet tâatle uğraştıklarından dolayı bundan mahrumlar.

"--Sizin tesbihleriniz, yaptıklarınız onlardan âlâdır." dedi, onları öyle teselli etti.

Dâimî fakirlikle berâber zühd, sofuluk; bu herkesin yapacağı şey değil!.. Bugün sofu yok... Meselâ, dervişlik tabir ediyoruz bugün, sofuluğun yerini dervişlik denilen isim tutuyor ama, derviş denen kimse yok yâni!.. Hep addan ibaret... Bu fakr-i dâim ve zühd-ü hâzır; kim yapacak bunu?.. Herkesin gözü rahatlıkta...

4. Fikr-i dâim ve açlık... Düşüneceksin ama açlıkla beraber düşüneceksin.

Çünkü, hakîkaten açlıkta çok fevâid var... Şimdi bizim dizlerimiz ağrıyor, dünyanın hapını yutuyorduk. Şurda beş-on gün içinde hepsi eridi gitti. Bu açlık çok büyük nimet, fakat biz onun kıymetini bilmiyoruz. Ama aç olup da böyle, hastaların açlığı gibi değil ya...

Tokluk insana atâlet veriyor, işletmiyor, uyku getiriyor... Bir çok zararı var...

213

5. Dâimâ hüzünle beraber korku... Hüzünle korku beraber olacak, hüzünlü bir korku... Tefekkürle beraber açlık, hüzünle beraber korku...

6. Çalışmakla beraber bedenün mütevâdı'... Hem çalışma gayretin olacak, hem tevazuun olacak!

7. Rıfk-ı dâim ve rahmün hâdır... Dâimî bir yumuşaklıkla beraber, dâimâ acıyıcı olmak... Hem acıyıcı, merhamet sahibi olmak, hem de yumuşaklık...

8. Daimâ örtülü ve hayalı olmak...

9. Nâfî bir ilim ve hilim beraber olmak... Hem ilmi, hem de hilmi olması lâzım!..

Bugün rıfk ile hilmi anlatmak istedim ama, yapamadım galiba... Rıfk yumuşaklık olmakla beraber bu tabii bir şeydir. Yumuşak tabiatlıdır, tatlı tatlı söyler, tatlı tatlı dinler. Her şeyi tatlıdır. O iyi... Hilim de; kuvvet sahibi insanların, kuvvet ve kudret sahibi idareci insanların cezâ verebilirlerken vermeyip affetmeleri...

Hazret-i Osman RA'ın hilim tabiatı var idi. Evini muhasara ettiler, öldürecekler... Ehl-i Medine geliyor, "Emret de bunları dağıtalım, eşkıyaları dağıtalım!" diyorlar. "Benim için bir kişinin canının yandığını istemem!" dedi. "Ben kurtulacağım, siz burda döğüşeceksiniz de burnunuz kanayacak, yazık olacaksınız; bunu istemem ben!" dedi. Kuvveti varken, yaptırttırmıyor bunu... Şimdi biz dünyayı altüst ediyoruz, menfaatimize bir zarar gelecek olursa...

214

Abdülhamid Efendi'ye de öyle derler. Ona da işte telgraflar gelmiş etraftan ki, "Emret, gelen isyancıları biz kovalayalım!" demişler. O da, mübarek, "Takdirat-i ilâhî ne ise o olsun, benim için kimse ölmesin!" diye müsaade etmemiş. O telgraflardan bir kısmını da okumuştum ben...

10. İmân-ı dâim ile akl-ı sâbit... Akıllı bir iman, aklıyla beraber iman, kâmil bir iman demek... Dâimî bir sûrette, gelip geçici bir iman değil...

Bak bugün bizim cemaat azalıverdi. Akşam kadir gecesi geçti, bizim cemaat azaldı. Bayramdan sonra ne olur bakalım?..

(Cemaattan birisi:)

--Bu nasihatları unutuveriyoruz, aklımızda kalmıyor...

