• /
  • Kütüphane
  • /
  • Tebliğ ve İrşad Çalışmaları
  • /
  • 381 ilâ 400. sayfalar
361 ilâ 380. sayfalar

Kâfirlikten çıkmadı Ebû Tâlib... Söyleseydi, imana gelseydi, olacaktı; ama kâfirlikten çıkmadı. Kâfire hidâyet vermiyor. İk şartı, kâfirliği bırakması... Kâfir olmayacak insan...

Onun için ne Anna Maria Şmell ma'rifetullaha erebilir, ne bir başka filozof erebilir, ne bir başka orientalist alim erebilir, ne falanca papaz, filânca haham... Şu kadar bilgisi varmış, Arapça biliyormuş, İslâm ülkelerinde kalmış, İslâm'ı incelemiş, İslâm üzerine kitap yazmış... Ne o, ne ötekisi, hiç birisi hidâyete eremez, cennete giremez!..

--Neden?..

--Kâfirliği bırakmadı.

Hattâ, İslâm'ın hak yol olduğunu bilmesi yetmiyor. Bakın bu da çok önemli, bunun da altını çiziyorum: Bir insanın İslâm'ın hak yol olduğunu bilmesi yetmiyor. Bayrak açacak: "Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne muhammeden abdühû ve rasûlühü" diyecek. "Ben şehadet ediyorum ki, Allah birdir, şerîki, nazîri yoktur; Muhammed Mustafâ onun elçisidir. Ben müslümanım!" diyecek. Bilmek yetmiyor. Bilmenin yetmediğine Kur'an-ı Kerim şahit:

(Ya'rifûnehû kemâ ya'rifûne ebnâehüm) "Evlâtlarını bilir gibi, Peygamber Efendimiz'in hak peygamber olduğunu biliyorlardı." Hem müşrikler biliyordu, hem o zamanın yahudileri biliyordu, hem hristiyanlar biliyordu. Bilmek yetmiyor. Bilecek, bayrak açacak, müslüman olduğunu ilân edecek. Etmeyince, kapı kapalı kalıyor. Hidâyet vermiyor Allah, cennete sokmuyor. Çok mühim muhterem kardeşlerim!..

381

Bayrak açacak, söyleyecek. Nasıl Roger Garaudy bayrak açtı, nasıl Cat Stevens bayrak açtı, nasıl falanca, filânca bayrak açtı... Geçenlerde Amerika'nın bir senatörü müslüman oldu. Açıkça, "Müslüman oldum!" dedi, ilân etti.

Anna Maria Şmell, "Ben müslüman oldum!" demiyor, bayrağı açmıyor; hiç kıymeti yok... Müslümanlığın hak din olduğunu bilmek yetmez, bayrak açacak!.. Bu bir, Allah'ın istediği bu...

--Neden?..

--Başkaları istifade edecek ondan...

Biz bak göğsümüzü gere gere, "O da müslüman oldu, bu da müslüman oldu." diyoruz, faydası oluyor. Boksör Muhammed Ali, "Müslüman oldum!" diyor, "Allahu ekber" diyor; hacca gitti vs. Tamam, öyle diyecek, bu şart...

Sonra:

2. (Vallàhu lâ yehdi kavmel fâsıkîn) "Allah fasıklara da hidâyet vermez!" Fâsıklık ne demek, fâsık ne yapar?.. Fâsık, Allah'ın emrinden dışarıya çıkan, sapan insana derler.

(Kâne minel cinni fe fasaka an emri rabbihî) "Cinlerden idi, Allah'ın emrinden saptı, aykırı gitti." İblis'i böyle anlatıyor.

Allah'ın emrini tutmayıp, Allah'ın emrine uymayıp, aykırı gidene fâsık derler. Fâsıklara da hidâyet etmez Allah...

382

--Nasıl olacak?..

Fıskı bırakacak, doğru gidecek... "Bıraktım kumarı, bıraktım içkiyi, bıraktım zinayı, bıraktım günahı... Tevbe yâ Rabbi, doğru yola geldim" diyecek. O önemli... Günahta ısrar halinde iken, Allah hidâyet vermez. İçkiye devam, faize devam, kumara devam... Allah'tan o zaman hidayet gelmez, ne olursa olsun gelmez. Müslüman olmuş, kâfirlikten kurtulmuş ama, fıskı bırakmamış... Fıskı bırakacak, günahı bırakacak ki, Allah hidâyet versin!.. Onun için olmuyor.

Başka:

(Vallàhu lâ yehdi kavmez zàlimîn.) "Allah zulmü yapan, zulme devam eden, zulmün içinde olan insana da hidâyet vermez!" Zulmü de bırakacak insan... Zulüm ne demek?.. Hakkı yapmamak, haksızlık yapmak demek... Haksızlık yapan, hakkı çiğneyen, hakkı yapmayan insana zâlim derler. İsterse, kendi nefsinin bile hakkını vermiyorsa; o zaman kendisine zâlim derler.

"--Benim hiç kimseye zararım yok, kendi halindeyim." diyebilir bir insan...

O zaman sen kendine zulmediyorsun!..

(Feminhüm zâlimin linefsihî) İnsan kendi nefsine de zàlim olabilir. Neden?.. Kendisini cehennemden kurtaramıyorsa, kendisini cehenneme atacak günahlardan kendisini sıyıramıyorsa, kendisine zâlimdir. Kendi nefsine zulmediyor. Hani derler ya, "O adamın kendisine yaptığını, cümle cihan halkı başına üşüşse yapamaz. O kendi kendisine zarar verdi." derler ya, onun gibi...

383

Demek ki insanın doğru yolu bulması için, bu ayetlerden üç tane hakîkat çıkıyor:

1. Mü'min olacak. Mü'min olmazsa, olmaz. Alim olsa, papaz olsa, çok yüksek olsa, üniversite hocası olsa, ordinaryüs profesör olsa, olmaz. Mü'min olacak; bir...

2. Fıskı bırakacak, fâsık olmayacak, Allah'ın emrince yürüyecek.

3. Zulmü bırakacak, haksızlık yapmayacak; adaletli, ölçülü, dengeli olacak. Allah o zaman hidayet ediyor.

Nefsini terbiye etmesi lâzım!.. Nefsi terbiye olmadı mı, nefsinin freni olmadı mı, nefsini tumadı mı, nefsine hàkim olmadı mı; o zaman günahlardan ayrılamaz. Günahlardan ayrılamayınca, hidâyeti bulamaz. Hidâyeti bulamayınca, cennete giremez. Nefsi ıslah olacak; bir...

Kendisini zorlayacak; ibadetleri taatleri, hayrat ü hasenâtı yapacak! Bunları yapamazsa, fâsık olur, emirden dışarı çıkmış olur. Yine hidâyet etmez; iki...

Yine haramlardan, günahlardan titizlikle sakınacak, takvâ ehli olacak. Takvâ ehli olmazsa, fâsıklıktan çıkmadığı için, olmuyor.

Ondan sonra, güzel ahlâklı olacak.

Şimdi bütün bunların hepsi tasavvufî çalışma ile, tasavvufî metodla temin ediliyor. Bunlar dediğimiz şeyler hangileri?.. Nefsi ıslah, tasavvufla oluyor. Nefsi ıslahın ilmi tasavvuf ilmidir. Nefsi ıslahın yollarını uygulayan yol, tasavvuf yoludur. Onun için, tasavvuf çok önemli!..

384

İnsanın ibadete, tâate yönelmesi ve yaptığı ibadetin kabul olacak ibadet taat tarzında yapılabilmesi, yine tasavvufla olur. İnsanın ibadet etmesi, hayır hasenât yapması, ille o ibadetin kabul olacağı mânâsına gelmez. Şöyle şöyleyeyim:

--Bir insan namaz kıldı; namazı ille kabul olacak mı?..