--Hepimiz öyle... Kolay iş değil... Gençlik lâzım; ikincisi, dâimâ tekrar lâzım!.. Hafızlıklar meselâ, çok tekrarladıkları için kuvvet buluyor. Çok tekrarlanmayan şeyler unutuluyor. Sonra yaşlılıkta öğrenilen, suya yazılan yazı gibi derler. Suyun üzerinde yazı ne kadar durur?.. Gelir, geçer. Gençlikte öğrenilen de, mermere yazılan yazı gibi oluyor.

Bugün Ömer RA'ın sözlerini dinleyeceğiz:

215

On şey, diğer bir onsuz olmaz:

1. (Lâ yaslühul aklü bigayri vera') Vera' denilen şey olmadıkça akıl para etmez. Aklı çok ama veraı yok, korkusu yok Allah'tan, şüphelilerden kaçınamıyor; o akıl para etmez.

2. (Ve lel fadlü bigayri ilmin) İlimsiz de fazîlet para etmez.

3. (Ve lel fevzü bigayri haşyeh) Allah'tan korkmadan necat olmaz.

4. (Ve les sultân, bigayri adlin) Adaletsiz de sultan olmaz. Sultan olacak sa, adalet de olacak onda...

5. (Ve lel haseb, bigayri edeb) Ben filân adamın oğluyum der; iyi ama, edebi yok... Kaç para eder senin filân adamın oğlu oluşun?..

6. (Ve les sürûr, bigayri emnin) Emniyetsiz olan sürûra da itibar etmiyor.

7. (Ve lel gınâ bigayri cûdin) Cömertlik olmayan zenginliğin de kıymeti yoktur. Zenginlik ancak cömertlikle birlikte olacak.

8. (Ve lel fakru bigayri kanâatin) Kanaatsiz fakirliğin de kıymeti yoktur. Fakirsen, kanaat edeceksin olana...

9. (Ve ler rif'atü bigayri tevâdu') Tevâzusuz yükselmenin de kıymeti yoktur.

10. (Velel cihâd, bigayri tevfîkın) Cihad da tevfik-ı ilâhiye iledir. Kuvvetin çok olur, her şeyin mükemmel olur; fakat, mağlub olursun...

216

Onun için, geçen bir yerde okudum da, çok hoşuma gitti: Cenâb-ı Hakk'ın eli o döğüşenlerin üzerinde imiş. Hangi tarafa meylederse, o taraf galebe çalarmış.

Tevfik-ı ilâhi, yâni hidâyet-i ilâhi ordunla olursa, her şey mükemmel olur. Bizim az bir kuvvetimiz yoktu ama, Allah muhafaza etsin...

Osman RA da diyor ki:

(Adyâul eşyâi aşeretün) On şey zâyiattandır:

1. (Alimün lâ yüselü anhü) Kendisinden soru sorulmayan alimin ilmi zayiattandır.

2. (Ve ilmün lâ ya'melü bihî) Amel edilmeyen ilim de zayiattandır.

3. (Ve re'yün savâbün lâ yukbel) Adam doğru söylüyor, doğru yol gösteriyor ama, kimse kabul etmiyor onu... O da zâyiattandır.

4. (Ve silâhun lâ yüsta'mel) Silâhın var ama kullanmıyorsun, kullanamıyorsun; o da zayiattandır.

5. (Ve mescidün lâ yüsallâ fîh) Mescid var, içinde namaz kılan yok; o da zâyiattandır.

6. (Ve mushafun lâ yukra') Evde mushaf duruyor ama, okuyan yok; o da zayiattandır.

7. (Ve mâlün lâ yünfaku minhu) Mal var ama infak yok; o da zayiattandır.

8. (Ve haylün lâ yürkeb) At var ama binen yok; o da zâiattandır.

217

9. (Ve ilmüz zühdi fî batni men yürîdüd dünyâ) Bir de zühd ilmine vakıf ama, maksadı karnını doyurmak, onunla dünyayı murad ediyor; onun da kıymeti yok...

10. (Ve umrun tavîl, lâ yetezevvedü fîhi liseferihî) Bir de çok uzun ömrü var ama, ahirete bir hazırlık yapmamış; o da zâyiattandır.