Hayır!.. Belki kabul olmaz. Namazın kabul olmama ihtimali var, orucun kabul olmam ihtimali var, haccın kabul olmama ihtimali var... Kur'an'ın kabul olmama ihtimali var... Sadakanın, zekâtın kabul olmama ihtimali var... Ayetler var, hadis-i şerifler var bu konuda... Her ibadeti yapmak kabul olmasını sağlayamıyor, şartları var... İşte bu şartları öğreten ilimdir tasavvuf... Buna fıkh-ı bâtın diyoruz.

Fıkh-ı zâhir var, fıkh-ı bâtın var; tasavvuf fıkh-ı bâtındır. Yâni, bir insan abdest alır, gelir seninle beraber namazı kılar; zâhirî fıkhın şartlarını yerine getirir ama, namazı yine kabul olmaz. Neden?.. Fıkh-ı bâtın var, bir de bâtınî şartlar var...

Bir adam seninle beraber sahura kalkar, niyetlenir oruca, oruç tutar akşama kadar; ama orucu kabul olmaz. Neden?.. Orucun kabul olmasının bâtınî şartları var...

385

Bir adam hacca gider, umreye gider, seninle beraber uçağa biner... Gider gelir, senin yaptığın her şeyi yapar; ama haccı, umresi kabul olmaz. Neden?.. Haccın, umrenin kabul olmasının bâtınî şartları var; o şartlara riayet etmediği için...

Bir adam Kur'an okur, ama sevap kazanmaz... Zikir yapar, ama sevap kazanmaz... Neden?.. Bâtınî şartları var... Batînî şart dediğimiz nedir?.. İnsanın içindeki birtakım şartlar...

--Hocam, meraktan çatlayacağız; nedir bu bâtınî şartlar?..

Meselâ, ihlâs batınî bir şart... Herkes gün gibi biliyor ki kitaplardan, Kur'an-ı Kerim'den, tefsirlerden, hadislerden; amel ihlâssız olursa, Allah o ameli kabul etmiyor. İhlâssız bir namaz; kabul etmez Allah... İhlâssız bir oruç; kabul etmez Allah... İhlâssız bir hac; kabul etmez Allah... İhlâssız bir Kur'an; kabul etmez Allah...

(Lâ tübtılû sadakàtiküm bil menni vel ezâ) "Sadakalarınızı, zekâtlarınızı başa kakıp, verdiğiniz adamı ezâlandırıp, üzüp, bâtıl hale getirmeyin, iptal etmeyin, yok hale getirmeyin!" diyor. Demek ki, zekâtı veriyorsun adama, yine de kabul olmayabiliyor.

386

--Neden?..

Başa kaktın, Allah kabul etmedi. Demek ki adamı üzdün, Allah kabul etmedi. Hazret-i Adem AS'ın iki oğlunun, Hàbil ele Kàbil'in birer kurban kesmesi var, Kur'an-ı Kerim'de anlatılıyor:

(İz karraba kurbânen) "Her birisi bir kurban kesti." Hàbil de bir kurban kesti, Kàbil de bir kurban kesti. Zâhiren, dış görünüş bakımından ikisi de kurbanı kesti. (fetükubbile min ehadihimâ ve lem yütekabbel minel âhar) "Birisinden kurbanı kabul olundu, ötekisinden kabul olunmadı." Allah birisinin kurbanını kabul etti, ötekisininkini kabul etmedi.

--Sebep neymiş?..

Kur'an-ı Kerim'de Allah buyuruyor ki:

(İnnemâ yetekabbelullàhu minel müttakîn) "Allah sadece müttakîlerin ibadetini kabul eder. Müttakî olmazsa, kabul etmez. Haydiii... İkisi de kurban kesti; Kàbil'inki kabul olmadı, Hàbilinki kabul oldu. Neden?.. Hàbil takvâ ile kurban kesti, takvâlı, müttakî kul olarak; Kàbil takvâsız kurban kesti, takvâsız olduğundan kabul olmadı.

İşte bunlar tasavvufla öğrenilir. Tasavvufta sağlanır. Yâni, "Nasıl ihlâslı olacağım, nasıl takvâlı olacağım? Batınî şartlarına nasıl riayet edeceğim de, yaptığım ibadetlerim nasıl boşa gitmeyecek, bâtıl olmayacak, makbul ibadet olacak?.." Bu tasavvufla olur.

387

Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: "İnsanların ekseriyetle cennete girme sebepleri, takvâ ve güzel huydur." Kimleri cennete sokacak Allah?.. Müttakîleri cennete sokacak, takvâ ehli kulları cennete sokacak.

Takvâyı anladık, demin söyledik kısaca... Güzel huylar, güzel ahlâk; onu da hepimiz biliyoruz. O da tasavvufla sağlanır. Yâni, bir insan güzel huylu olacak. "Gel bakalım Ali, gel bakalım Veli, gel bakalım falanca, gel bakalım filânca..." Adamın kötü huyları var. Bu kötü huyların bıraktırılması, iyi huyların öğretilmesi, yaptırtılması ve benimsetilmesi lâzım bir insana...

Bu güzel eğitim, ahlâk eğitimi; bu da tasavvufladır. Güzel ahlâkı nerden öğrenecek bir insan?.. Tasavvuftan öğrenecek!

--Canım ben annemden, babamdan öğrenirim.

--Annen baban tasavvuftan güzel ahlâkı öğrenmişse, olur; öğrenmemişse, sana güzel şeyi öğretemez!

El alem çocuğunu alıyor, kendi eliyle bale okuluna veriyor da, donu görüne görüne bale yaptırtıyor. O da baba, o da anne... Demek ki, anne baba ahlâkı öğretmiyormuş. Sen annenden babandan öğrendiysen, annenden babandan öğrenmedin, anneni babanı yetiştiren zihniyetten öğrendin. Yoksa, modern bir aile çocuğunu hiç de senin kendi çocuğunu yetiştirdiğin gibi yetiştirmiyor, başka türlü yetiştiriyor.

388

O bakımdan, güzel ahlâk da tasavvufla elde edilir. İşte bütün bunlardan dolayı, tasavvuf ilmi dinimizin özüdür, temelidir, hepimiz için son derece lüzumludur. Bu bir zevk ve keyf meselesi değildir. "İstersek yaparız, istemezsek yapmayız!" diye, keyfimize bırakılmış bir şey de değildir. Cennete ulaşmak için takvâ yolundan, tasavvuf yolundan yürümek zorundayız. O bakımdan mutasavvıfız.

Ben üniversite hocasıyım, bilim adamıyım. Sizin okuduğunuz gibi fizik okudum, kimya okudum, iki tane yabancı dil okudum, iki tane şark dili okudum... Sizin okuduğunuz kitapları okudum... Sizin okuduğunuz romanları bize de okuttular... Edebiyat, tarih derslerini sizin gibi biz de gördük... Hepsin gördük.

Dünyayı biliyoruz, keyfi, zevki de biliyoruz. Futbolu, basketbolu da biliyoruz, yüzmeyi, gezmeyi de biliyoruz. Emirgân'ı da biliyoruz, Çamlıca'yı da biliyoruz. İçki içenlerin barlarını, pavyonlarını da biliyoruz. Kumarhanelerin yerini de biliyoruz. Sinemayı, tiyatroyu da biliyoruz... Ama bütün bunlardan geçmişiz, bir noktada durmuşuz, bir çizgiye gelmişiz. Ne?.. Tasavvuf...

389

Yâni biz bilmeden, geleneksel olarak, cahilce, etraftan habersiz olarak bu yolda değiliz ki!.. Deneyimli olarak, bütün yolları bilen bir insan olarak, hiç dönüp de bakasım gelmiyor. Lisede, üniversitede, İstanbul'da, Ankara'da gördüğüm insanlar... Ben bugün isteseydim, 40-50 tane kardeşimle meclisteydim. İstesem bakandım ben bugün... Ama, ben onu yol olarak görmüyorum. Bakan olan cennete gidecek diye bir şey olsa, bakanlığı isterim; niye istemeyeyim o zaman?.. Milletvekili olan cennete girer diye bir şey bilsem, isterim.