Çok güzel sözler bunlar!..

Ali RA da şöyle demiş:

1. (El'ilmü hayrü mirâsin) İlim mirasların en hayırlısıdır.

2. Edeb de en hayırlı san'attır.

3. Takvâ da en hayırlı azıktır.

4. İbadet de en hayırlı metâ'dır.

5. Amel-i sâlih de en hayırlı öncüdür.

6. Ahlâk-ı hasene de en iyi arkadaştır.

7. İlim en hayırlı bir vezirdir.

8. Kanâat de en hayırlı bir zenginliktir.

218

9. Tevfik -i ilâhi en hayırlı bir yardımcıdır.

10. Ölüm de en hayırlı bir terbiye edicidir. Ondan ders alamadın mı, hiç bir şeyden ders alamazsın.

Efendimiz: "Size iki tane nâsıh bıraktım: Birisi canlı, birisi cansız... Canlı olan Kur'an... Cansız olan da ölüler. Onlardan ders alamayan, başka bir şeyden ders alamaz!" buyurmuş.

Okur insan kitapları... Bakar mezarlıklara, onları görür, tefekkür eder: "Onlar da bizim gibi büyük büyük insanlardı. Bak, bugün burda sesiz yatıyorlar! Bir gün de sıra bize gelecek..." diyerekten biraz düşünürse insan, ibret alır.

Peygamber Efendimiz SAS buyurmuşlar ki:

(Aşeretün min hâzihil ümmeh, hüm küffârün billâhil azîm) "Bu ümmetten on kişi, on sınıf Allah'a kâfirdirler. (ve yezunnûne ennehümül mü'minûn) Onlar da kendilerini mü'min zannederler. Kendilerini mü'min zannettikleri halde Allah'a küfredicilerdendirler:

1. (Elkàtilü bigayri hakkın) Haksız yere adam öldüren...

2. (Ves sâhir) Sihirle meşgul olan...

3. (Ved deyyûsüllezî lâ yüğaru alâ ehlihî) Deyyus olan, ailesini korumayan insan..."

219

Ne yapacağız şimdi biz bilmem?.. Şimdi ailesini kimse korumuyor. Allah Allah...

4. (Ve mâniüz zekâh) "Zekâtı men eden...

5. (Ve şâribül hamr) İçki içen..." Bugün içmeyen pek nâdirdir. Hattâ Allah esirgeye duymuştum da, ölürken de adamın ağzına şarap veriyorlarmış. Ölümü anlamasın, sarhoşken gitsin diyerekten...

6. (Ve men vecebe aleyhil hac, felem yehüc) "Hac vacib olduğu halde, hacca gitmeyen insan

7. (Ves sâî fil fiten) Fitnelere gayret edenler, fitne çıkarmaya çalışanlar...

8. (Ve bâius silâi min ehlil harb) Kâfirlere silâh satanlar...

9. (Ve nâkihul mer'eti fî dübürihâ) Kadınları hakları olmayan yerden kullananlar...

10. (Ve nâkihu zâtü rahimi) Mahremlerini nikâh edenler..." Allah esirgeye...

(İn alime hâzihil ef'âl, halâlen fekad kefer) "Bu fiilleri helâl sayan kimse muhakkak kâfir olmuştur."

Mahremlerini nikâh edenler derken, geçen bir mesele geldi: Bulgaristan'dan gelmiş delikanlı... Kadın da gelmiş buraya... Bunlar bir anneden süt emmişler vaktiyle... Fakat süt kardeşi olduklarını da bilmiyorlar. Evlenmişler burda... Şimdi Bulgaristan'dan diğer tabaka gelmiş. "Aaa, siz nasıl evlendiniz?.. Siz filân kadından beraber emmediniz mi?.. Kardeş değil misiniz siz?.." O da bilmiyor, o da bilmiyor. "Ne yapacağız?" diye sordular. Müftülüğe yolladım. Ne yaparlarsa yapsınlar gayri... Bir kaç tane de çocuk olmuş ortada... Allah esirgeye...

220
221 ilâ 240. sayfalar