--Milletvekilliği önemsiz mi, politika önemsiz mi?..

--Hayır, önemli!.. Ama şunu anlatmak istiyorum: Bunları istemiyorum da, tasavvuf yolundayım.

--Niye?..

--Boşuna değil; ilim adamı olarak, her şeyi okumuş bir insan olarak, gazete çıkartan, dergi çıkartan, radyo yayını yapan bir insan olarak söylüyorum. Bunu niçin söylüyorum?.. Bizim bu yola girişimiz, geleneksel bir yolculuğun, akışın devamı değildir; şuurlu bir tercihtir! Ölçmüşüz, biçmişiz, denemişiz, irdelemişiz, puanlamışız; doğru olan yolu görmüşüz.

390

Şu anlattığım sebeplerden dolayı, müslümanız. Yoksa, çoktan İslâm'dan kopar giderdik. İslâm eğer hak yol olmasaydı, bu tahsili gören insanların hepsi İslâm'dan kopar giderdi. İslâm hak yol olduğu için İslâm'dayız, tasavvuf cennete götüren yol olduğu için tasavvuftayız.

Onun için, yolumuzun önemini bilin diye bu konuşmayı burda böyle yapıyoruz ve burda noktalıyoruz. Bizim yaptığımız şeyler, folklorik bir şeyin devamı değildir. İslâm'ın özüdür, aslıdır, esasıdır. Bu böyle olacak ve bunu böyle yapmayanlar da bu çizgiye gelmek zorunda...

--Efendim, filânca parti çalışacak, çabalayacak, iktidara gelecek; İslâmî devleti kuracak...

İslâmî devleti kursa bile, tasavvufî eğitimi görmek zorunda... Devleti kurmak, insanı cennete götürmez. Hulefâ-i Râşidîn'den sonra Emevî devleti kuruldu; "Emevîlerin hepsi cennete gidecek." diyebilir misiniz?.. Diyemezsiniz. İslâm devletini kurdular; "Abbâsîlerin hepsi cennete gidecek." diyebilir misiniz?.. Diyemezsiniz. Çünkü, politika cennete götürecek diye bir şey yok... Ama takvâ cennete götürür, güzel ahlâk cennete götürür, nefsin terbiyesi cennete götürür... İhlâs cennete götürür, ma'rifetullah cennete götürür... Kesin bunlar, çok kesin!..

391

Onun için insan ne yaparsa yapsın, hangi çalışmayı yaparsa yapsın, --biz onları da destekliyoruz; bunların hepsi çalışmaların birer parçasıdır, destekliyoruz-- tasavvufî yoldan yürümek zorundadır. Şu söylediğim konularda, yapması gerekenleri yapmak zorundadır. Yaparsa cennete girer, yapamazsa cehenneme düşer.

Cennete girmek en önemli nokta olduğundan, esas olduğundan, Allah'ın rızâsını kazanmanın sonucu olduğundan; cehenneme düşmek de Allah'ın gazabına uğramak demek olduğundan, Allah'ın rızâsını, sevgisini kazanma yoluna mutlaka girmesi lâzım; Allah'ın gazabına uğrayacak yola ayağını kaydırmaması lâzım bir insanın... Onun için müslümanız, elhamdü lillâh... Onun için tasavvuf yolundayız, elhamdü lillâh... Onun için yaptığımız bu çalışmalar, en güzel çalışmalardır.

Allah hepinizden râzı olsun...

2. 12. 1995 - Essen / ALMANYA

392

TÜM DÜNYAYA AÇILMALIYIZ!

En başta gelen vazifemiz Allah-u Teâlâ'ya güzel kulluk etmek, onun rızasını kazanmağa çalışmaktır. Bunu da onun rasûlü ve habîb-i edîbi Muhammed-i Mustafâ'sına --sallallàhu aleyhi ve âlihî ve sellem-- tâbî olarak, onun sünnet-i seniyyesi yoluyla sağlamak şarttır. Çünkü sünnete aykırı bid'at yolu, Allah'ın sevmediği ve kabul etmediği yoldur.

Çok mühim vazifelerimizden bir diğeri de, insanlara faydalı olmaktır. Çünkü insanların mânevî yönden en hayırlısı, insanlara en çok fayda sağlayanıdır.

Bosna-Hersek ve Çeçenistan olaylarında açıkça görüldüğü üzere, dünyanın çeşitli yerlerindeki mazlum ve mağdur insanların ümidi biziz. Bizden imkânlarımızın üstünde yardım bekliyor ve meded umuyorlar. Bizi Osmanlı Devlet-i Aliyyesi gibi telâkkî ediyorlar. Bu yanlış da değildir; çünkü dünya üzerinde bizim kadar gelişmiş, nüfusu kalabalık, istiklâlini sağlamış başka bir İslâm ülkesi yok. Bizim tarihî birikimlerden oluşan avantajlarımız, ekonomik potansiyelimiz, ahlâk, edeb ve zihniyet seviyemiz çok daha fazla...

393

O halde cihan halkının bizden ne beklediğini iyi tahlil etmek, önümüze açılan bu çok şerefli ve faziletli hizmet yolunda canla başla çalışmak gerekmektedir. İdealimiz cihanşumül olmalıdır, Allah indinde makbul cinsten olmalıdır, tüm insanların hem maddî hem mânevî yönden faydasına olmalıdır.

Amerika'da New York'ta görevli bir Amerikan vatandaşıyla konuşurken, onların bile bizden yardım beklediğini görünce çok şaşırmıştım. Çünkü, herkes Amerika'dan yardım görmeye o kadar alıştırılmış ki!..

Artık şurası son derece kesin ki, tüm dünya halkına çok faydalı olabiliriz. Kendimizi bu yeni göreve göre ayarlamalıyız. Fikir adamlarımız bu yeni görev üzerinde düşünmeli, kültür kuruluşlarımız bu konu üzerinde çalışmalı, gençlerimiz kendilerini bu ideale göre yetiştirmeli, çalışma imkânına sahip olan yetişmiş elemanlar, bu sahada hizmet etmeğe başlamalıdır.

Dünya üzerindeki her ülke, her kültür, her millet üzerinde incelemelere başlamalıyız. Ulaşım, iletişim, ticaret, seyahat imkânları çok gelişmiş ve kolaylaşmıştır. Her birimiz kendi zevk, şevk, yetişme şartı, sosyal, kültürel ve iktisâdî imkânlarına uygun olarak, verimli çalışabileceği, faydalı olabileceği bir ülke seçmeli, ora ile münâsebetlerini ilerletmeye ve geliştirmeye çalışmalıdır. O ülkenin dilini, dinini, kültürünü, tarihini yakından tanımalı, çalışma ve hizmet stratejisini ona göre düzenlemelidir.

394

Şu anda Çin'de, Sibirya'da, Avustralya'da, Güney ve Orta Amerika gibi tahmin etmediğimiz ülkelerde bile güzel İslâmî gelişme emâreleri belirmiştir.

İslâm kardeşliği kitaplarda değil, yaşanan hayatta fi'len tahakkuk etmelidir. Müslümanlar sadece camide, cumada, hacda, umrede değil, cihana yön verecek sosyal, kültürel, dinî, iktisâdî, ticârî konularda da bir araya gelmeli, güçlerini birleştirmelidir.

Bu hayal değil, kabil-i tatbik, realist bir tekliftir. Dünya üzerinde sandığımızdan çok daha fazla kardeşe, güce, imkâna ve avantaja sahip bulunuyoruz.

Onlar kucak açmış bizi bekliyor, bizi kendilerine davet ediyorlar. Allah bize ferâset, şuur, gayret ve kuvvet ihsân eylesin...

İlim ve Sanat, Şubat 1996

395